GENÇLER ARASINDA TÜRK DİLİNİN ÖNEMİ
İnsanlar arasındaki iletişimin en temel araçlarından biri olan dil, milletlerin geçmişten devraldıkları bir mirastır. Dil yoluyla insanların birbirlerini, geçmişten bu güne ve de geleceğe yönlendirmesi sağlanmaktadır. Ortak dil ortak kader birliği demektir. Aynı dili konuşan insanların aynı geçmişe sahip oldukları, aynı kültürü paylaştıkları, aynı alışkanlık ve değerlere sahip olduk bilinmektedir.
Dil bir milletin kültürel değerlerinin başında gelir. Aynı dili konuşan insanlar millet denilen sosyal varlığın temelini oluşturur. Dil, duygu ve düşünceyi insana aktaran bir vasıta olduğu için, insan topluluklarını bir yığın veya kitle olmaktan kurtararak, aralarında duygu ve düşünce birliği olan bir toplum hâline getirir... Dolayısıyla dil ferde toplumunun bağışladığı en büyük miras ve donanımdır.(1) Bu donanıma yabancılaşma insanların içinde yaşadıkları topluma yabancılaşmasını da beraberinde getirmektedir. Çünkü insanların yaşadıkları topluma yabancılaşmadan, ona uyum sağlayarak yani sosyalleşerek hayatlarını devam ettirmeleri, o toplumun kültürünü, inanç ve değerlerini benimsemeleriyle gerçekleşmektedir. Bu ise nesillere dil yoluyla aktarılabilmektedir.
Bütün insan kültürünün temelini oluşturan ve insan topluluğunu yaratan dildir.(2) Dilini yüceltemeyen toplumların zamanla başka kültürlerin tutsaklığında debelenmesi (3) ve kültürünü unutarak yabancılaşması kaçınılmazdır. Çünkü “dil ve kültürde bir şeyler iyi gitmediği zaman bütün kurumlarda da bir şeyler iyi gitmemeye başlar.”(4)
Dil kültürü oluşturan önemli unsurların başında yer alır. Bu konumuyla dil, bir toplumun kültürü içinde şekillenen tüm birikimleri temsil edecek işlev yüklenmektedir. Günlük alışkanlıklar, öfkeler, sevinçler ve değer yargıları dil yoluyla ifade edilmekte ve tanımlanmaktadır. Bu işlevi nedeniyle de dil ve kültür arasında kaçınılmaz bir bağ bulunmaktadır. Bu nedenle de dil ile kültür sürekli etkileşim içindedir.(5) “Kültür hayatının sağlıklı gelişiminde, benimsenebilir bir dil..., ortak bir dünya görüşü ve hayat anlayışı, anlaşılabilir bir sanat ve edebiyat telakkisi... gibi unsurların vazgeçilmez bir yeri vardır.”(6) Sanatta ve edebiyatta kullanılan dilin anlaşılabilirliği, bu alanlarda verilecek eserlerle halka inilebilmeyi sağlayacaktır. “Dil ile ortaya konulan sanat eserleri, diğer alanlara göre daha belli ve göze çarpar nitelikte bir kültür taşıyıcısı(7)dır.
Düşünce dili yaratır... Her Türk genci ve insanının dikkat etmesi gereken husus, ana dilinde düşünme alışkanlığını kazanması ve milletleşme şuurunu benimseyerek büyük topluma katılmasıdır. Bu yapılmadığı takdirde millet oluşturma süreci gerçekleşemez.(8) Diline sahip çıkan milletler, geleceğine de sahip çıkar. Geçmişiyle bu günü arasında dil bakımından anlaşılmazlık varsa, geçmişin tahlil edilerek ders çıkarılması, dolayısıyla da geleceğe yön verilmesi zorlaşmaktadır.
