Bilim ve Bilimcilik
Çok genel olarak bilgi, suje (özne) ile obje (nesne) arasındaki ilişki, yahut, bilincin bir nesneye yönelik kavrama faaliyeti olarak tanımlanmıştır. Bilgi, varlıklara yüklemler vermektir. Bilmek, öğrenmek anlamına gelir ve her türlü bilgi ya da öğrenmeyi içerir. Fakat kavramlaşan bilim (science), "tabiata ilişkin disiplinli bilgi"yi içerir, bu anlamıyla beşerî ve sosyal bilimlerin kapsamı farklılaşır. Bunun içindir ki tabiat bilimleri ve sosyal bilimler diye bir ayrım doğmuştur. "Tabiat bilimleri" tabiattaki kanun ve düzenlilik ilkelerini bulmaya çalışır. Tabiat kanunları ve nedensellik, bu ilkelerdendir. 'Bilim' kavramına iğreti biçimde dahil edilen sosyal bilimler ise toplumların, toplumsal değişimlerin kanunlarını bulmaya çalışır.
Bilgi ile bilim aynı şey değildir. Aradaki farkı, "her bilim bilgidir, ama her bilgi bilim değildir" önermesiyle netleştirebiliriz. Bilim, görülebilen, işitilebilen, dokunulabilen şeyler üzerine bina edilir. Bir bilginin bilim olabilmesi için konu, bilgi birikimi, yöntem ve nazariye (teori) gibi dört temel şartın bulunması gerekir. Bilimsel bilgi, "nesnel", "doğrulanmış bilgi" olarak kabul edilmekte ve "oldukça titiz" deneylere dayanmakta, nesnel olarak doğrulandığı için de güvenilir kabul edilmektedir.
Bilginin mahiyeti, kaynağı, değeri ve sınırını konu edinen felsefeye bilgi teorisi (epistemoloji) denmektedir. Bilimlerin birinci katını bilim felsefesi oluşturmaktadır. Bilim felsefesi olmayan bir bilim, çatısı ve duvarları olmayan bir eve benzetilmiştir.
Bilim tarihinin başlangıcını tespit etmek zordur. Ancak onu tekerleğin icadıyla başlatanlar olduğu gibi, yazının keşfinden önceki zamana kadar götürenler de var. Bu görüş, eski mağara resimlerinde göze çarpan hayvan ve tabiat resimlerine, yani, 'ilkel insanların' da tabiat olaylarını bildikleri tezine dayanmaktadır. Fakat belirtmeli ki her bilgi sistemi 'bilimsel' değildir.
'Bilim'in tarihi genelde rönesansla başlatılmakta ise de, bugünkü batı biliminin kökeni, eski yunan filozoflarına dayanmaktadır. Bilmek, anlamak ve açıklamak gibi üç önemli kaygıdan doğmuş olan Yunan bilimi tabiatı, tabiatta olup bitenleri ve varlık türlerini, mitik ve dînî inanış ve telakkilerden arındırıp, tamamen insanın yeteneklerine âmâde kılmayı tasarlamıştır. M.Ö. 6000 yıllarında görülen İonya okulu ve Thales (ö. M.Ö. 545) gibi filozoflar genellikle matematik, astronomi, coğrafya, geometri, fizik gibi bilim dallarıyla ilgileniyorlar, ilgilerinin esas dayanağını akıl, gözlem ve deney oluşturuyordu. Bu felsefeye göre evren, sonsuz sayıdaki, nicelik özelliklerine sahip atomların uzayda sürekli hareket etmeleri sonucunda meydana getirilmiştir. Atomların hareketleri zorunlu ve mekaniktir, dolayısıyla evren, tabiat ve varlık, zorunlu ve mekanik ilkelere bağlı olarak hareket ederler ve değişime uğrarlar.
XV. yy.da rönesansın etkisiyle eşya, tabiat, gök cisimleri ve insan (toplum) yeniden değerlendirilmeye tabi tutulmuş, bu yeni dönemde bilim, ruhban sınıfın tekelinden alınmıştır. Kopernik'in güneş merkezli sistemi, arkasından Tycho Brahe, Kepler, Galilei gibi bilginler yeni bilimsel devrimin öncülüğünü yapmışlardır.
Rönesans (renaissance = yeniden doğuş) hatırlanacağı üzere, yeni bir hayat anlayışının, yeni bir dünya görüşünün doğmasıdır. Bu felsefe, doğayı da ortaçağdan tamamen farklı bir görüşle ele alıp işlerken, şimdiki modern doğa bilimine giden bir adım atılmış oluyordu. Ortaçağ doğa anlayışı Aristo fiziği, Batlamios astronomisi ve Kutsal Kitab'ın bazı tasarılarından oluşuyordu. Bin yıllık tasarıyı yerle bir eden, "bilimsel devrim çağı" diye anılan XVI ve XVII.