G. L. SEIDLER’in “Bizans Siyasal Düşüncesi”1 adlı Kitabının Tanıtımı
“Bizans Siyasal Düşüncesi”, Bizans ile ilgili Türkçe’ye kazandırılmış nadir eserlerden biri. Kitap altı bölümden oluşuyor. “Bizans İmparatorluğu’nun Roma’dan Ayrılışı” adlı birinci bölümde yazar, önce şehrin kuruluşuna ve Doğu-Batı arasındaki bölünmeye değiniyor. Daha sonra Bizans’ın Batı’ya oranla sürekliliğinin nedenleri üzerinde duruyor. Yazar bu sürekliliğin temel nedeni olarak Bizans’ın gelişkin ekonomisini gösteriyor. Bundan sonra Batı’da feodalitenin ortaya çıkması ve Doğu’da bunun engellenmesi üzerinde kısaca duruyor. Hemen ardından Bizans’ta köylülerin özgürleşmesi süreci irdeleniyor.
İzleyen sayfalarda Bizans’ın erk yapısı masaya yatırılıyor. Yazar bu konuya değinirken, Doğu’lu erk yapısıyla Roma modelleri arasındaki ayrılığa dikkat çekiyor. Yazar daha sonra Bizans’ın kullandığı dil üzerinde durduktan sonra Bizans’ın gerileyiş ve çöküş dönemlerine kısaca değinerek birinci bölümü bitiriyor.
“Resmi Öğreti” adlı ikinci bölümde yazar, daha başlarken –belki de- bu bölüm boyunca anlatacaklarını şöyle özetliyor:
“İustinianos’un kırk yıla yaklaşan hükümdarlığı (527-565) sırasında, Bizans İmparatorluğu’nun resmi öğretisi en iyi durumuna gelmiştir. Bu öğreti üç öğeden oluşuyordu: Hıristiyan dini, Roma hukukundan gelen fikirler ve erkin tanrısal kökenli olduğu inancı.”2
İzleyen sayfalarda yazar, Bizans’ta erkin kutsal kökenli olduğunu vurguladıktan sonra Doğu Hıristiyanlığının Bizans’ın resmi öğretisi olduğunu söylüyor. Daha sonra Ortodoks-Monofizit çatışması üzerinde duran yazar, bu iki grubun düşüncelerini aktardıktan sonra Monofizitlerin gerek Roma’nın gerekse Bizans’ın üstünlüğüne karşı çıkan Doğu’lu halkların ayrılmacı eğilimlerini temsil ettiğini söylüyor ve bütün bu dinsel çatışmaların Hıristiyanlığı imparatorluğun resmi öğretisi olmaktan alıkoyamadığını söylüyor.
Yazar, İustinianos’un Kanunları ve III. Leon dönemine kısaca değindikten sonra “Pleb Hareketi ve İdeolojisi” adlı üçüncü bölüme geçiyor. Yazar bu bölümde ilkin Deme’leri ve onların yapısal özelliklerini anlatıyor. Deme’lerin Bizans siyasal yapısındaki önemine işaret ediyor ve bu önemin 7. yüzyılın ortalarına gelindiğinde azaldığını söylüyor. Fakat yazar, şunu da vurgulamadan geçmiyor:
“Hiziplerin siyasal rollerinin sona ermesi, Deme’lerin önemini azaltmadı. Tersine imparatorlukta Yunan geleneklerine dönme düşüncesi egemen oldukça, Deme’lerin siyasal önemi arttı.”3
Bu tespitten hemen sonra Nika Ayaklanması’nı (yazarın deyişiyle “Nika Devrimi”) anlatmaya başlıyor yazar. Bu ayaklanmada iki partinin hükümete karşı güçlerini birleştirmelerinin ilginçliğine dikkati çekiyor.
Daha sonraki bölümlerde daha detaylı incelenecek olan Paulikianlar’ın ikona-kırıcılık hareketindeki rollerine değinildikten sonra Zelotesler’in hareketine geçiliyor.
Zelotesler’le ilgili anlatılanlardan özellikle şu kısmı aktarmak istiyorum:
“Zelotesler davalarının haklılığına inanarak şöyle diyorlardı: Kilisenin topraklarını alıp birçok yoksulu doyurmuş olmamızda garipsenecek ne var?... Bu hareketimiz manastırlara bir zarar getirmeyecektir, çünkü onların gereksinmelerine yetecek kadarını bıraktık; vaktiyle bunları bağışlayanların isteklerine de aykırı olmayacaktır –onların istediği, Tanrı’yı hoşnut etmek ve yoksullara yardım etmek değil miydi?... Yoksulların damlarını aktarır ve kırık dökük evlerini onarırsak, özgürlük için dövüşenlerin tarlalarına ve otlaklarına bakarsak, nasıl yasağı çiğnemiş oluruz ki?... Kendi zenginliğimizi çoğaltmıyoruz, evlerimizi süslemiyoruz; buyruklar verirken hep ortak yararı göz önünde tutuyoruz.”4
“Aydınlar Arasında ve Manastırlarda Kuşkuculuk” adlı dördüncü bölümde Hellenik felsefenin etkisinde kalan aydınlar ve rahiplerin eleştirel düşünce ve öğretilerine yer veriliyor. Bizans’ta sürdürülen Hellenik geleneklerde iki eğilimin var olduğu, bunların: Platonculuk ve Aristotalescilik olduğu vurgulanıyor. Yanı sıra, bütün bu eleştirel Hellenik düşüncelerin resmi otorite tarafından koğuşturulduğuna da değinilmeden geçilmiyor.
Bahsi geçen düşünürlerden başlıcaları: Prokopios, Mikhael Psellos, Georgios Gemistous (Plethon)’ dur.
Prokopios’un düşüncelerinden özellikle şu ilgimi çeken kısmı aktarmak istiyorum:
“Tanrı’nın doğal yapısı konusundaki bütün anlaşmazlıklar bana anlamsız bir delilik gibi geliyor; insan kendi doğal yapısını bile bilemez, onun için, Tanrı’nın doğal yapısı üstüne her türlü ölçünmeyi (düşünüp taşınmayı) bir yana bırakmalı”5
Psellos’un düşüncelerinden ise şu ilginç bulduğum kısmı aktarmak istiyorum:
“Bir hükümdar, bir imparator olmalı... birine yönetme, ötekine (patriğe) Kilise işlerini yapma görevi verilmiştir. Ellerini göğe aç ve insanlar için barış dile, ama bırak devlet işleri ait olduğu ellerde kalsın. Sen buyurma, yönetme; çünkü çoğunluk bunu istemez.”6
Ne dersiniz? Psellos burada Laikliği anlatmıyor mu?
Beşinci kısım (Manesci Karamsarlık): Manesciliğin irdelendiği bu bölümde öncelikle, Hıristiyanlık egemen sınıfın malı olduktan sonra, yoksul halk arasında yayıldığına ve hem imparatorların hem de kilisenin bu Manescilere karşı savaş açtığına değiniliyor.
İzleyen sayfalarda yazar Manesci öğretinin oluşum, gelişim ve yok oluş süreçlerini açıklıyor. Tabi, Manesci öğretinin tam manasıyla yok olduğu söylenemez; çünkü, ileriki dönemlerde ortaya çıkan birçok öğretiyi etkileyerek, bir anlamda, yaşamayı sürdürmüştür.
Manescilerin temel inancı, birbirleriyle savaşan iyi ve kötü iki gücün eşit ve ezeli varlığıdır.
Manescilerin toplumsal öğretileri üç mühürle simgelenmekteydi: ağız, eller ve tohum. Yazar bu üç mührün açılımını kitabında detaylı bir şekilde yapıyor. Özellikle Manescilerin ekmek yerken söyledikleri dua benim çok ilgimi çekti. Dua şöyle:
“Ey ekmek! Buğdayını ben biçmedim, ununu ben öğütmedim, mayanı ben hazırlamadım, seni ben pişirmedim – bunları hep başkaları yapıp bana getirdiler, onun için seni hiçbir suçum olmadan yiyorum.”7
Yazar bu bölümü resmi erkin Manescileri sert yöntemlerle öldürüp, zamanla bu öğretiyi yok etmesini anlatarak bitiriyor.
Altıncı kısım (Manesciliğin Devrimci Devamı): Bu bölümde, bir önceki bölümde de değindiğimiz gibi Manesciliğin etkisiyle ortaya çıkan öğretiler incelenmiş. Bunlardan Paulikianlar’ın ortaya çıkışı, yayılma alanları, ikona-kırıcı harekette takındıkları tavra değiniyor yazar. Paulikianlar’ın, ilk etapta ikona-kırıcı harekete verdikleri destekten dolayı resmi erkten destek aldıklarına ve ikona-kırıcı hareketin zayıflamasıyla birlikte, resmi erkin bunlara sert bir tavır aldığına değiniliyor.
Daha sonra sıra, Bulgaristan’daki Bogomiller’in anti-feodal hareketine geliyor. Bu öğretinin önceki diğer öğretilerle benzerliklerine değiniliyor. Yayılma alanları ve tepki gördüğü gruplar belirtildikten sonra genel bir değerlendirmeyle kitap bitiriliyor.
SONUÇ: Marksist bir inceleme olduğunu hemen her cümlesinde hissettiren bu kitabı, yine Marksist anlayışa sahip olduğunu bildiğimiz Tarihçi Mete Tunçay çevirmiş.
Yazarın, Bizans’ta ortaya çıkan bütün ayaklanma ve sınıfsal-dinsel mücadeleye “Devrimci” demesi, bana bir noktadan sonra bıkkınlık verdi. Bu durum gene de kitabı zevkle okumama engel olmadı.
Yazar bu kitapta, Bizans’a bir başka pencereden bakıyor: zengin ve bürokrat kesimin dışındaki büyük halk yığınlarının penceresinden. Bu anlamda bu kitabın önemli bir işlevi var. Ostrogorski ve Levçenko’nun kitaplarında yadsınan ya da kısaca değinilen konuları inceleyen bu kitap, bence Bizans tarihiyle ilgilenen herkesçe okunmalı.
Muhammed Munis
15.05.2001
1 G. L. SEIDLER, Bizans Siyasal Düşüncesi, çev. Mete TUNÇAY, V Yayınları, Ankara, 1986
2 a.g.e., s. 24
3 a.g.e., s. 46
4 a.g.e., s. 54
5 a.g.e., s. 61
6 a.g.e., s. 70
7 a.g.e., s. 82
---------------
------------------------------------------------------------
---------------
------------------------------------------------------------