KENTLERİMİZİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM
YOLLARI
Kentsel sorunların kaynağı
Türkiye nüfusunun yüzde 70’i kentlerde yaşamaktadır. Son 50 yıldır ekonomik-sosyal ve son 16 yıldır süren olan çatışma ortamı nedeniyle süren iç göçler sonucu kentlerin nüfusu hızla artmıştır. Yakın bir gelecekte ülke nüfusunun yüzde 85’nin kentlerde yaşacağı öngörülmektedir.
Türkiye’de, kentsel sorunların kaynağı, İkinci Dünya Savaşı sonrası tercihlerine ve bu tercihlerin uygulanmasına dayanmaktadır. Truman Doktri’nine dayalı olarak ABD ile Türkiye arasında 1947 yılında imzalanan “Yardım Anlaşması” bir dönemin de başlangıcıdır.
17. Stand-By anlaşmasını Aralık 1999’da imzalayan Türkiye’nin IMF serüveni bu dönemde başlıyordu. 14 Şubat 1947’de IMF’ye giren Türkiye, parasını yüzde 100’ün üzerinde devalüe ediyor ve yakın tarihinde ortaya çıkan tüm ekonomik krizleri IMF’nin istikrar programları ile çözmeye çalışmanın ilk adımını atıyordu.
Tarım sektöründe 1950’lerden itibaren büyük değişmeler olmuştur. Tarımın teknolojik yapısında, işlenen toprakların mülkiyetinde ve tarıma ayrılan kredilerin dağılımındaki değişmeler sonucu olarak ortaya çıkan mülksüzleşme, işsizlik, yüksek orandaki nüfus artışı büyük bir nüfusun tarımdan kopuş sürecini başlatmıştır. Karayolu ulaşımındaki hızlı gelişme mal ve insan akımını hızlandırmıştır. Bu olgu gerek tüketim gerek üretim mallarının kolaylıkla dolaşımını hızlandırmış, başka bir anlatımla tüketim toplumunun koşullarını hazırlamıştır.
Kentlere göç akışı, 1960’larda otomotivi de içine alarak gelişen ve çeşitlenen, gümrük duvarları ve teşviklerle korunan, desteklenen montaj sanayine ucuz işgücü sağladığı için özendirilmiştir. 1950-1965 yılları arası tüm Türkiye’de kentleşme hızının yüzde 6’lar düzeyine tırmandığı yıllar olmuştur. Kentlerin hemen yakınlarında seçilen sanayi alanlarının etrafı gecekondularla doluyordu.1
1-GECEKONDULAŞMA: İmar ve yapı işlerini düzenleyen kanun ve yönetmeliklere bağlı kalınmadan ve genellikle devlet arazisi üzerine izinsiz olarak yapılan konutlar yurdumuza gecekondu olarak adlandırılmaktadır.Kaçak yapılaşma ürünüdür.Kentlerin çevresinde yapılarak ayrı semtler oluşturur.Bu kesimler kırsal kesimden kentlere olan göçün doğurduğu sağlıksız kentleşmenin göstergesidir:Buraları altyapı hizmetlerini tam olarak bulunmadığı yerlerdir.Bunun için sağlık yönünden bazı sakıncaları bulunan yerleşim üniteleridir.Buralar çok hızlı ve plansız büyüdüğü için belediye hizmetleri yeteri kadar götürülmemektedir.2
Gecekondu kendini toplumsal bir olgu olarak kabul ettirmiş ve 1996’da çıkarılan 775 sayılı “Gecekondu Kanunu” ile imar hukukuna girmiştir. Gecekondu bölgeleri tasfiye, ıslah ve önleme bölgeleri olarak sınıflandırılımış ve bu bölgeler için ayrı bir imar düzeni kabul görmüştür.1970’lerden sonra İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerdeki gecekondu sürecinde niteliksel değişmeler başlamıştır. Gecekondu, karşılanamayan barınma ihtiyacının doğurduğu bir sorun olmaktan çıkıp rant kaynaklı bir kaçak yapılaşmaya, 1980’lerden itibaren ise, kaçak yapı sorunu “kaçak kentler” sorununa dönüşmüştür. Bugün gelinen aşama, 3,4 ve daha yüksek katlı yapılaşma süreci ile gecekondudan çok kaçak yapıların egemen olduğu bir kentleşmedir.
Gecekondu alanları süreç içinde kendine özgü bir değişim geçirmiştir. Bu değişim, bir yandan bu alanda yaşayanların kente tutunma çabaları, diğer yandan popülist ve himayeci siyaset pratikleri içinde biçimlenmiştir. 1950’lerden bu yana genişleyerek sürdürülen, kârın maksimize edilmesine dayalı, tutarlı bir konut ve arsa politikasının izlenmemiş olması, hazine topraklarının işgaline göz yumulmasını ve kent çevresinde hisseli parselasyonla toprakların küçük parçalara bölünmesini geliştirmiştir.
Kaçak ve denetimsiz yapılaşma
1980’li yıllardan itibaren kent merkezlerinde oluşan rant, ülke ekonomisine ve politikasına yön veren bir öneme ve büyüklüğe ulaşmıştır. Sağlıklı kentler yerine bunaltıcı yapılaşmalar ve insan yığılmaları oluşmuş, kent mekânları rantın aracı olarak görülmeye başlanmıştır.
Faaliyet alanı finans ve sanayi olan sermaye grupları da “toplu konut” projelerine yönelerek, boyutları giderek artan kentsel rantlara el koymaya başlamışlardır. İmar planları, kentin geleceğini yönlendiren bilimsel ve hukuki belge olmaktan çok, rantların yaratılması ve dağıtılmasını düzenleyen belgeler haline gelmiştir. 1980 sonrası geliştirilen ve desteklenen belediyecilik anlayışı, çıkarılan imar afları, beldelerin ilçe ve ilçelerin il yapılması kararları vb. düzenlemelerle “kaçak ve denetimsiz” yapılaşma teşvik edilmiştir.
1990’larda gündeme gelen bir kaçak yapılaşma teşvik yöntemi de, kaçak yerleşimleri belediye ve hatta ilçe ilan ederek ödüllendirmek olmuştur. Yasal olarak kesinlikle yapı yapılamayacak alanları da kapsayan bu uygulama imar affı kapsamına giremeyen yerlerde giderek yaygınlaşan bir yöntem haline getirildi. Böylece, karşımıza belediye binaları, hastaneleri, okulları, kaymakamlık ve adliye binaları bile kaçak olan bir “kaçak kentler cenneti” çıkarıldı.
Ülke tarımı ve hayvancılığının çökertilmesiyle köylerden kentlere akan göçlere yenileri eklenecek ve yeni felaketlerin ortamları yaratılacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye’de gecekondulaşma-kaçak yapılaşma, insan ve beton yığınları haline kent mekanları sistemin istisnası olarak değil, sistemin kendisi ve devlet politikası olarak ortaya çıkmıştır.
Göçler ve kentler
Türkiye’de yıllardan beri kentlere çok hızlı bir nüfus akımı vardır. Bunun sonucu olarak kent sayısı ve kentli nüfusu sürekli artmaktadır. 1950’li yıllarda yüzde 2.8 olan nüfus artışı 1990’lı yıllarda yüzde 2’ye düşmüş olmasına karşın, nüfusun hızla kentlerde yığıldığı izlenmektedir. Özellikle 1950-1990 arasında kırsal kesimden kentlere göç, rekor düzeyde olmuştur. Özellikle 1960-1997 yılları arasındaki nüfus sayımları incelendiğinde, nüfus artışlarının ortalama olarak beşte dördü kentlerde yer almıştır. Bu dönem içinde, kırsal nüfus yılda ortalama yüzde 1 arttığı ve genel nüfusun ortalama artış hızı yüzde 2.4 olduğu halde, kentsel nüfus ise ortalama yüzde 6 oranında artmıştır.
Doğu ve Güneydoğu bölgesinde 16 yıldır süren çatışma ortamı asrın en büyük göç olaylarına neden olmuş, bölgeden zorla göç ettirilen 4 milyon insan metropoller başta olmak üzere kentlere akın etmiştir. Marmara Bölgesi’nde, nüfusun dörtte üçü kentlerde yaşamaktadır.
Karadeniz bölgesi 1960’dan günümüze kadar nüfus artış hızının en az olduğu bölgemiz olarak dikkat çekmekte, 1990-1997 sayım dönemlerinde artış bir yana nüfus azalmasına uğramıştır.
Yüzölçümü olarak Türkiye’nin yüzde 8’ni oluşturan Marmara Bölgesi toplam nüfusun yüzde 26’sını barındıran bir bölge haline gelmiştir.
Türkiye’nin 1997 yılı sayımına göre ortalama nüfus yoğunluğu 82 kişi/km2 iken Marmara Bölgesinde km2 başına 322 kişi düşmektedir. Marmara Bölgesindeki bu yoğunluk oranı Türkiye ortalamasının 4 katına ulaşmıştır.
Depremden etkilenen İstanbul, Kocaeli, Adapazarı, Yalova, Bolu, Bursa ve Tekirdağ illeri yüzölçümü olarak Türkiye’nin yüzde 5.5’ini kapsarken toplam nüfusun yüzde 23’ünü barındırmaktadır. 1
KENT VE ÇEVRE SORUNLARI: Kent ve çevre sorunları birçok yönüyle karmaşık bir yapıda gözükmesine karşın uygulanacak politika üç ana ilkenin etrafında oluşturulmalıdır,
1.Kirlenmenin kaynağında zarara yol açmadan önlenmesi,
2.Kirletenin faturayı ödemesi için çıkarılan yasalardaki yaptırımların caydırıcı olacak derecede ağırlaştırılması,
3.Demokratik kitle örgütleri ile kent yaşamında örgütlenmiş sosyal grupların kent ve çevre sorunları karşısında ortak hareket etmeleri ve bu konuda merkezi ve yerel yönetimler üzerinde baskı oluşturacak şekilde ortak platformlar oluşturmaları. Uygar bir ülke olmanın; kent ve çevre sorunlarına duyarlı olmaktan ve gerekli önlemleri almaktan geçtiği unutulmamalıdır.
Kentte hava ve gürültü kirliliğini kent içindeki trafik hareketleri ile sağlıksız yapılaşmadan kaynaklanan etkenler oluşturmaktadır.Özellikle hava kirliliği kış aylarında ve rüzgarın az olduğu zamanlarda daha da etkili olmaktadır.Bu sorunların çözümü için,
.Toplu taşım araçları ile ulaşıma önem verilmelidir.
.Otoyollarda zemin kotu düşük yapılarak topraktan bir perde oluşturulmalı,bu mümkün değilse prefabrik malzemelerden imal edilmiş ses yalıtım perdeleri yapılmalıdır.
.Eksoz gazı emisyonlarını azaltmak için araçlara katalitik konvertör takılmalıdır.Yeni taşıtlar bu alet olmaksızın üretilmemelidir.
.Şehir içinde müzik yayını yaparak satış yapan pazarlamacılara izin verilmemelidir.
.Kent içinde yeterli otopark alanı oluşturmalı ve otoparkların kullanımı zorunlu tutulmalıdır.Otopark yatırımı için gerekli mali kaynak,aracı olanlardan karşılanmalıdır.
.Kirlilik ve trafik yoğunluğunun arttığı dönemlerde özel otoların kullanımı kısıtlanmalı ve ortak kullanım özendirilmelidir.
.Eksoz gazı emisyon ölçümleri periyodik olarak yapılmalı ve teknik olarak uygun olmayan araçlar trafiğe çıkarılmamalıdır.
.Diesel araçlara ise tutucu filtre takılmalıdır.
.Motorlardan kaynaklanan gürültüler uzun vadede araştırma-geliştirme çalışmalarıyla en aza indirilmelidir.
.Kentte trafik sıkışıklığına yol açan noktalar tespit edilerek gerekli altyapı çalışmaları gerçekleştirilmelidir.
