Rumeli Hisarı’nın bulunduğu tepenin, Fetih’ten çok sonraki adı Nafi Baba Tepesi’dir. Tepenin çevresi, 1452 yılında Rumeli Hisarı’nın inşası sırasında, Bizanslıların ani hücumlarında ölenlerin mezarlığı olarak kabul edilir. Bu nedenle buraya Şehitlik veya Şehitlik Tepesi denir.
Tepe, Bektaşi Şeyhi Nafi Baba’nın Tanzimat’da açtığı tekkesi ve sonra da türbesiyle, artık “Nafi Baba Tepesi” olarak anılmaya başlar. Burada hâlen, Bektaşi arakkiye sikkeli mezar taşları görülür.
Rumeli Hisarı’nın Mart ayında başlayan inşaatı, Temmuz’un son günlerinde sona ermek üzereydi. Yedibin işçi geceyi gündüze katarak çalışıyordu. İşçileri teşvik için vezirler omuzlarında taş taşımışlardı. Azametli bir kale ortaya çıkmıştı. Kalenin kapladığı saha 31.250 metrekareydi. Bir cami ile iki de çeşme ilave edilmişti. Hisarın planını bizzat Sultan II. Mehmed çizmişti. Anadolu Hisarı’nın karşısında yer alan kaleye Boğdoğan Hisarı denmişti. İki Türk kalesinin karşılıklı genişliği 660 metredir. Makaslama ateşle, izinsiz, cebren geçmek isteyen herhangi bir geminin derhal batırılması mümkündü. Kaleye 400 muhafız ve topçu kondu, başlarına Firuz Ağa geçerildi. Boğazkesen, Nikhisar, Mimkalesi, Yenihisar, Yenicehisar isimleriyle de anılan Rumeli Hisarı herhalde dünya kaleleri içinde özel bir vaziyet gösterir Boğaz’ın en çok daraldığı yerde, denizden başlayıp, dik olarak yükselen kitlesine rağmen, mimar Müslihiddin’in planındaki kıvrıklık hiçbir şekilde göze batmadığı gibi, ayrı bir mânâ da kazandırmaktadır. Ayrıca kayalar üzerine inşasının süresi de önemlidir. İnşa süresinin kısalığı tüm kayıtlarda önemle ve dikkatle vurgulanmıştır. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin araştırmalarına göre bu süre 4 ay 13 gündür. Bazı kaynaklarda üç ay olarak geçer.
Kritovulos tarafından, Sultan II. Mehmet devrine âit olmak üzere kaleme alınan ve Karolidis tarafından da, Tarih-i Sultan Muhammed Han-ı Sanî adı ile dilimize çevrilen eserde Boğaz’ın orta kısmı hakkında bu bilgiler verilmiştir: “Boğaz’ın özelliklerini eski Yunanlılar da anladıklarından Symplegades, yani birbiri ile çarpışın kayalar adını vermişler...”
Bu mevki, Roma İmparatorluğu zamanında, burada mevcut Hermes, Utarıt adak yerinden dolayı Hermaion adı ile tanındığı gibi, Rumeli Hisarı’nın inşa edileceği sırtlara da Hermaion dağları denilirdi. Kritovulos devam ediyor: “Kale tamamlandıktan sonra, padişah hazretleri donanımına özel surette itina etti; her türlü silahtan başka (ok, yay, kalkan, gürz, topuz ve benzerleri), dıştan ve içten bütün siperler arasına büyük ve küçük taş fırlatan aletler koydurdu. En büyüklerini eğri bir hat üzerinde surun altına ve denizin üzerine yerleştirerek, sağdakiler sol tarafı vurabilir ve yüksektekilerden atılan gülleler denizin ortasına yetişirdi; sektirme tarzında atılırsa karşı tarafı bile bulurdu.”
Enveri, Düsturnamesinde manzum olarak bu durumu anlatmaya çalışmaktadır.
“Nice kal-a-i incilâyin bir hisâr
Görmedi alem içinde ruzigâr
Hüsrevânî küp gibi çok toplar
Atılur göhlere andan küpler
Ne gemi kaçmaz andan kelebek
Kim ururlar topla geçse sinek.”
