Üye Girişi
x

Giriş Başarılı.

Yanlış Bilgiler.

E-mail adresinizi doğrulamalısınız.

Facebook'la giriş | Kayıt ol | Şifremi unuttum
İletişim
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

Osman Arpaçukuru

Osman Arpaçukuru Hakkında Bilgi - Osman Arpaçukuru Nedir Özet


Araştırmalar




Osman Arpaçukuru
"Şu dünyanızdan ayrıldığıma ağlamıyorum; seferden sonrası, azığımın azlığı için ağlıyorum. Ben cennetle cehennem arasında gidip geliyorum. Beni hangisinde durduracaklarını bilmiyorum."

 

 

Her gün birçok olaya tanık oluyoruz...

Bunların bir kısmı gönül ve düşünce dünyamızda bizi etkilerken, bir kısmından ise neredeyse hiç etkilenmeyiz. Bizde bir iz bırakanların bazılarının etkisi uzun yıllar sürerken, bazılarınınki de olayın sona ermesiyle son bulmaktadır. Bazıları olaydan sonra da bir süre iç dünyamızda yaşar, daha sonra biz farkında olmadan uçar gider, artık onu hissetmez oluruz. Hayatın akışı içinde zihin ve gönül dünyamızdan kolayca silinir.

Sosyal hayat içinde çeşitli ortam ve vesilelerle tanık olduğumuz bu olaylardan biri de ölümdür. Ölüm, her birimizi farklı seviye ve sürelerde etkilemektedir. Ondan etkilenmeyen, ona karşı kayıtsız kalabilen kimse yoktur. Ondan en fazla etkilenenler ise, kendilerini ölümün kucağına bırakıverenlerdir. Ancak yaşayanların aksine onlar bunu dile getiremezler.

Gözümüzün önündeki hakikat

Hayatın karşıtı, ruhla bedenin birbirinden ayrılması, insanın dünya hayatının son bulması biçiminde kısaca tanımlayabileceğimiz ölüm, inkârı düşünülemeyen, her insanın kabul etmek zorunda kaldığı en temel gerçeklerdendir. Neşeyi kedere dönüştüren... Zevkleri yarıda kesen... Beklenmedik bir anda gelip kapımızı çalıveren... Kendisinden kaçamadığımız... Gelişini erteleyemediğimiz... Geldiğinde geri çeviremediğimiz... İstenmeyen bir misafirdir ölüm.'(1)Bizi dünya denilen uykumuzdan alıp, ahiret denilen uyanıklığımıza ulaştıran, uyaran, uyandıran, dünyanın mahmurluğu ile göremediğimiz gerçeklere gözümüzü açan bir ayırış ve bir kendine geliştir.

Doğumumuz öleceğimizi haber veriyor. Doğmuş olmak, ölmek için yeterli gerekçe oluyor. Bize bahşedilen hayat, ölümümüzü de beraberinde getiriyor. Her an ölümle beraber yaşıyoruz. Onunla birlikte yatıyor, geziyor, çalışıyoruz. Onu hayatımızın olmazsa olmaz bir parçası, ayrılmaz bir bileşeni gibi sürekli içimizde taşıyoruz. Her nefeste ona biraz daha fazla yakınlaşıyoruz. Ona yakınlaştıkça kimilerinin korkusu, kimilerinin de sevinci artıyor. Ölünce yok olacaklarını sananların aksine ölüme yaklaştığımız oranda diriliyor, hayat buluyor, ebedileşiyoruz.

Ölüm bir yokluk / yok oluş değildir

Ayet ve hadisler, ruhun çıkmasıyla yani bedenî hayatın sona ermesiyle birlikte tüm hayatın sona ermediğini, ruhun, ölümle tamamen yok olmayıp, sadece bir âlemden başka bir âleme göçtüğünü bildirmektedir.(2)

Ölüm, her şeyi maddi, görünen hayatla değerlendirip, sınırlandıran insana bir son, bir yok oluş gibi görünse de gerçekte böyle değildir. O, insanın ikindikez doğuşudur. Tıpkı anne karnındaki bebeğin, süresi dolunca dünyaya, kendisi için yeni ve farklı bir hayata merhaba demesi gibi ölümle de insan, kendisi için yeni ve farklı bir hayata merhaba der. İnsan ölümle, sonsuz ve sınırsız bir yaşamın kapısını aralar ve girer. Bu bakımdan doğumla ölüm arasında fark yoktur. Doğumla, ruhlar alemindeki yaşantımızdan, dünya üzerindeki yaşantımıza geçeriz. Ölümle de dünya yaşantımızdan ahiret yaşantımıza intikal ederiz. Elbette her yaşam, insana bahşedüiş amacına uygun olarak kendi temel Özelliklerini taşıyacaktır. Farklı amaçların, farklı yapılanmaları gerektirmesi bir bozulduk değil, gerekliliktir. Her biri farklı iki yaşama açılan doğumla ölümün aynı donanım,tarz, mekan ve zaman süresi vs. özellikleri göstermemelerinin nedeni budur. Açıldıkları yaşama özgü özelliklere güre tasarlanmış ve dizayn edilmişlerdir.

