Bilim Adamı Özerkliği Nedir?
Bilim adamı bağımsız düşünebilen ve üreten, ürettiğini
insanlık yararına sunan kişidir. Sınırsız özgürlük ortamında
bir bitki toprakta kendi başına gür olarak nasıl gelişiyorsa
bilim adamı da özerk üniversitede böyle gelişmelidir.
Bilim adamı sınırsız düşünme ortamında kendisini ifade
edebilmeli ancak topluma karşı etik sorumluğunu taşımak
kendisine kalmalıdır. Mehmet Yapıcı (CBT 2003 sayı 825) özgür
akademik ortamı ve yaşamı şöyle tanımlamaktadır “patron
rolündeki birinin veya birilerinin olmadığı, kişi görüş ve
düşüncelerini açıklamaktan çekinmediği ve kendisini baskı
altında hissetmediği ortam. Çünkü patron ne zaman ne
yapacağını söyleyen kişi rolünün üniversitelilik bilinci ile
uyuşmamaktadır. Her üniversiteli Mevlana'nın deyişi ile “biraz
divane” yapılıdır. Fakat üniversite öğretim elemanları için
bahsedilecek bir sınırlama vardır; o da meslektaşlarının
entelektüel baskısıdır. Yani oto kontrol sistemi ile aklın
aklı kontrol etmesi, eleştirmesi ve sorgulamasıdır. Bunun
dışında hiçbir meslek veya otorite üniversite öğretim
elemanlarının özgürlüğünü güvence altına alamaz almamalıdır
da.
Tabii akademik özgürlük bireylerin keyfi uygulama ve
söylemleri anlamında ele alınmamalıdır. Bu nedenle akademik
özgürlüğün kurumsal sorumluluk ve kamusal vicdanı göz önünde
bulundurması gerekir.
Üniversite özerkliği bilimin kamuya yönelik hizmet ve
sorumluluğundan dolayı devletten ari olarak gelişmiştir.
Devlet doğası gereği statükoyu korur, ama üniversiteler
değişime ve gelişmeye açık olmak zorundadır. Bu nedenledir ki
çağdaş dünyada demokratik kültürün ve ortamın
geliştirilmesinde ve bilimsel doğruların elde edilmesinde
üniversiteler önemli kurumlardır. Bu anlamda gelişmiş ve az
gelişmiş ülkelerde üniversite özerkliği ve akademik özgürlük
büyük farklılık göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde akademik
özgürlük kullanımı bir şekilde güvence altında iken az
gelişmiş ülkelerde ise temel insan haklarının bir çok yönden
kısıtlanması görüş ve fikir açıklamanın izne tabi olması gibi
nedenlerden dolayı istenildiği gibi kullanılamamaktadır.
Batıdaki akademik özgürlüğe bir örnek İsrail Filistin
sınırında sembolik olarak İsrail sınırını taşlayan ve
görüntüleri dünyaya dağıtılan ABD Columbia Üniversitesi
öğretim üyesi Prof. Edward Said için yapılan kamuoyu baskısına
üniversite yönetiminin net ve açık cevabı “öğretim elemanları
düşüncelerini ifade etmelerinden veya özel ya da kamusal
alanda kurdukları ilişkilerden dolayı üniversite tarafından
cezalandırılamaz” şeklinde olmuştur. Bu bakış açısı batı türü
akademik özgürlüğün nasıl ifade edildiğine çok güzel bir
örnektir.
Bütün dünya bilgi çağının gereği olan beyin fırtınası ile
başta özeleştiri ile üniversitelerdeki işleyiş mekanizmalarını
her boyutta tartışırken, ülkemiz üniversiteleri maalesef
değişik düzeydeki kaygıları nedeniyle ulusal sınırlar
içerisinde muhafazakar bir tutum sergileyerek gelişmenin ve
dolayısıyla da değişimin önünde engel olmuşlardır.
Gelişmeyen değişemez, değişmeyen de dünyaya ayak uyduramaz.
Başta Avrupa ülkelerinin yerleşik üniversiteleri aralıklarla
sistemlerindeki işlevsiz ve rekabet edemez hantal yapılarını
değiştirerek sürekli dinamik yapıları hedeflerken, bizler
halen bilim kuruluşlarını nasıl kendi dünya görüşümüze yakın
ve bir dediğimizi iki etmeyecek atamaların peşindeyiz. Son 23
yılda ağır YÖK uygulamasının sonucu üniversiteler nicel
büyüme, artan yayın sayısı dışında nitelik yönünden daha da
geriledikleri sıkça eleştiri konusu olmuştur. Bugün gelinen
durumda üniversitelerimiz dünya ölçeğinde bilim ve bilgi
üretecek ve teknolojiye dönüştürecek yetişmiş, konusunu bilen
entelektüel insan yetiştiren yapılanmanın çok gerisinde
bulunmaktadır. Mevcut hali ile vizyonu kısır ve statükocu bir
yapıda bulunmaktadırlar.
Prof. Hasan Yazıcı ve Orhan Bursalının CBT ekinin 881 nolu
sayısındaki yazılarında işledikleri konular daha önce Prof.
Dr. Cahit Arf’ın da belirttiği gibi yükseköğretimimizin
istisnalar dışında üniversiteleşemediğini ve orta öğretim
düzeyinden öteye geçemediğini belirtiyorlar. Prof. Hasan
Yazıcı Türk üniversiteleri halen “bir düşünce ve bilgi üreten
kurum” değiller diyor ve ekliyor “birikmiş bilgiyi, o da yarım
yamalak aktarmaya çalışan bir meslek okuludur”. Dolaysıyla bu
kurumlarda öğrencilik yapıp profesörlüğe kadar çıkan
akademisyenlerde üniversiteyi gördükleri gibi benimsemekte ve
aynı şekilde kısır döngü içinde üniversitelilik bilinci
gelişmemektedir. Yine CBT ekinin 879 nolu sayısında Levent
Sevgi ve Nejat İnce’nin kaleme aldığı “Ülkemizde Ar-Ge, yayın
ve insan gelişim ilişkileri” başlıklı makale ülkemizin bilim
ve teknoloji yapımında ne denli geride olduğunu ve bunun
nedenleri arasında bilimin kurumsallaşamaması
vurgulanmaktadır.