DİL NASIL ORTAYA CIKMIŞTIR İLK YAZILI METİN KİME AİTTİR TÜRK EDEBİYATININ İLK YAZILI METİNİNLERİ NELERDİR
Bizler konuşurken düşüncelerimizi dil sayesinde düzenli kalıplar ve karşı tarafın anlayacağı şekilde anlamlı ifadelerle aktarırız. Tüm bunlar son derece özelleşmiş kas hareketleri ve sözdizimi gerektirdiği halde biz bunları dikkate bile almayız. Biz sadece konuşmayı ‘dileriz’. 100’e yakın kasın uyumlu şekilde kasılıp gevşeyerek sesler, heceler ve kelimeler çıkarması ve özne, yüklem, zamir gibi ögelerin uygun sırada dizilmesiyle karşı tarafın anlayacağı cümleler ortaya çıkar. Bu kadar kompleks aşamalara dayalı bir yeteneği kullanmak için bizim ‘dilemek’ dışında neredeyse hiçbir şey yapmıyor oluşumuz, konuşmanın biyolojik yapılarla sınırlı bir yetenek olmadığını açıkça göstermektedir.
İnsanın konuşma becerisi, evrim sürecinin hayali gereklilikleriyle veya hayali mekanizmalarıyla açıklanamayan son derece kompleks bir yetenektir. Evrimciler, uzun çalışmalarına rağmen, son derece kompleks bir yetenek olan konuşmanın, basit hayvansı iletişim şekillerinden evrimleştiği yönündeki iddialarına kanıt göstermede tamamen başarısız olmuşlardır. .
Ünlü dilbilimci Derek Bickerton, ‘utancın’ sebeplerini şöyle özetlemiştir:
"Konuşma insan öncesi bir nesilden gelmiş olabilir mi? Hayır. Hayvan iletişimi yapılarına benzeşmekte midir? Hayır... Hiçbir maymun, yoğun eğitime rağmen, gramer kurallarının köklerine vakıf olamamıştır. Kelimeler nasıl ortaya çıktı, sözlerin dizilişi nasıl ortaya çıktı? Bu problemler konuşmanın evriminin kalbinde yatmaktadır." 2
Yeryüzünde mevcut tüm diller komplekstir ve bu kompleksliğin kademeli olarak nasıl kazanılmış olabileceği evrimcilerce hayal dahi edilememektedir. İngiltere’nin en fanatik evrimci biyoloğu Richard Dawkins’e göre, en ilkel olarak bilinen kabile dilleri de dahil olmak üzere, Dünya üzerindeki her dil yüksek derecede komplekstir:
"Bu konuda en açık örnek konuşmadır. Hiç kimse nasıl başladığını bilmemektedir. ... Anlambilim yani kelimeler ve anlamlarının kökeni de eşit derecede belirsizdir. . ..dünya üzerindeki binlerce dilin hepsi de çok komplekstir. Bunun kademeli olarak geliştiğini düşünmeye eğilimliyim, fakat böyle olması gerektiği tam olarak açık değildir. Bazıları, belli bir yer ve belli bir zamanda tek bir zeka tarafından icat edildiğini ve aniden başladığını düşünür." 3
W. K. Wilkins ve J. Wakefield adlı iki evrimci beyin araştırmacısı ise bu konuda şunları söylemektedirler:
"Dil evriminin geçiş aşamalarıyla ilgili delil yoktur. Buna rağmen, alternatif fikirleri kabul etmemiz zordur. Eğer türe özgü bazı özellikler parçalara ayrılmış bir şekilde evrimleşmiyorsa, bu durumu açıklamak için iki yol gözüküyor. Ya henüz keşfedemediğimiz bir güç, belki de ilahi bir müdahaleyle, olması gerektiği gibi yerleştirilmiştir. Ya da türlerin gelişiminde nispeten ani bir değişikliğin, belki de bir tür spontane ve yaygın mutasyonun sonucudur... Ama böyle tesadüfi bir mutasyonun rastlantısal doğası, bu iddiayı şüpheli bir hale getiriyor. Daha önce belirtildiği gibi (Pinker and Bloom, 1990), dil gibi kompleks ve görünüşe göre görevlerine bu kadar ideal bir şekilde uygun bir sisteme yol açacak mutasyonun ihtimali yok denecek kadar düşüktür." 4
