ATATÜRK ÜN ÖNDERLİĞİ
Atatürk'ü gerçek manada anlayabilmek için onun hayatına bakmak, neler yaptığını, neyi hangi düşünceyle yaptığını iyi analiz edebilmek gerekir. Onun düşünce ve devrimlerinin temelini araştırdığımızda, bunun herşeyden önce "tam bağımsızlık ve özgürlük" ihtiyacına dayandığı gerçeği karşımıza çıkmaktadır.
Atamızın "Kurtuluş Savaşı"yla vermiş olduğu büyük mücadelesi, genç Türk Devleti için en acil ve önemli ihtiyacın, "tam bağımsız ve özgür bir cumhuriyet düzeni" olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Türk Milleti'yle omuz omuza verdiği savaş, Atatürk'ün başka ülkelere bağımlı, adeta onların kuklası olmuş bir milletin zamanla tarih sahnesinden silineceğini bilmesinden kaynaklanmaktadır. Böyle bir sona asla razı olmayan Ulu Önder Atatürk "Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım. Milli istiklal bence bir hayat meselesidir." demiş ve mücadelesine temel teşkil eden unsurlardan birini bu ifadesiyle dile getirmiştir.
Zihinlerde ve Sosyal Hayatta Çağdaş Reform Hareketleri
Atatürk'ün anladığı manada tam bağımsız yapı, sadece uluslararası hukuk içerisinde kağıt üzerindeki bir devleti öngörmüyordu. O, tam bağımsızlıkla, kendi kendine yetebilen, savunmasından, teknolojisine, tarımından, ekonomisine kadar her alanda dışarıya muhtaç olmadan, hiçbir ödün vermek zorunda kalmadan ayakta durabilen bir yapıyı kastederek şöyle diyordu:
Tam bağımsızlık demek, elbette siyasal, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür... gibi alanlarda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir.
Burada doğru anlaşılması gereken bir diğer nokta, Atatürk'ün çağdaş medeniyetler seviyesine çıkma ideali ve bu yöndeki direktiflerinin -kimilerinin sandığı gibi- "Batıya olan bir hayranlık"tan kaynaklanmadığıdır. Atatürk gayet iyi biliyordu ki, Türk Milleti'nin refah içinde yaşayan, aydın, uygar bir millet olabilmesi için gerekli bilgi ve deneyim Batı ülkelerindeydi. Batı'nın teknolojik atağa kalktığı yıllarda ülke, koyu bir bağnazlık ve yönetim zaaflarıyla olduğu yerde saymıştı.
İşte böyle bir ortamda harekete geçen Atatürk, yeni cumhuriyeti kurduktan sonra hiç vakit kaybetmeden, ülkenin gelişmesini durduran bağnazlıklarla savaşa başlamış ve her biri devrim niteliğinde, toplumun yapısını tamamen değiştirmeye, uygar medeniyetler seviyesine ulaştırmaya yönelik köklü reform hareketlerini gerçekleştirmiştir. Günlük yaşayış ve sosyal hayatı düzenleyen sayısız reformu cesurca uygulamış ve gerekçesini şöyle açıklamıştır:
Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkilapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün mana ve şekliyle olgun bir topluluk haline getirmektir, inkılaplarımızın esas gayesi budur. (Atatürk, Mehmet Özel, Milliyet Yayınları. s.260)
Atatürk'ün kişisel çabaları ve üstün dehasıyla Türk Milleti, kendi kimliğinden hiçbir ödün vermeden o günün şartlarında inanılmaz bir hamle yaparak adeta kabuk değiştirmiş ve Batı medeniyetleri seviyesine doğru hızla yaklaşabilmiştir. Atatürk aydın, çağdaş, uygar bir Türkiye yaratma mücadelesinin gerekliliğini şu sözleriyle açıklamıştır:
Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak hayat şartıdır. Bu yol üzerinde duranlar veya bu yol üzerinde ileriye değil, geriye bakmak cehalet ve gafletinde bulunanlar umumi medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkumdurlar.
Sanayileşmede Patlama
Önce zihinlerdeki bağnazlıkları kıran Atatürk, yukarıda da belirttiğimiz gibi ülkemizin güçlenmesi ve insanlarımızın refah içinde yaşayabilmesi için sanayileşmenin şart olduğuna inanmıştı.