Her ikisi de birer diriliş olmasına rağmen doğum sevindirmekte, ölüm üzmektedir. Henüz doğmuş bebeğin ağlaması, bizde neşe ve mutluluk kaynağı olurken; ölenin sessizliği, gözyaşı ve üzüntü nedeni olmaktadır.

Ölüm korkumuzun nedeni ne?

Ölüm korkutuyor. Ölüm korkusu yaratılışımızdan

gelen bir korkudur. Yaratıcı, insanı yaratırken çeşitli hikmetlere bağlı olarak vicdanın derinliklerine bu korkuyu yerleştirmiştir, donatmıştır. Bu nedenle her insan ölümden korkar. Canlılardaki ölüm korkusunun arkasında yaşama, varlığını devam ettirme dürtüsü vardır. Canlı bu şekilde kendisini tehlikelerden uzak tutar, savunma mekanizmasını çalıştırır ve hayatta kalmaya, varlığını devam ettirmeye çalışır.

İnsanın ölümden korkmasının bunlardan başka nedenleri de vardır. İnsan hayvanlarda bulunmayan yetenek ve özelliklerle donatılmıştır. Korkularının bir kısmı bu yetenek ve Özellikleriyle doğrudan ilgilidir. Bu yetenek ve özelliklerin ona kazandırdığı anlayış ve düşünceye paralel olarak, bu korkulann bir kısmı doğru ve yararlı (Yaratıcı'nın ölümden muradına yakın); bir kısmı ise yanlış ve zararlı (Yaratıcı'nın ölümden muradına uzaktır). Bu nedenle insan olarak, ölüm korkumuzun kaynağını araştırmalı ve onu bulandıran her tür kir ve pislikten (yanlış, gerçek dışı anlayış ve düşünceden) arındırmalıyız. Zira bulanık, içinde mikrop saçan pisliklerin bulunduğu pınardan ancak her türlü hastalığı taşıyan su akar. Kap ancak içindekini dışarı verir. Bizim ise bu sudan içmemiz (ölümden korkmamız) kaçınılmazdır. Sağlıklı bir dünya ve ahiret hayatı sürdürmek için, temiz, dupduru kaynağı bulmalı ve Ölüme karşı yaklaşımımızın ne olacağını oradan öğrenmeliyiz. Bu kaynak ise Kur'an ve Hadis'tir.

Ölümün, müthiş ve korku salan bir olgu olduğunda şüphe yok. Bu korkuyu peygamberler de yaşamışlardır. Rivayetlerde geçtiği üzere; Allah Resûlü'nün (s.a.v.) yanından bir gün bir cenaze geçirilir. Cenazeyi gören Peygamber Efendimiz (s.a.v.), derhal ayağa kalkar ve: "Ayağa kalkın, zira ölümde korku ve dehşet vardır." buyurur.(3)

Bu nedenle bu son derece önemli ve korkunç gerçeğe karşı iyi hazırlanmalıyız. Bunun içinse onu doğru, aslına uygun olarak anlamamız şarttır. Ancak o zaman ona karşı düşünce ve duygularımızı İlahf hikmete uygun olarak yapılandırabilir, hayata ve ölüme karşı sağlıklı davranışlar ortaya koyabiliriz.

İnsanların ölüm korkularını incelediğimizde bu korkularının nedenlerini üç başlık altında değerlendirmek mümkündür:

a) Yaşama olan tutku nedeniyle ölümden korkma

İnsanlardan bazıları, yaşama o derece tutkuludurlar ki, mümkün olduğunca uzun yaşamak, hayatın güzelliklerinden son noktasına kadar yararlanmak isterler. Hiç ölmeyeceklermiş gibi hayata bağlıdırlar. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Âdemoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir: Mala ve hayata karşı hırs." buyurmuştur.(4) Bu yüzden ölüm düşüncesi bu özellikteki insanları derinden rahatsız eder.