Dilin öğrenilmesi toplumsal/kültürel çevreyle ilgilidir. Çocuğun toplumsal yani dilsel çevresi olmadan dil edinmesi olası görülmemektedir. Başka bir ifadeyle, dilsel etkileşim, toplumsal/kültürel bağlamın varlığıyla gerçekleşir ve değer kazanır.(9) Bireylerin birbirleriyle anlaşmalarında, problemlerinin hallinde dilin önemi büyüktür. Edebiyatta, şiirde, sanatta, tiyatroda halk kitlelerine ulaşacak yani halkın anlayacağı dilden eserler vermek hem halkın bilinçlenmesi, hem de eserlerin uzun süre anlaşılırlılığını koruması açısından önemlidir. Geçmişten bu güne intikal eden sözlü ve yazılı kültür ürünlerinin bu güne kadar varlığını sürdürmelerindeki en büyük etken anlaşılır, sade ve halkın genelinin anlayabileceği bir dille yazılmış, söylenmiş olanlarıdır.
Cumhuriyet dönemi toplumsal kurumlarda yerleşme ve modernleşmenin daha yoğun yaşandığı bir dönemdir. Dil de uluslaşmanın temel öğelerinden biri olarak bu süreçteki yerini aldı. Özellikle Atatürk dil ve kültürü modernleşme ve batılılaşma yolundaki bütün atılımların gerçek zeminini görmüştür. Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan dilde yenileşme ve felsefe üretme çabaları Atatürk’ün söz konusu duyarlılığı çevresinde gelişmiştir. Atatürk için dil bir kimliktir. Dilin örselenmesi, yozlaşması ve ihmali doğrudan doğruya ulusal kimliği etkileyecek derecede önemlidir. Atatürk’ün cumhuriyet dönemine damgasını vuran dil felsefesini şu sözlerle izlemek mümkündür: “Türk demek dil demektir. Milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insanlar her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk harsına, camiasına mensubiyetini iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.”(10) Çünkü “dil hem millet olmanın temel ögesi hem de kültür birliğinin en temel aracıdır.“(11)
Karamanoğlu Mehmet Bey yayınladığı fermanla: “Bugünden sonra divanda, dergahta, mecliste, meydanda Türkçe’den başka dil kullanılmayacaktır” demesinde, Türk kültürünün korunması ve gelecek nesillere aktarımında ve de millet olma bilincinin sağlanmasında dilin önemini vurgulamak yatmaktadır. Bunalımlı dönemden kurtularak milletin yeniden toparlanması ve kendine gelmesinde Atatürk’ün yaptığı inkılapların içinde harf inkılabının da bulunmasında bu amaç yapmaktadır.
Aynı soydan gelen toplumların en önemli ortak yanları onların aynı dili kullanmalarıdır. Çünkü dil yoluyla ortaklığın devamlılığı sağlanmaktadır. Sovyet sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmadan önceki dönemde, bünyesinde barındırdığı Türk toplulukları, farklı yazı ve konuşma dillerine yöneltilerek birbirlerinden ayırma yoluna gidilmişti. Daha doğrusu, bu toplulukların, kendi aralarında ortak dilleri yoluyla kültür alışverişini sağlayamamaları amacıyla farklı dilleri kullanmalarına özen gösterilmişti. Azerbaycan’ın Latin alfabesine ilk geçişine başlangıçta ses çıkarmayan Rusya, daha sonra Türkiye’nin Latin harflerini kabul etmesiyle Azerbaycan’ın tekrar Kril alfabesini kullanması yönündeki gayretleri de, aynı soydan gelen bu iki toplumun birbirleriyle kültürel alışverişi, aralarındaki iletişimi engellemek amacından kaynaklanmaktadır. İsmail Gaspıralı da “Rusya’daki Türk toplulukları dil, kültür, tarih bağlarına sahiptiler. Ayrıca, içinde bulundukları sosyal, siyasal ve kültürel problemleri de aynı idi. Bu problemler bakımından da aralarında benzerlik hatta ayniyet bulunmaktaydı. Bu topluluklar birbirlerinden tecrit edilmişlerdi. Bu nedenle de problemlerine ortak çözüm üretme imkanına sahip değillerdi. Problemleri tek başlarına da çözme imkanları yoktu. Çünkü onlar dil ve kültür bakımından yakın ilişki kuramıyorlardı”(12) diyerek, aynı toplulukların birbirleriyle ortak hareket etmede dilin ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmekte ve de bir milletin hayatta kalabilmesi için problemlerini kolayca çözebilmede kullanılan dilin önemli bir etken olduğunu vurgulamaktadır. 19. Asırda, Avrupa’da millet ve milliyet mefhumlarının tanımlanması, sınırlarının ve özelliklerinin belirlenmesini ele alan bir dizi tartışmalar olmuştur. Almanya ve İtalya’da milliyetçilik, en önemli olgusu olan devlet idealinden vazgeçerek, farklı devletlerdeki aynı dili konuşan ve aynı kültürü paylaşan insanlar arasındaki kültürel birliği vurgulamakta ve bu topluluklar için ortak bir vatan talebiyle ortaya çıkmaktadır.(13) Yani dilin, millet olma bilincinin en önemli göstergesi olduğu ve farklı coğrafyalarda da olsa aynı dili konuşan insanların aynı kültüre sahip olduklarını belirtmektedir.
