DEPREM ÇALIŞMALARI
Kandilli Rasathanesi geçen iki hafta süresince herkesin gözünü diktiği yerdi. Orada bir kişi vardı ki milyonlarca kişi onun iki dudağı arasından çıkan bir sözle evlerinden dışarıya attı kendilerini.
Yine milyonlar olmasa da yüzbinler onun bir sözü ile evlerine geri döndü. Rasathane’nin yaklaşık ondört yıldır içinde, son sekiz yıldır da başında olan ‘çocukların deprem amcası’ Prof. Ahmet Mete Işıkara’ydı bu sözü en çok dinlenen kişi.
Prof. Ahmet Mete Işıkara, 1985’te Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırmaları Enstitüsü’ne müdür yardımcısı olur, 1991’den bu yana da Rasathane’nin tek yetkilisi olarak müdürlük görevini üstlenir. Türkiye’nin, —bu felaket hariç— yaşadığı en büyük deprem olan 1939 Erzincan depreminden iki yıl sonra 1941’de Mersin’de doğan Prof. Ahmet Mete Işıkara, ülkemizin alanında yetişmiş en etkili isimlerinden birisi. 1976’dan bu yana da deprem araştırmalarıyla içiçe bir hayat yaşayan Işıkara, depremlerin önceden belirlenmesi ve zararlarının azaltılması konularında ulusal ve uluslararası kuruluşlarda bulunur, görev alır. 1976’dan 1983’e kadar Türkiye Ulusal Jeodezi (ölçme bilgisi demekmiş) ve Jeofizik Birliği Ulusal Jeomagnetizma ve Aeronomi (atmosfer olayları) Komisyonu Başkanlığı yapar. Bu da ne mi demek şimdi? Efendim, bu komisyon Harita Genel Komutanlığı’na bağlı, adı geçen komisyonların koordinesini sağlayan ve alt komisyonların bir önceki yılda yaptıkları ile gelecek bir yılda yapacaklarını ele alan bir kuruluştur. Işıkara’nın, ‘bugünkü sistemi eleştirmiyorum ama’ diyeceği o zamanki komisyonlar bugüne göre daha iyi çalışmaktadır ona göre. Zira komisyon başkanları seçilerek geldiği için daha verimli çalışmalar elde edilirmiş o zamanlar. Bugün ise atanarak geldikleri için bu kurumlara ilgi de azalmış. Gel ki bugün Kandilli Rasathanesi’nin müdürü de atanıyor (üniversite rektörü tarafından) ama...
En çok kızdıran soru
Prof. Işıkara, 1979—82 yılları arasında da Avrupa Depremlerin Önceden Belirlenmesi Çalışma Grubu’nda koordinatör olarak bulunur. 1984’e kadar da on yıl süreyle Bayındırlık Bakanlığı’nın yine depremlerin etkilerinin belirlenip azaltılması kurulunda koordinatörlük yapan Işıkara, 1980—83 arası Türkiye adına Avrupa Konseyi Deprem Uzmanları Komitesi’nde temsilcilik görevini yürütür. 1981’de ise Işıkara, meslek hayatının en önemli deneyimlerinden birisini gerçekleştirir. Hayatında elinden tutan iki kişiden biri olan İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Japon Profesör T. Rikitake’nin (diğeri yetişmesinde büyük emeği geçen Prof. Dr. İhsan Özdoğan’dır) onun Tokyo Üniversitesi tarafından Japonya’ya çağrılmasını sağlaması ile bu ülkede dört ay süresince depremlerin önceden belirlenmesi konusunda kendi deyimiyle ‘kampa alınır.’ Japonya’daki depremlerin önceden belirlenmesi konusundaki araştırma merkezlerinde yapılan çalışmalara tanık olur, depremin öncü habercilerinin nasıl verilmesi ve yorumlanması gerektiğini öğrenir. Ama ne var ki, teknoloji henüz depremlerin önceden bilinebileceği imkanını bu yüzyılın insanlarına tanımadığı için Işıkara’nın depremlerin evvelden bilinebilmesi konusunda yaptıkları da sınırlı kalır, 19 Ağustos’ta yaptığı gibi. Yaklaşık 25 yıldır depremlerin önceden belirlenmesi ve etkilerinin azaltılması konusunda çalışan Prof. Işıkara’yı en çok kızdıran soru da budur: “Yahu yeter. Saroz trajikomik olayı bunu ispatladı. Bu yüzden o gün bugündür Japonların deprem olmadan önce orada söyledikleri ile benim burada söylediğim aynıdır. Henüz bir teknoloji yok. Bütün amaç ileride bu sistem oluşacaksa öyle bir teknolojinin veri tabanını sağlamak.” Işıkara 19 Ağustos’ta yaptığını deprem haberi vermek değil insanları uyarmak olarak açıklar: “Depremin öncüleri oluyor. Onu da biz deprem olduktan sonra görüyoruz. Görseniz bile deprem haberi vermek kolay değil. Ben deprem haberi vermedim, bir uyarı yaptım.” Işıkara’ya, o uyarıyı yaptıracak kararı vermek için üç önemli noktada toplanan ama üçü de ayrı ayrı yorumlanabilecek belirtiler gelir Kandilli’deki ölçüm aletlerinden. Işıkara, yoruma açık bu bilgilere dayanarak herkesi evlerinden dışarıya çıkarır. Saat gecenin üçü olduğunda da tehlikenin geçtiğini duyurur ama, —ben dahil— herkes sokaklarda uykunun en derin halinde bulunduğu için bu çağrıyı duymaz çoğunluk. Zaten duysaydık da eve döner miydik, bilmiyorum. Işıkara’yı bu kararından dolayı eleştirenler olduğu kadar destekleyenler de olur. Ama o verdiği kararın arkasındadır. Bana kalırsa böyle bir anda evden çıkmayın kararını vermek daha zordu, Işıkara yapması gerekeni, kolayını yaptı. Unutmadan Işıkara’nın ‘evinize dönün’, ‘ya da evde kalınabilir’ açıklaması ‘evi sağlam’ olanlar için yapılan bir uyarıydı. Çünkü, Işıkara’ya göre süreye, cisme, yüzey dalgasına ve saha gözlemi şeklinde elde edilen 7.8, 6.3, 6.7 veya 7.4, hangisi ise bu şiddetteki bir depreme dayanan yapı artçı şoklara da dayanabilirdi.
Deprem amca
Prof. Işıkara, 1985 yılına kadar İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışırken bu yıl Boğaziçi Üniversitesi’ne öğretim üyesi olur. Bu onun hayatının en önemli dönüm noktasıdır. Yine aynı yıl Kandilli Rasathanesi’nde müdür yardımcısı olur. 1868’den beri var olan, 31 Mart Olayı ile Maçka’ya taşınan ve tahrip edildiği için zamanın Milli Eğitim Bakanı Emrullah Efendi’nin görevlendireceği hem matematikçi hem de din adamı Fatin Hoca’nın Kandilli’deki bugünkü yeri bulması ile 1911’de buraya taşınan Rasathane, Prof. Ahmet Mete Işıkara’yı da duygulandıran iki önemli dönem geçirir. Birincisi Türkiye’nin fakr—u zaruret içinde bulunduğu 1923—35 yılları arasıdır ki, ilk deprem ölçüm cihazı ile birlikte, ilk astronomi dürbünü ve yine ilk yer parazit ölçümlerini yapacak araçlar bu dönemde gelir Rasathane’ye. İkinci önemli dönem ise Rasathane’nin 1982’de Boğaziçi Üniversitesi’ne devredilmesidir Prof. Işıkara’ya göre. İşte 1985’ten, kendisini geçen hafta yaşadığımız felakette saatlerce uykusuz bırakacak olan olaya kadar bu kurumda görev alan, halen de