Elbette açıklayamadığımız, ama farkında bile olmadan bağlı kaldığımız gramer kurallarını bizim geliştirmediğimiz ortadadır. Dilbilgisi kurallarını hazır olarak bulur ve kullanırız. Çok karmaşık bir hesaplama gerektirdiği göz önüne alındığında konuşma kuralları insanı hayrete düşürmektedir. İşte bu nedenledir ki, bazı insanlar için konuşma yeteneğinin nasıl kazanıldığı büyük bir sır olarak kalmaktadır. Noam Chomsky bunu şu şekilde ifade eder:
"Konuşmanın oluşumu ile ilgili olarak buraya kadar hiçbir şey söylemedim. Sebebi ise, söylenebilecek çok az şey olması. Dışarıdan görünen birkaç husus dışında, konuşmak büyük ölçüde bir sırdır." 5
Evrimci ön yargılara saplanıp kalmayan birisi için ise konuşma becerisinin kaynağı çok açıktır. Bu yeteneği insana veren Yüce Allah'tır. Allah insanlara konuşmayı ilham eder ve onları konuşturur. Bu gerçek bir Kuran ayetinde şöyle haber verilir:
Dünyada ilk yazılı metin sümerlere aittir.Mezopotamya'da ortaya çıkan sayısız medeniyetin temelini Sümerler atmıştır. Ayrıca yazı ve astronomi de ilk kez Mezopotamya'da Sümerlerde ortaya çıkmıştır. Bazı araştırmacılar Sümerlerin Türklerle akraba olduğunu öne sürmüştür. Genel kanı Sümerlerin çağdaşı olan halklarla yakın etkileşimi sonucu benzerliklerin olduğu yönündedir. Yani belirli bir halk ile bilimsel bir akrabalık henüz kanıtlanamamıştır.
Birbirinden bağımsız site denilen şehir devletleri halinde yaşadılar. En önemli şehirleri; Ur, Uruk,Kiş,Lagaş ve Nippur'dur. Bu şehir devletleri Ensi veya Patesi denilen rahip-krallar tarafından yönetiliyordu.Bütün mezopotamya ülkesine hakim olan krala ise "Lugal-kalma" denir.Krallar başkomutan,başyargıç ve başrahip yetkilerine sahiptirler. Çok tanrılı inanca sahip Sümerlerin tapınaklarına Ziggurat denirdi. Zigguratlar yedi katlı olup toplam üç ana bölümden oluşur. İlk katlar erzak deposu,orta katlar okul ve tapınak,son katlar ise rasathane olarak kullanılmıştır. Yazının icadı serüveni bu tapınaklara dayanır. Mezopotamya'da evler ve tapınaklar taş az olduğundan kerpiç ve tuğladan yapılmıştır. Hem bu özelliğinden hem de sık sık istilalara uğradığından bu yapılar günümüze kadar ulaşmamıştır. Günümüz Uygarlığının temeli olan yazıyı (Çıvı yazısı) ilk kez Sümerler bulmuştur.(M.Ö. 3500) Tarihte İlk yazılı hukuk kuralları Sümerler tarafından oluşturulmuştur. Bu özellikleri ile Sümerlere dünyadaki ilk Hukuk devleti diyebiliriz. Otoritenin korunmak istenmesi hukuk kurallarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Lagaş Kralı Urukagine tarafından oluşturulan ilk yazılı kanunlar "fidye ve bedel" sistemine dayanıyordu. Sümerlerin en önemli edebiyat eserleri; Gılgamış Destanı, Yaradılış Destanı ve Tufan Hikayesi'dir. Sümerler Matematik ve Geometrinin temellerini atnışlardır. (Dört işlemi bulmuşlar, dairenin alanını hesaplamışlar, çarpma ve bölme cetvelleri hazırlamışlardır.) Sümerler astronomide de gelişmişlerdir. (Burçları bulmuşlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır.Ayrıca güneş saatini icat etmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerler bulmuşlardır. Akadlar tarafından egemenliklerine son verilmiştir.