Bunlardan yola çıkarak Gökalp millet, ne ırki, ne kavmi, ne coğrafi, ne siyasi, ne de iradi bir zümre değildir. Millet, lisanca, dince, ahlakça ve bediiyatça müşterek olan yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan bir zümredir(14) diyerek millet olmada dilin önemine vurgu yapmaktadır.
İsmail Gaspıralı “Lisan Meselesi” adlı yazısında “Milleti millet eden iki şeyden birinin “tevhid-i lisan” olduğunu söyleyerek bunların “her kaysı olmaz ise yaki bozulur ise millet payesinden, derecesinden düşer; belki inkiraza yol tutar”(15) demektedir.
Dil insan topluluklarının anlaşmalarında, problemlerini çözmelerinde en önemli iletişim araçlarından biridir. Bu noktada konuşulan dilin herkes tarafından anlaşılması çok önemlidir. Bir toplumda yeniliklerin, buluşların ve gelişmelerin halkın her kademesine kolaylıkla iletilebilmesinde, dilin herkes tarafından anlaşılır olması gerekmektedir. Aksi takdirde, anlaşılmayan bir dil ya da kavramların oluşturduğu bir konuşma yolu seçilirse durum, birbirinden habersiz çalan enstrümanların çıkardığı, ne olduğu anlaşılmayan bir şey durumuna gelir. Bir orkestranın ortak dili notalarıdır. Farklı sesler çıkaran aletlerin çaldıkları şarkılarda ortak bir ahenk yakalamak için hepsinin ortak notaya uymaları gerekmektedir ki dinleyenlerin hem anlaması hem de zevk alması gerçekleşebilsin.
Göktürkler’in ikiye bölündüğü dönemde Kağanlık yapan Şe Tu’nun 585 yılında Çin Kağanına yazdığı mektup, Türklerin diline ne kadar önem verdiğini göstermesi açısından kayda değer bir durumdur. “592 yılında, Göktürkler ikiye bölünmüştür. Doğu Göktürkler’in başında Şe-Tu Kağan vardır. Çin Kağanı, Şe-Tu Kağana mektup yazarak, ona bir çok vaatte bulunur, bütün Türklerin kağanı olabilmesi için kendisine yardım edebileceğini söyler. Buna karşılık da Çin kağanına bağlı olmasını, Türklerin kılık, kıyafetlerini, dillerinin, geleneklerinin, görenek ve yasalarının hülasa, Türkler’i millet olarak yaşatan maddi ve manevi değerlerinin değiştirilmesini ister. Onların yerine Çin adetlerinin, Çin dilinin, Çin gelenek ve yasalarının kabulünü şart koşar. Bu istek çok düşündürücüdür. Şe-Tu Kağan’ın Çin Kağanına verdiği cevap ise bize bazı gerçekleri anlatmaktadır. Şe-Tu kağanın cevabı şudur. “ Oğlum, şimdi yanınızda olacaktır. Size her yıl vergi olarak kutsal soydan üretilmiş atlar göndereceğim. Her gün bütün zamanını size verecek, buyruklarınızdan başka boyun eğeceğim bir şey olmayacaktır. Ancak, giysilerimizin önlerini kesmeye, omuzlarımızda dalgalanan saçlarımızı çözmeye, dilimizi de değiştirmeye ve sizin yasalarınızı benimsemeye gelince, bizim törelerimiz ve geleneklerimiz çok uzak çağlardan gelir ki, ben bile bunlardan bir tekini değiştirmeye şimdiye kadar cesaret edemedim. Çünkü, bütün bir Türk milleti aynı kalbi taşıyor“(16) diyerek dilin toplumsal bütünlük açısından büyük önem taşıyan unsurlardan birinin dil olduğunun üzerinde durur. Ayrıca tarihten gelen bir köklü bir dil geleneğinin bulunduğunu ve Türkler için geleneğin oldukça önemli olduğunu anlatmaktadır.
Baltacıoğlu dil konusunda yapılacak şey nedir? Sorusuna şu şekilde cevap vermektedir: Dilimizin kalıp gelenekleri gibi ruh geleneklerini de aramak. Gelenekler halktadır.(17) Halkın kullandığı dil ile yani dil geleneği ile aydının kullandığı dil geleneğinin aynı olması gerekmektedir. “Gelenek demek millette nevi belirtilen belkemiği demektir. Gelenek değişmedikçe millet de değişmez. Bir millet herhangi bir dış sebeple dilini kaybedebilir. Fakat dilinin, dininin geleneğini kaybetmedikçe o millet henüz kaybolmamıştır.”(18) Buradan, toplumun üyelerinin aynı şekilde düşünmelerinde, aynı şekilde duymalarında, aynı özellikte bir hayat sürmelerinde dilin ne kadar önemli olduğu düşüncesi ortaya çıkmaktadır.
Birey ve toplum yaşamındaki sadece bir iletişim aracı olma özelliğiyle değil, bireyleri toplumuna, toplumları milletine bağlayan ve onlara millet olma özelliği kazandıran önemli bir araçtır dil. Dil düşüncenin, düşüncelerin açığa çıkarılabilmesinin en önemli etkin aracıdır. Milletler dil sayesinde kültürlerini, edebiyatlarını, tarih ve sanatlarını ortaya çıkarabilmekte ve yeni nesillere aktarabilmektedirler.
Eğitim ve Dil
Bireylerin toplumsallaşmasında ve de toplumsal bilincin oluşmasında eğitim en önemli kurumlardan biridir. Eğitim yoluyla bireylere toplumun tarihi, kültürü, inanç ve değerleri öğretilerek bireylerin içinde yaşadıkları topluma sağlıklı uyumları sağlanmaktadır. Yine eğitim yoluyla bireylerin zihinsel, duygusal ve bedensel davranış yönlerinden gelişerek istenilen birey olmaları sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu yapılırken eğitimde kullanılan dilin sade, anlaşılır ve ortak bir dil olması öne çıkmaktadır. Bunların yanında dilin geliştirilmesi çağa uygun yeni anlamlarla donatılması da önem arz etmektedir.
Bireyler dünyaya geldiği anda sosyal olmayan varlıklardır. Fakat toplum öyle bir çevredir ki, bu sosyal olmayan varlıkları, içine girdiği andan itibaren kendisine benzetmeye çalışır. Bireylerin toplumu benimsemesi yani sosyalleşmesi toplumun bekası için gereklidir. Bir toplum, bireylerine lisanını, ahlakını, estetik zevkini, ilmi mantığını, teknik vetirelerini aşılamazsa yaşayamaz.(19) Bunların bireylere aktarımında ise en etkin kurumların başında eğitim gelmektedir.