.Konutlar projelendirilirken yapı elemanları;içerisinde yaşayanı gürültüden koruyacak malzemelerden seçilmeli ve bu konudaki yasal önlemler alınmalıdır.
.Alt yapı iyileştirilerek yolların kalitesi arttırılmalıdır.
.Kurşunsuz benzin kullanımı özendirilmeli ve kullanım yaygınlaştırılmalıdır.
Kış aylarında insan sağlığı için tehlikeli boyutlara ulaşan hava kirliliğine önemli katkı sağlayan ısınma kaynaklı kirliliğin önlenebilmesi için
.Doğal gaz ve yeni enerji kaynakları ile ısınmak için gerekli yatırım çalışmalarına önem verilmelidir.
şehir ısıtması,bölgesel ısıtma, kampüs,ada ve parsel ısıtması ile münferit yapı ve müstakil kat kalorifer sistemlerinin enerji etütleri,avantaj ve dezavantajları profesyonel uzman sorumluluğunda yapılmalıdır.Özellikle kat kaloriferi ile merkezi ısıtma sistemlerinin karşılaştırılmalarında doğru değerlendirme yapılarak enerji savurganlığı önlenmeli, bu amaca dönük teknolojiyi sınırlandıran kat mülkiyeti yasalarındaki ikilemler kaldırılarak, uygar yaşam gereği ortak gider ve paylaşım yöntemleri belirlenmelidir. Bacaların periyodik olarak temizlenmesi sağlanmalıdır.
.Kükürt oranı yüksek,kalorisi düşük kömürün kullanılması yasaklanmalıdır.
.Avrupa birliğinin 1993 kararları doğrultusunda CO2 emisyonlarını sınırlayan talimatlarına uygun yapı enerji ruhsatı ve kullanabilirlik belgesi uygulamasına geçilmelidir.Bu yöntem ısı yönetmelikleri için esas olmalıdır.
.Yürürlükteki ısı yalıtım yönetmeliği Avrupa Birliği EN 832 standartlarına uygun hale getirilerek yapıların iyi yalıtılması sağlanmalıdır.
Kent içinde sağlığı doğrudan etkileyen çöplerin sakıncalarını gidermek için
.Çevre temizlik vergisi olarak toplanan para ile;sağlıklı,geçirimsizliği sağlanmış,suları arıtmadan geçirilen ve metan gazını ortamdan uzaklaştıran çöp depolama alanları yapılmalıdır.
.Çöp toplama araçları,mekanize edilecek şekilde modernize edilmelidir.
.Özellikle konutlardan atılan çöplerin ayrıştırılması teşvik edilmeli ve sulu çöp atılmaması için bireyler eğitilmelidir.
.Ekonomik değerleri olan atıklar,diğer çöplerle karıştırılmadan tekrar kullanıma döndürülmelidir.Bu konuda ilgili kuruluşlarla iş birliğe gidilmelidir.
.Çöp toplama hizmetinin aksamaması için gerekli yatırım yapılmalı ve çöplerin mutlaka kapalı,sızdırmaz ambalajla atılması sağlanmalıdır.
.Tüketici davranışlarının değiştirilmesi ile evsel atıkların azaltılması mümkündür.Bu konuda bireyler eğtilmeli yada ambalajlar üretici kuruluşlar tarafından toplanmalıdır.
.Organik atıkların gübreye dönüştürülerek kullanılması sağlanmalıdır.
.Çöp yakma tesisleri kurularak buradan elde edilecek enerji,merkezi ısıtma amacıyla kullanılmalıdır.
Kentlerde çevre düzenleme çalışmalarının bir düzene oturtulması ve gittikçe azalan yeşil alanların arttırılması içini
. Yerel özelliklere uyumlu çevre düzenleme elemanları tasarlanmalı ve bunların sürekli kullanımı için gerekli yapılanmaya gidilmelidir.
.Kentin tarihi özelliklere sahip yapıları korunmalı ve günlük yaşamın içine katılmalıdır. Sahibi tarafından korunması olanaksız yapılar yerel yönetimler ya da sosyal kuruluşlar tarafından korunmalıdır.
.Kentte birey başına düşen 10-15m2 yeşil alan yaratılması için gerekli yatırımlara öncelik verilmeli ve kent içinde bulunan ağaçlar korunmalıdır.
.Sit alanlarında yapılaşmaya izin verilmemelidir.
.Kent çevresindeki ormanlar kentin yeşil dokusu içinde kabul edilerek yerleşim ve yapılaşma önlenmelidir.
.Sanayi tesisleri ve diğer kuruluşlar çalıştırdıkları her birey için yılda 25 ağaç dikmelidir.
.Kent çevresinde bulunan orman yangınlarına hemen müdahale etmek için yangın söndürme uçakları yeterli sayıya ulaştırılmalıdır.
İnsan sağlığının, ancak sağlıklı kentlerde koruna bileceğine inanan Dünya Sağlık Örgütü (WHO) uzmanları, ”Dünya nüfusunun yarıdan fazlasının 2000 yılına kadar kentli olacağını” belirtiyor ve sağlıklı kentlerin oluşabilmesi için gerekli şartları aşağıdaki gibi sıralıyorlarii
Sürdürülebilir Kalkınmaya Doğru
. Sürdürülebilir kalkınma bugünün ihtiyaçlarını,gelecek kuşakların da kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin karşılamaktır.İçinde iki kavram vardır:
.”İhtiyaç“ kavramı,özellikle dünyanın yoksullarının temel ihtiyaçları kavramı ki buna her şeyden fazla öncelik verilmelidir.
.Çevrenin bugünkü ve gelecekteki ihtiyaçları karşılayabilme yeteneğine, teknolojinin ve sosyal örgütlenmenin getirdiği sınırlamalar düşüncesi.
Bir başka değişle,sürdürülebilir kalkınma,insan sağlığını ve doğal dengeyi koruyarak sürekli bir ekonomik kalkınmaya imkan verecek şekilde doğal kaynakların rasyonel yönetimini sağlamak ve gelecek nesillere insana yakışır bir doğal,fiziki ve sosyal çevre bırakmak yaklaşımıdır.Böyle bir yaklaşım kalkınmanın her aşamasında ekonomik ve sosyal politikalar ile çevre politikalarının birlikte ele alınmasını gerektirmektediriii
Sürdürülebilir kalkınmanın temel ilkesi: “Tüketilecek doğal kaynakların doğal üreme hızlarını
i
aşmayan bir hızda tüketilmelerinin güvenceye alınmasıdır.”
Böylece,ekonomik ve sosyal kalkınmanın amaçlarını tarif ederken,gelişmiş olan veya gelişmekte olan,piyasaya yönelmiş veya merkezi planlamaya dönük olan tüm ülkelerde sürdürülebilirlik esas alınmalıdır.Yorumlar değişebilir fakat bazı genel niteliklerin ortak olması, sürdürülebilir kalkınma temel kavramı üzerinde ve bunu başarmanın geniş stratejik çerçevesi üzerinde görüş birliğinin varlığı şarttır.Kalkınma,ekonominin ve toplumun ileriye doğru değişmesini içerir.Fiziksel anlamda sürdürülebilir olan bir kalkınma yolu, kuramsal olarak, katı bir sosyal ve siyasal ortam içinde bile izlenebilir. Ama fiziksel sürdürülebilirliği elde edebilmek için kalkınma politikalarının kaynaklara ulaşmada, maliyetlerin ve yararların dağılımında değişiklikler gibi,bazı gereklere dikkat etmesi şarttır. Fiziksel sürdürülebilirlik en dar anlamıyla alındığında bile,kuşaklar arasında sosyal adalet konusunda kaygıları ifade eder ki bu kaygılar,mantıksal olarak,her kuşağın kendi içindeki hakkaniyete de uzanmak zorundadır.
“Sürdürülebilir kalkınmanın odak noktasında insanlar vardır.Doğa ile uyum içinde sağlıklı ve üretken bir yaşam sürdürebilmek her insanın en doğal hakkıdır
---------------
------------------------------------------------------------
---------------
------------------------------------------------------------