Hâlbuki Allah, ölümden kurtulmanın, onu bir saat ne öne almanın, ne de geciktirmenin mümkün olmadığını çeşitli ayetlerde haber vermiştir.(5)

Bu nedenle insan, ne kadar yaşam arzulu, hayata ne kadar tutkulu olursa olsun, bu arzusunun önündeki en büyük engel olarak gördüğü ölümden ne kadar korkarsa korksun, bir gün mutlaka ölecektir. İlk insanlar binlerle ifade edilen çok uzun yıllar örneğin Peygamber Nuh (a.s.) Kuran'ın açıklamasına göre 950 sene (6) yaşamışlardır. Ama bu ömür süresi bile onları ölümden uzaklaştıramamıştır."(7) Nitekim o insanların hiçbiri bugün yaşamamaktadır. Bırakın onlar, yüz yaşını aşmış insanlarımızın sayısı bile çok azdır. Öyleyse çok yaşama arzusu ve bu tutkuyla hayata gönülden bağlılık, yanlıştır. Zira hayatın ve ölümün gerçeğine aykırıdır. Bundan dolayı duyulan ölüm korkusu da aynı şekilde yanlıştır.

b) Elindekileri kaybetme düşüncesiyle ölümden korkmak

Bazı insanlar da sahip olduklarını, sevdiklerini yitirmek, onlardan ayrılmak istemedikleri için ölümü soğuk kabul ederler. Zira ölüm onu, sevdiklerinden, uğrunda bir ömrünü harcadığı, sahip olduğu dünyalıklarından ayırmaktadır. Bu nedenle, ölümün çehresi onlara soğuk ve korkunçtur. Ölüm kötü ve istenmeyen bir şeydir. Hâlbuki insanın sahip olduğu her şey, buna yaşamı da dâhil, dünya hayatında geçici bir süre kullanması için ona verilmiştir. Bu süre dolunca verilen her şey Sahibi tarafından geri alınacaktır. Bu bakımdan, verilenlerin geri alınması (ölüm) son derece normal bir durumdur. Günlük yaşamımızda bizler de ödünçler almakta ve vermekteyiz. Belli bir süre sonra bunlar geri alır veya sahiplerine iade ederiz.

Gerçekte bize ait olanlar, sadece kullanıp tükettiklerimizden ibarettir. Henüz kullanmayıp elimizde tuttuklarımızın hiçbiri bizim değildir. Öyleyse bizim olmayan şeyler için üzülmek, bunların elden çıkıp gitmesinden dolayı kaygı duymak akıllı bir insanın yapacağı bir davranış değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadisi şeriflerinde bu gerçeğe şu şekilde dikkat çeker: "İnsanoğlu malım malım der. Halbuki âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip (ahir ete) gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini Ölümle terk eder ve insanlara bırakır.(8)

Bu itibarla insan, henüz kullanmadığı hiçbir şeyin sahibi değildir. O sadece kendisine verilenlerden bir süre faydalanmayı ümit eden bir kullanıcı durumundadır. Ona düşen ve yakışan, elinde bulunanları korumak ve doğru yerlerde kullanmaktır.

Faydalansın diye geçici bir süre kendisine emanet edilmiş olan, hiçbirinin asıl sahibi olmadığı şeylerin gerçek Sahibi tarafından geri alınmasını sağlayan ölümden bu sebeple korkmak, yanlıştır.

c)Ölüm sonrası kötü akıbetten dolayı ölümden korkmak

Bazılarının ölüm korkusu ise, ne dünyadaki yaşamının son bulacak, ne de sahip olduklarından, sevdiklerinden ayrılacak olmasından kaynaklanmaz. Onların ölüm korkusu, ölümden sonra görecekleri muamelenin kötü olacağından duydukları endişeden ileri gelir. Zira ölüm bizatihi korkunç değil; insanı İlettiği, kavuşturduğu sonsuz yaşam ve ebedî akıbet itibariyle dehşet vericidir. O sonsuz yaşamda sadece dünya hayatında yapılanların karşılığı vardır. Bu karşılık bitimsiz bir surette insana sunulur. Ebedi mükâfat veya ebedî azaptır bu. Dehşet verici olması, bu hayat ve karşılığın sonsuz olmasından ileri gelmektedir. Ölümden bu sebeple korkmak, bazılarında çok ileri seviyelerdedir. Diğer iki korku sahiplerinin aksine bunları dünya hayatının zevk ve nimetlerinden uzaklaştırmış, uykularını bölmüş, aç ve susuz bırakmıştır. Dünya hayatına karşı isteklerini kırmış, onu gönüllerine soğuk ve değersiz yapmıştır. İslam tarihi bu tür şahsiyetlerle doludur.