Dil, çevremizdeki her türlü iletişim aracı ve kültür taşıyıcılarından çok daha belirgin olarak zihniyetimizin sözcüsüdür ve bu nedenle de onun belirleyici bir konumu vardır. Bilim, felsefe ve sanat eserlerinde de yapı taşı olarak ortaya çıkan ve bir çok işlevi birden gören dilin önemli özelliği, kültür taşıyıcılığıdır.(20) En sıradan bir haberi dinlerken, en sıradan bir yazıyı, gazeteyi vb. okurken insanların elinde sözlük bulundurma zorunluluğunu hisseder hale gelmesi önemli çağrışımları da beraberinde getirmektedir. Öyle ki, insanlar kimi zaman kendilerinin çok bildiğini kanıtlamak, komplekslerini tatmin etmek, kimi zaman kasıtlı olarak dilde tahribata yol açmak, kimi zaman da farkında olmadan insanların anlayamayacağı, ne olduğu belli olmayan çok değişik cümleler ya da kelimeler kullanabilmektedir. Özellikle bu tür tavırların eğitim ve öğretim faaliyetlerinde yapılması çok olumsuz etki yapmaktadır. Zaten bilmediği bir şeyleri öğrenmeye çalışan birey, üstüne birde bilmediği kelimelerle ya da anlaşılmayan cümlelerle karşılaşınca öğretilenlere tamamen yabancı kalmaktadır.
Doktorun hastasına hastalığını anlatırken kullandığı dil, siyasetçinin seçmenini bilinçlendirirken kullandığı dil, bilim adamının-aydının insanları aydınlatırken kullandığı dil ve de eğitimcinin kitlesini eğitirken kullandığı dil kitlelere yabancı olursa yapılan gayretler boşa gitmekte, konuşanla dinleyenin birbirine yabancılaşması ortay çıkmaktadır. Böyle olunca da haklın kendini yetiştirmesi ve geliştirmesi gerçekleşememektedir. İşte bütün bu nedenler, toplumun çağı yakalamasında olumsuz etkenler olabilmektedir. Gerçek anlamından sapmış kelimeler, yanlış kullanılan, anlamında farklılıklar ortaya çıkarılarak ifade edilen sözcükler anlatılmak istenilenin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.
Hem sağlıklı bir iletişim için, hem de Atatürk’ün üzerine titrediği ve kültürel bağımsızlığı da içine alan tam bağımsızlık için dil en temel öge olma özelliğine sahiptir. Hiç kuşkusuz millî bir eğitim için millî bir dil gereklidir. Bu nedenle de dilin millîleşmesi, halka yaklaşması amacı önde gelmelidir. Millî bir his ile dil arasında önemli bir bağ bardır. Dilim millîliği, millî hissin ortaya çıkmasını etkiler.(21)
Bu konunun önemini ilk anlayanlardan biri olarak Atatürk yapığı devrimlerle Cumhuriyet’in ilk yıllarında öncü olmuştur. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin, Türk Dil Kurumu’nun kurulmasını istemesi, fertlerin daha sağlıklı iletişim kurabilmesini ve gelişmeleri daha iyi takip edebilmelerini, herkesin anlayabileceği ortak bir dil oluşturmaya gayret göstermiştir. Bu çabalarda ise, dilin toplumsallaşmada ve de milletleşmedeki öneminin çok iyi kavramasında yatmaktadır.
Atatürk’ün dil konusundaki hassasiyetinin en önemli göstergesi 1932 yılında Türk Dil Kurumu kurulması için emir ermesidir. 1739 sayılı Millî eğitim temel Kanunu’nda da “Türk dilinin, eğitimin her kademesinde, özellikleri bozulmadan ve aşırıcılığa kaçılmadan öğretilmesine önem verilir; çağdaş eğitim ve bilim dili halinde zenginleştirilmesine çalışılır ve bu maksatla Millî Eğitim Bakanlığı’nca gereken tedbirler alınır” denmektedir. 2876 sayılı Kanunla da Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun kurulması da, Türk Dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak, yaymak ve yayınlar yapmak amacıyladır.
