SOYUT RESME OLAN İLK İLGİLER( * )
Ülkemizde soyutlamaya ilişkin ilk yazıların çıkması 1947 yılındaki dergilerde saptanıyor. 1943’ten itibaren Nurullah BERK, Sabri BERKEL ( Resim 266, 277, 285 ), Refik EKİPMAN ( Resim 256, 258 ), Cemal TOLLU, Salih URALLI ( Resim 255 ) gibi ressamlar Picasso – Braque sentetik kübizmine yakın çalışmalar yapmışlardır. 1948’de Ferruh BAŞAĞA ( Resim 254 ), “ Aşk “ adlı tablosu Devlet Resim Sergisinde birincilik ödülü almıştı. Resim bir erkek ve kadın silüetinin soytlamasına dayanıyordu ve o dönemde soyuta yaklaşımın en cüretli örneğidir. Bu dönemde ayrıca Nurulah BERK modern resimle ilgili yazılar yazar. 1950’li yıllar ve onu izleyen dönem Türkiye’de soyutçu eğilimlerin satışsızlık riskine karşın tutunma uğraşı verdiği çabalarla geçmiştir. Birer yeni çıkış olarak yorumlanması gereken soyutçu eğilimlerin devreye girdiği yıllarda Türkiye’de resim anlayışları genel anlamda kübist biçimlendirme yöntemlerine ve fovist görüşe yakın bir yol izlemekteydi.
İlk soyut çalışmalar ile ilgili Bülent ECEVİT’in bir yazısında, 1954 yılında bir sergide eserleri sergilenen Cemal BİNGÖL, Nejat DEVRİM, Eren EYÜBOĞLU ve Füreyya KILIÇ, non – figüratif tarzda çalışan ilk soyutçu ressamlar olarak tanımlanırlar. Aynı dönemde Fuat PEKİN “ Mücerret Resim “ başlıklı yazısında Halil DİKMEN ( Resim 259 ), Ferruh BAŞAĞA, Hasan KAVRUK ( Resim 275 ) ve Salih URALLI adlı ressamların soyut anlayışta çalıştıklarını beliriyor. Yine o sıralarda tamamen geometrik – non – figüratif çizgide iki genç ressam Adnan ÇOKER ( Resim 265, 280, 289 ) ve Lütfi GÜNAY ( Resim 275 ) resimlerini İstanbul Maya Galeri’de ve Ankara’da Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi girişinde sergiliyorlar. 1953 ve 1954 yılları önemli bir çıkışı gösterir. Yapılanlarda geometrik soyut bir çizgidedir. Ancak devlet sergileri jürileri bu anlayışa pek iltifat etmiyor ve resimler ancak özel sergilerle topluma sunulabiliyor.
Bunun yanında yurt dışında çalışan sanatçılarımızın eserleri kimi galerilerde sergileniyor. Nejat DEVRİM ( Resim 261 ), Selim TURAN ( Resim 262 ) ve Fahrünissa ZEYD ( Resim 260 ) bu dönemin önemli isimleridir. Avrupa’da yaşayan Türk ressamları arasında ilk non – figüratif çalışmalar yapan ressam Selim TURAN’dır. O dönemde Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sonrasında yoğun bir şekilde non – figüratif bir çalışma gözlenir. 1950’den sonra bu anlayışı savunan Uluslar arası Sanat Eleştirmenleri Derneği ( AICA ) Paris’te kuruldu. 1954’te İstanbul’da AICA’nın yıllık kongresi toplandı. Ünlü sanat tarihçileri ve eleştirmenleri geldi. Aynı yıl İstanbul’da Sanat Tenkitçileri Derneği kurumlaştırılmıştır. AICA’nın toplantısı nedeniyle 1954’te özel bir banka hasat konulu bir yarışma açar. Aliye BERGER soyut bir kompozisyon mantığı üzerine kurulu resmi ile birincilik ödülünü alır. Non – figüratif sanatın batıda büyük bir çekicilik kazanmasına paralel olarak ülkemizde de bu yönde yapılan çalışmalara ilgi arttı. Ancak 1959 lardan sonra devlet sergilerinde bu anlayışa ait çalışmalar önemli bir yer almaya başlıyor. Bu sıralarda dikkat çeken ressamlar İ.G.S.A. çatısı altında çalışan Zeki Faik İZER , Sabri BERKEL ve Halil DİKMEN’dir. Zeki Faik İZER ( Resim 263 ) figüratif ve dışa vurumcu bir renk ve fırça tuşu ile soyutlamaya yöneliyordu. Sabri BERKEL ise geometrik çizgisel kompozisyonlardan oluşan ve eski yazı esprisine dayanan bir soyuta oradan da geometrik ya da lirik olmayan non – figüratif bir anlayışın statik lekeciliğine yöneliyordu. Bu dönemdeki önemli isimlerden biri de Bedri Rahmi EYÜBOĞLU ( Resim 270, 272, 284 )’dur. Brüksel’deki Türk Fuarı için yaptığı mozaikler ( Resim 273, 274 ) soyutlama öğelerine rağmen, figüratif bir anlayışta idi. Almanya’ya yaptığı seyahatlerde soyut resmin tanınmış isimleri ile tanışmıştı ve İstanbul’a dönüşünde soyutla ilgili çalışmalara başlamıştı.
SOYUT RESİM ANLAYIŞININ YAYGINLAŞMASI
1959 – 1960’larda soyut anlayışı benimsemiş aktif olarak çalışan ressamlar Zeki Faik İZER, Sabri BERKEL, Halil DİKMEN, Şemsi AREL ( Resim 268, 277 ), Ercüment KALMIK, Ferruh BAŞAĞA, Nuri İYEM ( Resim 271, 286 ), Adnan ÇOKER, Cemal BİNGÖL, Adnan TURANİ ( Resim 264, 276, 288 ), Lütfü GÜNAY ve Cemil EREN’dir ( Resim 283 ). Ressamlar soyutun çeşitli anlayışlarını temsil ediyorlardı. 1960’tan sonra Devlet Resim ve Heykel Sergilerinde, müstakiller ve D grubu sonrası kuşağının desteği ile soyuta karşı ilgi artar. Bu yeni kuşağın akademideki hocalarının da desteği ile soyut anlayış büyük bir etkinlik ve yayılma gücü gösterebilmiştir. Buna paralel olarak bu alandaki yayınlar da artmıştır. Ancak yazıları genelde ressamlar ele almıştır. Suut Kemal YETKİN ve Mazhar İPŞİROĞLU dışında, bilim adamlarımız bu alanın sorunlarına pek değinmemişlerdir. Ressamlarımız batı akımları ile yakından ilgilenmelerine rağmen oluştukları ortamları yeterince araştırmıyorlardı. Soyut biçimlendirme teorik olarak bir takım sorunların araştırılmasını gerektiriyordu. Bu da soyut anlayışın ortaya koyduğu sorunlarla ilgili bir çözümlemenin gerekliliğini zorunlu kılar.
SOYUT RESMİN MANTIĞI VE SORUNLARI
Figüratif resimde resimsel biçimleme soyut resimdeki biçimleme mantığıyla zıttır. Soyut resmin yapısında doğa izlenimi yoktur. Soyut sanat yeni bir resim düzeni, yeni bir boya gerçeği ve değerlendirmesini ortaya koymuştur. Soyut resmin düzeni ve yeni boya etkisi, doğaya bakma ve onu değerlendirme görüşünü de değiştirmiştir.
Soyut resim biçimlemelerindeki yeni resimsel anlatım olanakları batıda figüratif resmi sürdürenleri etkilediği gibi bizim ressamlarımızı da etkilemiştir. Öyleki soyut resme karşı olanlar bile soyut resmin yapıt düzeni ve boyasal yenilikleri kendi figürlü resimlerinde kullanmaya başlamışlardır. Nedir bu yenilikler?
Biçimlendirme mantığı doğal biçimlerin optik doğruluğuna ya da akli biçim ve ölçülere yaklaşım açısından gelişim göstermiştir. Bu sürece uygun olarak da çizgiye indirgenmiş mekan kavramından optik görüntülü mekan kavramına doğru resimsel bir biçimleme gelişimi olmuştur. Figür resmi çizgisel anlatımda büyük oranda doğanın sunduğu ölçü, yapı ve renk mantığına bağımlı kalmıştı. Doğa biçimini bir inceleme aracı olan desen, soyut resimde gerekliliğini yitirmiştir. Bu durum karşısında soyut resimdeki desen içeriğinin anlaşılması ve saptanması gerekiyordu. Tüm bunlar batıda olduğu gibi bizde de soyuta atılan ilk adımlarda sorunlar yaratıyordu. Soyut sanatın Güzel Sanatlar öğretimi yapan kurumlara girmesinin gecikmesi bu sorunlara dayanır. Diğer bir sorun da ( modle ) işleminin soyut resimde değerini yitirmiş olmasıdır. Figür resminde “modle” işlemi doğa biçiminin üç boyutlu görüntüsünü kesinlikle saptamak için bulunmuştur. Ancak soyut sanatın nesnenin görüntüsü ve inşaası ile ilgilenmemesi modle işleminin anlamsızlığını ortaya çıkarmıştır.Batıda modlenin önemsiz olduğunu hatta anatomi bilgisinin sanatçı için gereksiz olduğunu yazanlar oldu.
Bir diğer ayrılık da soyut resmin yüzeyindeki düzenleme mantığıdır. Soyut resim doğa görünütülerinin mekan içinde sıralanmasına dayanan derinlik yaratma işlevine gereksinim duymaz. Böyle olunca da sadece resimsel öğeler ve ilişkileri, resim düzeninin ilişkileri içinde daha engelsiz oluşturulabilmektedir. Figür resmin mekansal kuruluş mantığı soyut resimde önemini yitirmektedir. Nesnelerin sıralanmasına ilişkin perspektifin ortadan kalkması ile bir sonzuzluk oluşmuştur. Böylece yeni bir hacim anlayışı biçimlenmiştir.
Soyut resimdeki bir diğer özellik açık kompozisyondan uzaklaşan, tamamen resimsel gereklerden oluşan bağlantılarla inşaa edilen bir kompozisyon kurulmasıdır.
SOYUTLAMAYI ANLAMA GİRİŞİMLERİMİZ
Bizde resimsel anlatımlar yerel bir gelişime bağlı olamadan biçimleme anlayışları dışarıdan hep hazır olarak alındı. Bunun nedeni sanatçı ve düşünürlerimizin snatsal üslup ve akımlar üzerine fazla eğilmemeleri ve bunların oluş nedenlerini ve zeminlerini araştırıp incelememeleri idi. Salt soyut çalışma Kandinsky’nin 1910’larda yaptığı lirik non – figüratif resimle ortaya çıkmıştır. Ancak biz bu gelişimin ne olduğunu 1955’lerde anlamaya başladık. Bizde ilk soyut çalışmalar geometrik – non – figüratif bir biçimleme sınırı içinde kalmıştı. Batının kübizm ile ilgili çalışmaları Picasso ve Braque’nin 1907’de açtıkları sergiden çıkardıkları biçimsel sonuçlara dayanıyordu ve Cezanne’nin akademizmasından uzaktı. Bizde ise görüntüye dayanan bir Cezanne anlayışının sınırları bir türlü aşılamıyordu.
Resimsel anlayışımız alt yapısı oluşmadan batıdan alınıyordu. Bundan dolayı bizdeki soyut resmin oluşumu birbiri ile ilişkisiz değerlendirmelerle ilgilidir. Batıda farklı zamanlarda oluşmuş biçimlemeler İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sergilerimizde mantar gibi boy göstermişleridir. Ancak soyuta ilşkin tüm bu girişimler sonunda batı sanatının sorunlarının etraflıca anlaşılmasını sağlamıştır. Dolayısıyla soyut resmin sınırsız bir anlatım alanı olduğunu anlamıştık. Hatta soyut anlayışı geleneksel halk sanatıyla ilişkilendiren sanatçılarımız oldu. Kimi yapıtlarda yöresel ve folklorik motiflerin soyut düzenini değerlendirme çabasındadır.
Türkiye’de ilk soyut girişimler geometrik – non – figüratif çerçeve içinde olmuştur. Renk soyutlaması mantığı ise ilk defa müstakiller ve D grubunda görülmeye başlamıştı. Ancak bir fov, Die Brücke, Der Blaue Reiter gibi renk soyutlamasına dayanan dışa vurumcu anlayışlar bizde pek yankı yapmamıştır. Renk soyutlamasına geçişteki gecikmenin, lirik – non – figüratif anlayışının geç kalmasına neden olduğu kabul edilebilir.
1930’lardan 1955’lere kadar yapılan çalışmalarda renkten çok çizgisel biçim bozmaları egemendi. Suut Kemal YETKİN ve Nurullah BERK gibi yazarlarımız, geometrik soyutlamaya bağlı kalışımızı haklı çıkarmak için eski hattat yapıtlarının soyut biçimlenişine değinmişlerdir ve soyutlamanın ilk planda biçimsel yönden anlaşıldığını vurgularlar.
1950 – 1960 yılları arasında fov ve dışa vurumcu anlayış arasında bir soyutlamaya giden sanatçımız sadece Zeki Faik İZER’dir diyebiliriz. Batıda çözümlenmiş soyut akımlar bizde en erken 1950’lerden sonra bir sorun olarak benimsenmiştir. Yabancı eğilimler bağımsız olarak santçılarımızın ilgileri ile ithal edilmiştir. Bu nedenle batını soyut resimdeki oluşum süreci bizim resmimize düzenli bir şekilde yansımaz. Bizdeki soyut resim sınıflaması şu biçimde özetlenebilir;
a. Geometrik soyutlamacılar
b. Lirik soyutlamacılar
c. Geometrik – non – figüratif
d. Lirik – non – figüratif
Bu sınıflandırma içinde yer alan sanatçılardan tek bir anlayış içinde çalışmlarını sürdüren çok azdır. Ayrıca batının aksine birtakım sanatçının bir grup halinde tek bir anlayış çevresinde birleşemediklerini ve yeni bir akım yaratamadıklarını saptıyoruz. *