Nitekim Ebû Hüreyre'nin (r.a.), ölüm yaklaştığı zaman ağladığı ve kendisine niçin ağladığı sorulunca şu cevabı verdiği rivayet edilir; "Şu dünyanızdan ayrıldığıma ağlamıyorum; seferden sonrası, azığımın azlığı için ağlıyorum. Ben cennetle cehennem arasında gidip geliyorum. Beni hangisinde durduracaklarını bilmiyorum."(9)

fbn Sirîn'in, yanında ölümden bahsedilince odun gibi kaskatı kesildiği ve bütün azalan ölmüş gibi donduğu anlatılır.(10)

Ümmü Hirven'in de kendisine ölümü isteyip istemediğini soran Ebû Süleyman Dar ani’ye: "Hayır, ölümü istemiyorum. Zira birine karşı bir kusur işlediğimde onun yüzünü görmek istemem. Allah'a bu kadar isyan ettiğim halde O'na gitmeyi nasıl isterim." dediği gelen rivayetler arasındadır(11) İbrahim Teymî'nin ise, iki şeyin kendisini dünya zevkinden kopardığını; söz konusu iki şeyi ise, Ölümü hatırlamak ve Allah huzurunda hesap vermek olarak açıkladığı rivayet edilmiştir.(12)

Ölüm döşeğinde yatan Bişr b. el-Haris'in de kendisine ölümden niçin korktuğunu soranlara: "Allah'a gitmek kolay değildir" sözüyle karşılık verdiği nakledilmiştir"(13)

Ömer b. Abdülaziz'in de her akşam adamlarını yanma topladığı, ölümden ve kıyametten bahsettikleri ve âdeta bir ölen varmış gibi ağladıktan anlatılır.(14)

Bu konunun örnekleri burada anılamayacak kadar çok olduğu gibi, sadece tarihte kalmış bir zaman dilimiyle de sınırlı değildir. Günümüzde de örnekleri bulmak mümkündür. Gerçekte Allah'a gönülden teslim olmuş gerçek müminlerin Ölüm korkusunun nedeni, bu kaygı ve tasadır.

Allah'a karşı sorumluluğunun farkında olan mümin kişiliklerin, bu kaygı ve tasadan kaynaklanan ölüm korkuları yapıcı, iyileştirici ve geliştiricidir. Bu nedenle, diğerlerinin ölüm korkulan, sancıları Ölümleriyle artıp şiddetlenirken, bunlarınkî ölümleriyle son bulmaktadır. Ölümden sonra onlara korku yoktur. Takdir edilen gün gelip, ölümün de öldürülmesiyle artık korkulan sevince, endişeleri ümide, sıkıntıları mutluluğa dönüşecektir.

Ölüme hazırlık yapmak

Birinci ve ikinci tür ölüm korkulan, yanlış nedenlerden kaynaklandığı için ölüm korkusunun, vicdanın derinliklerinde yaratılmasının ardındaki İlahî murada insanı yaklaştırması bir yana ondan uzaklaştırıcıdır. İnsanın dünya hayatına daha fazla bağlanmasına, yaşama olan tutkularının artmasına yol açar. Elindekilere daha çok sahiplenmesine, bencilleşmeğine, kendi menfaatleri için başkalarının haklarını gasletmeye, doytumsuzluğa, açgözlülüğe, zulme, hırsızlığa, yalana, kaos ve bunalıma... kısaca bireyi ve toplumu, hem dünya hem de din olarak yıkıma uğratan ne kadar kötü haslet varsa insanda ortaya çıkmasına ve kökleşmesine yol açar. Böylelikle insanın mutluluğu için yaratılan dünya ve buna bağlı olarak ahiret hayatı, onun için birer azap yurdu olur. Halbuki ölüm korkusunun, insanı bu kötü akıbetten koruması gerekirdi. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ölümü çokça hatırlayın; zira o, günahlardan korur ve dünyadan yüz çevirtir. "(15)buyurmuştur, Fakat ölüm korkusunun yanlış sebeplerden kaynaklanması, insanı günahlardan koruması bir yana onu iyice günaha gömer, dünyaya derinden bağlar. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Dünya sevgisi her yanlışın başıdır."(16) buyurmuştur. Buradan aksi bir çıkarımla istikamet ve doğrunun sağlanmasının ve sürdürülmesinin başının da ahiret sevgisi olduğunu söyleyebiliriz. Ölümü sevmeyenin ise, ahireti  mümkün değildir. Zira ölüm, ahirete açılan tuk ana kapıdır.Ölüm mutlaka geleceğine göre; ondan kurtulmanın çarelerini düşünmek yerine ölüm sonrası yaşamda İnsanı refah ve mutluluğa erdirecek olan işler yapmaya çalışmak gerekmektedir. Ölüm korkusunu yenmenin en etkin yolu, ölüme karşı her an hazırlıklı olmaktır. Hz. Berâ'dan (r.a.) rivayet edilen bir hadiste Hz.