Yazı dili olmayan toplumlarda sözle aktarılan kültür birikimi halk edebiyatını oluşturur. Bütün toplumlar belli dönemlerde bu tür ürünler vermiştir. Halk edebiyatı gelişmiş toplumlarda da yazılı edebiyatla birlikte varlığını sürdürür. Halk edebiyatının başlıca biçimleri halk şarkısı, halk türküsü, halk öyküsü, söylenceler, atasözü, bilmeceler ve büyülerdir.
Türk Halk Edebiyatı
Türklerin İslam dinini kabul etmelerinden sonra, halk arasında İslam öncesi Türk edebiyatı geleneğinin sürdürülmesiyle gelişen edebiyat türüdür. Türklerin İslam öncesi toplumsal yaşamlarında yönetenler ve yönetilenler arasında anlayış, düşünce ve ideal bakımından büyük farklılıklar yoktu. Ozanların sazla çalarak söyledikleri aşk ve doğa şiirleri, destan ve sagular bütün Türklerin duygularına sesleniyordu.
İslamiyet’in kabulünden sonra bu birlik bozuldu. Kentlerde kurulan medreselerde yetişenler kendilerini halktan ayrı tutmaya başladılar. Ayrıca yönetim, siyaset ve askerlik alanındaki etkinlikleri nedeniyle bazen devlet ve saray korumasında olan bir sınıf ortaya çıktı.
Divan Edebiyatı bu kesimden insanların duygu, düşünce ve zevklerini yansıtırken, Halk Edebiyatı bunların dışındaki kitlelerin beğeni, düşünce ve ideallerini yansıtma aracı oldu. Ama gerçek anlamda halk edebiyatı kavramı ancak 2’nci Meşrutiyet’ten sonra yerleşti ve halk geleneklerinin ürünleri olan yapıtlar bu dönemden sonra "Halk Edebiyatı" olarak adlandırılmaya başlandı.
Bu yapıtlar, genellikle öğrenim görmemiş köylüler, kasabalılar ya da kentliler ile yeniçeri ve tekke çevreleri gibi yine halktan kopmamış zümreler arasında, zaman içinde dinin, tasavvufun, tarikatların ve Divan Edebiyatı’nın etkisiyle değişikliklere uğramış eserlerdir.
İslamiyet’in kabulünden sonra anonim halk edebiyatının temel ürünleri sayılan atasözü, destan, masal, bilmece, mani, türkü, ağıt, mesnevi gibi türlerde büyük gelişme görüldü. Türk Halk Edebiyatı’nın ilk gerçek örnekleri Karahanlılar döneminde ortaya çıktı.
Kaşgarlı Mahmud’un "Divân-ı Lügati't-Türk" adlı eserindeki manzum örnekler Türk halk şiirinin temel biçimi olan dörtlüklerle söylenmiş ve genellikle yedili, sekizli ve on ikili hece ölçüleriyle düzenlenmişti. Bu eserde atasözleri de bulunuyordu.
.
Dil, millî kültürün ilgi alanına giren varlık dünyasını yansıtır; o milletin yapıp ettiklerinin, duyup düşündüklerinin, görüp bildiklerinin ve tüm tasavvurlarının aynasıdır. Her dil, evrenin bir başka yorumunu dile getirmektedir.
Dilin zenginliği ya da yoksulluğu, o kültürün zenginliği ya da yoksulluğudur.Dilin sınırlarını, o toplumun kültürü belirler. İlgi alanı, idraki açılan, dünyası genişleyen kültürün dili de o ölçüde zenginleşir. İlim, felsefe, sanat, teknik, metafizik velhasıl hayatın her alanında problem alanları genişledikçe dil zenginleşir. Ancak, hayatın her alanını, kendi diliyle yaşamak şarttır. Kültürün sorunu dilin sorunudur. Kültürün temel sorunları, gelişme sürecinin yönü ve içeriği açılarından ortaya çıkar. Aynı sorunlar dilde yaşanır. Bu süreçte kültürün temel meselesi, bağımsızlığını koruyabilmektir; yani, hayatı kendi bakış açıları, değerleri ve ölçüleri ile kurabilmektir.
