A - Eserin Kimliği
1. Eserin Adı: Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
2. Yazarın Adı: Peyami Safa
3. Yayın Evi: Ötüken Neşriyat A.Ş.
4. Yayın Yeri ve Tarihi: Beyoğlu/İstanbul 1999
5. Sayfa Sayısı: 109
B – Eserin Konusu ve Özeti
Birçok insan muayene odasının kapısı önünde bekleşmekte. Sıralarda oturacak yer olmadığı için yeni gelen anneler duvar diplerine çöker ve hasta çocukları dizlerine oturur. Hiç kimse düz oturamaz. Çoğunun bir yeri alçılı veya sarılıdır. Yeni gelenlere olan ilgi uzun sürmez. Başlarını kaldırır, bakarlar ve tekrar eski vaziyetlerine dönerler.
Hasta gençte onların arasındadır ve yanında büyüğü de yoktur. Yalnız başına demir parmaklıklı kapılardan geçer ve dokuzuncu hariciye koğuşuna doğru ağaçların bile sıhhatini imrenerek yürürdü.
Beyaz gömlekli, güçlü kuvvetli bir adam kapıdan çıkıp, parmağıyla onu gösterir ve yüksek sesle çağırır. Karanlık dehlizden aydınlık muayene odasına gider. Hep görmeye alıştığı manzara onu karşılar: Beyazlıklar ve madeni pırıltılar. Oturur ve ayağını hasta bakıcı kıza uzatır. Sargılar çözülmeye başlar. Her kat açıldığında daha da hafifler; sanki bütün sargı açıldığında kendini uçacakmış zanneder. Pansuman biter ve bacak tekrar sargıya alınır. İki yıl önce bir ameliyat olmuştur. Doktor, bacağı için tekrar bir ameliyat gerektiğini, bacağının kısalacağını ve yere basamayacağını söyler. Cevap yok bacağı sarıldığı halde kımıldayamaz...
Genç, eve geri döner. Eve giden yolda, diğer evlerin hallerine bakar. Her yağmurda, her fırtınada kaplamalarının nasıl kabardığını, nasıl biraz daha öne eğildiklerini inceler. Genç bunların arasında kendi evini zor bulur. Çünkü, bütün evler kendi evi gibidir. Eve vardığında, kimsenin olmadığını görür. Her eve geldiğinde yaptığı gibi sofada uzun süre kalarak etrafına bakınır. Bu yaşlı sofa adeta onunla sohbet eder.
Ve baktım: Minderde üst üste konmuş iki yastık ( Demek annem biraz rahatsızlanmış ve buraya uzanmış ). Masanın yanında, rafın önüne çekilmiş bir sandalye ( Demek annem en üst raftan bir ilaç şişesi almış ). Ha… İşte masanın üstünde bir şişe: Kordiyal ( demek annem bir fenalık geçirmiş ). Minderin üstünde ıslak, buruşuk bir mendil ( Demek annem ağlamış ). Benimde bu şişeye, iki yastığa ve bir mendile ihtiyacım var. Ben de kordiyal alacağım, uzanacağım ve ağlayacağım. “Alıntı Paragraf (14)”
Az sonra annesi gelir Annesi yorgun olduğu için konuşamaz. Genç ona
birkaç tatlı yalanla annesine muayenede geçenleri anlatır. Ameliyatın olup olmayacağının
daha belli olup olmadığını söyler. Akşama Erenköy’üne gideceğini, ertesi gün fakülteye
muayeneye gideceğini de ekler. Annesi izin verir.
Erenköy’üne gider . Paşa tanıdığı ve hatırladığı günden beri oturduğu tarafta oturmaktadır. Salon karanlıktır. Genç , Paşa’nın oldukça yakınında olduğu halde yüzünü göremez. Gencin hastalığından çok tahsiliyle ilgilenen Paşa, ona, imtihandan aldığı notları sorar.
Hafif bir ayak sesi ve sıçrayışla, içeri, Paşa’nın kızı Nüzhet girer. Gayet ciddi bir konu hakkında konuşulduğunu anlayınca bir sıçrayışta balkona çıkar.
Genç, Paşa’ya eğlenceli romanlar götürür gece olunca okurdu. Bu kez getirdiği roman çok uzun tasvirlerle başlamaktadır. O sırada Nüzhet içeri girer. Bir el işaretiyle onu yanına çağırır. Fakat genç okumayı bırakmak istemediği için, ilk önce gitmez. Daha sonra Nüzhetin uyarmasıyla Paşanın uyuduğunu fark eder. Merdivenlerden sessizce inerek, havuzun başındaki kanepeye otururlar.
