Yediğimiz içtiğimiz zehir
Sanayileşmenin getirdiği imkanlar sonucunda zirai ürünlerin üretim ve korunmasında birçok kimyasal madde kullanılmaya başladı. Bünyesinde zehir bulunduran bu maddelerin pek çoğunun insan vücuduna ve tabiata zarar vermesi sonucu alternatif tarım yöntemleri aranıyor.
Aslında bir çoğumuz bunun bilincinde; soframıza konan, ağzımıza götürdüğümüz bir çok yiyecek zehir ihtiva ediyor.
--------------------------------------------------------------------------------
Boğazımızdan midemize inen gıdalarla birlikte yavaş yavaş ölmeye de başlıyoruz. Buna rağmen bu gerçeği fazla önemsemiyor, dikkate almıyoruz. Eski insanların neden çok yaşadıklarını, bizimse neden az yaşadığımızı değerlendirirken zehirli yiyeceklerin etkisini kimse tartışmıyor. Bitkilerin zararlılardan korunması amacıyla kullanılan kimyasal ilaçlar insanlara zarar veriyor. Ilaçlar ani zehirlenmelere yol açmasalar bile gelip geçici ishallerden, karaciğer tahribatlarına, bağırsaklarda morarmalara, sinir sisteminin alt üst olmasına ve giderek kansere kadar uzanan bir dizi rahatsızlığa sebep oluyor.
Bütün dünyada tarım ürünlerinin korunmasına ilişkin çabalar, kimyasal ilaçlara bir alternatif üretilmesi noktasında yoğunlaşıyor. Nitekim biyolojik savaşın giderek ağırlık kazanması böylesi çabaların ürünü. Oysa işbaşına gelen bütün iktidarlar ilaçları savunma konusunda ağızbirliği ettiler.
Sanayileşmenin ve modern üretim tekniklerinin ortaya çıkardığı çevre kirliliği, sık sık kullanmak zorunda kaldığımız kavramları da beraberinde getirdi. Endüstriyel atıklar, hava kirliliği, ozon tabakasının delinmesi veya gürültü kirliliği, 20 sene öncesinde hiç bilmediğimiz ama şimdi kanıksadığımız kavramlardan bir kaçı.
Modern hayatta refah seviyesi artarken bir takım riskleri de beraberinde getiriyor. Insanoğlundaki daha çok kazanma hırsı, gıda üretiminde çevreye ve insan sağlığına zararlı ürünlerin doğmasına sebep oluyor. Işin üzücü olan bir başka tarafı ise; çevreyi tehdit eden, tabiatı daha yaşanılmaz bir hale sokan modern tarımın sebep olduğu kirlilik ve tehlikelerin ne yazık ki kolaylıkla fark edilememesi.
Tarımda uygulanan ve yoğun ürün almayı hedefleyen yöntemler yalnızca çevreyi değil, insan sağlığını da büyük ölçüde etkiliyor. Daha çok üretme hırsıyla kimyasal gübre ve ilaçlarla tahrik edilen, zorlanan ürünlerin insan vücudu üzerinde yaptığı zararlar ise kulaktan dolma bilgilerin ötesine geçmiyor. Tarımsal zararlılarla mücadelede de çoğu zaman bilgisizce yapılan uygulamalar ürünü belli bir seviyede korurken, ekolojik zincirde başka bir canlının hayatına da kastedebiliyor. Çevre kirliliği yüzünden yeryüzünde hergün 50 canlı türü yokoluyor. Insanoğlu, yoğun ve daha fazla ürün alma hırsı yüzünden, yozlaştırılan toprakla, yok edilmiş canlı türleriyle kalmıyor aynı zamanda kendi nesline de en büyük darbeyi vurmuş oluyor.