17. yüzyılın büyük gezgini Evliya Çelebi, Rumeli Hisarı’nın askeri öneminden ve 105 pare topunun olduğundan bahseder. Boğaziçi ve Çanakkale istihkamları üzerinde araştırma yapmış olan H.Högg: “Pirinçten yapılmış toplar üçyüz kilo ağırlığında top gülleler atıyorlardı”der. Son bin yıllık hayatında İstanbul (Constantinople), yirmisekiz defa kuşatılmış, birkaç defa da işgal edilmiş olmasına rağmen, bu işgallerin hiçbiri devamlı olmamıştır.
Osmanlılar, devletin arazisini Rumeli’ye yaymışlardı fakat arada kalan Bizans’ı henüz fethedemedikleri için devlet adeta iki parçalı halde idi. Sultan II. Mehmet çeşitli önerileri de değerlendirirken, Rumeli Hisarı’nı inşaya karar verdi. Şeytan Akıntısı burası ile Kandilli arasında gemiler için adeta doğal bir makas oluşturuyordu. Pers İmparatoru Darius (Dara) İskitlere karşı savaşa giderken, Yediyüzbin kişilik ordusuyla Boğaz’dan sallar üzerinde geçerken, en dar yeri, akıntıları ve salları tutacak halatların bağlanma yerlerini daha M.Ö. 5. yüzyılda öğrenmişti. 1097’de Haçlılar ve daha sonra Sultan II. Mehmet ordusunun ve malzemelerinin bir kısmını buradan geçirmişti.
Rumeli Hisarı’nın inşasına ait tartışmalı iki konu var: Hisar’ın yapılacağı, yerde, eski Bizans kilisesi ve kuleleri vardı 2) Hisarın inşasında-halen de görülen-eski bir kilise/manastırın taşları, sütun başları ve mermerleri (mesela Arnavutköy’den) buraya getirilmişti.
Ayrıca taş ocaklarından taş, kireç ocaklarından kireç, demir madenlerinden demir vesairenin getirildiği muhakkaktır. Sultan II. Mehmed’in buyruğu paşalara bildirilir. Sultan’ın önerilerine göre Mimar Muslihittin planını hazırlar, gerekecek taş, kum, çakıl, demir, kireç hesabı yapılıp nerelerden sağlanacağı belirlenir. Malzeme ve işçiler belirlenince, bir yarış halinde, üç kulenin inşası üç vezire verilir. Hemen alınan savunma önlemleri ve zaman zaman Sultan II. Mehmet’in de katılmasıyla, inşaat geceli/gündüzlü çalışarak 3,5 ay gibi kısa bir zamanda tamamlanmıştır.
Hisarın plan şekline bakarak, Evliya Çelebi ve onu izleyen bazı kimseler, bu şeklin kufi yazı ile (Peygamberin adı olan) “Muhammed” olduğunu yazarlar. Bu yakıştırmadır. Daha önce ciddi araştırmaları ve kaynakları da inceleyen Prof. Albert Gabriel İstanbul Türk Kaleleri isimli kitabında, bu kufi yazı şeklinin yakıştırma olduğunu belirtmiştir. Ancak, kalenin bir mimari şiir olduğu gerçektir.
Arazinin topoğrafik durumuna göre inşa edilen Hisarın Doğu/Batı genişliği 120, Kuzey/Güney uzunluğu 250 metredir. Hisar; kara tarafında, iki köşede, kalın gövdeli ve silindirik iki kule ile deniz kenarında oniki cepheli üçüncü bir kule ve bu kuleleri birbirleriyle birleştiren surlara küçük tali kulelerden oluşur. Üç kuleden kara/İstanbul yönünde olanına, inşaatına nezaret ettiği için Zagnos Paşa Kulesi, yine kara/Karadeniz yönündekine inşaatına nezaret ettiği için Saruca Paşa Kulesi, deniz kenarındaki üçüncü kuleye de aynı nedenle Halil Paşa Kulesi adı verildi. Bu sonuncusu diğerlerinden evvel tamamlanmış ve bir odası Fatih için ayrılmıştı.
Her üç kulenin orta boşlukları kalın döşeme tahtaları ile bölünmüş, üstleri de kurşun kaplı birer sivri ahşap külah ile kaplanmıştır. Eski gravürlerde bu durum görülmektedir. Yalnız Saruca Paşa Kulesi’nin orta boşluğu, ayrıca bir tuğla kubbe ile örtülmüştü. Sultan I. Mahmut tarafından (17.yy. ortası) hisarın harap olan kısımları tamir ettirilmiş ise de zamanla üstlerini örten külahlar yıkılmıştır.
Hisarın kapıları: Dağ Kapısı; Basık kemerli olan bu kapının üstünde, surun devriye yolu seviyesine açılan dörtgen şeklinde bir maşukili ile donatılmış bir mazgaldır. Dizdar Kapısı; Dizdar’ın ikametgâhının hemen bu kapının yanında olması muhtemeldir. Evliya Çelebi'nin bu kapıya bu ismi vermesi bundan dolayı olabilir. Hisarpeçe (Barbakan) Kapısı; Hisarpeçe’nin hemen duvarında açılmış, basık kemerli sâde bir kapıdır. Kapının eşiği rıhtım seviyesinden iki metre yüksektir. Sel Kapısı; Tertibatı Barbakan Kapısı’nınkinin aynıdır. Fakat 40 santim genişliğindeki yatay mazgal, açıklığın iki tarafındaki kenarının arasındaki bütün uzunluğu kaplar.
Onüç kuleden yalnız birisi dikdörtgen, altısı çok kenarlı, altısı da daire şeklindedir. Zemin katları ile beraber Zagonospaşa Kulesi 8, diğerleri 9 katlıdır. Her üç kulenin ahşap katları hizasında, muhafızlar için yapılmış ve bir kısmı duvar içine gömülmüş beşik veya yarım küre şeklinde kubbelerle örtülü odalar bulunuyordu.
Hisarın inşaatı bitince ve İmparator Konstantin’in mektubuna cevap olmak üzere Sultan II. Mehmet Bizans’a harp ilan etti. Boğazkesen/Rumeli Hisarı’na da 400 yeniçeriye kumanda etmek üzere Firuz Ağa tayin edildi. (Firuz Ağa’nın halen Tophane ile Galatasaray arasında bir camisi ve adıyla anılan bir mahallesi vardır.)
Kale kumandanı Boğaz’dan geçecek bütün milletlerin gemilerini muayene ve onlardan belirli oranda bir vergi almaya yetkili kılınmıştı. Emri dinlemeyen gemilere top atılacaktı. Bu amaçla Halil Paşa Kulesi üzerinde büyük toplar yerleştirildi.
Hisar fetihten sonra bir müddet gümrük mevkii hizmetini gördü ve hapishane/zindan olarak da kullanıldı. İlk hapsedilenler Malta şövalyeleridir. 1934 yılında Patrik Kirilos Lukari burada idam edilmiştir. Emri- Sultan IV. Murat Babil’de olduğundan-vekili Musa Paşa vermiştir.
Bayezid’da bir mahalleye ismi verilen, Fatih’in saltanatı zamanında dört yıl kadar sadrazamlık görevinde bulunan, nice kalelerin zaptında, Akkoyunlular, Karakoyunlular seferlerinde büyük yararlıkları olan Anadolu ve Rumeli Beylerbeyi Gedik Ahmet Paşa, Rumeli Hisarı’nın taş duvarları arasında hapsedilen en önemli kişidir.
Rumeli Hisarı’nda dikkate değer diğer şeyler: Deniz-şimdi cadde-üzerinde bulunan, oniki köşeli Halil Paşa Kulesi’nin iç avluya bakan yüzünde; değerli, stilize “ismi Celal”, “ismi Resul” panoları vardır. Her pano bir kare çerçeve içinde ve moloz zemin üzerinde tuğladan yapılmıştır. Bir tanesinde, tuğlalardan kufi yazı ile “Allah” isminin, merkezi bir kare etrafında dört defa yazılı olduğu görülür. Diğerinde ise pekçok tuğlası eksik olduğu için doğru tanımlama yapmak mümkün değilse de büyük ihtimalle Resûllulah’ın ismi “Muhammed” yazılıdır.
Hisarın ortasındaki, şimdi sadece yarım minaresi duran, caminin sarnıcının üzeri kapatılarak 1960 yılından itibaren Hisar Tiyatrosu olarak kullanılmaktadır.
İstanbul’un Türk kitabelerinin ilki, Güney/Dağ Kulesi Kapısı üzerine, mermer (0.70x0.25 m. ebadında) iki satır halinde, nesih yazı ile yazılmıştır. Bu kitabe ilk defa Halil Ethem (Eldem) tarafından görülüp “İstanbul’da ilk Türk kitabesi” olarak, Tarihi Osmani Encümeni Mecmuası (II/1327), 1911 tarihli sayısında yayınlanmıştır. Kitabenin bugünkü dile çevirisi şöyledir: “Bu sarp ve yüksek kalenin inşasını Sultan el azam ve Hakan el muazzam Muhammed bin Murad Han emretti. O’nun memleketi ve kulu ve mükerrem veziri Zaganos Paşa bin Abdullah hakkındaki lütfu ilânihaye payidar olsun. 856 senesi Rebîu’l âhır ayında tamam oldu."
Güney/Doğu köşe burcunun dış yüzündeki (65x42 cm. ebadındaki) sülüs celi ile iki satırlık, mermer üzerine yazılmış kitabeye göre, bu kule de Zaganos Paşa’ya havale edilip 856 senesi Muharrem ayında - 1 ay zarfında - tamamlandı.
Ekrem Hakkı Ayverdi: “İstanbul’da İlk Osmanlı Kitabesi ve Rumeli Hisarı” incelemesinde, “Fatih Sultan II. Mehmed, 855(1451) yazı sonlarında, Karaman seferinden dönüşünde, Boğaz’dan geçerken kalenin inşasına ve planına karar verip Edirne’ye gittikten sonra, gönderdiği usta ve amele taifeleri Zagonus Paşa’nın emrine bırakılarak-rivayete nazaran-mühendis Muslihiddin’in idaresinde işe başlamış, dört ay onüç gün inşaat müddeti içinde bitirilmiştir. Bu müddet içinde harap tertiplerinin de alınması durumuyla, inşaattaki sürat önünde hayret içinde kalmamak imkansızdır.”der.
Hisar’ın inşasından sekiz sene sonra ilk tamiri yapılmış, bunu 1464-1510, 1773 ve 1794 tamirleri takip etmiştir. Üç büyük kulenin kurşunla kaplı külahlarının 19.yy’a kadar kaldığı anlaşılıyor. 18.yy’ın başında İstanbul’a gelmiş olan Tournefort bu külahlardan bahsettiği gibi, ressam Melling’de Paris’te 1819’da basılan albümünde bunları çizmiştir. 1746 yılı yangınında, Rumeli Hisarı’nın Zaganos ve Halil Paşa kulelerinin içi, ahşap kısımları tamamen yok olmuş ve kuleler, içleri boş hale gelmiştir. Sultan III. Selim zamanında genel bir tamir gördükten sonra, yüzelli yıl içinde ihmal edilmiş; iç bahçesi evlerle ve ağaçlarla dolarak bir mahalle olmuştu. 1953 yılında restore edilerek bugünkü halini almıştır. 1960 yılından itibaren müze ve açıkhava tiyatrosu olan Hisar’ın ortasında sonra oluşan evlerin yıktırılmayarak, değerlendirilmesi; 556 yıllık çok maceralı, renkli hayatının sahnelerini yaşatacak donatıma kavuşturulmasını uygun bulanların düşüncesi, şimdi uygulama olanağını yitirmiş bulunuyor. Rumeli Hisarı’nın ortasındaki sadece yarım minaresi ve sarnıcı kalmış bulunan cami Şeyhülislam Molla Fenari tarafından yaptırılmıştı.Hisar’ın 1956 yılında tamiri esnasında alt bölümünün üzeri platform yapılarak kapatılmıştır.
19 .yy’ın ikinci yarısına kadar-Sarayburnu ve Kızkulesi’nde olduğu gibi- Hisarlarda bulunan toplarla şenlik topları atılır; Padişahlar Boğaz’a çıktıklarında yine top ateşi ile selamlanırlardı.
Eski gravürlerinde görüldüğü gibi, Rumeli Hisarı Kalesi, (leb-i derya) deniz üzerindedir. Önce çevresinde hafif çakıllı kumsalına küçük binalar, sonra vapur iskelesi yönüne doğru biraz doldurularak sıra yalılar inşa edilmiş, 1952’den sonra bu yalılar yıktırılarak, dolgu halinde yol geçirilmiştir. On yıl evvel ve 1985-1986’da Aşiyan önünden itibaren biraz daha genişletme yapılmıştı. 1958 yılı sonunda kazıklı yol tarzında genişletilmeye devam edilmiştir.
Rumeli Hisarı, Fetih’in anısına dikilmiş bir abide gibi Boğaz’ın kıyısında soylu bir sessizlikle yükselir. Osmanlı’nın İstanbul’a attığı bu ilk adım; İnşa edilme amacı ile mimarisindeki estetik adına ve harcanan yoğun emeğin anısına hiç unutulmaması gereken bir eserdir.