ISLAHAT FERMANI
Tanzimat fermani yeterli bulunmayarak, gayr-i müslimlere daha fazla haklarin verilmesi için 1856'da yayinlanan ferman. Gül hâne Hatt-i hümâyûnu gibi, imparatorlukta yapilmasi kararlastirilan yeni bir düzenin program ve prensiplerini içine alir. Bu ferman esâs olarak Tanzîmât hükümlerini tekrarlayan, onlari açiklayan ve genisleten bir fermandir.
Rusya, Avrupa siyâsetinde te' sirli bir rol oynamaya basladiktan sonra, Osmanli Devleti'ni tasfiye ederek sicak denizlere inmegi ana siyâseti kabul etmisti. Bu gayesine erisebilmek için devletlerarasi münâsebetlerin ortaya çikardigi imkânlara göre; ya Osmanli topraklarini Rus imparatorluguna katacak, bu olmazsa ayni topraklari alâkali Avrupa devletleriyle paylasacak, bu da olmazsa, Osmanli arazisi üzerinde muhtar veya müstakil devletler kurulmasini saglayip, bunlari yeri geldikçe kontrolü altina alacakti. Ilk iki yol imkânsiz göründügü için Rusya bilhassa üçüncü yolu seçip, faaliyetlerini yogunlastirdi. Bu gayenin tahakkuku için Osmanli Devleti içerisindeki Ortodoks tebeayi himaye etme ve imtiyazlarini çogaltmak isteklerinde bulundu. Diger taraftan, Rusya'nin sicak denizlere inmesini, bilhassa Akdeniz'e inerek Hindistan yolunda tehlike teskil etmesini istemeyen Ingiltere de Ruslara karsi çikiyor ve Osmanli Devleti'ni destekler görünüyordu. Böylece bir taraftan Ruslara mâni olurken, diger taraftan Osmanli Devleti'ni Ruslarla mesgul ederek Hindistan'da serbestçe hareket ediyordu. Fransa ise; Avrupa siyâsetinde Rusya ve ingiltere'den geri kalmak istemiyor, Rusya'nin Akdeniz'e inmesinin Fransizlarin buradaki ticâretine sekte vuracagini düsünüyordu. Bu maksatla Osmanli Devleti'ni Ruslara karsi destekliyordu. Diger taraftan da Osmanli Devleti içindeki Katoliklerin hâmiligine tâlib oluyordu. Iste bu siyâsî atmosferde 1854 senesinde çikan Osmanli Rus harbinde, Avrupa devletleri Osmanli kuvvetlerinin yaninda yer aldilar.
Ingiltere, Fransa ve Avusturya daha Nisan 1855'de Viyana'da Kirim savasi sonrasinda yapilacak andlasmanin esaslarini görüserek bâzi kararlar almislar ve 16 Aralik 1855'de bir andlasmaya varmislardi. Bu kararlar dört madde olup, Avusturya imparatorunun ültimatomuyla çara bildirildi. Bu kararlarin dördüncü maddesi; "Osmanli memleketlerinde bulunan hiristiyan tebeanin haklari, pâdisâhin istiklâl ve hâkimiyetine asla dokunulmamak sartiyla tasdîk olunacak, pâdisâh bu hususta Rusya'nin muvafakatini îcâb ettiren bir taahhütte bulunacak" idi. Bu maddede de görüldügü üzere Osmanli ordusunun kazandigi zafer bile, gayr-i müslimlere imtiyaz sebebi oluyordu. Rusya, kurulacak Avusturya, Fransa, ingiltere ittifaki tehlikesi karsisinda bu kararlari kabul etti. Osmanli hükümeti, kendi hiristiyan tebeasi ile ilgili maddenin devletin iç islerine karisma anlamina gelecegini bildirerek, 16 Aralik tarihli kararlar arasinda yer almamasina çalisti ise de basarili olamadi. Neticede bu maddenin programlastirilmasi için su tezler ortaya atildi. Rus tezi: "Osmanli Devleti sinirlari içinde yasayan hiristiyanlarin hak ve imtiyazlari Avrupa devletlerinin müsterek garantileri altina alinmalidir." ingiliz tezi: "Tam ölçüde bir din serbestligi ve hukuk esitligi saglanmalidir." Fransiz tezi: "Müslüman tebea ile hiristiyan tebea arasinda cemiyet, haklar, vergiler, millî egitim ve devlet me' murluklarina geçme bakimindan sürüp gelen farklar, bir ferman ile kaldirilarak Gülhâne hattinda isaret edilen tebea esitligi tam manâsiyla gelistirilmelidir." Bâb-i âlî, Rusya'nin teklifini, hükümranlik haklarina müdâhale, ingiliz teklifini de islâmiyet'i küçültücü gördügü için, Fransiz teklifini kabul etti. Ayrica yapilacak Paris konferansinda Ruslarin gayr-i müslimler konusunda bir istekleri ile karsilasmak istemiyordu. Fransiz tezinin kabulü üzerine, bunun bir ferman hâline getirilmesi Bâb-i âli'ye birakildi.