HER YIL 80 BIN KIŞI TARIM ILAÇLARINDAN ÖLÜYOR
Sanayileşmenin getirdiği imkanlarla tabiata, dolayısıyla tarımsal ve hayvansal üretime müdahalede bulunan Batı toplumu, tabiata verdiği zararın cevabını çok kısa bir sürede aldı. Sanayi devriminden bu yana 6 milyon kimyasal madde bulundu. Bilimadamlarına göre, ‘bugün insanlar kimyasal maddelerin oluşturduğu bir okyanus içinde yaşamak zorunda.’ Zira yaygın olarak kullanılan kimyasal maddelerden 2 milyona yakını tarımsal mücadelede kullanılıyor. Tarımda kullanılan suni gübrelerin ve kimyasal ilaçların etkisi kendini asit yağmurları, çevre zehirlenmeleri şeklinde gösterirken, tarımla uğraşan yüzlerce insan bu maddelerin sebep olduğu zehirlenmeler yüzünden hayatını kaybediyor. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan araştırmalara göre, her yıl 30 milyona yakın insan tarım ilaçlarından zehirlenirken, 80 bin kişi bu yüzden hayatını kaybediyor.
Zararları kesinlik kazanan suni gübrelerin insan sağlığı üzerinde kanser riski dahil birçok yan etkiye sahip olduğu bilim adamlarınca tesbit edilmiş bir gerçek. l950–60 yılları arasında Avrupa’da yapılan bir araştırmada suni gübrelerin sebep olduğu ve özellikle Ingiltere’de görülen ‘Mavi bebek’ hastalığının yüzlerce bebeğin ölümüne neden olduğu kayıtlar arasında yer alıyor.
Aynı şekilde, Avrupa’da üretici firma tarafından piyasadan çekildiği halde bazı Afrika ülkeleri ile birlikte Türkiye’de Çukurova yöresinde kullanılan ‘Temik’ adlı beyaz sinek zararlısı öldürücü ilaç, yanlış uygulamalar yüzünden yüzlerce insanın zehirlenmesine ve ölümüne sebep olmuştu. Çukurova’da kullanılan ilacın her yıl yaklaşık üç bin kişiyi zehirlediği tahmin ediliyor. Ancak, denetimi imkansız olan bu ilacın yanlış kullanımının hala devam etmesi bu konudaki bilinçsizliğin ve ciddiyetsizliğin tipik bir örneği. Sera üretiminin yoğun olarak yapıldığı Antalya’da ise toprağa her yıl 3 milyon litre kimyasal ilaç atılıyor.
Tarlalarda seralarda, bağ ve bahçelerde ürünü zararlılara karşı korumak, verimi artırmak için kullanılan tarım ilaçları, bilinçsiz ve hatalı kullanımın yanısıra etkisi henüz geçmeden ürünlerin satışa çıkarılması nedeniyle de tüketicilerin sağlığını olumsuz etkiliyor. Çeşitli genelge ve yasaklamalara rağmen gıdalarda hormon kullanımı günden güne artıyor. Kanserojen etkileri kanıtlanmış hormon ve insan sağlığına zararlı ilaçların bilinçsiz ve aşırı kullanımı sonucu memeli, içi boş ve kof domatesler, hormon püskürtülerek irileştirilmiş ve kimyasal ilaçlarla sarartılmış çekirdeksiz üzümler, azotlu gübrelerle yetiştirilmiş patlıcanlar, salatalıklar, biberler gibrellik asit kullanılarak olgunlaşması geciktirilmiş ya da hormonla hızlandırılmış çok küçük ya da çok iri meyveler manav tezgahlarını süslüyor.