Her dilin kendine özel atasözleri, deyimleri, nüktelerinin olması ve bunların bir başka dile aktarılmasındaki zorluklar, her dilin ayrı bir inanç yapısının, bakış açılarının, ayrı bir imkânlar ve yönelişler dünyasının eseri ve aynası olduğunu göstermektedir. Yine her dilin, öfkesini, sevincini, kokusunu, sevgisini, tasasını, saygısını ifade biçimleri de bu konularla ilgili deyimlerinin zenginlik yahut yoksulluğu da farklıdır. Bazı diller soyutta, bazı diller somutta zengindir. Bazılarında duygu ifadelerinin zenginliği, bazılarında tarafsızlık hattâ soğukluk vardır. Kültür ne ise, dil de odur. Kültürün ilgi alanları ne yönde ise, dil de o yönde zenginleşmiştir.
Şükrü ÜNALAN tarafından hazırlanan “Dil ve Kültür” adlı çalışma, dil ve kültürün insan ve toplum hayatındaki önemine dikkatlerimizi çekmektedir.
Eğitim Fakültelerinin Türkçe Eğitimi Bölümlerindeki “Dil ve Kültür” adlı ders içeriği dikkate alınarak hazırlanan kitap, pop kültüründen küreselleşme kültürüne kadar pek çok güncel konuyu da kapsamaktadır. Eser, başlıca dört bölümden oluşmaktadır: “Birinci Bölüm”, “Kültür” ve “İletişim Teknolojileri ve Kültür” adlı iki ana başlıktan oluşmaktadır. “Kültür” başlığı altında kültür kelimesinin tarihçesi, değişik kültür tanımları, kültürü oluşturan unsurlar, kültür değişmeleri, kitle kültürü, popüler kültür, müzik kültürü ve şiddet kültürü gibi konular ele alınmaktadır.
Dil ve kültür, bir milleti millet yapan, birbirine kenetleyen en önemli öğelerden ikisidir. Üzerinde herkesin fikir, fakat çok az kişinin ilim sahibi olduğu bu konular, derinlemesine inceleme ve araştırmalara çok ihtiyaç duyduğumuz meselelerdir. İşte bu kitap, konuyla ilgili ihtiyaca cevap verme sadedinde gerçekten titiz ve ayrıntılı bir çalışmanın mahsulüdür. Kitabın yazarı Çanakkale On sekiz Mart Üniversitesi öğretim elemanı iken Türkçe Eğitimi Bölümü’nde verdiği Dil ve Kültür adlı ders notlarını genişleterek oldukça kapsamlı bir kitap haline getirmiştir.
Kitap dört bölümden oluşmaktadır: Birinci bölümde, iki ana başlık altında kültür konusu ele alınmıştır. İlk olarak kültür kelimesinin tarihçesi, tanımları, kültürü oluşturan unsurlar, kültür değişimleri ve kültür türleri gibi konular işlenmiştir. İkinci ana başlıkta iletişim teknolojileri ve kültür konu edinilmiş; televizyondan bilgisayara, İnternetken küreselleşmeye, çağdaşlaşma ve kalkınmadan emperyalizme kadar pek çok konu kültür bağlamında analiz edilmiştir. İkinci bölüm de ikiye ayrılmış ve birinci kısımda dil mevzusu; dil ve kültür, dil ve düşünce, dil ve toplum, dil ve çeviri gibi çerçevelerde ele alınmış, ayrıca yabancı dil eğitimi ile yabancı dille eğitim meseleleri irdelenmeye çalışılmıştır. İkinci kısımda Türkçe üzerinde oynanan oyunlar, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kronolojik olarak ele alınmıştır. Bu meyanda birçok kaynak kitap da bahsi bile geçmeyen Güneş-Dil Teorisi’ne kısa da olsa yer verildiğini belirtmek gerekir. Üçüncü Bölümde; dil, kültür ve edebiyat arasındaki ilişki, dilin söz varlığının içerdiği öğeler, edebî eserlerde Türkçe’nin söz varlığına örnekler ile ana dili ve kültür konuları incelenmiştir. Son bölüm olan dördüncü bölümde, bugünkü dilbilimin dalları olan ses bilim biçim bilgisi, anlambilim, sözcükbilim, sözcük bilgisi, dizim bilgisi, anlambilim, adbilim, lehçebilim, göstergebilim, uygulamalı dilbilim ve diğer alanlar üzerinde durulmuş, ardından bildirişim sistemi olarak dil konusu işlenmiştir.