Alî Pasa hükümeti tarafindan îlân edilen bu fermanin hazirlanmasinda Ingiliz ve Fransiz elçileri de bulunmustu. Bu sekilde hazirlanan ferman, Paris konferansindan önce, 28 Subat 1856'da Bâb-i âli'de Islâhat hatt-i hümâyûnu adiyla devlet erkâni, seyhülislâm, patrikler, hamambasi ve cemâatlerin ileri gelenleri önünde okunarak îlân edildi. Otuz bes maddeden meydana gelen fermanin getirdigi önemli hususlar özetle sunlardi:
1- Tanzimat fermani ile degisik din ve mezheplerdeki bütün tebeaya verilen te'minât, bu fermanla yenilendiginden, bunlarin uygulamasi için gerekli tedbirler alinacaktir.
2- Müslümanlar ile müslüman olmayanlar kânun önünde esit olacaklardir.
3- Patrikhanelerde yeni meclisler kurulacak ve bu meclislerin verecekleri kararlar Bâb-i âlî tarafindan onaylandiktan sonra yürürlüge girecektir.
4- Patrikler kayd-i hayat sartiyla bu makama seçileceklerdir.
5- Cemâatlerin ruhanî reislerine verdikleri cevâiz ve avâidât tamâmiyle kaldirilarak hepsi maasa baglanacaktir.
6- Sehir ve kasabalarda bulunan azinliklara ait kilise, manastir, mezarlik, okul ve hastahâne gibi yerlerin tamir veya yeniden yapilmasina izin verilecektir.
7- Hiç kimse din degistirmeye zorlanmayacaktir.
8- Devlet hizmetlerine, askerlik görevine ve okullara bütün tebea esit olarak kabul edilecektir.
9- Irk, din, dil, farki gözetilmeyecek ve hiç bir mezheb digerine üstün sayilmayacaktir.
10- Bütün toplumlar okul açabilecektir.
11- Hangi uyruktan olursa olsun her vatandasin esit ve serbest sekilde ticâret ve ekonomik girisimlerde bulunmasi saglanacaktir.
12- Müslümanlar ile gayr-i müslimler arasindaki dâvalari görmek üzere, karisik mahkemeler kurulacaktir.
13- Yabanci devlet ile yapilacak andlasmalar geregince yabancilar da Osmanli Devleti sinirlan içerisinde mülk sahibi olabileceklerdir.
14- Her cemâatin ruhanî reisiyle, devlet tarafindan bir sene müddetle tâyin edilecek birer me' muru, bütün tebeayi ilgilendiren mes'elelerde Meclis-i vâlâyi ah kâm-i adliye müzâkerelerine istirak ettirilecektir.
Islâhat fermani da, maddelerinden anlasilacagi üzere Tanzimat fermani gibi Osmanli imparatorlugu içerisindeki gayr-i müslimleri, özellikle hiristiyanlari müslümanlarla ayni haklara kavusturmayi esas almistir. Bu iki fermanin görünürdeki gayeleri, bütün Osmanli toplumunu; irk, din ve dil ayrimi gözetmeden kaynastirmayi saglamak idiyse de tatbiki aksi oldu. Bu ferman, gayr-i müslimlerle müslümanlari kaynastirmak söyle dursun, çesitli gayr-i müslim unsurlarin hattâ ayni mezhepten olan çesitli irklarin bile birbirleriyle bir arada yasamalarini saglayamadi.