INSAN SAĞLIĞININ ÖNEMI YOK
Birbirleriyle yarışan yabancı ilaç şirketlerinin ülkemize getirdiği ilaç sayısı 1000’in üzerinde. Bu ilaçlarının hepsi zehir. Dolayısıyla insan sağlığına direkt olarak etki ediyorlar. Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Özgür, bu noktada önemli bir konuya parmak basıyor. Kimyasal maddelerin bitkilerin hastalık ve zararlı etmenlere karşı korunmasında her derdin devası olmadığını hatırlatan Prof. Özgür, uzun vadede çözümler getirilmesini istiyor ve ekliyor: “Bilhassa yüksek yatırım ve yüksek teknolojinin uygulandığı bitki üretiminde, elde edilen ürünü zararlılara, hastalıklara ve yabancı otlara kaptırmamak için en çok tarım ilaçlarından faydalanılmaktadır. Bunların kullanımlarının azaltılması ve veya ortadan kaldırılması, bunlara alternatif zirai mücadele teknikleri geliştirmekle mümkündür. Ama her şeyden önce toplumumuz tüketim alışkanlıklarının ve zirai üründe kalite anlayışının ülkemizde değişmesi gerekir. Türkiye ekonomisi ise, henüz bu yolda öncülüğü üstlenecek güce sahip değil. Türkiye’de kullanılan pestisidlerin yüzde 60’ı Çukurova’da tüketiliyor. Ülkemize dünyanın her yanından ilaçlar geliyor. Bütün firmaların açık pazarı durumundayız. Alternatif olarak vakit geçirmeden biyolojik ve entegre savaşın geliştirilmesi gerekiyor.”
Parçalanması ve zararsız hale getirilmesi için uzun zaman gereken sentetik ilaçlar, kullanımından kısa bir süre sonra sofralara taşınarak insanları zehirliyor. Sebze ve meyvelerin yıkanarak yenmesi de bunların etkisini azaltmıyor. Özellikle turfanda sebze–meyvelerde bol miktarda hormon kullanıldığını da vurgulayan Prof. Dr. Faruk Özgür’e göre, ilaçların kullanımıyla ilgili şu önemli konuların dikkate alınması gerekiyor: “Hangi zararlıya hangi ilaç tavsiye edildiyse o ilaç kullanılmalı. Tavsiye edilen dozdan fazla kullanmak bitkiye fayda değil zarar verir. Özellikle Çukurova’da buna hiç dikkat edilmiyor. Ilaç kullanıldıktan sonra hasat için belli bir süre beklenmesi gerekiyor. Gerek bilerek gerekse bilmeden hasat yapılıyor. Erken hasat yapılan sebze ve meyveleri yiyen insanların hayatı tehlikeye giriyor. Ilaç artıklarıyla çevrenin kirlenmesi, içme suları ve drenaj kanallarının kirletilmesinin önüne geçilemiyor. Atıkların çevreye atılması hayatı riske ediyor. Koruyucu elbiseyi bile çok gören üretici, tüketicilerin yanısıra kendisinin ve işcisinin hayatını da önemsemiyor.”
ÜRETIMI YASAL KULLANIMI YASAK ILAÇ TÜRKIYE’DE
Işin garip ama ilginç bir yönü de Avrupa ve ABD’de üretimi yasal ancak kullanımı yasak tarım ilaçlarının Türkiye’de kullanılıyor olması. Dinosep, naloxfob, nuarimol ve protniopnos etken maddeleri içeren tarım ilaçları Türkiye’de ençok kullanılan ilaçlar arasında yer alıyor. Uluslararası çevreci örgütlerin savaş açtığı tarım ilaçları ve etken maddeleri piyasada şu isimlerle satılıyor:
NALOXFOB etken maddesi: Trimidal, Rugiban, Gallant. Özellikle sebze ve meyvelerde kullanılan tarım ilacı. Bitkinin yabancı otlardan temizlenmesini sağlıyor, ancak sebze ve meyvenin üzerinde kalıntılar kalıyor.
NUARILOL etken maddesi: Dow Elanco. Sebze ve meyvelerde küllenme hastalığına karşı kullanılıyor. Türkiye’de üzüm bağları en fazla bu maddeyle ilaçlanıyor.
PROTNIOPNOS etken maddesi: Takutnion 500 EC Meyve ve sebzelerde özellikle seracılıkta kullanılıyor.
CARBARYL etken maddesi: Hektenin, Dinifrobitül temol.
DINOSEP etken maddesi: Gebutox, Vintox, Nenosep, Dinotox, Takiltox. Kış meyvelerinin üretiminde kullanılan ilaç, bitki üzerindeki haşereleri boğarak öldürüyor. Meyvelerin üzerinde kalan ilaç insan sağlığı açısından büyük tehlike oluşturuyor.
Elmada kullanılan Diazinon, Ethinon, EPN, Parathion ve Endosulfan adlı ilaçlar zehirlenme ve mide bulantısına neden oluyor. Patlıcanda kullanılan Endosulfan, Toxaphane ve Diazinon mide bulantısına yolaçıyor. Fasulyede Diazinon, Bakıroksit ve Toxphane, iştahsızlık ve başdönmesi yapıyor. Salatalıktaki Primicarp, Amitraz, Aldicarp ve kükürt göz karartıyor. Biberde kullanılan Bromaphos ve EPN karın krampı ve aşırı terleme etkilerine sebep oluyor. Baklada kullanılan Primacard ve Diazinon mide bulantısı ve baş dönmesine neden oluyor. Portakalda kullanılan Toxaphene ve Ethinon yine mide bulantısı ve iştahsızlığın nedeni.
Bazı ilaçlarla ilgili yapılan deneylerde şu etkiler saptanmış:
Acephate: Kanser yapıcı etki
Captan: Duodenumda kanser
Chlordimeform: Mesane kanseri
Chromazine: Melanin’in (cildin renklenmesi ile ilgili etken madde) yapısına girerek kanserojen etki
Daminozide: Kanser yapıcı etki
Diocofol: Kanser yapıcı etki
Dithiocarbamate: Tiroid kanseri
Lindane: Karaciğer kanseri
Trifluralin: Kanser yapıcı
ALTERNATIF; EKOLOJIK TARIM
Sanayi devriminden sonra meydana gelen çevre kirlenmesine karşı ilk duyarlılık çevreye en büyük tahribatı yapan Batı’dan geldi. Bu belki de bir mecburiyetti. Asit yağmurlarıyla yokolmaya yüz tutan ormanlar, suni gübreler ve asitlerle kirlenen içme suları, CFC gazlarının atmosferde sebep olduğu tahrip, petrol türevi maddelerin çevreye verdiği zarar ilkönce Avrupa’yı tehdit etmeye başladı. Bu kimyasal maddelerin olumsuz etkilerinin insan üzerinde ve çevrede görülmeye başlamasıyla ekolojik tarım olarak adlandırılan ve doğal dengeyi koruyarak üretim yapmayı hedefleyen bir üretim biçimi gündeme geldi.
Ekolojik tarım sistemi, modern tarım teknolojisinin varlığını inkar etme veya hiçbir kimyasal ilaç ve gübre kullanılmaması değil. Ancak klasik tarım ile kıyaslandığında daha az dış tarımsal girdilerin kullanıldığı, fakat daha çok biyolojik yoğunluğun yer aldığı alternatif bir tarım şekli. Yalnızca ürünün üretim aşamasında değil, depolanması, ambalajlanması, satılması aşamalarında da bu dengenin değerlendirildiği dikkate alındığında tüketiciye gerçekten doğal ürünler sunulduğu ortaya çıkıyor. Dünyada 50’den fazla ülkede 300’den fazla organizasyonun başını çektiği ekolojik tarım Türkiye’de de gelişmeye başladı.
