İsmet İnönü Dönemi
Atatürk'ün ölümünden sonra, 11 Kasım 1938'de İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığına getirilmesiyle Türkiye'de yeni bir dönem başlamıştır. Atatürk'ün öldüğü sıralarda İsmet inönü'nün Başbakanlık görevinde bulunmaması ve bir anlamda uzağında kalmasına karşın, İnönü'nün Cumhurbaşkanı seçilmesi şaşırtıcı değildir. Çünkü 1937 yılında Başbakanlıktan ayrılmasına karşın, arada geçen sürede CHP içindeki gücünü ve ağırlığını korumuş, orduyla olan ilişkisini de devam ettirmiştir. Sayılan nedenlerle partiye egemen olan İsmet İnönü'nün, Atatürk'ten sonra oy birliğiyle Cumhurbaşkanı seçilmesi doğal bir siyasi gelişmedir. İsmet İnönü, Atatürk kadar karizmatik özellikler taşımasa da Kurtuluş Savaşı'ndaki başarıları ve yukarıda belirtildiği gibi CHP içindeki etkinliğiyle 1950 yılına değin ülkeyi tek başına yönetmeyi başarmış ve bu döneme damgasını vurmuştur. 1924 Anayasası'nın cumhurbaşkanlarına verdiği yetkinin sınırlı olmasına karşın, İsmet Paşa CHP ve Meclis içindeki gücünü korumuş, "milli şef" ve "değişmez genel başkan" sıfatlarıyla ülke kaderini doğrudan etkileyen kişi olmuştur.
İsmet İnönü cumhurbaşkanı seçildiği 11 Kasım 1938 tarihinden Ocak 1939'a kadar Atatürk'ün son başbakanı olan Celal Bayar ile çalışmış ve gerek dış politika ilkeleri, gerekse ekonomik politikaları farklı olan bu iki devlet adamı 2 ay kadar bir süre devletin zirvesinde bulunan ilk iki ismi oluşturmuşlardır. Bununla birlikte Celal Bayar'ın kurmuş olduğu yeni kabinede iki önemli değişiklik olmuştur. Dahiliye Vekili (içişleri bakanı) Şükrü Kaya'nın yerine Refik Saydam, Hariciye Vekili (dışişleri bakanı) Teyfik Rüştü Aras'ın yerine Şükrü Saraçoğlu getirilmiştir. Bu değişikliklerden, İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte, önceki dönemlerden farklı iç ve dış politika izleneceği anlaşılmaktaydı. Bir başka önemli olay ise 26 Aralık 1938'de toplanan CHP Üsnomal Büyük Kurultayı idi. Bu kurultay İsmet İnönü'nün değişmez genel başkan ve "Milli Şef" ilan edilmesiyle sonuçlanmıştır.Böylece İsmet Paşa için 12 yıl sürecek olan "milli şeflik dönemi" başlamış oluyordu.Ancak İsmet Paşa'nın Milli Şef seçilmesinin ve CHP'nin, hükümet ve devlet üzerinde doğrudan etkili hale gelmesinin, Atatürk döneminin son başbakanı olan Celal Bayar'ı memnun ettiği söylenemez. Sonuç olarak kendisine yakın isimler olan ŞÜkrü Kaya ve Teyfik Rüştü Aras'ın bakanlıktan ayrılmak zorunda bırakılmaları ve üzerindeki baskıların arttırılması sonucu Celal Bayar başbakanlıktan çekilmiş ve yerine 25 Ocak 1939'da Refik Saydam yeni hükümeti kurmuştur.
İsmet Paşa'nın cumhurbaşkanlığının ilk yıllarında aynı zaman da II. Dünya Savaşı yaşandığı için tüm ekonomik ve siyasi girişimler, Türkiye'yi bu savaşın olumsuz etkilerinden uzak tutmak adına gerçekleştirilmiştir. Savaşın ne zaman sonuçlanacağının bilinmemesi nedeniyle çok sayıda genç askere alınmıştır. Temel ürünlerle ilgili olarak devlet stokları geniş tutulmuş, bu da iç piyasada büyük darlık yaşanmasına ve ürünlerin fiyatlarının olağanüstü artmasına neden olmuştur. Aynı dönemde bu dar durumdan faydalanmaya çalışan birçok stokçu ve karaborsacı türemiş, hükümet bunlarla olan mücadelesinde yeterince başarılı olamamıştır. Refik Saydam'ın ölümü üzerine 9 Temmuz 1942'de başbakan olan Şükrü Saraçoğlu döneminin ekonomik alanda belki de en fazla akılda kalan ve tartışmaları bugüne kadar sarkan girişimi, Kasım 1942'de çıkarılan Varlık vergisi olmuştur. servetlerin bir defaya mahsus vergilendirildiği ve vergisini ödemeyenlerin bedensel çalışmaya tabi tutulduğu bu uygulama büyük tartışmalara yol açmış ve sonuçta 1944 yılı başlarında kaldırılmıştır. Tarım kesimiyle ilgili olarak ise Nisan 1944'te, Aşar vergisinin bir benzeri olan Toprak Mahsulleri Vergisi Kanunu çıkarılmıştır. Gerek 1946 yılında kaldırılan bu vergi gerekse Varlık Vergisi, toplumun İnönü dönemi hükümetlerinden soğumalarına neden olmuştur.
Ekonomik alandaki tüm olumsuzluklarına karşın devletin koktrolündeki döviz rezervlerinde olağanüstü bir artış gerçekleşmiştir. Türkiye silah sanayiinde kullanılan kromu savaşan ülkelere satarak önemli ölçüde döviz elde etmeyi başarmıştır.
Savaş yıllarında bir yandan ekonomik sıkıntılar aşılmaya ve savaşa girmemeye çalışılırken, diğer yandan da Atatürk döneminde başlatılan ve büyük mesafeler kat edilen eğitim ve kültür alanındaki çalışmalar devam etmiştir. İnönü döneminin en önemli eğitim kurumu Köy Enstitüleridir.Krsal kesime öğretmen yetiştirmek amacıyla 1940 yılında açılan Köy enstitüleri, Türkiye'nin dünya eğitim tarihina kazandırdığı en özgün modellerden biri olarak döneme damgasını vurmuştur. Köy Enstitüleri 1954 yılında Demokrat Parti tarafından kapatılmasına karşın, yetiştirilen öğrenciler uzun yıllar aydın beyinler olarak toplumu etkilemişlerdir.
İnönü dönemindeki kırsal kesimle ilgili çabalar Köy enstitüleri ile sınırlı kalmamıştır. Atatürk döneminde gündeme gelen toprak ve tarım reformu çalışmalarına yeniden hız verilmiştir. Ancak geniş emlak sahiplerinin yoğun tepkisi ve konuyla ilgili alt yapı eksiklikleri nedeniyletopraksız köykü bırakmama çabaları bu dönemde de başarıya ulaşamamıştır.