görevinin başında bulunan Işıkara, 17 Ağustos’taki depremden sonra ancak beşinci gün dinlenebilme imkanı bulur. Ama bir an bile ‘Rasathane’nin Müdürü olmasaydım’ demez. Rasathane’nin başında en yoğun anları belki bu günlerde yaşar ama diğer zamanlarda da halkı bilgilendirmeye devam edegelir Işıkara. Hem de her konuda: “Telefon açıyorlar, biz hanımlar günündeyiz. Yukarıda Ufo görüyoruz, siz niye görmüyorsunuz?” diye. Yine bir keresinde bir kadın “Ben Topağacı’nda oturuyorum. Deprem oluyor diyor. Ben de Topağacı’nda oturuyorum deyince ‘Tamam o zaman’ deyip kapatıyor.” Deprem konusunda yaptığı açıklamalarla Işıkara’yı Türkiye’de tanımayan kalmadı. Büyüklerin teyakkuz habercisi olan Prof. Ahmet Mete Işıkara’nın çocukların gözünde adı da yaptığı işten farklı olmayacaktı elbette. Koyu Galatasaraylı olan Işıkara’yı geçen yıl gittiği Galatasaray—Altay maçında gören bir çocuk babasına nasıl gösteriyor dersiniz: “Baba bak deprem amca.”
Doktor olacakken
Halepli manifaturacı bir dedenin torunu olan Işıkara, baba mesleğini yapan Muhittin Bey ile Giritli bir ailenin kızı olan Hüsniye Hanım’ın yedi çocuğundan sonuncusu olarak 1941’de Mersin’de dünyaya gelir. Kardeşlerinden ikisi çok küçükken vefat eder. En büyükleri Baki Işıkara, iktisat profesörüdür. Yüksel Hanım’ın ardından gelen Önder ile Savaş Bey ticaretle uğraşır. İsmini dedesi Ahmet Bey’den alan Işıkara’nın annesi çok iyi Rumca babası da çok iyi Arapça konuşmasına rağmen kendisine bu dilleri öğretmemelerine hayıflanır bugün. Işıkara çocukluğunu lise yıllarının sonuna kadar hep Mersin’de geçirir, ki o Mersin, limanı sayesinde Türkiye’nin dünyaya açılan şirin bir kapısıdır. İlkokula 1947’de Gazi Paşa İlkokulu’nda başlayan Işıkara liseyi de Mersin Lisesi’nde tamamlar. Ailesi onun doktor olmasını ister ama o sebebini bilmeden tercih edeceği İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeofizik Bölümü’nü kazanır. 1965’te üniversiteyi bitirir ve asistan olarak aynı kurumda kalır. Ardından burslu olarak Londra Üniversitesi Imperial College Fizik Bölümü’nde ihtisas yapar. Sonra Almanya’da Göttingen Üniversitesi Jeofizik Kürsüsü’nde görev alır. Anlayacağınız hayatı hep yer bilimleri ile iç içe geçer. Askerliğini de 1973—74 yıllarında Harita Genel Komutanlığı’nda yapar Işıkara. Çiçekçilikle ünlü Necmi Rıza Ahıskan’ın kızı Aysel Hanım’la 1969’da evlenen Işıkara’nın çocukları (Yeşim ve Cengiz) kendi ifadesiyle baba mesleğini seçmeyerek ‘akıllılık ederler.’
Neyse.. Her yerde duymuşsunuzdur ama deprem anında neler yapılması gerektiğini biz bir kere daha tekrar ederek usulüne uygun noktalayalım. O geceyi, deprem geçene kadar sakin bir şekilde olduğu yerde geçiren Işıkara’nın deprem anında üzerinde durduğu en önemli konu sakin olmak. Deprem sonrasındaki korkular için ise artçı şoklar olabilir, bunlar olayın doğasında var. Bunlara normal hadiseler gözüyle bakın. Son olarak söylentilere inanmayın.
Ne diyelim? Herkese geçmiş olsun. Cenab—ı Allah bir daha böylesine acılar yaşatmaz inşaallah...