SERVET-İ FÜNÛN EDEBİYATI
1. Servet-i Fünûn yazarları, Namık Kemal'den çok, Abdülhak Hamid'in eserlerindeki yeni ve göz alıcı Osmanlı Türkçesini beğenmişlerdir.
2. Servet-i Fünûn lisanı fazla külfetli ve aristokrat bir dildir.Yazılarında süslü cümleler kullanarak, zarif, ahenkli, fakat işitilmemiş kelimeler sıralamak hevesindedirler.
3. Onlar, bilhassa Farsça kelimelerin söylenişinde âdeta bir alafrangalık buluyor, Farisî terkiplerle birleşik sıfatları, Fransızca söyleyişleri andırdıkları ve herkesçe bilinmeyen sözler oldukları için, zevk ve hevesle kullanıyorlardı.
4. Fransızcada rastladıkları Neige d'or (Altın kar) terkibini Farsça, berf-i zerrîn ifadesiyle, Frisson iamineux (Işıklı titreyiş) terkibini, lerze-i rûşen şekliyle Fârisîleştirmekte özel ahenk buluyorlardı.
5. Dilde milliyetçilik hareketlerinin kuvvetli bir çığır halini almadığı o devirde, halk Türkçe’sinin inceliklerini bilmeyen Servet-i Fünûncular için, Servet-i Fünûn dilinden başka bir lisan kullanmak kolay değildi.
6. Servet-i Fünûn lisanı, sade Türkçe bakımından zararlı olmuş, fakat edebiyat sanatının gelişmesine ve daha zengin bir ifade vasıtası bulmasına hizmet etmiştir.
7. Fikret'in, Cenab'ın, Süleyman Nazif'in şiir ve nesirlerinde örneklerini gördüğünüz ve Halid Ziya'nın yazılarında süslü cümleleriyle karşılaştığınız Servet-i Fünıın dili, sanatkârlarının zevkle, hatta sevgiyle kullandıkları bir lisandı.
8. Bu dil, aşırı bir şekilde Farisî terkipleri ve birtakım Edebiyat-ı Cedîde vasf-ı terkibîleri ile, yani Fars kaidesiyle yapılan birleşik sıfatlarla süsleniyor, kolaylığını, ahengini ve akıcılığını bu güzel, fakat yabancı unsurlardan alıyordu.
9. Zaman zaman: Sâât-ı semenfâm = Yasemin renkli saatler gibi, devrin klasik lisan kurallarına ve klasik söyleyiş mantığına aykırı olarak yapılan bu yabancı terkiplerin Servet-i Fünûn diline -bütün itirazlara rağmen- bir vecize zarifliği ve bir vecize zenginliği verdiği meydandadır.
10. Servet-i Fünûn Edebiyatı'nın en önemli başarısı, edebiyat türlerinde yaptığı yeniliklerde ve bu türlere daha Avrupaî bir görüşle bakmasındadır. Bu sebeple, Edebiyat-ı Cedide'yi, belli başlı edebiyat türlerine göre gözden geçirmek yoluyla tanıtmak daha yerinde olur.
SERVET-İ FÜNUN ŞİİRİ
1. Edebiyat-ı Cedide şiiri, gerek dil, gerek şekil, gerek şiir anlayışı bakımından Tanzimat şiirinden epey farklıdır. Servet-I Fünûn şiirinde her şeyden önce, bir musiki zevki ve kuvvetli bir musiki lisanı vardır. Bu lisan, dış musikisi, vezin ve şekil kusurluğu bakımından en ziyade Fikret'in nazmında gelişmiş; iç musikîsi, yani doyurucu şiir olabilmek özelliğini de en çok Cenab'ın şiirlerinde göstermiştir.
2. Edebiyat-ı Cedîde şairleri, açık ve kapalı hecelerden kurulu Türkçe’ye Divan edebiyatı yüzyıllarının kazandırdığı üçüncü heceyi, yani, uzun heceyi mısralarında Türkçe’nin tabiî bir sesi gibi kullanmışlardır.
3. Servet-i Fünûn şairleri, aruzun Türk dili musikisine en uygun kalıplarına zevkle ve ihtimamla seçerek kullanmış, Türkçe’yi bu vezinlere yerleştirmekte ustalık göstermişlerdir.
4. Edebiyat-ı Cedide şairlerinin nazım şekilleri bakımından yaptıkları değişiklik, Avrupa şiirinin klasik bir nazım şekli olan sonnet'yi kullanmaları ve yine aruz vezniyle bir serbest nazım hareketi yapmalarıdır.
5. Onların, Divan şiirindeki müstezat şeklini genişleterek yaptıkları bir serbest nazım cereyanı, bilhassa Fikret ve Cenab gibi şairler tarafından başarıyle yürütülmüştür.