Ünalan, mevzular arasına serbest okuma parçaları serpiştirerek çalışmasını hem bir ders kitabı hem de zevkle okunacak bir materyal haline getirmiştir. Kaynakçası oldukça zengin olan kitabın sonunda ilgilenenler için dil, kültür, edebiyat ve eğitimle ilgili İnternet sitelerinin adresleri yer almaktadır.
“İletişim Teknolojileri ve Kültür” başlığı altında televizyondan İnternet kadar iletişim araçlarının birey ve toplum hayatında meydana getirdiği değişiklikler ele alınmaktadır. Bu bölümde iletişim teknolojilerinin getirdiği enformatik kültür, çok kültürlülük, modernizm, postmodernizm, emperyalizm, küreselleşme, medeniyetler çatışması gibi güncel konular da tartışılmaktadır.
Orhun Yazıtları
Moğolistan'ın kuzeyinde bulunan eski Türkçe yazıtlardır.
Yazıtlar 38 rünik harften oluşan Orhun alfabesi ile yazılmıştır. Büyük çoğunluğu taşlar üzerine kazılı olan Orhun Yazıtları geniş bir bölgede dağınık bir biçimde bulunur. İlk kez 1893'te Danimarkalı bilgin Vilhelm Thomsen tarafından okunmuştur.
Orhun Yazıtları bulundukları yere göre gruplandırılmaktadır. Kuzey Moğolistan Yazıtları, Orhun Irmağı kıyısında bulunan altı yazıttan oluşur. Bunların üçü çok önemlidir. Bu yazıtlardan ilki Bilge Kağan tarafından 732'de küçük kardeşi Kültigin adına Orhun Irmağı vadisinde, Koşo-Çaydam Gölü çevresinde dikilmiştir. Kültigin Yazıtı Bilge Kağan'ın ağzından yazılmıştır. Oyuk bir kaideye oturtulan Yazıtın yüksekliği 3,75 m'dir. Dört cephelidir ve yukarıya doğru gittikçe daralır. Doğu ve batı cephelerinin genişliği aşağıda 132 cm, yukarıda 122 cm'dir. Güney ve kuzey cepheleri ise aşağıda 46 cm, yukarıda 44 cm'dir. Üstü kemer biçiminde biter ve yukarıda beşgene dönüşür. Yazıtta Kültigin ve Türk budunu övülür. Yazıtın önünde bulunan 4,5 km'lik düz yolun iki yanında 169 balbal sıralanır. Bu, Kültigin'in öldürdüğü düşman sayısıdır. Burada ayrıca çeşitli işlemeli taşlar, heykel parçaları vb bulunur. 1958'de bu yapıtlar arasında Kültigin'in başı ile karısının bedeni ve yüzünün bir bölümü de bulunmuştur. Yazıtta Türk ve Çinli sanatçılar birlikte çalışmış, yazıları da Bilge Kağan'ın yeğeni Yolluğtiğin kazımıştır. Kültigin Yazıtı'nın l km uzağında Bilge Kağan Yazıtı bulunur. Biçimi, düzenlemesi ve yazısı Kültigin Yazıtı ile aynıdır. Ama Bilge Kağan Yazıtı biraz daha yüksektir. 735'te dikilen yazıt gene Bilge Kağan'ın ağzından yazılmıştır. Kültigin'in ölümünden sonraki olayların da anlatıldığı yazıtın hakkaki (kazıyıcı) gene Yolluğtiğin'dir. Bu yazıtın çevresinde de türbe kalıntısı, heykeller, balballar ve taşlar vardır.
Kültigin ve Bilge Kağan yazıtlarının biraz doğusunda Tonyukuk Yazıtı yer alır. Yazıt Yazola Irmağının yukarısında, Bayn Çok-to'nun yakınındadır. Öbür iki yazıt devrilip kırıldıkları halde Tonyukuk Yazıtı hâlâ ayaktadır. Bu yazıt dört cepheli iki taştan oluşur. Taşlardan biri daha büyük olup 1,5 m boyundadır. Tonyukuk'un ağzından yazılan yazıt süsleme, yazı ve konum olarak öbür iki yazıt kadar önemli değildir. Bu yazıtın çevresinde de türbe kalıntısı, heykeller, balballar ve işlemeli taşlar vardır. Yazıtta Doğu Göktürk Kağanlığı'ndaki önemli olaylar anlatılır.