Bu ferman, konu olarak, sâdece müslüman olmayan uyrugun ayricaliklarini genisletmistir. Nitekim Tanzimat'in ve arkasindan 1856 Islâhat fermaninin getirdigi yeni haklarla, Osmanli tebeasi içindeki gayr-i müslimlerin durumu müslümanlara nazaran çok daha iyi bir duruma geldi. Avrupa'nin himaye siyâseti sayesinde büyük ekonomik güce sâhib olan azinliklar, yavas yavas siyâsî haklara da kavusuyorlardi. Artik resmen millet terimiyle tanimlanan dînî cemâatlerin gelisme ve genisleme imkânlari artmis bulunuyordu. Öte yandan Avrupa devletlerinin, Osmanli hükümetini böyle bir fermani îlâna mecbur birakmasi, kendilerine siyâsî, ekonomik, hukukî ve kültür alanlarinda yeni çikarlar saglamayi hedef aliyordu. Ingiltere, Kirim savasi ile Ruslarin sicak denizlere inmesini önlemis, Fransa da Akdeniz ticâretini emniyete almis, ayrica Katoliklerin hâmiligini üzerine almisti. Rusya ise savasta kaybettigini bu fermanla masa basinda kazanmisti. Ayrica Alî Pasa'nin bu fermani Pâris and lasmasi maddeleri içinde yer almasini istemesi, batili devletlerin iç islerimize müdâhalesine imkân verdi.
Islâhat fermani, Gülhâne Hatt-i hümâyûnu gibi sessizlikle karsilanmamis ve çesitli yönlerden elestirilmistir. En büyük elestiriyi Fransiz elçisi; "Devlet-i âliyyenin bu kadar fedâkârlik edecegini me' mûl etmez idik (ummazdik). Can ning (Ingiliz elçisi) ne dediyse vükelâyi devlet-i âliyye (Osmanli devlet adamlari) kabul etti. Eger biraz dayanilmis olsaydi, ben bâzi mertebe kendilerine yardim ederdim" diyerek olmamasi gereken bir gafleti dile getirmistir. Cevdet Pasa da; "Bu Islâhat fermanindan dolayi rnillet-i islâmiyye dilgîr (gönlü kirik) olarak vükelâyi hâzirayi fasi ve mezemmet (kötüler) oldular" diyerek fermanin nasil karsilandigini ifâde etmektedir. Hâriciye nâzin Fuâd Pasa ise aksine bu belgenin andlasmaya konulmasi ile yabanci müdâhalenin önlenecegini savunmustur.
Islâhat fermaninda gayr-i müslim vatandaslarin lehine oldugu kadar, onlari tedirgin eden hükümler de bulunmakta idi. Askerlik mükellefiyeti, Fâtih devrinden beri bahsedilen dînî imtiyazlarla muafiyetlerin yeni sartlar dâhilinde tedkîki, papazlarin öteden beri cemâatlerinden almakta olduklari haraç ve keyfî aidatin ilgâsiyla ayliga baglanmalari ve bütün ruhanî reislerin sadâkat yeminiyle mükellef tutulmasi gibi esaslar, onlara çok agir gelen hükümler idi. Bu yüzden müslümanlar kadar gayr-i müslimlerde (Tanzimat fermaninda oldugu gibi) Islâhat fermaninin aleyhinde bulunmuslardir. Devlet içerisinde bu sekilde karsilanan Islâhat fermani, uygulamada da bir çok güçlüklerle karsilasti. Bunlar, Osmanli Devleti'nin yapisi, Avrupa'nin siyâset, cemiyet ve ekonomi alaninda geçirdigi gelisme ve Paris andlasmasina imza koyan devletlerin islerine karismalarindan doguyordu. Bu sebeble de bâzi hükümleri kagit üzerinde kaldi.