6. Kafiye anlayışları da şekilden çok ses benzerliğine dayanır. Servet-i Fünûncular bu anlayışı, Recaîzade Ekrem'in, kafiye göz için değil, kulak içindir· cümlesiyle ifade ediyorlardı.
7. Divan şiirinde bir mısra, ya da bir beyitte tamamlanan manzum cümle anlayışı da, kesin olarak Servet-i Fünûncular tarafından değiştirilmiştir. Bir sözün bir beyitte başlayıp, diğer bir -veya birkaç- beyit boyunca devam ederek, bir başka beytin ortalarında bitmesi tarzındaki serbest söyleyişi, kesin olarak -ve âdeta kendi şiirlerinin karakteristik vasfı halinde- tatbik eden şairler, Servet-i Fünûn şairleridir.
8. Edebiyat-ı Cedîdecilerin şiirde yaptıkları diğer bir yenilik de, onun mevzuunu genişletmiş olmalarıdır: Şiirimizde önce Hamid'in eserlerinde başlayan bu çeşitlilik, Servet-i Fünûncuların elinde hızla yayılmış ve Türk dilini hayatın iyi, kötü, çirkin, güzel, her hali, her duygusu, her düşüncesi, her sesi, her hadisesi için. şiir söylemek yolunda bir gelişmeye ulaştırmıştır. Ancak bu çeşitlilik, şiirleşen heyecanların yüceliğine engel olmamış, Servet-i Fünûncular, âdî duyguları, âdi sözlerle söyleyip, şiiri bayağılığa düşürmemişlerdir.
SERVET-İ FÜNÛN HİKÂYE VE ROMANI :
1. Bu edebî tür, daha Tanzimat yıllarında bile, yeni şiirin gördüğü ölçüde itiraz görmemiş, bünyesindeki Avrupaî yenilikleri Türk hayat ve edebiyatına daha kolay kabul ettirmiştir. Bunun başlıca sebebi, gazeteciliğin kuruluşundan beri edebiyatta nesrin daha geniş bir rağbet görmesi, nazmın ise hemen yalnız şiirde kullanılan bir ifade vasıtası haline gelmesidir.
2. Roman, Türk edebiyatında âdeta yepyeni bir edebî tür diye karşılanmış, onun, eski ve manzum Şark hikâyelerinin yerini aldığı, muhafazakârlarca fark edilmemiştir. Bu sebeple, önce tercüme eserlerle başlayan Avrupaî Türk romanı, kısa zamanda telif eserlerin yazılmasını teşvik eden, geniş bir rağbet görmüştür.
3. Servet-i Fünûn romancıları arasında ilk öğrenimlerinden beri, Avrupa dillerini ve edebiyatlarını öğrenmiş bulunanlar vardı. Bunlar, roman zevkini ya doğrudan doğruya Batı edebiyatından, yahut yine Batı tesiri altında gelişen Tanzimat romanından almış bulunuyorlardı. Yeni romancılar, eski Türk edebiyatına zevk, şekil ve edebî anlayış bakımından bağlı bulunmadıkları için, Türkiye'de Avrupaî roman ve hikâyenin gelişmesi yolunda tam bir cesaretle ve geriye bakmadan çalışabilmişlerdir.
4. Tanzimat'ın hikâye ve romanı, Fransız romantiklerinden biraz da realistlerden örnek almıştı. Servet-i Fünûn romancılarına örnek olanlar da, genel olarak realist ve natüralist Fransız edebiyatıyle, yine Fransa'da bir psikolojik roman çığırı açan yazarlardır.
5. Batı'ya dönüşün kuvvetli oluşu ve eski Doğu'dan hatıra taşımayışı yüzünden, Servet-i Fünûn romanının yalnız roman mimarîsi değil, hayatı ve kahramanları da biraz Avrupaîdir. Bununla beraber, Edebiyat-ı Cedîde romancılarının roman dünyamıza içinde bulundukları sosyal hayattan bazı kuvvetli tipler ve sahneler getirdikleri inkâr olunamaz. Halid Ziya'nın Mai ve Siyah romanındaki Ahmet Cemil tipi, Aşk-ı Memnu'daki Firdevs Hanım, Nihâl ve Bihter, o devir İstanbul'unda yaşamışlardı.
6. Servet-i Fünûn'un küçük hikâyesi, daha çok, Sami Paşazade Sezaî'nin ulaştığı merhaleden harekete geçmiş durumdadır. Servet-i Fünûn yazarlarının kitaplar dolusu küçük hikâyeler yazmaları çok önemlidir, Bu yazarların yaşadıkları çağlar, Türkiye'de küçük hikâye edebiyatının altın devri sayılır. Küçük hikâyenin, yazarlar ve okuyanlar arasında gördüğü rağbet, Servet-i Fünûn'dan sonra da yeni birtakım küçük hikâyecilerin yetişmesini sağlamıştır.