KÖTÜ ALIŞKANLIKLAR NASIL BAŞLAR
Gençlik; gelecektir, geleceğimizdir. Daha aydınlık, daha güzel yarınlar için gençlerimizin sağlıklı yetişmesi gerekmektedir. Çünkü sağlıklı bir gençlik, sağlıklı bir toplum demektir. Sağlıklı bir gençlik, sağlıklı bir gelecek demektir.
Çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olan gençlik dönemi pek çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Gençler, bu geçiş döneminde bir takım ruhsal ve fiziksel değişimlere uğrarlar. Bu dönemde yeni bir kimlik arayışına girerler, bu dönemde kişilikleri gelişmeye başlar. Çocuklukla erişkinlik arasında olan gençlik dönemi; psikolojik, sosyal ve toplumsal değişim ve gelişme süreçlerinin en önemlisidir. Bu nedenle, bu dönemde yalnız bırakılan, gerekli ilgi, sevgi gösterilmeyen, gerekli şekilde eğitilmeyen gençler gelecekte sağlıklı birer birey olamayacaklardır.
Toplum yapısında ve sosyal sistemin işleyişinde ailenin de bir müessese olarak önemli bir yeri vardır. Bilindiği gibi aile; nüfusu yenileme, milli kültürü taşıma, çocukları sosyalleştirme, ekonomik, biyolojik ve psikolojik tatmin fonksiyonlarının yerine getirildiği bir kurumdur. Türk toplumunun temeli ailedir. Aile; ferdin mutluluğunun, üzüntülerinin ilk paylaşıldığı birim olduğu için temeldir. Her toplumun sürekliliği için aile, vazgeçilmez bir unsurdur.
Aile ve okul gibi çevrelerde olgunlaşan ve yavaş yavaş sosyalleşme süreci içinde ilerleyen genç, daha sonra işyeri içinde de kendi şahsiyetini bulur ve geliştirir. Çalışma hayatı; okul ve aile gibi genci saran başka bir sosyal çevredir. Şahsiyetini bulan ve farklı konu ve faaliyet alanları ile ilgi kurarak sosyal ilişkilerini arttıran ve yoğunlaştıran genç, artık farklı amaçlar güden, farklı kuruluşların faaliyetlerine katılarak sosyal hayat içinde sadece şahsiyetini geliştirmiş olmakla kalmamakta, ilgi kurduğu birbirinden farklı alanlarda yaratıcı olma özelliğini de geliştirmektedir.
Şahsiyetini yani kendi kendisini tanıyan ve kendisi gibi olan insanlarla benzerliklerini farkeden bir genç, yaratıcı olarak bir ferdiyet de kazanmaktadır. Bu özellikleri taşıyan bir kimsenin sosyal ilişkiler içinde yer alarak toplumla bütünleşme ve belirli fonksiyonlar yerine getirmesi sosyalleşmenin ortaya çıkışını kolaylaştırmaktadır. Sosyalleşme süreci içinde yer almayan, şahsiyetini geliştirmeyen ve ferdiyeti yoluyla yaratıcı olmayan bir genç ise, yeteri derecede sosyalleşerek toplum üyeliğini kazanamamaktadır. Böyle bir kimse genellikle, yerleşmiş normların dışına çıkabilmekte, çevresi tarafından davranışları yadırganabilmekte, tepki ile karşılaşabilmekte, hatta toplum dışına itilebilmektedir. Bu da gençlerin farklı bir takım psikolojik sorunlarla karşılaşmalarına neden olmakta ve gencin yaşantısında kötü sonuçlar doğurabilmektedir.
Bu nedenle her şeyden önce bu süreçte ailelere, daha sonra da eğitimcilere, kurum ve kuruluşlarımıza ve de toplumdaki aydınlarımıza gençleri bu dönemde eğitmek, onlara doğru yolu göstermek, onların yanında olarak sorunlarına çözümler aramak gibi önemli görevler düşmektedir.
Ferdin sosyalleşmesinde eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yeri önemlidir. Kültürün kazanılması ve genç nesillere aktarılması da eğitim öğretim ve öğrenme süreci sonunda elde edilir. Eğitimin sosyalleşme içinde önemli bir yeri vardır.
Sağlıklı bir gençlik yetiştirmek için ailelere önemli görevler düşüyor. Onlar çocukları en iyi şekilde yetiştirecekler ki sağlıklı gençler yetişsin, sağlıklı bir toplum olabilelim. Ama toplumumuzda ailelerin de yeterli eğitim almadıkları, bu nedenle doğru, bilinçli bir eğitim vermede zorlanacakları ortada. Bu noktada yapılması gereken, işe önce ailelerin eğitimi ile başlamak olmalıdır. Ailelerin eğitimi nasıl olmalıdır? Burada yine yüksek öğrenim görmüş, alanlarında uzman aydınlarımıza önemli görevler düşüyor. Onlar ailelerin eğitiminde öncülüğü üstlenmeli, onlar özellikle kırsal kesimde yaşayan ailelerle sık sık biraraya gelerek sorunları paylaşmalı, onlara sağlıklı bireyler yetiştirme konusunda gereken yardımı yapmalıdırlar.
Kadın, anne olarak aile toplum arasındaki en sağlam köprüdür. İyi yetişmiş ve eğitilmiş kadın toplum hayatında daha etkili olabildiği gibi, aynı zamanda eğitimci rolü oynar. Bir çocuğun, hayatının ilk altı yılında aldığı etkiler çok önemlidir. Şu halde ilk eğitim ana kucağındaki ve daha sonra aile ocağındaki eğitimdir. Kişiyi saran ilk sosyal çevre olarak ailenin; eğitici, şahsiyet verici ve ferdi olgunlaştırıcı rolü o derece büyüktür ki, bu imkandan faydalanan ve faydalanamayan aynı yüksek diplomaya sahip kişiler arasında mesleki hareketlilikte bile çok önemli farklar doğabilir. Nitekim yapılan birçok araştırmada sadece eğitim yoluyla sosyal hareketliliğe uğramak mümkün olamamaktadır. Bununla birlikte ferdi saran ilk sosyal çevre olan aile nitelikli ise, başarı daha da yükselebilmektedir. Eğer, yüksek seviyede öğrenim görmüş bir kimse vasıflı ve yeterli bir sosyal çevreye de sahipse, sosyal statüsünde düşüş kaydetmeksizin yükselebilme şansı artmaktadır.
Eğer genç nesiller toplumun kültüründen pay alarak sosyalleşemiyorlarsa, bunun sorumluluğu, genç nesillerden çok Türk – İslam kültürünün değerlerini iyi tanımayan ve tanıtamayan yetişkinlere aittir.
Gençliğin örf ve adetlerinden gün geçtikçe uzaklaştığı, kimliğini unuttuğu, kültüründen uzaklaştığı, hoşa gitmeyen davranışlarda bulundukları, bir takım kötü alışkanlıklar edindikleri, kısacası gençliğin gün geçtikçe dejenere olduğu sık sık dile getiriliyor Batı Trakya’da. Bu davranışlarından ötürü gençler yadırganıyor, dışlanıyor, sorgulanıyor. Ancak burada, önemli bir ayrıntı da gözden kaçıyor. Gençlerin bu davranışlara yönelmesinde büyüklerin hiç mi suçu yok? Burada asıl suçlu onlara iyi bir eğitim verememiş aileler ve çevrelerindeki eğitici rolünde olan diğer kişilerdir.
Genç nesil zamanını, kahve köşelerinde kumar oynayarak, ya da diğer yerlerde hoş olmayan bir takım davranışlar içinde bulunarak geçiriyorsa; burada suç onlara iyi bir eğitim verememiş olanlardadır. Onlara boş vakitlerini yararlı faaliyetlerle geçirebilecekleri mekanları sağlayamamış olanlardadır.
Batı Trakya’da yapılan kültür aktivitelerinin yetersizliği, spor salonlarımızın bulunmayışı, kütüphanelerimizin yetersiz oluşu, gençlerin tiyatro, sinema gibi kültürel aktiviteleri izleme olanaklarının olmayışı, zekâ oyunlarını oynayabilecekleri mekanların bulunmayışı, kısacası bir kültür merkezinin bulunmayışı gençlerimizin kafeterya, kahve, disco gibi yerlerde boşa vakit harcamalarına neden olmaktadır. Her şeyden önemlisi de gençlerimiz gittikleri bu mekanlarda bir takım kötü alışkanlıklar edinmektedirler.
Son yıllarda gençliğimiz arasında içki, sigara kullanımında önemli bir artış olduğu gözleniyor. Bunun nedeninin kökünde de gençlere bu konuda iyi bir eğitim verilmemiş olması ve onlara iyi örnek olamamak yatmaktadır. Çocuğa daha küçük yaşlarda bunların zararları hakkında bilgi verilirse, yasaklamak yerine kullanıldığı takdirde doğuracağı kötü sonuçlar anlatılırsa, aile ve yakın çevredeki kişiler onlara bu konuda örnek olmazlarsa gençler bunları kullanmayacaklardır. Unutulmamalı ki yasaklara karşı ilgi, her zaman daha fazladır. O nedenle kazanılması istenen davranışları, en iyi şekilde kazandırmanın yolu örnek olmaktır.
Bugün Azınlığımızda uyuşturucu kullanımının gençler arasında hızla yayıldığı sık sık üzülerek dile getirilmekte. Yine sorunun köküne dönelim. Gençlerin uyuşturucuya alışma ve başlama nedenlerine bir bakalım. Nedenlerin başında ailede yaşanan geçimsizlik, huzursuzluk gelmekte. Ailede huzur bulamayan, yeteri kadar ilgi ve sevgi göremeyen, aile içinde sürekli tartışmalara tanık olan genç, teselliyi başka yerlerde aramaya yönelecektir. İçine düştüğü yalnızlıktan kurtulmak için, belki kendi seçimi, belki de arkadaşlarının tavsiyesi üzerine uyuşturucuya başlayabilir. Bir başka neden, yeterince sosyalleşememiş, güven kazanamamış, ikili ilişkilerinde zayıf ya da başarısız gençler uyuşturucuyu bir prestij, bir saygınlık, bir güç kazanma aracı olarak gördüklerinden buna alışabilirler. Diğer yandan gençlerin cebine bilinçsizce verilen ve kontrol edilmeyen fazla miktarlarda harçlıklar da onların bu tip kötü alışkanlıklar kazanmasına vesile olabilir. Bu nedenle aileler çocuklarına her zaman yeterince ilgi, sevgi, hoşgörü, anlayış göstermeli, onların sorunlarıyla yakından ilgilenmeli, arkadaş çevrelerini ve boş vakit geçirdikleri mekanları onlara hissettirmeden kontrol etmelidir.
Batı Trakya’da gençlerin boş vakit geçirdikleri bazı mekanlarda kumara alıştıkları, çeşitli şans oyunları oynayarak ellerindeki paraları bu yolda harcadıklarını duyuyor ve görüyoruz. Bunun sonucunda da ailelerin ne gibi zor durumlarla karşı karşıya kaldığına hepimiz yakın çevremizde zaman zaman tanık olabiliyoruz. Gençleri bu gibi kötü alışkanlıkları kazandıkları için suçlamak yerine, yine önce onları bu nedenlere iten olayları irdelememiz gerekir. Batı Trakya’da yaşanan ekonomik sorun hepimizce bilinen bir gerçek. Yüksek öğrenim görmüş ya da görme imkanına sahip olamamış gençlerin işsizlik sorunu, onların bu alışkanlıkları kazanmalarına neden olabilir. Onlara iş imkanları yaratılamıyor, geçimlerini sağlayarak rahat bir yaşam sürmeleri sağlanamıyorsa, gençlerin çareyi şans oyunlarında aramasını yadırgamamak gerek. Bir de az önce dile getirdiğim gibi boş vakitlerini değerlendirebilecek alanların bulunmayışı, onların kahve köşelerinde zaman harcayarak, bu tip kötü alışkanlıklar edinmelerine vesile olmaktadır. Özellikle köylerde bulunan kahvelerde gayri resmi olarak kumar makinelerinin çalıştırılması gençlerin bu alışkanlıkları kazanmasına neden olmaktadır. Burada, bu önemli sorunun çözümünde de yine önemli görev ailelere ve toplumun aydınlarına düşüyor. Aileler çocuklarına gerekli eğitimi vererek onları bu tip kötü alışkanlıkların zararları konusunda uyarmalı. Yine, kurum ve kuruluşlarımız gençlerimizin boş vakitlerini bu tip yerlerde değil de, kendi kuruluşlarının çatıları altında geçirmelerini sağlamak amacıyla bir takım düzenlemeler yaparak, onların bu mekanlarda kendi zevklerine ve yeteneklerine göre bir takım çalışmalar içine girerek zaman geçirmelerini sağlamaları ve gençlerin bir çatı altında toplanmaları için bazı çalışmalar yapmaları gerekmektedir.
Yine Azınlığımızda gençlerin örf ve adetlerinden uzaklaştığı, kimliğini ve kültürünü unutmaya başladığı sık dile getirilen konulardan birisi. Çok kültürlü bir toplumda yaşamak, gençlerimizin okulda, işyerinde ya da dışarıda farklı kültürlerde insanlarla bir arada yaşamak zorunda olması, şüphesiz farklı kültürlerin birbirleriyle etkileşimini doğuracaktır. Bizim tamamen başka kültürlere kapalı, yalnızca kendi örf ve adetlerimizle kendi içimizde kapalı bir yaşam sürmemiz, gençlerden de bunu istememiz mümkün değil. Bölgemizde, başka kültürden insanlarla birlikte yaşamamız kaçınılmaz. Gençlerimiz tüm yeniliklere açık olmalı, başka kültürlerdeki kişilerin yaşam tarzlarına saygılı olmalı. Onların kültürlerini görüp tanımalılar. Ama kendi kültürünü, kendi örf ve adetlerini unutmadan, kimliğini unutmadan. İşte aileler bu noktada çok dikkatli olmalıdır. Onların çağa ayak uydurmasını, başka kültürleri tanımalarını, farklı insanları tanımalarını, onlarla çeşitli paylaşımlarda bulunmalarını isterken, kendi kimliklerini unutmamalarını, kendi örf ve adetlerini yaşamalarını, yaşatmalarını sağlamalıdır.
Örf ve adetler toplumun işleyen çarkı içinde onun iskeletini teşkil ederler. Bunlar olmaksızın insanlar bir arada ve düzenli bir hayat süremezler.
Toplumların gayesi ayakta kalmak, ve manevi özelliklerini, kısaca kimliğini kaybetmemektir. Toplum tesadüfi, geçici ve teşkilatsız bir yapı da değildir. Fertlerin ortak inanış ve uygulamalarla, ortak kollektif iradeyle biraraya gelmeleridir. Bir toplumun üyeleri neyi, nerede ve ne zaman ve nasıl yapacakları hakkında ortak fikirlere sahip olmasalardı, bunların bir arada yaşamalarına da imkan olmazdı.
Sonuç olarak; sağlıklı bir gençlik için, toplumun temeli aile olduğuna göre, ailelere çok önemli görevler düşmektedir. Aileler asla baskıcı olmamalı. Çünkü baskının olduğu yerde yasaklara karşı ilgi daima fazla olur. Bir şeyi yasaklamak yerine onun zararları ve doğuracağı kötü sonuçlar hakkında gençlere bilgi vermek, onlara yol göstermek gerekir. Onlara güven duyulduğu, önemli oldukları hissi verilmeli.
Yeni yüzyılın insanı, şüphesiz daha gelişmiş, daha özgür ve daha bilgili olacaktır. Barışa ve insanlığa daha çok önem verecektir. 2000’li yılların insanı bugünün gençleridir. Bugüne kadar yapılmış çalışmaların ışığı altında gençleri geleceğe en iyi şekilde hazırlamak bizlerin görevidir.
İnsana saygılı, özgür düşünen, düşündüklerini üretime dönüştürebilen, sesini ve etkinliğini duyurabilen, araştırıcı, sorgulayıcı, hakkını arayan, haksızlıklar karşısında susmayan genç kuşaklar yetiştirmek amacımız olmalıdır. Öğrenmek, bilgisini arttırarak daha olgun ve yararlı birey olmak amacıyla sürekli okuyan bir gençlik, azınlığımızın geleceğidir, aydınlık günlerin güvencesidir.