Türk adının geçtiği ilk Türkçe metinler olan bu üç yazıt Doğu Göktürkler dönemine ilişkindir ve bilinen ilk Türk devletinin kuruluşu ve yönetimiyle ilgili bilgi içerirler. Yazıtlar Türk töre, askerlik ve uygarlığı ile kültürünün en eski belgeleridir ve edebi açıdan büyük önem taşır. Türk yazı dilinin akıcı bir örneğini oluşturan yazıtlar Türkçe-nin o dönemdeki gelişmişlik düzeyini gösterir.
Öbür Orhun Yazıtları'ndan Orgin Yazıtı, 1891'de Orgin Irmağı kıyısında bulunmuştur. 731'de dikildiği sanılan yazıt Alp-Eletmiş (bir görüşe göre Taçam) adlı bir Türk beyine ait olup içinde Ilteriş ve Kapağan kağanların adı geçer. Yazıtta Oğuzlar ve Çinliler ile yapılan savaşlardan söz edilir.
Orta Moğolistan'da 1928'de bulunan Ihe Hüşotü Yazıtı, Küli-Çur adlı bir bey adına 716'da dikilmiştir. Yazıtta İlteriş, Kapağan ve Bilge kağanların adı geçer. Tarduşlann başı olduğu sanılan Küli-Çur'un kağanlara hizmeti ve öbür boylarla yaptığı savaşlar anlatılır.
Yenisey Yazıtları
Sibirya'daki Yenisey Irmağı havzasında bulunan, Göktürkler ile Uygurlardan kalma ilk Türkçe yazıtlar. Orhun Yazıtları'ndan daha eski olan Yenisey Yazıtları mezar taşlarının yanı sıra yazılıkayalar ve çeşitli eşyayla birlikte 70 parçadan oluşur. Yenisey Yazıtları'nın ilkini doğa bilimcisi Daniel Gottlieb Mes-serschmidt 1721'de Uybat Irmağı kıyısında buldu. Messerschmidt daha sonra Tabbert Philipp Johan von Strahlenberg'le birlikte Yenisey Yazıtları'nın en önemlilerinden olan Tes Yazıtı'nı buldu. 1722'de Yenisey Vadisini tarayan Strahlenberg ile Messerschmidt, ülkelerine döndükten sonra ellerindeki kopyaları ve resimleri yayımladılar. Messerschmidt'in Petersburg Bilim ve Sanat Akademisi'ne verdiği belgeler 1729'da basıldı. Ama yazıtlardaki önemli noktaların gün yüzüne çıkarılmasını gene Vilhelm Ludvig Peter Thomsen sağladı. Bazı bilim adamlarına göre Yenisey Yazıtları Kırgızlardan kalmadır. Yenisey Yazıtla-n'nda kullanılan harfler, Orhun alfabesinden daha eski bir döneme yani 8. yüzyıldan öncesine aittir. Yazıt metinleri genellikle yazıt sahibinin kendi ağzından yaşamöykü-sünü anlatmasıyla başlayıp akrabalarına ve arkadaşlarına doyamadığını söylemesiyle sürer. Bu biçimiyle yazıtlar tam bir mezarta-şı niteliğindedir; metinlerde ne abartmaya ne de övgüye rastlanır. Tümü SSCB'deki çeşitli müzelerde korunan yazıtlardan bazılarının, bulundukları bölgeye göre özel adları vardı.
Göktürk Yazıtları
- Türkçenin gelişmiş bir dil olduğunu ortaya koyması.
- Türk tarihi ile ilgili yazılı belgeler olması
- Kitabelerde herşeyin halkın iyiliği için yapıldığının ifade edilmesi, Türklerdeki sosyal adalet anlayışının göstergesidir.
- Hakan’ ın ve halkın hak ve sorumluluklarını karşılıklı olarak ortaya koyması Türklerdeki demokratik devlet anlayışının göstergesidir.