Mustafa Resîd Pasa tarafindan hazirlanan Tanzîmât fermani ile onun yetistirmesi Alî Pasa tarafindan hazirlanan Islâhat fermani arasindaki fark, hazirlik safhasinda kendisini gösterir. Tanzîmât fermani hazirlanirken açik bir yabanci te'siri görülmezken, Islâhat fermani Alî Pasa ile istanbul'daki Fransiz ve Ingiliz elçileri arasinda kararlastirilmistir. Gülhâne hatt-i hümâyûnu, yayinlandiktan sonra yabanci elçilere sâdece bilgi edinmeleri için bildirildigi hâlde, Islâhat fermani Paris konferansina katilan devletlere, Paris andlasmasinin bir maddesinde isaret edilmek için gönderilmisti. Bu durum, Osmanli Devleti'nin iç ve dis siyâsetinde bir yabanci müdâhalesine yer vermisti.
Bâzi bati tarzi kuruluslarin ülkeye girmesi ile cemiyetteki kurulus ve anlayis farklilasmasi, islâmi müesseselerin yaninda bati taklitçisi bir anlayis ve bati taklidi kuruluslarin te'sisine sebeb olmustur. Tanzimat ve Islâhat fermanlari devletin çöküsünü engellemesinde hiç bir müsbet te'siri olmamis, aksine ülkedeki tebea ve cemiyetler arasinda yeni ve daha büyük problemlerin çikmasina zemin hazirlamistir.
Meselâ Suriye'de büyük bir galeyan basladi. Arkasindan 1858'de Cidde'de müslümanlar ile hiristiyanlar arasinda çatisma çikti. Fransiz ve ingiliz konsolostan öldürüldü. Bunun üzerine ingiliz ve Fransiz donanmalari Osmanli Devleti'ne sormadan sehri bombaladilar. Faillerden on kisiyi yakalayarak idam ettiler. Cidde bir Osmanli topragi idi. Bagimsiz bir devletin topraklarinda islenen bir suçun failini ancak o devletin cezalandirmasi milletlerarasi bir kaide, teamül oldugu hâlde, batili devletlerin buna aldirdiklari bile yoktu. Nihayet, Lübnan'da dabüyük bir isyan patlak verdi. Uzun mücâdelelerden sonra 9 Haziran 1861'de "Lübnan Nizâmnâmesi" imzalandi. Buna göre; hiristiyan bir valinin baskanliginda Lübnan muhtar eyâlet hâline getirildi. Böylece Islâhat fermani batili devletlerin istedigi, meyveleri vermeye basladi.
TANZIMAT FERMANI
3 Kasim 1839'da Sultan Abdülmecid'in sadrazami Mustafa Resid tarafindan Gülhane Parki'nda yabanci devletlerin elçileri ve büyük bir halk toplulugunun huzurunda okunan, kisilerle devlet arasindaki iliskilere hukuki yönden yenilikler getiren, seriata dayanan eski yasalari tamamen degistirmeyi öngören, Tanzimat-i Hayriye adi verilen islahat hareketinin siyasal ve hukuki yönden teminat altina alan belge.
Yeniçeri Ocagi'nin bozulmaya baslamasi nedeniyle Sultan II. Mahmud döneminde baslayan yenilik hareketleri ve Sultan Abdülmecid'in tahta çikar çikmaz islahat hareketine devam etmek amacinda oldugunu göstermesi Osmanli Devlet yapisindaki degismin baslangiciydi. Sadrazam Mustafa Resid Pasa, Gülhane Hatt-i Hümayununu Padisah adina kaleme almis; devlet ve birey arasindaki iliskilerde devletin modernlestirilmesi amacina dayanan temel ilkeler kabul ve ilan edilmistir. Tanzimat Fermani'nin tam metni söyledir ;
Herkesin bildigi gibi, devletimizde, kurulusundan beri Kuran'in yüce hükümlerine ve seriat yasalarina tam uyuldugundan, ülkemizin gücü ve bütün tab'asinin refah ve mutlulugu en yüksek noktaya çikmisti. Ancak, yüz elli yil var ki, birbirlerini izleyen karisikliklar ve çesitli nedenlerle seriata ve yüce yasalara uyulmadigindan evvelki kuvvet ve refah, tam tersine zayiflik ve fakirlige dönüstü. Oysa, seriat yasalari iel yönetilmeyen bir ülkenin varligini sürdürebilmesinin imkansizligi açik seçik ortadadir.
Tahta geçtigimiz mutlu günden bu yana bütün çabalarimiz, hep ülkenin kalkinmasi, ahalimiz ve fakirlemizin refahi amacina yönelik oldu. Eger, yüce devletimize dahil ülkelerin cografi konumu, verimli topraklari ve halkinin yetenekleri gözönünde tutularak gerekli girisimler yapilirsa, yüce Tanri'nin yardimi ile, bes-on yilda kalkinabilecegimiz söz götürmez.
Ulu Tanri'nin yardimina ve Peygamberimiz hazretlerinin ruhaniyetine siginarak, yüce devletimizin ve ülkemizin iyi bir biçimde yönetilmesi için bundan böyle bazi yeni yasalar çikarilmasi gerekli görüldü.
Söz konusu yasalarin basinda can güvenligi; irk, namus ve malin korunmasi; vergi toplanmasi; halkin askere alinip silah altinda tutulma süresi gibi hususlar gelmektedir. Söyle ki; Dünyada can, irz ve namustan daha kiymetli birsey yoktur. Bir insan bunlari tehlikede görünce, yaradilistan kötü olmasa bile, canini ve namusunu korumak için olmadik çarelere basvurur. Bunun devlet ve memlekete zarar verecegi açiktir. Buna karsilik, can ve namustan emin olan bir kimse sadakat ve dogruluktan ayrilmaz, isi ve gücü ile devletine ve milletine yararli olur.
Mal güvenliginin olmadigi yerde ise kimse devlet ve ulusuna isinamaz, ülkesinin yükselmesi ile ilgilenmez, hep korku ve üzüntü içinde yasar. Buna karsilik, malindan, mülkünden emin olmadigi zaman hep kendi isi ve isinin genisletilmesi ile ugrasir. Devlet ve millet gayreti, vatan sevgisi kendisinde her gün artar.
Vergi konusuna gelince: Bir devlet, ülkesini korumak için askere ve gerekli öbür masraflara muhtaçtir. Bu, para ile olur. Para, tab'adan toplanacak vergiler ile olustugundan bunun en iyi sekilde toplanmasi gerekir.
Evvelce gelir sanilmis olan "yed'i vahit" belasindan ülkemiz hamdolsun, kurtulmussa da yikici bir yöntem olup hiçbir zaman yararli sonuç dogurmamis olan iltizam usülü hala sürüyor. Bu, ülkenin siyasi islerini ve mali konularini bir adamin keyfine, hatta cebir ve zulmüne teslim etmek demektir. Bu adam iyi bir insan degilse hep kendi çikarina bakar, bütün davranislarinda kötülüge, zulme yönelir. Bu nedenle, ülkemiz insanlarinin her biri için, malina ve gelirine göre bir verginin saptanmasi ve kimseden bundan fazla birsey alinmamasi gerekir. Yüce devletimizin karada ve denizdeki askeri masraflari ile öbür masraflari yasalarla belirlenip sinirlandirilmali ve uygulama ona göre yapilmalidir.
Askerlik de, yukarida belirtildigi gibi, önemli konulardan biridir. Ülkenin korunmasi için asker vermek halkin baslica borcudur. Fakat, bir memleketin mevcut nüfusuna bakilmaksizin, simdiye kadar yapildigi gibi, kiminden tahammülünden çok, kiminden az asker alinmasi hem düzesizlige; hem tarim, ticaret ve bayindirlik iserinin kötü gitmesine; hem ömür boyu askerlik bikkinliga; hem de nüfusun azalmasina yol açar. Bu nedenle, her memlektten alinacak asker miktari için uygun yöntem konulmali ve dört veya bes yil hizmet için sira ussulü getirilmelidir. Bunlar yapilmadikça devletin kuvvetlenip gelismesi, huzur ve asayisin saglanmasi mümkün olmaz. Bütün bunlarin dayanagi yukarida açiklanan hususlardir.
Bu nedenle, bundan böyle suç isleyenlerin durumlari seriat yasalari geregince açikca incelenip bir karara baglanmadikça kimse hakkinda, açik veya gizli, idam ve zehirleme islemi uygulanmayacaktir. Hiç kimse, baskasinin irz ve namusuna saldirmayacaktir. Herkes malina, mülküne tam sahip olacak, bunlari diledigi gibi kullanacak, bunu yaparken de devlet büyüklerinin müdahalesine ugramayacaktir. Birinin suçlulugunun saptanmasi halinde mirasçilarin o isle ilgileri bulunmayacagindan suçlunun mallari elinden alinip varisleri miras hakkindan yoksun birakilmayacaklardir.
Yüce devletimizin tab'asi Müslümanlarla öbür uluslar bu haklardan tam yararlanacaklardir. Can, irz, namus ve mal konularinda, ülkemizin tüm halkina seriat yasalari geregince garanti verilmistir. Öbür konularda da oybirligi ile karar verilmesi için, Meclisi Ahkam-i Adliye üyeleri gerektikçe artirilacaktir. Yüce devletimizin bakanlari ile ileri gelenleri belirli günlerde orada toplanarak, görüslerini çekinmeden açikça söyleyeceklerdir. Can, mal güvenligine ve vergilerin belirlenmesine ait yasalar böyle hazirlanacaktir.
Askerlikle ilgili konular Bab-i Seraskeri Dar-i Surasi'nda görüsülüp karara baglandiktan sonra sonsuza dek uygulanmalari için tasdik edilmek üzere tarafima gönderilecektir. Söz konusu yasalar sirf din, devlet, ülke ve ulusu kalkindirmak amaci ile çikarilacaklardindan bunlara tam uyacagimiza yemin ederiz. Bu konuda, Hirka-i Serife odasinda, tüm din adamlari ile bakanlarin hazir bulunacaklari bir sirada yemin edecektir.
Din adami ve vezirlerden yasalara aykiri hareket edenlerin, kanitlanacak suçlarina göre, rütbelerine ve hatir ve gönüle bakilmaksizin cezalandirilmalari için özel ceza yasasi çikarilacaktir.
Memurlara yeterli maas baglanmis olup, henüz baglanmis olanlarinkiler de belirlenecektir. Bu yolla da, seriata aykiri olan ve ülkenin gerilemesinde basrolü oynayan rüsvet belasi güçlü bir yasa ile ortadan kaldirilmis olacaktir.
Bütün bu sayilan hususlar eski hükümlerin tümden degistirilmesi demek olacagindan isbu fermanimiz Istanbul halkina ve ülkemiz halkina duyurulacaktir. Bundan baska, dost devletlerin de bu yönetimin sonsuza dek uygulanmasina tanik olmalari için fermanimiz, Istanbul'daki tüm büyükelçilere resmen bildirilecektir.
Tanri hepimizi basarili kilsin; yasalara uymayanlar Tanri'nin lanetine ugrasin ve ömürleri boyunca rahat yüzü görmesin. Amin.
1. MEŞRUTİYET DÖNEMİ
Avrupa devletleri ve özellikle Rusya'nın kışkırttığı topluluklar, bağımsızlıklarını ilân etmek için harekete geçmekteydiler. 1866'da Girit İsyanı çıktı. Yunanistan'a bağlanmak amacıyla başlayan isyan bastırılmasına rağmen, Avrupa devletleri araya girerek sultanın Girit'e yeni bir statü vermesini sağladılar (1868). Rusya tarafından oluşturulan komitalar vasıtasıyla Bulgarlar ayaklandırıldı. Onlara da geniş haklar verildi (1870). Fakat bununla yetinmeyen Bulgarlar, Bosna ve Hersek'teki karışıklıkların ardından yeniden ayaklandılar (1875-76).
Bulgar isyanı sert biçimde bastırıldı. Fakat bu sırada Genç Osmanlılar, Abdülaziz'e başlattıkları muhalefeti, mücadeleye dönüştürdüler. Nihayet Mithat Paşa'nın öncülüğündeki yenilikçi idareciler Abdülaziz'i tahttan indirerek yeğeni V.Murat'ı başa geçirdiler(30 Mayıs 1876). Ancak hastalığı sebebiyle üç ay sonra o da tahttan indirilerek, Kanun-ı Esasi'yi ilân edeceğini beyan eden kardeşi II.Abdülhamit Osmanlı tahtına çıkarıldı.
Bu arada Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne baskı kurmasını kendi menfaatine aykırı gören İngiltere, Balkanlardaki bunalımı görüşmesi için İstanbul'da uluslar arası bir konferans toplanmasını sağlamıştı. İstanbul Konferans çalışmalarını sürdürürken II.Abdülhamit Meşrutiyet'i ilân etti (23 Aralık 1876). Kurulacak Meclis-i Mebusan'da bütün topluluklar temsil edilebilecekti. Parlâmenter monarşi, İstanbul Konferansı'nın toplanış sebebini tamamen ortadan kaldırmasına rağmen, konferansa katılan devletler, Balkan topluluklarının bağımsızlıklarını istediklerinden bir sonuca varılamadı. Osmanlı Devleti'nin çağrılmadığı Londra'da toplanan bir başka konferansta, büyük devletler isteklerini tekrarladılar. Rusya, Osmanlı Devleti'ne alınan kararları kabul ettirmek için savaş ilân etti.(Nisan 1877). Tarihimizde "93 Harbi" diye bilinen 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi, askerî ve siyasî bakımdan önemli sonuçlar doğurmuştur.
Kanun-ı Esasi'nin kabulü ile açılan Genel Meclis, padişah tarafından seçilen Ayan Meclisi ve halk tarafından seçilen Mebusan Meclisi'nden ibaretti. Londra Konferansı'ndan önce çalışmaya başlayan bu meclis, hükûmet tarafından sunulan teklif ve kanun tasarıların karara bağlayarak ilk dönem çalışmalarını tamamlamıştı. Ancak 93 Harbi'nin sürdüğü sıkıntılı zamanlarda meclisteki azınlık mebusları çalışmaları sekteye uğrattığı gibi, bunalımın artmasını da sağlıyorlardı. Nitekim Gazi Osman Paşa'nın büyük bir kahramanlık göstererek 5 ay savunduğu Plevne'yi aşan Ruslar, Yeşilköy'e kadar ilerlemişlerdi. Doğu'da ise ancak Erzurum önlerinde durdurulmuşlardı. Meclis savaşın gidişatından hükûmeti ve padişahı sorumlu tutarak, siyasî tansiyonu yükseltmekteydi. II. Abdülhamit, devletin ileri gelenleri ve bazı mebuslarla yaptığı toplantıdan bir sonuç alamayınca, Kanun-ı Esasi'nin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak, etnik yapısının karışıklığı sebebiyle çalışmaları aksayan meclisi kapattı (14 Şubat 1878). Bu I.Meşrutiyet'in sonu demekti.
Berlin Kongresi ve Balkanlardaki Gelişmeler; İstanbul önlerine kadar gelmiş olan Rusya ile Yeşilköy (Ayastefanos) Antlaşması imzalandı (3 Mart 1878). Bu anlaşmayla, sözde Osmanlı'ya bağlı Dobruca, Doğu Makedonya ve Trakya'yı içine alan Büyük Bulgaristan Prensliği kuruluyor; Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarına kavuşuyordu. Ancak, Rusya'nın genişlemesinden rahatsızlık duyan Avrupa devletlerinin araya girmesiyle bu anlaşma hükümleri yürürlüğe giremedi.
İngiltere donanmasını harekete geçirdi. Osmanlı Devleti ile yaptığı bir anlaşmayla Kıbrıs'a yerleşti ( 4 Haziran 1878). Araya giren Bismark, ülkesinde bir konferansa ev sahipliği yaparak hem muhtemel bir savaşı önlemek hem de Almanya'nın menfaatlerini korumak istiyordu. Nitekim Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, İtalya ve Rusya'nın da katıldığı Berlin Kongresi 13 Temmuz 1878'de imzalanan bir anlaşmayla son buldu. Bu anlaşma, artık Rusya'nın yanı sıra, diğer devletlerin de parçalamaya çalıştıkları Osmanlı'dan, kendi paylarını alma anlaşmasıydı. Berlin ve Ayestafanos antlaşmalarında öngörüldüğü gibi, Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın bağımsızlığı onaylandı. Bulgaristan üç bölüme ayrıldı. Bulgaristan Prensliği haricinde müstakil bir Doğu Rumeli eyaleti oluşturuldu. Girit'in statüsüne benzer bir statüyle Makedonya, Osmanlı Devleti'nin elinde kaldı. Yunanistan Tesalya ve Epir'in bir bölümünü aldı. Bosna-Hersek, Avusturya tarafından işgal edildi. Rusya, Kars, Ardahan ve Batum'a sahip oldu. Berlin Kongresi, büyük devletlerin Osmanlı Devleti'ni paylaşma ve ortadan kaldırma arzularının bir neticesi idi. Balkanlarda büyük devletlerin inisiyatifiyle ortaya çıkan küçük devletçikler, bölgede o dönemden günümüze kadar ulaşan siyasî ve etnik çatışmaların piyonları olmaktan öteye gidemediler. Nitekim Avusturya'nın ve Rusya'nın Balkanlarda nüfuzlarını artırmaları, Balkan Savaşları ve I.Dünya Savaşı'nın çıkmasına yol açacaktır.
Berlin Kongresi'nin sonuçları kısa zamanda ortaya çıkmaya başlamıştı.Balkanlardan bir pay alamayan Fransa, önceden nüfuz sahasına dahil ettiği Cezayir ile Tunus arasındaki sınır problemini bahane ederek, Tunus'u işgal etti (1881). Fransa ile İngiltere arasında çekişmeye sahne olan Mısır'da, Hidiv İsmail Paşa'ya karşı başlatılan bir askerî ayaklanma ile ortaya çıkan durum İstanbul'da görüşülürken, İngilizler İskenderiye'yi topa tuttu. Osmanlıların karşı çıkmalarına rağmen İngilizler Mısır'ı ele geçirdiler(1882). Bulgaristan Prensliği, Doğu Rumeli'de çıkan isyanı değerlendirerek (1885), bölgeyi kontrolü altına aldı. Osmanlı Devleti Rusya'nın baskısı sonunda, Kırcaali ve Rodop dışındaki Doğu Rumeli Valiliği'nin Bulgar Prensliği'nin idaresine geçmesini kabul etmek zorunda kaldı (1886). İkinci Meşrutiyet'in ilânı sırasında ise Bulgarlar bağımsızlıklarını ilân ettiler (1908). Bulgar, Yunan ve Arnavutların hak iddia ettiği Makedonya'da çıkan olaylar Osmanlı kuvvetleri tarafından bastırıldı. Fakat, Rusya ve Avusturya devreye girerek Osmanlı hâkimiyetindeki Makedonya'da, ülkelerinden iki gözlemcinin görev yapmasını sağladılar (1893). Megalo İdea adını verdiği Bizans'ı diriltme çabasındaki küçük Yunanistan, 1896'da çıkan isyanı bahane ederek Girit'i ilhaka yeltendi (1896). Osmanlılar Dömeke Meydan Savaşı ile Yunanlıları büyük bir bozguna uğrattılar (1897). Fakat Rusya ve Avrupa devletlerinin müdahalesi ile İstanbul'da toplanan bir konferans ile Girit'te valiliğine Yunan kralının oğlunun getirildiği özerk bir yönetim kurulması, adanın fiilen Yunanistan'a bırakılması anlamına geliyordu.
93 Harbi'nden sonra sun'i bir Ermeni Meselesi ortaya çıkarılmıştı. Osmanlı Devleti'ne bağlılıkları sebebiyle "millet-i sadıka" olarak adlandırılan Ermeniler, önceleri Doğu Anadolu'yu ele geçirmek isteyen Rusya ve ardından İngiltere tarafından kullanılmaya başladılar. Hınçak ve Taşnak tedhiş örgütlerini kurarak, İstanbul ve taşrada terör yaratan bazı Ermeniler özellikle İngilizler tarafından destekleniyorlardı. Doğu'da hiçbir zaman çoğunluk olamayan Ermenilere kurdurulacak bir devlet ile Rusya Akdeniz ve Orta Doğu'ya sızabilecekti. İngiliz himayesindeki bir Ermeni devleti ise aksine bunu önleyebilirdi. Her iki tarafında kullandığı Ermeniler 1889'dan itibaren tedhişe başladılar. Van, Erzurum ve Bitlis'te çıkan olaylar bastırıldı. Ardından başkentte Osmanlı Bankası'na kanlı bir baskın yaparak bankayı işgal ettiler. II.Abdülhamit'e yönelik bir suikast teşebbüsünde bulundular. I.Dünya Savaşı ve İstiklal Harbi yıllarında da Ermeniler devlet aleyhine faaliyetlerini devam ettirmişlerdir.