Toplumların eğitim sistemleri siyasal iktidarların görüşleriyle şekillenmektedir. Dolayısıyla hükûmetlerin hükûmet programlarındaki görüşleri eğitim politikalarında etkin olmaktadır. Bu doğrultuda, eğitim bakanları bu görüşlerin eğitimde uygulayıcıları konumundadırlar.
Bu çalışmada, eğitimin toplumsallaşmada ve toplumsal bilinç oluşturmada önemli bir etken olduğu düşüncesinden hareketle, belirli zamanlarda yapılan Millî Eğitim Şûralarında Millî Eğitim Bakanları’nın yaptığı konuşmalarda ve hükûmet programlarında dil konusuna ne derecede önem verildiği ortaya konmaya çalışılmıştır.
Hükûmet Programlarında Dil
Cumhuriyetten bu güne bazı hükûmetlerin hükûmet programlarına bakıldığında Türk dili ile ilgili aşağıdaki konuların ele aldığı görülmektedir:(22)
14.8.1923 tarihinde kurulan Fethi Okyar hükûmeti programında, “halk lisanıyla ve halk ihtiyacına muvafık kitaplar yazdırılacak...”
1.11.1937 tarihinde kurulan Celal Bayar hükûmeti programında, “Millî sahnemiz Türk kültürünün makesi güzel dilimiz en iyi şekilde telaffuza ve edebi tarzda ifadesini yayan sanat kaynağı olarak ele alınacaktır.”
27.1.1939 tarihinde kurulan I. Refik Saydam hükûmeti programında, “Tarih ve dil inkılabımızın millî ruhun doğuşunu ve kuvvetlenmesine verdiği hızı artıracaktır.”
1.4.1975 tarihinde kurulan IV Süleyman Demirel hükûmeti programında, “Millî bir dil politikası izlenecektir. Dilimizin zenginliğinin korunmasına ve geliştirilmesine önem verilecek, Türkçe’mizin iki ayrı dil haline gelmesine yol açan aşırılıklardan ve ilim dışı zorlamalardan kaçınılacaktır.”
26.6.1977 tarihinde kurulan II. Bülent Ecevit hükûmeti programında, “Başka ülkelerde yaşayan Türklerin ana dillerini ve kültürlerini yaşatmalarına ve geliştirmelerine, o ülkelerle dostça ilişkiler kurularak katkıda bulunulacaktır.”
18.11.2002 - 14.03.2003 tarihleri arasında görev yapan Abdullah GÜL Hükûmeti Programında, “Şüphesiz kültürümüzün en önemli taşıyıcı unsuru güzel Türkçe’mizdir. Türkçe’nin sağlıklı bir mecrada gelişmesi, işlenmesi ve gelecek nesillere daha zengin bir dil olarak aktarılması için Millî Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Türk Dil Kurumu, Üniversiteler ve diğer ilgili kesimlerce gerçekleştirilecek işbirliği ile Türk diline gereken önem verilecektir” ifadeleri yer almaktadır.
Millî Eğitim Şûralarında Millî Eğitim Bakanlarının Konuşmalarında Dil
Cumhuriyetten bu güne kadar yapılan Millî Eğitim Şûralarında Millî eğitim bakanlarının şuraları açış konuşmalarında Türk dili ile ilgili aşağıdaki konulara değinmişlerdir.
Hasan Ali Yücel’in Birinci Millî Eğitim Şûrası’nı açış konuşmasından:(23)
“Türk dilinin en yüksek ilmi mefhumları en güzel ve en doğru olarak ifade etmesine imkan verecek mükamil bir inkişafa mazhar olması, bizce ana meselelerden biridir. Bu hususta yüksek müesseselerimize düşen millî vazifenin ehemmiyetini bütün meslektaşlarımın bütün şümuliyle kavradıklarına imanın vardır. Burada bilhassa ilmi terimler üzerinde duracağım. Ortaokullar ve liselerde Türk kökünden yapılan veya enternasyonal şekilleriyle alınan terimlerle tedrisat yapıldığına göre yüksek ilim ve öğretim müesseselerimizin buna intibakı bu gün artık bir zaruret olmuştur. ... bütün ilim ocaklarımızda aynı terimler okutturulacaktır. ...bütün ilim adamlarımızın çalışmalarına mevzu olacak cihetler vardır. Bununla beraber yapılacak tetkikler ileride birer tashih vesilesi olsa da bugün için kabul edilen terimler her tahsil kurumunda aynı suretle kullanılacaktır. ... Nerede ilim varsa orada mutlaka ilmin dili de vardır. Dilsiz ilim olamaz ve olamamıştır. Biz, bir Türk kültürü kurmak, millî vasfı olan ve bütün medeniyet alemi içinde varlığı duyulan bir ilim hayatı vücuda getirmek yolundayız ilim, müşahadelerin uyandırdığı mefhumlarla kurulmuş bir sistem olduğuna ve mefhumlar ise kelimelerle şekillendiğine göre Türk ilmi, Türkçe bir ilim diliyle beraber var olacaktır. İleri memleketlerde ilmin her şubesinde yetişmek isteyenlerin yazılarına ve sözlerine ne kadar ehemmiyet verildiğini hepiniz benden iyi bilirsiniz. Ana dili, kültür davamızın bel kemiğidir. Onu kuvvetli ve düzgün tutmak ve inkişaf ettirmek hususunda sarfedilecek bütün emeklerin ne kadar yerinde olduğunu arz etmeme ihtiyaç bile yoktur kanaatindeyim.
Atatürk’ün Türk milletine verdiği medeniyet armağanlarından biri olan Türk harfleriyle Türk Kültürünü en geniş sahada yayacak eserleri vücuda getirmek ve bu eserleri geniş bir ölçüde yayılmasına imkan vermek vekilliğimizin üzerinde durduğu en mühim iştir.”
Hasan Ali Yücel’in İkinci Millî Eğitim Şûrası’nı açış konuşmasından:(24)
“Millî Kültürümüz denildiği zaman bunda, her Türkün şahsiyet ve manevi varlığı demek olan ahlakı; Türlüğün en mahrem varlığını teşkil eden ve düşünmek dediğimiz büyük insanlık işlevinin özü olan dil ve bizim dilimiz Türk dili; millî varlığımızın tarihin en eski kaynaklarından bu güne doğru yürüyüşünde hangi yollardan geçtiğini, hangi kıtalarda medeniyet durakları kurduğunu ve insanlığa neler getirip nasıl hizmet ettiğini gösteren Türk tarihini, üç esaslı unsur olarak görüyoruz. (...) Yeni Türk harflerinin kabulüyle kalıp değiştiren Türk dili, içten ve kökten bir inkılaba başlamış oldu. Bu yeni kalıbın içine, gördük ki, alıştığımız ve bizim sandığımız bir çok klişeler, bir türlü yerleşemiyor. Bol bol kullandığımız bir çok vasıflar, fiiller ve terkipler; o yeni kalıbın içinde bizim sağduyumuza uymadılar, karşı koydular. Türk dilinin uzun asırlardan beri özlüğünden kaybederek, edindiği yabancı unsurlar, hiçbir dil hareketiyle 1928’e kadar bu derece esaslı bir sarsıntıya uğramadı. ... sekizinci asırdan bize yadigar kalmış belgelerinde gördüğümüz Türkçe ile on sekizinci asrın Osmanlı münşilerinden okuduğumuz Türkçe arasındaki fark, dilimizin millîleşmesi aleyhine olmak üzere, Türk dili üzerinde yapılmış bozucu etkileri ortaya koymaktadır. Mesela Kudatgu Biliğ’te en yüksek felsefe ve ahlak kavramlarını kendi