Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar
Hızla gelişen teknoloji ve bilim bazen bizlere olumlu ancak bazen de olumsuz getirilerde bulunuyor. Artık bilim ve teknolojiyi insan için olumlu yada olumsuz şeklinde değerlendirmek gerçekten imkansız hale gelmiş durumda. Zira bir çok bilimsel ve teknolojik çalışmanın insan yönünden olumlu etkisi yanında olumsuz etkisini görebilmek mümkün. İşte buna bir örnek te genetik değişime uğramış gıdalar yada genetik modifiye gıdalardır. Ama ben, daha Türkçe olması dolayısı ile genetik değişime uğramış gıdalar deyimini kullanacağım. Şayet bir yerlerde yada ilerde bazı etiketlerde ‘Genetically Modified Food(GM)' cümlesini görürseniz o gıdanın genetiği ile oynanmış olduğunu bilin. Burada karşımıza çıkan ilk soru insanoğlunun neden canlıların genetiği ile oynamaya ihtiyaç duyduğudur. Hayvan, insan yada bakteri, virüs gibi gözle göremediğimiz halk arasındaki tabiri ile mikropların genleri ile oynamak, zararlı genlerin çıkartılması, yararlı genlerin aşılanması ile insanoğlu hastalıklara daha dayanıklı hayvan ve bitkilere sahip olabilmekte. Aynı şekilde insanların da hastalıklara daha dayanıklı hale gelmesi sağlanabilmekte yada şu an mümkün olmasa da yakın gelecekte bu nokta hedeflenmektedir.
Özellikle genetik yapıdaki oynama sonucunda varılmak istenilen asıl hedeflerden birisi, pestisit ve herbisit gibi ilaçlara karşı daha dayanıklı sebze ve meyve üretimini artırmaktır. Herbisit, bitkileri zararlı bitkilere karşı koruyan, pestisit ise zararlı haşarata karşı koruyan kimyasal ilaçlar yada kimyasal maddelerdir. Ancak maalesef bu kimyasal maddeler sadece bitkilere zarar veren haşaratı ve zararlı bitkileri öldürmekle kalmamakta, aynı zamanda kullanıldığı ve korumaya çalıştığı bitkiye de zarar verebilmektedir. İşte bu bitkilerin genlerinde oynanarak yani bu bitkilere örnek olarak herbisit veya pestisit'e dirençli genler aşılanmak sureti ile onların bu tür kimyasallardan daha az zarar görmeleri hedeflenmektedir. Dolayısı ile ilk bakışta bitkilerin genleri ile oynanarak onları herbisit ve pestisit gibi kimyasal ilaçların zararlı etkilerine karşı korumak gerçekten olumlu bir etki şeklinde algılanabilir. Ancak unutulmamalıdır ki bitkileri böcek ve zararlı otlara karşı koruyan bu kimyasal maddeler uygulandığı bitkiye de zarar verir düşüncesi ile düşük miktarlarda yani kontrollü kullanılmaktadır. Bu kimyasallara dirençli genetik yapısı değiştirilmiş bitkilerin ortaya çıkması ile üstelik böcek ve zararlı otları tamamen ortadan kaldırabilmek içgüdüsünün de etkisiyle daha fazla kimyasal madde kullanılabilecektir. İşte herbisit ve pestisit gibi zararlı kimyasalların kontrolden çıkarak yüksek miktarlardaki bu kullanımı, bu seferde çevreyi, toprağı, suyu ve neticede doğayı kirletecektir. İnsanlık doğanın ekolojik dengesinin bozulması ve kirlenmesi sorunu ile karşı karşıya kalacaktır.
2000 yılı verileri itibari ile dünya genelinde 109.2 milyon m 2 alan bu tür bitkilerle yani genetik yapısı değiştirilmiş bitkilerle ekili hale gelmiştir. Yaklaşık 40 ülkede bu tür çalışmalar ve üretimler sürdürülmektedir. Genetik yapısı değiştirilmiş gıdaların üretimi ile en fazla uğraşan ülkelere gelince, bu tür ekim ve çalışmaların %68'inin A.B.D.'ne ait olduğunu görüyoruz. Bu ülkeyi %23 ile Arjantin, %7 ile Kanada ve %1 ile Çin takip ediyor. Ancak bu veriler diğer ülkelerin bu tür gıdaları üretmedikleri yada kullanmadıkları anlamına gelmiyor. Zira bazı ülkeler var ki biz yada Avustralya gibi, soya fasulyesini ithal ediyor ve bundan kendi ülkesinde soya unu üretiyor. Yani ithal gıda maddelerinden gerçekleştirilen ulusal üretimlerde yeni ve genetik yapısı değişime uğramış gıdalar kendiliğinden oluşabiliyor. Genetik yapısıyla en fazla uğraşılmış olan ve tüketme riskimizin en yüksek olduğu gıdalar şu andaki verilere göre soya fasulyesi, mısır, pirinç, domates, pamuk ve konola. Afrika kıtasında tarımı mahveden bir virüs var ki buna karşı dirençli patates ve pirinç üretmek için bu çalışmalar başlatılmış, sonuç olarak virüse dirençli patates ve pirinç üretimi yani genetik yapısı değiştirilmiş patates ve pirinç üretilmiştir. Burada fark etmemiz gereken önemli nokta aslında başlangıç noktasının iyi niyetli olmasıdır. Zararlı bir canlıya karşı pirinç ve mısır üretimini yani tarımı korumak amacı ile mısır ve pirincin genetik yapısı ile oynanmış ve bu zararlı canlıdan etkilenmeyen mısır ve pirinç üretimi gerçekleştirilmiştir. Ancak bu çalışmalar yapılırken pek çoğunda bitkinin tohumuna aşılanan genin, aşılandığı bitkinin genleri ile irtibata geçip geçmediğini yani işlemin başarılı olup olmadığını anlamak amacıyla marker gen olarak da isimlendirilen haberci bir işaret geni de beraberinde aşılanmaktadır. Bu işaretleyici gen, kendisini çok kolay izlettiği için, önce aşılanan gene yapışarak onun nereye yol aldığını bilim adamına gösterir ve de yapıştığı aşılanan genin aşılamanın yapıldığı bitkinin asıl genleri ile birleşip birleşmediğini araştırmacıya bildirir. Ancak maalesef bu işaretleyici genlerin bazılarının antibiyotiklere dirençli oldukları saptanmıştır. Yani işaretleyici genlerin kullanıldığı genetik yapısı değiştirilmiş gıdalar, bu işaretleyici genlerin antibiyotiklere dirençli olması ile kendileri de antibiyotiklere dirençli hale gelmişlerdir. Bu ne demektir. ? Bu durum, antibiyotiğe karşı direnç geliştiren sebze ve meyvelerin insanlar tarafından tüketilmesi ile insanların da bir şekilde antibiyotiklere dirençli hale geleceği riskidir. Bu risk yakın gelecekte ne kadar gerçekleşir bunu şimdiden kestirmek tam olarak mümkün değil. Ancak bildiğimiz ve açıkça görünen şu ki, az yada çok, yakın gelecekte hatta şu anlarda bile, bazı gıdaları tüketerek antibiyotiklere karşı dirençli insanlar haline geliyoruz. Gelecek nesillerin durumunu düşünmek bile istemiyorum. Düşünebiliyor musunuz, pek çok ciddi hastalıkla boğuşan biz insanların hastalıkla mücadelesinde şu andaki en büyük yardımcı antibiyotiklere(bilinçli ve kontrollü kullanıldığında ve de yerli yerinde, gereken durumda gereken dozda kullanıldığı zaman)genetiği değiştirilmiş gıdalar sayesinde dirençli hale geldiğimizde bizi hastalılara karşı kim savunacak.? Antibiyotiklerle tedavisi olan pek çok hastalık belki de tedavi edilemez hale gelecek.
Yukarıda anlatmak istediğim ve sizlerle paylaşmak istediğim, sanıyorum çok açık. Başlangıç noktası iyi niyetli gibi görünen, belki gerçektende öyle olan ancak yararları yanında olumsuz etkilerini de beraberinde getiren bir teknoloji ile, bir üretimle karşı karşıyayız. İçinde bulunduğumuz şu zaman diliminde bu paraleldeki çalışmalar hızla devam ediyor. Daha çabuk büyüyen ve daha bol et veren balık üretimi, Hepatit B enfeksiyonlarına neden olan virüsü yıkımlayan genlerin muza aşılanarak Hepatit B aşılarının muz haline getirilmesi şeklinde yapılan çalışmalar bunlardan bir kaçı. Çok yakın bir gelecekte muzu yiyerek Hepatit B'ye karşı aşılanmış olabileceğiz. Bir sebzeden yılda bir yada iki kere mahsül alınırken, genetik yapısı ile oynandıktan sonra belki üç, dört kez mahsül alınabilecek. Bu, tarımın daha çok gelişmesi ve toprakla sudan tasarruf edilmesi anlamına da geldiğinden uzun vadede hem ekonomik hem de tarım dostu gibi görünüyor. Ancak gene farklı bir açıdan bakalım. Yukarıda bitkileri zararlı böceklere karşı koruyan pestisit adı verilen ilaçların olduğundan, ancak bunların aynı zamanda bitkinin kendisine de zarar verdiğinden bahsetmiştim. Bacillus thuringiensis adlı bir bakteri yani mikrobun geni bitkiye aşılanarak bu bitkilerin pestisit kullanılmaksızın zararlı böceklere karşı korunması sağlanabiliyor. Zira bu mikrobun kendisi pestisit etkisinde yani bitki yüzeyindeki böcekleri öldürüyor ve yaşatmıyor. Bu noktadan bakıldığında bu tür bir çalışmanın yada bu tür bir aşılamanın gerçekten yararlı olduğunu söyleyebiliyoruz. Zira bitkiler pestisit gibi bitki ve çevre aşısından zararları olan kimyasallara karşı bir ölçüde korunmuş oluyor. Buna karşılık bu seferde başka tehlikeli bir durumla karşılaşıyoruz. Bu mikrobun aşılandığı bitkilerle kaplı tarım alanları demek, bir anlamda bu geniş alanların bu mikrop tarafından istilası demektir. İşte bu noktada bizleri yeni bir sorun bekliyor. Bacillus mikroplarının zararlı ve özellikle de insanlarda yapabilmesi muhtemel hastalıklarla mücadele şeklindeki bu sorun, örnek olarak verdiğimiz bu çalışmayı, götürüsü getirisinden daha büyük bir uygulama haline getiriyor.
Genetiği değiştirilmiş gıdalara etik yönden, örnek olarak dini yönden baktığımızda, gene bir örnekle açıklamaya çalışırsam, bazı bitkilere domuz genleri enjekte edilmesi gibi, biz müslümanların karşılaşacakları çirkin durumu bir düşünün. Diğer taraftan hayvanlara büyümelerini, hastalıklara dirençlerini artırmak ve yemden yararlanma kaabiliyetlerini artırmak amacıyla gen aşılanması durumlarında tüm bu olumlu etkiler elde edilirken, bu aşılanan genlerin hayvanların sinir sistemlerinde ve hormonal sistemlerinde yaptıkları tahribatla telef olabileceklerini tahmin etmek pek de zor değil.
Yapılan yeni çalışmalardan birisinde Brezilya fındığından bir gen soya fasulyesine aşılanıyor. Buradaki amaç, soya fasulyesinin mahsulünü artırmak ayrıca soyanın Brezilya fındığı kadar dolgun olmasını sağlayabilmek. Ancak unutulan bir nokta sonradan fark ediliyor. Bazı insanlar Brezilya fındığına karşı alerjik ancak bu fındıktan bir genin soya fasulyesine aktarılması ile aynı insanlar soya fasulyesine de alerji gösterir hale geliyorlar.
Genetik yapısı değiştirilmiş gıdalara endüstriyel açıdan baktığımızda, yukarıda verdiğimiz örnekleri ve olayın olumsuz etkilerini tamamen bir tarafa bıraktığımızı farz ederek durumu değerlendirelim. Bu teknolojiyi kolay kolay her ülke gerçekleştiremez. Zira gen teknolojisinin, bioteknolojinin ileri olduğu ülkeler bilgi ve techizat olarak bu tür uygulamaları yapabilecek durumdadır. Bu uygulamalar yaygınlaşmaya başladığında sadece gelişmiş ülkeler hatta gelişmiş ülkelerdeki bir kaç çok büyük, devasal teknolojik boyuttaki firmanın dünya geneline hakim olduğu bir tablo ortaya çıkacaktır. Bu çok doğal ve kaçınılmaz bir sonuçtur. Zira gelişmiş ülkelerde bile bu tür teknolojileri ticari boyutta uygulayacak firma sayısının fazla olmadığı dikkate alındığında, bu az sayıdaki büyük firmaların dünyayı özellikle tarımı kendi tekellerine alacaklarını rahatlıkla belirtebiliriz. Daha da ileriye gidecek olursak, gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelere bağımlılığı günümüzle karşılaştırılamayacak kadar artacaktır. Buda ülkeler ve toplumlar arasında zaten yakın olmayan mesafelerin daha da artması anlamına gelir ki evrenselleşmeye çalışan dünyamızda bu durum yeniden geriye gitme anlamına gelir.
Şu anda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin gıda anlaşmalarında genetik yapısı ile oynanmış gıdaların bu durumlarının mutlaka etiketlerinde belirtilmiş olması şartı bulunmaktadır. Ancak bunun uygulamada ne kadar geerli olduğunu sorarsanız cevabın hiç te olumlu olmadığını belirtmek zorundayım. İthalat ve ihracat aşamalarında henüz bu tür belirtmelere fazlası ile önem verilmemekte ve ülkeler arasında genetik modifiye gıda geçişleri maalesef olabilmektedir. Ancak bu, şu anda tükettiğimiz gıdaların hepsinin genetik modifiye gıda olduğu anlamına gelmemektedir. Nasıl ki hormonlu çileği hormonsuzundan dokusu ve büyüklüğü ile artık fark edebilir, şüphelenebilir hale geldik, kesin olmamakla birlikte genetiği değiştirilmiş gıdalardan da şüphelenebilmemiz mümkün. Zira bu uygulamalar önce de belirttiğimiz üzere sebze ve meyvelerin daha büyük olması amaçları ile yapılıyor. Bu bir kural değil ama, genellikle diyebiliriz. Bu nedenle siz gene normal boyutlarında olan, normal dokusunda olan sebze ve meyvelere önem verin ve bunları tüketmeye dikkat edin diyorum. En azından şu anda yapabileceklerimiz sadece bu olarak görünüyor.
Yukarıda anlattıklarımızın ışığı altında;
Genetik yapısı değiştirilmiş gıdalar;
Antibiyotiğe dirençlilik geliştirebileceğinden,
Alerjiye neden olabileceğinden,
Doğayı kirleteceğinden,
Doğanın zararlı mikroplarla kontamine olması riskine yol açacağından,
Bazı ülkelere olan bağımlılığı artıracağından,
Sadece ülke bazında değil, tarımın bazı büyük uluslararası bir kaç firmanın tekeline girmesi riskine yol açabileceğinden,
İstenmeyen maddelerin gıdalarla insana geçmesi neticesinde dini ve ahlaki yönden sakıncaları beraberinde getireceğinden,
Yapılan bu gen aktarımları canlılar(sebze, meyve, bitki, hayvan, insan, mikrop) arasındaki farklılıkları giderek azaltacağından,
Gıdalarla alınan bu aşılanmış genler(transgenic maddeler)insan ve hayvan bünyesinde özellikle sinir sistemi ve hormonal metabolizmada bozukluklar yapabileceğinden genetiği değiştirilmiş gıdalar zararlı bir potansiyel teşkil edebilmektedir.
Buna karşılık;
Orman mahsüllerini artıracağından,
Plastik üretimini artıracağından,
Atıkların daha kolay yok edilebilmesini sağlayabileceğinden,
Toprak ve enerji tasarrufu sağlayabileceğinden,