Avrupa bugün, kimyasal maddelerden uzak ürünler kullanmayı tercih ediyor. Yalnızca gıda maddeleri değil, giydiği elbisenin pamuğunun kimyasal artıklardan uzak olması konusunda bile dikkatli. Bunu yaparken, kendi topraklarında yetiştiremediği ürünleri dünyanın diğer bölgelerinde kendini temsil eden organizasyonlarla elde etmeye çalışıyor. 1985 yılından bu yana ülkemizde de faaliyete geçen bu uluslararası şirketlerin organize ettiği çiftçilerimiz; onlar için ekiyor, besliyor ve üretiyor. Avrupa için üretilen Antep fıstığı, armut, ayçiçeği, buğday, ceviz, çam fıstığı, domates, elma, erik, fasulye, fındık, haşhaş, kayısı, nohut, pamuk, pirinç, susam, üzüm, vişne, incir ve zerdali başta olmak üzere yaklaşık 75 kalem malın ihracatımızda çok büyük bir değeri yok ancak, bu rakamın yaş sebze ve meyve çeşitliliği ile artacağı tahmin ediliyor. Çünkü dört iklimin yaşandığı Türkiye coğrafyasından sonuna kadar yararlanmayı düşünen Avrupa’nın ekolojik kuruluşları, bu yönde çalışmalara ağırlık vermiş durumdalar. Kontrol ve danışmanlık hizmetleri sunan bu kuruluşlar, ürünlerin pazarlanmasında da büyük kolaylıklar sağlıyor. Ekolojik tarım üzerine çalışan çiftçilere, bu yöntemle üretim yaptıkları için belli bir oranda prim veriliyor.
IÇPAZARDA HORMONA DEVAM
Yıllık 20 milyon marklık bir gelirin elde edildiği bu tarımdan ne yazık ki iç pazarımız faydalanamıyor. Üretilen bütün maddeler, dış piyasaya pazarlanıyor. Avrupalı için toprağımız kullanılıyor. Ancak bunun sevindirici iki ayrı sonucu var: Birincisi, mutlaka ekolojik tarıma yönelen gelişmiş ülkelerin pazarında Türkiye de yer alabiliyor. Ikincisi ise, devamlı iletişimle gündeme gelen ekolojik tarım ülkemizde de gündeme gelecek ve toplumun duyarlı hale gelmesine vesile olabilecek.
Ülkemizde danışman şirket olarak hizmet veren Rapunzel adlı kuruluşun Türkiye Temsilcisi Ziraat Yüksek Mühendisi Atila Ertem, şirketin sonbahara doğru Izmir ve büyükşehirlerde satış reyonları açacağı müjdesini veriyor. Evinde serada yetişen hiçbir maddenin tüketilmediğini dile getiren Ertem, eskiden evlerde bulunan doğal ortamlarda yetişmiş besin maddelerinin artık Avrupalı tarafından aranır hale geldiğini vurguluyor: “Benim evimde kesinlikle sera yiyecekleri bulunmaz. Mecbursam, kışlık yiyeceklerden alırım. Ve öncelikle yaz aylarından itibaren kışlık malzemelerimi kurutarak ya da konserve halinde saklarım. Şirketimizin ürettiği yiyecekleri almaya çalışıyorum. Ancak bütün yiyeceklerde bu tür bir yönlendirmeye gidemedik. Insanlar, tükettikleri yiyeceklerdeki kimyasal artıkların meydana getirdiği zararları bir bilseler kesinlikle kullanmazlardı. Insanları bu konuda daha hassas olmaya çağırıyorum.”
Ekolojik tarımın başlangıçta üründe düşüşe sebep oluyor gibi görünmesi ve daha çok kiloda değil, kalitede artışın dikkate alınması yüzünden fiyatlar daha yüksek. Bu nedenle iç piyasaya sunulsa dahi öncelikle alım gücü yüksek kesimlere hitabedebilecek olan ekolojik tarım ürünleri, sağlıklı beslenmek isteyen alt kesimin uzun süre hayallerinde bile olmayacak.
1984 yılında organik tarım ürünleri üretimi yapmaya ve danışmanlık hizmetleri vermeye başlayan yabancı firmalar, Türk şirketlerine de öncülük etmişler. Günümüze kadar ülkemizde şu yabancı şirketler hizmet vermiş:
Rapunzel, Neuform, Morgenland, Ricketsan, Luffa, Weber (Almanya), Good Food Foundation, Horizon, Stolp (Hollanda), Sunta, Buob (Isviçre),Vijaya Y (Fransa), Urtekram (Danimarka), British Community Foods (Ingiltere). Türkiye’de açtıkları şubelerle danışmanlık hizmeti veren kuruluşlar ise şunlar: Rapunzel, Neuform, Morgenland ve Good Food Foundation. Kontrol ve sertifikasyon işlerinde çalışan ve danışmanlık hizmeti de veren firmalar ise şu isimlerden oluşuyor: Skal (Hollanda), IMO, VSBLO (Isviçre), Ecocedt, Naturland, GNN, Demeter, Neuform (Almanya).
Bu sahaya el atan Türk şirketleri yurtdışı ile yaptıkları işbirliği sayesinde azımsanamayacak mesafe katetmişler: Nazlı, Nimeks, Şen, Işık, Selçuk Gıda, Kadıoğlu, Gabay, Pagysa, Pako, Beşikcioğlu, Pağmat, Tariş (Izmir); Nukkat (Alanya); Yıldırım (Aydın); Melita Can, Kanat (Malatya); Durak Ticaret, Aysan (Ordu); Yılmazlar, Hateks (Hatay); Ceytaş (Ceyhan).
EKOLOJIK TARIMIN HEDEFI INSAN
Ekolojik tarım insanlara, modern dünyanın mecbur bıraktığı beslenme tarzından bir kaçış fırsatı sunmayı hedefliyor. Özellikle Avrupa kendi topraklarında yetişmeyen ürünlerin yetiştiği ülkeleri seçiyor ve gerektiğinde üretimi yönlendiriyor.
Ekolojik tarımın yanlış anlamalara sebep olmaması için kapsamının bilinmesi gerekiyor; üretimin kendi haline bırakılması, bitkinin gübrelenmemesi, budanmaması, gerekli bakımın yapılmaması ve yeri geldiğinde ilaçlanmaması değil. Fakat yöntem, belli bir metodla kimyasal zararları bilinen faktörleri kullanılmamayı içerir. Her ülke ve her bölgeye göre değişik adaptasyonların dikkate alınması gereken ekolojik tarımda, doğayla uyumlu üretim, tarımın kapalı bir sistem içinde yapılması ve üretimde münavebenin olması dikkat çeker. Gübrelemede, kolay çözünen mineral gübrelerin kullanımından vazgeçilip, yerine, işletmenin kendi gübrelerini, kullanma, özenli toprak işleme, yeşil gübreleme ve münavebe (değişim–dönüşüm) ile toprağın verimliliğinin muhafazası ön plana çıkar.
Gübrelemede hedef, bitkinin gübrelenmesi değil, toprağın gübrelenmesidir. Çünkü, insan sağlığı üzerinde dolaylı etkilere sahip olan suni gübreler, tarımda toprağın tuzlulanma ve alkalilenme ile çoraklanmasına sebep olur. Devamlı ve aşırı suni gübreleme sonucunda toprağın yapısı tarıma elverişsiz duruma gelir ve bu toprağın erozyona karşı dayanıklılığını azaltır. Ve özellikle, bu tür gübreler, bitkilerde ‘eroin bağımlılığı’ türünden bir ihtiyacı doğurur. Uzun vadeli tarımda bu, tarım girdilerinin artmasına, ve daha fazla ilaç ve gübre kullanımına sebep olur.
Ilaçlamada ise; kimyasal–sentetik, insektisit (böceköldürücü), fungusit (mantar öldürücü)ve herbisit (yabancı ot öldürücü) kullanımı iptal edilir. Bunların yerine, dayanıklı, sağlıklı tohum ve bitki çeşitlerinin seçimi, ekolojiye uygun tarım yapılması, bitkinin ve toprağın verimliliğini ve direncini artırıcı doğal bitki ekstraktlarından elde edilen ürünlerin kullanılması, yabancı ot kontrolünde mekanik yöntemlerin temiz tohumların kullanılması, hastalık ve zararlılara karşı biyolojik kontrol yöntemlerinin ve faydalı böceklerin kullanılması ön plana çıkar.
UĞURBÖCEKLERI UĞUR GETIRIYOR
Ekolojik tarımda; zararlılarla mücadelede hayvansal faktörlerden de faydalanılıyor. Halk arasında uğur böceği olarak bilinen böceğin ergin hali ve yavrusu, bitkiye zarar veren küçük beyaz böceklerle besleniyor. Ülkemizde de bir süredir kullanılan uğur böcekleri, ekolojik tarımın önemli unsurlarından birini oluşturuyor. 1990 yılında Sovyetler Birliğ’inde üretimi yapılan bir grup uğurböceğinin Türkiye’ye göçmesi sonrasında çiftçiye 45 milyar liralık kazanç sağladığı basına akseden haberler arasında yer almıştı.
Nurhayat Bayturan (Ekolojik tarım yapan IMO Türkiye Temsilcisi):
Ekolojik tarım Türkiye'ye yeni geliyor
Çocuklarımıza bir zamanlar belki de halen sahip olduğumuz gibi verimli topraklar, sağlıklı bitkiler hayvanlar bırakabilecek miyiz? Yaptığımız tarımla ürettiğimiz ürünler insan sağlığına ne derece uygun? Kullandığımız kimyasal maddelerle çevreye verdiğimiz zararın ne kadar farkındayız? Bütün bunların sorgulanması gerekiyor.
Çevreye duyarlı Avrupa ülkelerinin uzun bir süredir geliştirdikleri ekolojik veya organik tarım adıyla bilinen yöntemle daha bilinçli bir üretime doğru gidildiği söylenebilir. Bu bilinçlenme ülkemizde de gelişmeye başladı. Türkiye’deki ekolojik tarım Avrupa’daki gibi çiftçi bazında başlamadı ancak, yaptığımız işin toprağa yaptığı katkılar, üründen elde edilen verim anlatıldığında genel kabul görüyor. 1986 yılından beri Türkiye’de çalışan bir şirket olarak kontrol ve sertifikasyon aşamasında yer alıyoruz.
Ithalat şirketinin Türkiye’de birlikte çalıştığı firmadan eko–ürün talebinde bulunmasından sonra, ilgili firma bu ürünün yetiştiği bölgelerde araştırma yapar ve bu üretimi yapabilecek üreticilerle anlaşır. Üretici listesini veya tarımsal işletme listesini kontrol organına verir. Bu liste kontrol organına sadece bir öneri niteliğindedir. Bağımsız çalışan kontrol organları, ekolojik üretim yapan işletmeden başlamak üzere ürünün her aşamasında, son pakete veya ambalaja girinceye kadar kontrol eder. Her kontrol ziyareti sonucunda bir rapor yazılır ve bu raporlar kontrol organının ilgili komisyonunda değerlendirilir ve nihayetinde sonuç pozitif ise AT sertifikası verilir. Bu sertifika ile ürünün ekolojik olduğu garanti edilmiş olup, ekolojik olduğuna dair etiket taşıyabilir. Eğer herhangi bir organizasyonun sertifikası arzu ediliyorsa, o zaman kontrol raporları bu organizasyonun ilgili komisyonuna gönderilir ve onlar tarafından değerlendirilir ve sonuçta sertifika verilir.
Biz kontrol kuruluşu olduğumuz için danışmanlık hizmeti vermiyoruz, ancak yeri geldiğinde insanlara bu tarımın yöntemlerini ve faydalarını anlatmaya çalışıyoruz.