Kendi toprağını süremeyen, kendi şekerini işleyemeyen, kendi demir-çeliğini üretemeyen kısacası her yönden dışa bağımlı kalmış bir ülkenin tam bağımsız olması elbette düşünülemezdi. Bu nedenle Atatürk'ün çağdaşlaşma hamlesinin önemli çıkış noktalarından biri de sanayileşme hamlesi olmuştur. Ulu Önder bakın bu adımı nasıl değerlendiriyor:
Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin, hür, müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin bel kemiğidir.
Oysa cumhuriyetin ilk yıllarında ekonomik açıdan ülkenin durumu hiç de parlak değildi. Bir yandan savaşın yaraları sarılmalı, öte yandan da kalkınma gerçekleştirilmeliydi. Üstelik Lozan Anlaşması'nın getirdiği sınırlamalar kalkınmanın önünde önemli birer engel olarak duruyordu.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen Atatürk'ün bizzat şekillendirdiği kalkınma hamlesiyle, 1923-1929 yılları arasında sanayinin gelişme hızı yüzde 8.5 gibi yüksek bir rakama ulaştı. Türk ekonomisinin lokomotifi görevini uzun yıllar görecek dev ölçekli tesis ve işletmeler arka arkaya kuruldu. 1933 yılında Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı ve planlı sanayileşmeye geçildi. Bu dönemde dünyada yaşanan büyük ekonomik buhrana rağmen yüzde 11.6 gibi oldukça yüksek bir sanayileşme hızı elde edildi. Böylesine önemli bir başarıya, ülkemizin zengin kaynakları ve halkımızın Atatürk'ün gösterdiği hedef ve ilkeler doğrultusunda fedakarca çalışması sayesinde kısa zamanda ulaşıldı.
Milli ve Manevi Değerlerimizin Muhafazası
Atatürk, ülkemize yepyeni bir çehre kazandırıp tarihe geçen çağdaşlaşma hareketlerini gerçekleştirirken, bir noktayı daima gözönünde bulundurmuştur. O da Türk'ün kendi öz benliğini kaybetmeden, kendi kimliğini, kültürünü unutmadan yeniliklere adapte olabilmesi, onları kendi milli kültürü içinde sindirebilmesidir. Aksi bir durumun milletimizi içten içe çürüteceğini bilen Atatürk, Türk Milleti'ni millet yapan unsurları; tarihini, dilini, dinini yani kısaca kültürünü her zaman yaşatacak köklü tedbirler almıştır.
"Dilin milli ve zengin olması, milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin."(Atatürk, Mehmet Özel, Milliyet Yayınları. s.259) diyen Atatürk, Türk Dil ve Tarih Kurumu'nun kurulmasına öncülük etmiştir. Milli benliğimizin önemli bir parçası olan dilimizin ve tarihimizin kökenine inilerek araştırılmasını, bunların bilimsel bir temele oturtularak daha da geliştirilmesini ve sonraki nesillere sağlıklı bir şekilde ulaşmasını sağlamıştır.
Laik devleti kurup savunurken, dinin önemini ve dine saygısını vurgulamış diğer yandan Türk Milleti'nin vicdan, din ve ibadet özgürlüğünü sağlamış ve korumuştur.
Atatürk "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletin devamına imkan yoktur" diyerek dinin milletimizin sürekliliğini sağlayacak önemli bir unsur olduğuna dikkat çekmiş ve "en mükemmel din" dediği İslam dinini milletimizin en doğru şekilde yaşaması yönünde çalışmıştır. Bu doğrultuda Kuran'ın Türkçeleştirilmesini sağlamış ve halkın dinin özüne dönmesinde ilk adımları atmıştır.
Atatürkçülüğe Sarılmak
Atatürk'ün gerek sosyal gerekse ekonomik alanda yapmış olduğu bütün bu reformlarla ölmekte olan bir millet adeta yeniden doğmuştur. İçindeki coşkun vatan sevgisi ve her zaman yokluk içinde dahi başarıyı hedefleyen "Kuvayı Milliye Ruhu", yukarıda da açıkladığımız üzere, ülkeye önce askeri sonra da sosyal ve ekonomik alanlarda birçok zafer kazandırmıştır.
Atatürk, ülke sorunlarını çözerken daima aklın ve ilmin gereklerine göre hareket etmiştir. Olayları geniş ve detaylı düşünmüş, basit hedefler peşinde değil, gelecek nesilleri bile rahat ve huzur içinde yaşatacak köklü çözümler peşinde olmuştur. Her zaman vatanın ve milletin menfaatlerini gözetmiştir.
Bugün, vatanın ve milletin hayrı adına yola çıkanlardan, yalnızca Atatürk'ün açtığı yolda yürüyenlerin başarıya ulaştıkları da üzerinde durulması gereken bir gerçektir. Ülkemizin meselelerine en gerçekçi yaklaşımlar ve üretilen en sağlıklı çözümler, yine Atatürk'ün çizdiği çerçevede şekillenmektedir. Bu tablo, Atatürk'ün üstün dehasının ve ileri görüşlülüğünün yanısıra, sorunlara ne derece akılcı yaklaştığını göstermesi açısından da oldukça dikkat çekicidir.
Atatürk'ün belki de en önemli vasfı bir eylem insanı olmasıdır. Yani düşündüklerini sadece lafta bırakmaması, onu gerçekleştirmek için derhal harekete geçip ortaya somut birşeyler koymuş olmasıdır. O halde biz Atatürkçülere düşen, Ulu Önderimizin fikir ve düşüncelerini eksiksiz olarak uygulamak ve başta gençlik olmak üzere tüm halkımızın bu bilince sahip olması için çalışmaktır.
Bu nedenle Atatürk'ü anlamak, onu sadece birtakım süslü sözlerle övmek değil, onun fikir ve düşüncelerini eyleme geçirebilmek, Atatürkçülüğe sarılmaktır.
Atatürk'ü Anlamak
Cumhuriyet Tarihi boyunca tüm yanlış bilgilendirmelerin ve kasıtlı propagandaların oluşturduğu etkiyi ortadan kaldırmak için, Büyük Önder'in şahsiyetini, fikriyatını, hayat tarzını iyi tanıtmak şarttır.
Bu, Atatürk'ü gerçeklere dayanarak doğru, objektif ve samimi bir şekilde tanıtmak misyonudur. Bu görev çerçevesinde, Atatürk'ün kişilik özellikleri, zevkleri, yaşayışı muhakkak anlatılmalıdır. Kılık, kıyafetiyle, görgüsüyle, sanat, müzik zevkiyle ve kültürüyle önder bir insan olan Atatürk'ün tam olarak tanıtılması, bu vasıflarının da anlatılması, şüphesiz ona duyulan sevgiyi, saygıyı ve samimiyeti arttıracaktır. Ayrıca bu çalışma, "Örnek bir Müslüman Türk nasıl olur?", sorusunun cevabı olan insan modelini de açıkça gözler önüne serecektir. Bu çalışmanın öncelikle de genç nesiller, hatta çocuklara yönelik biçimde organize edilmesi şarttır.
Çünkü, bugün gençlerimizin bir kısmının milli kimliğinden uzaklaşarak dejenere olmaya başlamasının belki de en önemli sebebi, Atatürk'ün örnek alınacak bir lider, bir Osmanlı beyefendisi, bir halk adamı olarak değil, adeta ulvi, erişilmez bir kişilik olarak tanıtılmasıdır. Oysa Müslüman Türk Milleti, içinden nice Atatürkler çıkaracak kadar yüce bir millettir. Bu gerçek, bizzat Atatürk'ün dilinden şöyle ifade edilmiştir:
İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben, fani Mustafa Kemal; diğeri milletin içinde yaşattığı Mustafa Kemaller idealidir. Ben onu temsil ediyorum. Herhangi bir tehlike anında ber ortaya çıktımsa, beni bir Türk anası doğurmadı mı, Türk anaları daha nice Mustafa Kemaller doğurmayacaklar mı? Feyz milletindir, benim değildir.
Aziz Atamızı böyle bir üslupla anlatmak, sadece Atatürk'ün doğru tanıtılması yolunda iyi bir başlangıç olmakla kalmayacak, hem bugün kimilerince atalete sürüklenmek istenen Atatürkçülüğü, tekrar aktif hale getirecek, hem de anti-Atatürk propagandalarına karşı verilmiş güzel bir cevap olacaktır.