Havuz başında Nüzhet kendisini isteyen Dr. Ragıp adında birinden bahseder. Genç bu bahisten hoşlanmadığını söyleyince, Nüzhet onunla istedi diye hemen evlenmeyeceğini söyleyince, genç sevinçten Nüzhetin boynuna sarılmak ister. İlk önce bunun bir aşk teminatı olduğunu zanneder. Fakat biraz daha düşününce bunun bir teselli olabileceğini anlar ve biraz önceki kederi artar.
Ertesi gün hasta haneye gider.Doktor o sırada teşrih sınıfında ders vermektedir. Yazarı sürekli gezdiren doktor onu hiç teşrihhaneye götürmemiştir ve bu kez oraya giderler. O gün acelesi olan Operatör, onunla ilgilenmez ve bir doktora, ona, koltuk değneği kullanmasını söylemesini ister.
Doktorla birlikte, biraz yürüdükten sonra bir lokantaya giderler. Doktor yemesi için ısrar eder . Fakat etin kokusu ona teşrihhaneyi hatırlattığı için bir şey yiyemez.
Eve geldiğinde büyük bir sessizlik onu karşılar. Hemen odadan çıkmak ister fakat bunu nasıl yapacağını bilemez. Sonra cesaretini toplar ve “Yukarı çıkayım” gibi bir şey mırıldanarak odayı terk eder. Nüzhet ile oturduğu divana gider. Fakat yaşında kuvvetli acıların ona verdiği geçici körlük ve sağırlık yüzünden bir şey yapamaz. Kafasını divana yaslayıp, otların içindeki bahçıvanı izlemeye çalışır.
Birkaç gün sonra doktor Ragıp ziyarete gelmiştir. Hastalık hakkında uzun uzun konuşulur. Genç fakülteye gideceğini söyler. Doktor Ragıp, gencin, bu bahsin kesilmesini istediğini anlayınca, başka bir konuya geçer.
Ertesi gün Paşa, Doktor Ragıp hakkında sorular sorar. Genç , Doktor Ragıp’ın Nüzhet’i mesut edemeyeceğini söyleyince, yengesi sinirlenerek , piyanonun
üzerinden rasgele bir şey alıp odadan ayrılır. Paşa gence taraftarlığını gösterir gibi bir kahkaha attıktan sonra, Nüzhet’in onun kardeşi olduğunu , onunla beraber büyüdüklerini söyler. Genç şaşkınlık içinde kalmıştır.
Ertesi gün Nüzhet ve annesinin kendisi hakkında mikrop diyerek konuştuklarını duyunca ani bir kararla o akşam eve dönmek ister. Bunu Paşa’ya
bildirdiğinde Paşa, emreder bir sesle “Yarın gidersin” der. Köşke ilk geldiği günü hatırlar ve o gün başlayan bir hikaye, bugün bitiyormuş gibi hisseder.
Ertesi geceyi de orada geçirmesi için bir neden doğmuştu. Annesi gelmişti. Gece yemeğine Dr. Ragıp ve annesi de gelmişti. Sofrada Fransızca ve Türkçe hakkında bir tartışma yaşanır. Genç salondan erken çıkar ve yatar. Ama uyuyamaz. Ağrıları artmıştır. Fakat ruhi azabına karşın, sade ve saf olan et ıstırabını o gece sevmişti.
Yengesinin ısrarı üzerine bir gece daha kalmaya mecbur olmuşlardı. Nüzhetle önceki gece yüzünden küs gibiydiler. Balkonda biraz sohbet ettiler, ama samimi değil.
Eve dönerler. Bacağında büyük sancılar. Sabahı zor getirir. Fakülteye giderler. Operatör derstedir. Genci sedyeyle ikinci hariciye koğuşuna götürürler. Bacağın sargıları açılır. Operatör içeri girdiğinde, onu gördüğü halde, hiçbir şey söylemeden ellerini yıkar. Ona bir koltuk değneği getirtir. Mithat Beyle röntgen çektirmeye giderler. Daha sonra bir arkadaşı ve Mithat Beyle bahçede otururlar.
Neredeyse bütün akrabaları onu hasta yatağında ziyaret etmişti. Askeri bir hasta hanede çalışan bir akrabası, pansuman için gerekli olan pamuk ve gazlı bezi getirir. Bir gün genci çalıştığı hasta haneye götürür. Alman bir doktor yanlış bir teşhis koyar. Yine aynı hasta hanede çalışan bir Türk doktor Türkiye’de bulunmayan bir ilaç tedavisi ile kurtulacağını söyler. Fakat oda bir işe yaramaz.
Ertesi gün yine fakülteye giderler. Operatörü bulamadıkları için bahçeye çıkarlar. Mithat Bey genci yalnız bırakır. Uzun süre bahçede yalnız oturur.
Mithat Bey gelir ve hariciye koğuşuna giderler. Operatör gelmiştir ve ameliyattadır. Genç, birinin bacağının kesildiğini öğrenir. Ameliyathaneye çıkarlar.
Operatör röntgenlere ve bacağa baktıktan sonra, gence, bacağını kaybedeceğini söyler. Genç, o anda bayılır. Ayıldığında ameliyat masasının üzerinde yattığını fark eder. Bacağına pansuman yapılmıştır. Ayağa kalkar ve koşarak kaçar.
Dokuzuncu hariciye koğuşuna bir dahaki gelişinde yalnız değildi. Polikliniğin önünde beklememişti. Dosdoğru operatörün odasına çıkmıştı. Operatör, bacağa baktıktan sonra, önceden verilen kararı doğrular. Bacak kesilecektir.
- Fakat, dedi. “Amputation”lar bence tababete dahil bir iş değildir, bunu kasaplar de yaparlar ve bir balta vuruşta, bir uzvu uçururlar. Biz, biraz tentürdiyot
süreriz ve biraz da kloroformla hastayı uyuturuz. Farkı budur. Doktorluk, bu bacağı ve bu gençliği kurtarmaktır. Kendisine sorun, bu hasta hanede aylarca kalırsa, üç beş ameliyata dayanırsa kurtarmaya çalışırız, yoksa… “Alıntı Paragraf (92)”
Genç, bunu kabul eder.
Artık koğuştadır ve yanında da kimse yoktur. Önceden olan her şeyi özlemeye başlar.
Rüya gördüğünü sandığı bir anda doktorla aralarında şu konuşma geçer:
- Hah! Aferin, ağla, ağla!
- Hayır, hayır… korkuyorum.
- Sebep yok, yavrum, bak hasta hane adam dolu. Yalnız bu pavyonda on bir insan, yüzlerce çocuk var.
- Bilmiyorum, fenayım.
- Fena şeyler düşünüyorsun.
- Korkuyorum.
- Niçin? Burada her şey var. Zil bile. Korkarsan bas gelirler. Her taraf kapalı.
- Her taraf kapalı. Korkuyorum.
- Kapalı olduğu için mi?
- Bilmiyorum… Bu duvarlar…
- Ey?...
- Of!...
- Bir şey mi düşünüyorsun, birini mi düşünüyorsun?
- Hayır, bilmiyorum.
- Nüzhet’i mi görmek istiyorsun? Nüzhet kim? Kardeşin mi?
- Nüzhet kim? Kardeşim mi? Bilmiyorum.
- Nüzhet kim?
- Bilmiyorum.
- Biliyorsun, biliyorsun, haydi, söyle bana, Nüzhet kim? Bayıldığın zaman onu sayıklamışsın.
- Beni buradan çıkarınız!
- Haydi, söyle yavrum, söyle… Rahatlayacaksın.
- Ben bu gece burada kalamam.
- Söyle, çıkarırım.
- Şimdi.
- Şimdi. Fakat söyle.
- Of… Ben çocuk değilim.
- Biliyorum ki çocuk değilsin.
- Dizim ağrıyor.
- Geçer. Demin biz pansuman yaptık. Yere düşerken çarpmışsın, kanatmışsın.
- Yere düşerken mi? Kim?
- Hiç. Dizin çok mu ağrıyor?
- Dizim şimdi ağrımıyor, başım ağrıyor.
- Başın mı?
- Bilmem… Bir yerim çok ağrıyor ama. Başım mı, dizim mi?
- Düşün bakalım.
- Başım dönüyor, gözlerim kararıyor.
- Zararı yok, ben buradayım, korkma… Hah… Ağla. Açılırsın… Al bunu kokla… Başını yastığa koy… Hah… Aferin… Şimdi uyursun. Kapa gözlerini… Hah… Ben yanındayım, korkma, hiç yalnız kalmayacaksın, uyu!
Yattığı yerden kolu sarılı bir çocuğun geçtiğini görür. Sonra, kapısında bir adam görür. Adam, gence, sıranın ona geldiğini söyler. Pansuman sırasıydı bu. Ertesi gün ilk ameliyat yapılacaktı.
Öğleden sonra annesi, Mithat bey ve arkadaşları gelir. Fakat onlar odayı karanlık iken görmedikleri için, gencin halini anlayamazlar.
Ameliyat günü gelmişti. Kapıda bir adam, ilk ameliyatın onunkinin olduğunu söyler. Ameliyathanede masaya uzatılır ve uyuşturulur.
“Beş dakika sonra hasta haneden çıkıyorum. Son not. Bu odada başkaları inleyecekler. Onları şimdiden gayet iyi tanıyorum. Üstümden çıkarıp yatağa attığım ropdöşambr içinde ebediyen aynı insan bulunacak: Hasta. ( Alıntı paragraf)
C- Ana Fikir ve Yardımcı Fikirler
Hastalığın vermiş olduğu ızdırap.
D- Kişiler
1. Hasta Genç: Roman kahramanı, öğrenci
Paşa: Hasta gencin amcası, emekli
Nüzhet: Paşanın kızı, öğrenci
Nurefşân: Paşanın çalışanı, hizmetçi
Paşanın Eşi: Hasta gencin yengesi, ev hanımı
Mithat Bey: Gencin arkadaşı, doktor.
2 . Hasta Genç: Küçüklüğünden beri dizinde olan rahatsızlıktan dolayı acı
çekmektedir. Kitap okumayı seven bir kişi.
Paşa: Ciddi bir insan. Gencin ona roman okumasından hoşlanıyor.
Nüzhet: Hızlı yaşayan genç bir kız.
E- Dil ve Anlatım Özellikleri
Romanın anlatımı genel olarak sade fakat bazı paragraflarda çok ağır kelimeler kullanılmış.
Ben, o zamanın fikirleriyle bu iki adamdan fazla mücehhez olduğumu anlamanın nefse itimadıyla, kuvvetli müdafaa ediyordum. Fakat sofrada en son hükmü
verecek yüksek bir efkâr-ı umumîye yoktu. Benim mücerret nazariyelerime karşı muarızlarımın müptezel teşbihler ve müşahhas delillerle müdafaa ettikleri tez, bu cahil efkâr-ı umumîyeti aldatabilirdi.
F- Yazar Hakkında Bilgi
(1899-1961) Türk edebiyatında ruh inceleyici roman tarzının kudretli
ustası olan Peyami Safa İstanbul’da doğdu. Serveti Fünun şairlerinden İsmail Safa’nın oğludur. Annesi Server Bedia Hanımın ismini, sonradan sırf geçim endişesi ile yazdığı eserlerinde, biraz değiştirerek mahlas olarak kullanmıştır.
Sivas’ta sürgün bulunan babasını, iki yaşında kaybetti. 9 yaşında bütün ömrünce etkileri görünen bir hastalığa tutuldu. Hem bu hastalık hem de annesini geçindirmek zorunda olması, düzenli okul öğrenimine engel oldu. 13 yaşında ilk kalem denemelerine ve çalışmaya başladı 15-19 yaşları arasında öğretmenlik yaparken Fransızca da öğrendi.
Edebiyat, Felsefe, Tarih, Psikoloji alanlarında o yaş için olağanüstü sayılacak bilgiler edindi. On dokuzuncu başladığı gazeteciliği ölümüne kadar sürdürdü. Belli başlı bütün gazetelerde fıkra ve makaleler, tefrika romanlar yazdı. Devlet kapısına bakmayıp, yalnız kalemiyle geçindi.
Ufak seyahatler bir yana, bütün ömrü İstanbul’da geçti. Gazetecilik dolayısıyla birçok siyasi sarsıntılara uğramıştır. Vefatında 3 ay önce, oğlu Merve Safa’yı kaybetmesi, ona büyük bir darbe oldu. 15 Haziran 1961’de beyin kanaması sonucunda ölen Peyami Safa, Edirnekapı mezarlığına gömüldü.
Eserleri :
Bir Mekteplinin Hatıratı, Karanlıklar Kralı , Gençliğimiz, Siyah-Beyaz (hikayeler), Sözde kızlar, şimşek, İstanbul Hikayeleri, Mahşer, Bir Akşamdı, Süngülerin gölgesinde, Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü, Canan, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Atilla, Fatih Harbiye, Bir Tereddüdün Romanı, Matmazel Noralya’nın Koltuğu, Yalnızız, Biz İnsanlar