İnönü döneminin eğtim ve kültür alanındaki diğer gelişmeleri ise halkevleri ve halkodalarının geliştirilmesi ve sayılarının arttırılması, klasik müzik eğitimine önem verilmesi, tiyatronun yaygınlaştırılması, yeni kitaplık ve kütüphanelerin açılması ve doğu ve batı klasiklerinin Türkçe'ye kazandırılmasıdır. İsmet inönü'nün iktidardan ayrıldığı 1950 yılı itibariyle Türkiye'nin eğitimle ilgili ulaştığı rakamlar şöyledir:
Yaklaşık 12 yıl süren İnönü döneminin iç politikadaki en kayda değer olayı, çok partili siyasi hayata geçiş için atılan adımlardır. Aslında demokrasiyle ilgili ilk adımları, Mayıs 19392da toplanan CHP'nin 5. Kurultayında hükümeti denetlemekle ilgili olarak 21 kişilik bir müstakil grubun kurulmaaasına kadar götürmek mümkündür. Ancak hükümeti denetlemek işlevini üstlenen bu girişim, Chp'nin doğrudan denetiminde olduğu için demokrasi konusunda umulan faydayı getirememiştir. Yine Atatürk döneminde siyasetten uzaklaştırılmış olan Ali Fuat Cebesoy, Fethi Okyar, KAzım Karabekir ve Rauf Orbay gibi Kurtuluş Savaşı'nın önde gelen isimlerinin yeniden milletvekili yapılmaları da ciddi bir yumuşama eğilimi olarak görülebilir. Fakat demokratikleşme yolunda asıl ciddi ve kalıcı girişim 1945 yılında iç ve dış dinamiklerin etkisiyle gerçekleşmiştir.
Mevcut iktidarı, bu kararı almaya iten iç dinamiklerin başında, II. Dünya Savaşı yıllarında izlenen ekonomik politikalardan dolayıortaya çıkan toplumasal tepki gelmektedir. savaş yıllarında uygulanan ve özellikle kırsal kesimlerde yaşayanlarla, esnaf-tüccar gibi grupları olumsuz etkileyen ekonomik politikalar., toplumun bu kesimlerindeki huzursuzluğu arttırmış ve iktidarın yeni siyasi çözümlere yönekmesine neden olmuştur. Bir başka iç etken 1923'ten beri iktidarda bulunuan Chp'nin ciddi bir yıpranma sürecine girmesi ve bu nedenle kendini yenileme ihtiyacını hissetmiş olmasıdır. Atatürk'ün izinde bir devlet adamı olarak bilinen İsmet İnönü'nün bu konuda Kemalist İlkelerle örtüşen bir tutum sergilemesi de demokrasiye geçişi hızlandırmıştır. Çok partili siyasi hayata geçişte bir diğer önemli etken ise Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası denemelerinin bıraktığı heyacanın hala sürüyor olmasıdır.
Türkiye'nin demokrasiya yönelmesinde dış dinamiklerin de etkisi büyüktür. Bunların başında II. Dünya Savaşı'nı A.B.D., İngiltere ve Fransa gibi demokratik ülkelerin oluşturduğu bloğun kazanması gelmektedir. II. Dünya Savaşıile birlikte Batı'da yeni bir dünya kurulmuş ve yeni dengeler oluşturulmuştur. Türkiye'nin bu yeni oluşum içinde yerini alabilmesi için Batı'nın norm ve standartlarını benimsemesi zorunlu hale gelmiştir.Fakat Türkiye'nin Batı'ya yönelmesini hızlandıran gelişmelerden biri ise 1945 yılındaki sovyet tehdididir. Stalin yönetimindeki sovyet Rusya'nın, 1925 yılında iki devlet arasında imzalanmış olan tarafsızlık ve saldırmazlık antlaşmasını uzatmayacağını açıklaması, bununla beraber Kars, Ardağan ve Artvin'i isteyen ve Boğazların ortaklaşa savunulmasını öneren bir nota vermesi Türkiye'de büyük bir tepkiye neden olmuştur. Bu tehdit yüzünü zaten batıya dönmüş olan Türkiye'nin başta A.B.D. olmak üzere, Batı dünyasıyla olan ilişkilerini geliştirmesini hızlandıran temel etken olmuştur.
Aynı döneme denk gelen ve birbirleriyle iç içe geçmiş tüm bu iç ve dış gelişmelere bağlı olarak Türkiye'de, CHP dışında başka siyasal partilerin de gerektiği yolundaki ilk ciddi açıklama Birleşmiş Milletler Örgütünün kuruluşu için san Fransisco'da bulunan Türk heyetinden gelmiştir. San Fransisco'daki Türk temsilciler artık Türkiye'de demokrasinin kurulacağını açıklamışlardır.