dilimizde ifade ederken, ümmet düşünüşünün hakim olması dolayısıyle, bütün bu güzel sözleri bu gün unutmuş bulunuyoruz. Şuhalde dilimizin kendi kaynaklarından uzaklaşması yönünde ona, basıcı ve bozucu tesirler yapıldığına göre, bunun tam tersine olarak yabancı kurallarla bozulmuş Türkçemize, bu kurallardan onu kurtararak müessir olmak, hiç değilse aleyhe olan müdahale nispetinde müessir olmak elbette mümkündür. Bu gün bizin inkılap düşünüşümüz, Türkçülük esasına dayandığına göre, bu zihniyeti hakim kılarak millî bir Türkçe yaratabiliriz. ... Görüşümüzce, geçek bilime varıp onu aydınlarımıza yayabilmemiz ancak Türk olarak düşünüşümüze uygun bir ifade sistemine sahip olmamızla mümkündür. ... Dilde millîleşme uydurma bir davranış değildir; ... Dil inkılabımız kısa zamanda bu kadar iyi netice verdiyse bunun sebebi o inkılabın, dil ve düşünce kanunlarına uygun oluşundandır. ... Alışılmışa saplanma duygusu, en iyi ve en güzel düşmandır. ...bir bilim adamının veya bir bilim topluluğunun kendi başına bulduğu isabetli terimi, kendi başına yaymaya kalkmasını doğru görmemeliyiz. Bu hal tahsilde bulunan çocuklarımızı çok güç duruma soktuğu gibi, aramızda anlaşma imkanlarını da ortadan kaldırır. Konmuş olan terimleri sözlerimizde ve yazılarımızda kullanmaya devam etmeli ve teşkilatımızın kademeleri dışına çıkmaksızın, eski terimlerin tenkidini ve yenilerinin gerçeklerini bildirmeyi vazife bilmeliyiz.
Her derecedeki okullarımızda anadili öğretimini kuvvetlendirme yolunda bir çok tedbirler almış olmakla beraber, bilhassa yazı yazmada istediğimiz neticeyi alamadığımız muhakkaktır. ... Anadili öğretiminin, öğretimin esası olduğunu anlamakta bütün Türk öğrencilerinin daha ihtimamlı olmalarına ihtiyaç bulunduğunu ifade etmeliyim. ...ilk ve ortaokul okuma kitaplarımızı da, inceleyici okuma metodunu verme bakımından kılavuz olabilecek kitaplar haline getirme yolundayız. Kitap okumakta edilgin olan çocuğun yazı yazarak etkin hale getirilmesi, pedagojinin esaslı kurallarındandır. Görmeye, gördüğünü anlamaya, gördüğü ve görmediği şeyler üstünde düşünmeye onları alıştırmak için , çocuğun zihnine her cephesinden gelişme imkanını verici bir öğretim metoduna muhtacız. ... Her meslek kendini okutucu hale getirmek için salahiyetli kalemlere yazma vazifesini vermelidir. ... Bütün bilim ve terbiye kurumlarımız, açmaya çalıştığım bu ruh çalışma birliğine erektir ki, ana dil davamızın, bir tefekkür ve yükselme davası olarak kavranmasını ve el birliğiyle zaman kaybetmeden yeni nesilleri bu bakımdan daha kuvvetli yetiştirmemizi sağlayabilecektir. Bunun içinde bizzat öğretmenlerimizin, koyduğumuz esaslı kaidelere ve metotlara riayet etmeleriyle bu ideale varabileceğimiz kanaatindeyim.“
“Türk aydınlarına şu çağrıda bulunmak istiyorum: bu kelime taassubunu bir tarafa bırakalım. Türk diline gerçekten önem veriyorsak, bu sıkışmanın ötesine geçelim. Dünya ve Türkiye süratle değişmektedir. Gelecek asrın başındaki Türkiye’nin milyonlarca kişilik nüfusuyla, Avrupa Topluluğuna dahil olmuş haliyle ve yepyeni bir sosyal ve kültürel sistemiyle düşünülmesi gerekmektedir. Türk diline gerçekten değer veriyorsak bunların ötesine geçilmeli ve süratle değişen teknolojiye uygun Türk dilinin gerçekten değerini, millî benliğini, eski ve yeni kelimeleriyle birlikte taşıması için elimizden gelen gayreti hep beraber gösterelim.” İfadeleri yer almaktadır.