Peygamberin (s.a.v.) bir kabrin kenarına oturup ağladığı, göz yaşlarıyla toprağı ıslattığı anlatılır.

Söz konusu hadiste Hz.Peygamber (s.a.v.j ağlamakta iken şöyle buyurmuştur: "Ey kardeşlerim!  İşte (başımıza gelecek) bu (ölüm hadisesi) için iyi hazırlanın."(17)Hz. Peygamber (s.a.v.) bu hazırlığa bir başka münasebetle "Sen dünyada bir  garip veya bir yolcu gibi ol ve kendini kabir ehlinden kabul et.n sözüyle açıklık getirir.(18)Ölüme hazırlanmanın bu temel şartını, dünyaya gönül vermemek olarak da anlayabiliriz. Rebî b. Haysem bunu: "Kalplerinizden dünya sevgisini çıkarın ki, oraya ahiret sevgisi girsin" sözüyle dile getirmektedir."(19)Ölüme hazırlıklı olmak için ölümü unutmamak gerektiği açıktır. İnsan unuttuğuna karşı nasıl hazırlıklı olabilir ki? Bunun yanı sıra ayık bir akıl ve kalple, öleceğini, ölüm sonrasını düşünmek, yaptıklarına bakmak ve ölüm sonrasında kendini sıkıntıya sokacak iş ve davranışlardan uzak kalmaya çalışmak gerekiyor. Gafil kalbin ölümü düşünmesinin bir fayda sağlamayacağını ifade eden İmam Gazali, insanların ölüme karşı duyarsız olduklarını belirttikten sonra, bunun nedeninin ölümü az düşünüp az dile getirmeleri olduğunu söyler. Gazali açıklamasını şöyle sürdürür:"Hatta ölümü hatırlayanlar da onu sakin hir kalple düşünmezler. Dünyalıklarla meşgul olan kalpleriyle düşünürler. Bu bakımdan ölümü hatırlamak, gönüllerde fazla tesir etmez. Bunun çaresi, her şeyden sıyrılmış boş bir kalp ile daima gözünün önünde bulunan ölümü, çöl veya deni. Yolculuğuna çıkarak olan insanın, bu tehlikeli yolculuktan başka bir şey düşünmediği gibi düşünmektir. Öyle halis bir düşünce ile Ölümü düşündüğü vakit bu düşüncenin kalbinde tesir ederek, dünya neşesini azaltıp kalbini üzeceği İhtimali kuwetleşir."(20)

Evet, insandaki ölüm korkusunun varlık sebebi, insanın dünya hayatına olan hırsına son verip, onu ahi ret hayatına karşı istekli ve hazırlıklı olmasını sağlamaktır. Ölüm korkusu bunu sağlıyorsa, bu korku doğru ve fayda getiricidir. Aksi takdirde ölüm korkusu, daha dehşetli korkulara yol açmaktan öte bir işe yaramayacaktır. Bu ise, insanın hem dünya hayatının, hem ahiret hayatının korkuyla dolu olması demektir. Halbuki akıllı insana yakışan,"(21)uzun sürecek korkuyu kısa süreli korkularla savmaya çalışmaktır. Bu ise, kesintisiz bir zihin ve kalp uyanıklığım, bir hazırlığı gerektirmektedir. Kuranda Ölümün ve hayatın var oluş nedeninin, insanın amelce sınanması olduğu bildirilmektedir ''(22)Ölümün varlık nedeni bu olunca, ölüm korkusunun varlık nedeninin de bu olması gerektiği, bu amaca hizmet etmeyen ölüm korkularının çarpık ve gerçeğe aykın olduğu ortaya çıkmaktadır.

Bunun hakkında hemen düşüncelerinizi ya da sorunlarınızı yazabilirsiniz...

Hızlı Yorum Sistemi
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

İsim Email Şifre Kuran'daki ilk sure

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış