Üye Girişi
x

Giriş Başarılı.

Yanlış Bilgiler.

E-mail adresinizi doğrulamalısınız.

Facebook'la giriş | Kayıt ol | Şifremi unuttum
İletişim
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

Mehmet Rauf

Mehmet Rauf Hakkında Bilgi - Mehmet Rauf Nedir Özet


Araştırmalar



Mehmet Rauf





Mehmet Rauf (1874-1931) İstanbul’da doğmuş, Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesi’ni tamamlamış ve ardından Mekteb-i Bahriye’de okuyarak deniz subayı olmuştu. Ancak aklı fikri edebiyattaydı Mehmet Rauf’un; daha on altı yaşında iken yazdığı “Düşmüş” adlı hikâyesi İzmir’de, Halit Ziya’nın çıkardığı “Hizmet” gazetesinde yayınlanmış, gençlik yıllarında önce Mektep dergisinde, Edebiyat-ı Cedide hareketine katılınca de Servet-i Fünun’da küçük hikâyeler, mensur şiirler, edebi makaleler yazmış, Servet-i Fünun’da tefrika edilen “Eylül” romanıyla dönemin tanınmış yazarları arasına girmişti. Mehmet Rauf, aynı zamanda ilk ciddi edebiyat eleştirilerinin de yazarıydı. İyi yabancı dil bilen ve Aydınlanma düşüncesiyle Fransızca metinlerle tanışan Mehmet Rauf, II.Meşrutiyet’ten(1908) sonra erotik edebiyatın öncülüğünü yapmıştı. Ne var ki, “Bir Zambağın Hikayesi” ve “Kaymak Tabağı” adlı uzun hikayeleri nedeniyle muhafazakar kesimlerin tepkilerini topladı. Askeri mahkemede yargılanarak ordudan atıldı. Hayatının geri kalan kısmını yazarlıkla kazanmaya çalışan ve bir kısmı Cumhuriyet döneminde olmak üzere çok sayıda hikaye, roman ve oyun yazan Mehmet Rauf, piyes yazmış, sürdüğü maceralı ve dengesiz hayat sonunda yoksulluk içinde ölmüştür. “Eylül”, “Ferdâ-yi Garam”, “Genç Kız Kalbi”, “Karanfil ve Yasemin”, “Son Yıldız”, “Halas” en tanınmış romanlarıdır.
80 yıl sonra
“Bir Zambağın Hikayesi”nin neşriyat tarihi 1910’dur. O yıllarda Osmanlı Bahriyesi’nde subay olan Mehmet Rauf, kitapta imzasını kullanmamıştı. Ne var ki kitap beklenen ötesinde bir ilgi gördü; çok sayıda baskısı yapıldığı gibi geceliğine kiralandığı bile söylenmektedir. Hikaye basittir; çapkın bir Osmanlı beyzadesi ile yüksek sınıftan bir kadın aynı genç kıza aşık olur ve onunla cinsel ilişki yaşarlar. Hiç de basit olmayan şey, bu cinsel ilişkilerin ifade ediliş biçimidir. Mehmet Rauf, erotik edebiyatla başlayıp pornografinin sınırlarına taşan bir anlatım tutturmuştur. Ne var ki, Osmanlıyı kurtarmak için ahlaka ve dine sarılmayı vaaz eden -içlerinde Mehmet Akif’in de yer aldığı- bir kesim Mehmet Rauf’un yazdıklarını “edebiyat dışı”, “edebiyatı satan” romanlar olarak teşhir ve neredeyse ihbar ettiler. Mahkemede romanı kendisinin yazmadığını, sadece adapte ettiğini söyleyerek savunmasını yapan yazar ordudan ihraç edilmekten kurtulamadı.
“Bir Zambağın Hikayesi” öylesine lanetlenmişti ki, 2001 yılına kadar gün yüzüne çıkmadı. Yeni harflerle baskısı yapılmadığı için kütüphane köşelerinde unutulup gitti. Nihayet 2001 yılı Nisan’ında “Mahrem tarih” özel sayısında Tarih ve Toplum dergisinde yayımlandı. Gerçekten de adaptasyondu hikaye. Ancak Mehmet Rauf, Oscar Wilde’ın “Lady Violette’in Aşk Destanı” adlı kısa romanını basitçe adapte etmemiş, o dönemin Osmanlı erkeğinin cinsel fantezileriyle zenginleştirmişti; diğer “edebiyat dışı” adaptasyonu sayılan “Kaymak Tabağı” ise Marki de Sade’den adapteydi. Aydınlanma döneminin iki yüzlü ahlakının kurbanı olan Sade ve Wilde gibi, Mehmet Rauf da “yakılmalıydı”..!
Aydınlanma düşüncesi, ortaçağa ilişkin bir çok düşünce tarzını yerle bir ediyor, ancak cinsellik, tıp ve ahlak arasındaki şer ittifakına eski rejim kadar sahip çıkıyordu. Bu düşünce, burjuva bireyin modern destanı olan romanlara da yansıdı ve Osmanlı toplumu tam böyle bir anda, üstelik romanlar aracılığıyla tanıştı Batı’nın değer ve düşünce dünyasıyla. Henüz erkeklere duyulan aşk yaygınken kadınlara yönelik aşkın yeni yeni filizlenmeye başladığı yıllardı. Avrupa'daki örnekleri taklit eden Tanzimat romancısı karşı cinse dönük bu yeni tarz aşkı ve çekirdek aile modelini modernliğin biricik ifadesi sayacak ancak roman kahramanlarına gönlünce bir cinsellik yaşama izni vermeyecektir. Neredeyse her roman “aşırılık”ları cezalandıran ölümlerle sonlanır; duygu ve düşünce dünyasını kısıtlayan geleneksel bağlar henüz kopmamıştır.
Özgürlük ve erotizm
Fransız Devrimi’nin Sade’ı varsa II.Meşrutiyet’in de Mehmet Rauf’u vardı. Sade ve Oscar Wilde metinlerinden adapte ederek yazdığı romanlarında cinsel ihtiyacın beşeri bir açlık olduğunu, bunun hiçbir ahlak kuralı ile sınırlanamayacağını söyledikten sonra şu sözlerle ifade ediyordu düşüncelerini; “Müsaadenizle bu ihtiyacı o kadar meşru, o kadar muhakkak ve mütehahim buluyorum ki, bunun önünde başka hiçbir kuvvet tahakküm edemez; evet, ahlak ve adap denilen ve yalnız herkese karşı istismar edilip tahakküm edilmek için icad edilmiş olduğundan şüphe olmayan uydurma düzme bütün şeyler bu ihtiyaç-ı kati beşeriyetin huzurunda yalnız ser-füruya mecburdurlar”.
Osmanlı toplumunda özgürlük düşüncesini içselleştiren II.Meşrutiyet’tir. Aşağıda sıraladığım roman isimleri bile II.Meşrutiyet’in getirdiği özgürlük ortamının Osmanlı toplumunda en çok cinsel özgürlük biçiminde kavrandığını kanıtlamaya yeter. Mehmet Rauf’un “Bir Zambağın Hikayesi”(1910) ve “Kaymak Tabağı”, Ebü’l Burhan’ın “Bir Çapkının Hikayesi”(1910), T.P.Z.nin “Muhabbet Odası”(1912), M.S.nin “Zifaf Gecesi Harem Ağasının Muaşakası”(1913), A.Hasan’ın “Bir Bakirenin Gebeliği”(1914), Ahmet Naci’nin “Bir Aşüftenin Jurnali”(1914), G.R.‘nin “Beyoğlu Alemi”(1914), Adil Nami’nin “Balodan Sonra”(1914), M. Alişan’ın “Kadınların Aradığı”(1914) –ve yine bu külliyat içinde yer alan “Anahtar Deliğinde”, “Azgın”, “İki Güzel Günahkar”, “Bir Çapkının Hikayesi”, “Çılgın İhtiyar”, “Hadiye Boşandıktan Sonra”, “Kanlı Zifaf”, “Karagöz Yatakta”, Üryan”, “Zifaf Gecesi”- gibi romanlarda yazarlar toplumun eskiyle olan bağlarını sarsmak için -bilinçli olarak- her türden cinsel ilişkiyi en cüretkar ifadelerle dile getirerek toplumun yerleşik değerlerine saldırmışlar ve edebiyatımızın ilk “underground” hareketini yaratmışlardı.
II.Meşrutiyet’in bu özgürlük hareketi hakkında –yeni harflerle hala yayımlanmadıkları için- fazla bir bilgimiz yok. Anlaşılan o ki, cinsel özgürlük hala masum kabul edilmiyor. İşte böylesi zamanlarda ve böylesi toplumlarda erotikanın edebiyatı, aynı zamanda başkaldırının ve isyanın da edebiyatıdır

Kitabın Adı
Eylül
Kitabın Yazarı
Mehmet Rauf
Yayınevi ve Adresi
Beyaz Balina Yayınları Babiali Cad. No:14 Cağaloğlu/İstanbul
Basım Yılı
2000
KİTABIN ÖZETİ
Romanın yazarı Mehmet Rauf 1875 yılında İstanbul'da doğmuştur. Deniz Harp Okulu'nu bitirerek subay olarak hayata atılır. Serveti-Fünun edebiyat topluluğuna katılarak roman ve hikayeler yayınlamıştır.
Yazar 1908 yılında askerlikten ayrılır. Bu süreden sonra kendisini tamamen basın ve edebiyat hayatına vermiştir. Yazar 1932 yılında İstanbul'da ölmüştür.
Hikaye ve tiyatro eserleri de yazan Mehmet Rauf'un en başarılı yönü romancılığıdır. Romanda Halit Ziya'nın izinden giden yazar, psikolojik tahlillerde ondan daha başarılı olmuştur. Eylül en başarılı romanıdır. Daha sonra yazdıklarında kadın ruhunun derinliklerine inmeye çalışmıştır. Romanlarında; dili ve anlatımı bakımından, diğer yazarlara göre daha rahat ve tabiidir.
Bu romanında kişisel duyguları ile insanlık düşünceleri arasında çırpınan ve bunun savaşını veren bir erkek ve bir kadının dramını dile getirmektedir. Bahsedilen romanın kahramanları Suat, Necip ve Suat'ın kocası Süreyya Beydir.

Süreyya Bey ve Suat Hanım birkaç yıldır evli çifttir. Süreyya Bey memurdur. Fazla zengin olmadığı için babasının yardımıyla geçinmektedirler. Yazları genç çift; babasının çiftlik evinde yaşarlar. Babasından defalarca başka bir ev almalarını, kendilerini yalnız bırakmalarını istese de babası, oğlu Süreyya Beyin sözlerini dinlemez ve yeni bir ev satın almaz.
Süreyya ve Suat'ın evine, Süreyya'nın akrabası olan ve Süreyya'nın çok sevdiği, güvendiği Necip gelip gitmektedir.
Necip'in eve geliş gidişlerinde yine akrabalarından olan Hacer de eve gelir. Hacer, Necip'le ilgilenir, fakat Necip Hacer'e karşı ilgili değildir.
Suat; yaz aylarında yazlıkta bulunmayı çok ister. Suat, babasından yazlık kiralamak için para ister. Babası parayı gönderir. Necip ve Suat bir yalı kiralar eşyalarını oraya taşırlar. Bununla Sürayya'ya sürpriz yaparlar. Yalıda herkes hayatından mennundur. Necip, kış ayını da yalıda geçirmek istese de Süreyya buna izin vermez, konağa inilir.
Artık; Suat ve Necip birbirlerini çok sık görmezler. Hacer ve diğer komşuların dedikoduları iyiden iyiye yayılır. Bu konuşma ve dedikodular Suat ve Necip'in görüşmelerinin azalmasına sebep olur.
Mutsuz günlerin devam ettiği günlerden bir gün Necip, konağa ziyarete gider. O gün konakta yangın çıkar, herkes dışarı fırlar. Suat, bilerek yangında dışarı çıkmaz. Bunun üzerine Süreyya ve Necip, Suat'ın odasına dalarlar. Süreyya da tam odaya girmek üzereyken tavan alevlenir, odanın içindeki genç kadın ve genç erkeğin üstüne tavan çöker. Sonunda olanlar olur ve her ikisi de bu yangında ölür.

Bunun hakkında hemen düşüncelerinizi ya da sorunlarınızı yazabilirsiniz...

Hızlı Yorum Sistemi
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

İsim Email Şifre Kuran'daki ilk sure

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış