SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI
1915 Ermeni Tehciri, başta diaspora olmak üzere, Ermenilerin büyük çoğunluğu tarafından “sözde soykırım” iddiaları ile ele alınmakta ve dünya kamuoyuna aksettirilmeye çalışılmaktadır. Bu bakımdan bahsedilen tehcirin sebepleri ve sonuçları kendi metodolojisi içerisinde tarihçilerin ele alması gereken tarihi bir inceleme alanı iken, özellikle son yıllarda siyasallaştırılarak politik bir malzeme haline getirilmeye, daha da ötesi uluslararası sahaya taşınarak özelikle Türkiye aleyhine bir nitelik kazandırılmaya çalışılmaktadır. Şüphesiz bu çabalarla neyin amaçlandığını dikkate almak gerektiğinden hareketle sözde “Ermeni soykırım” iddiasının tarihî gerekçeleri ile ilgili olarak daha önce kaleme alınan şu satırları tekrar etmekte fayda var. “Lozan Antlaşması ile hukukî geçerliliğini yitirmiş olunan Sevr Antlaşmasında kurulması düşünülen ancak gerçekleştirilemeyen “Büyük Ermenistan” hayali bugün farklı yöntemlerle Türk Devletinin önüne her fırsatta çıkarılmaya çalışılmaktadır. Nitekim halen farklı devletlerin parlamentolarından geçirilerek hukukî bir zemin kazandırılmaya çalışılan ve hatta Avrupa Parlamentosu tarafından da Türkiye’ye kabul etmesi için ön koşul gibi sunulan “Ermeni Soykırımı”nın tanınması kararlarının altında da yatan zihniyet ve amaç, yirminci yüzyılın başlarındaki zihniyet ve amaçla aynîlik göstermektedir. Amaçlananın, soykırımın tanınması ile sınırla kalmayacağı, asıl hedefin Sözde “soykırım” kararının tanınmasını sağlama ve bundan sonra da toprak talepleri ile hedeflenen “Büyük Ermenistan”ın kurulmasının gerçekleşmesi olduğunun altı çizilmelidir.”[1]
Yukarıda değinilen “Büyük Ermenistan” hayali ile ilgili uygulamaların izleri Sevr Antlaşmasının Altıncı Kısım’ını oluşturan “Ermenistan” başlığı ile 88-93. maddeleri arasında yer alır. Antlaşmanın bu maddeleri, Batılı devletler tarafından kurulması hedeflenen “Büyük Ermenistan’ın” sınırlarını çizmektedir. Bu sınırlar Erzurum, Van, Bitlisi içine almakta ve Trabzon’a kadar uzanmaktadır. Yine aynı antlaşma maddelerine göre, Osmanlı İmparatorluğu tarafından bağımsız olarak tanınan Ermenistan’ın Türkiye ile olan sınırlarının belirlenmesi konusunda Amerikan Başkanı’nın hakemliğine başvurulmasına, kurulacak Ermenistan sınırındaki Osmanlı askerî varlığının kaldırılmasına ve Osmanlı’nın bu durumu ve adı geçen topraklardaki haklarından vazgeçtiğini şimdiden kabul ettiğine karar verilmiştir.[2]
Bugün hemen her arenada Türkiye’nin karşısına çıkarılmaya çalışılan sözde soykırımı tanıma çabalarının özünde “Büyük Ermenistan’ı” kurma hayalinin olduğu açıktır. Nitekim aynı oyun “Kürdistan””ı kurma amaçlı bir oyun olan “Kürt Meselesi”nde de Türkiye’nin karşısına çıkarılmaya çalışılmaktadır.[3] Dolayısıyla, bugün sözde “Ermeni Sokırımı” ile yaratılmaya çalışılan durum soykırım iddiaları ile sınırlı değildir. Asıl mesele “Büyük Ermenistan’ı” yaratmaya yönelik toprak taleplerine kadar uzanan kilometre taşlarından biridir.
Bütün bu durumun karşısında bugün özellikle “24 Nisan Soykırımı Günü” bu tarihi süreç içerisinde ele alındığında daha da anlamlı hale gelmektedir. Bu günün “Soykırım Günü” olarak anılmasının altında yatan amaç, yukarıda bahsedilen hedefe giden yolda takip edilen bir meşrulaştırma çabasından başka bir anlam ifade etmez. Ermeniler açısından bakıldığında ileri sürülen bu temel teze argüman olarak bir noktanın belirlenmesi gerekmekteydi ve bu 24 Nisan 1915 tarihi oldu. 17 Nisan 1915’te Ermeniler Van’da isyana kalkışmışlar, bu isyan bütün vilayete yayılmıştı.[4] Bu isyan girişiminden sonra daha kapsamlı bir Ermeni isyanı başlatılacağı istihbaratına karşılık İstanbul’daki Ermeni komiteleri kapatıldı. Komitacıların elebaşlarından olan 2345 kişinin tutuklandığı 24 Nisan 1915 tarihi, Ermenilerin elit tabakasını yok etme çabaları olarak kabul edilerek, olmayan bir durum gerçek gibi gösterilmeye başlandı İlk defa 1965 yılında sözde “Ermen Soykırımı’nın 50. yılı” adı altında kutlanmaya başlayan bu gün, Ermenilerin meşrulaştırma çabaları için kullanacakları bir hareket noktası halini aldı. Ermenilerin aslında buradaki amaçları bütün dünyanın önünde Türkiye’nin bu konudaki haksız olduğunu ortaya koyma çabasıdır. Bu çabaları gerçekleştirmeye giden yolda 24 Nisan 1915 tarihi sadece bir basamaktır. “Büyük Ermenistan’ı” kurmaya yönelik Ermeni bakış açısının, konuyu dünya nezdinde meşru bir zemine oturtmaya çabalamaktan başka bir amacı yoktur. Bu amaca giden yol öncelikli olarak sözde “Ermeni Soykırımı”nın önce dünyaya sonra, gerek dünyada kabul görmüşlüğün verdiği bir cesaretle gerekse Türkiye içindeki destekçilerin katkıları ile, Türkiye’ye kabul ettirmekten geçtiğine inanılmaktadır.
Bu bakımdan Türkiye’nin bu konuda takınacağı tavrın belirlenmesi açsından öncelikli olan sorunun veya istenilenin ne yada neler olduğunun bilinmesidir. Eğer varmış gibi gösterilmeye çalışılan “Ermeni Soykırımı”nın tarihi gerçeklikler ve perspektifle değerlendirilmesi yapılırsa daha somut ve gerçekçi politikalar üretmek mümkün hale gelebilir. “Büyük Ermenistan”ı kurma hayali ile oluşturulmaya çalışılan meşrulaştırma çabaları için en uygun yolun 24 Nisan’ı “soykırım günü” olarak kabul ettirmekten geçtiğini düşünenlerin bu konuda ellerinden geleni yaptıkları ortada iken hem içerde hem dışarıda bu konuda yapılması gereken, her türlü önlemin bir an önce alınmasıdır. Nitekim geç kalınan her zaman dilimi Türkiye aleyhine işletilmeye devam edilmektedir. Bunun için öncelikli olarak dışarıda aktif bir dış politika takip edilmesi gerekir. Sadece 24 Nisan yaklaştığında ya da konu her hangi bir sebeple gündeme geldiğinde değil, hemen her platformda Türkiye’nin tezleri dile getirilmelidir.
Bu meşrulaştırma çabasının ışığında gelinen noktaya bakıldığında Türkiye’nin hem içeriden hem dışarıdan kuşatılmaya çalışıldığı görülür. Bu kuşatılmışlık öyle bir hal almış durumdadır ki BM ile NATO’nun üyesi olan ve Avrupa Birliğine girme çabasındaki Türkiye’nin topraklarının bir bölümü, hem sözde “Büyük Ermenistan” hem de kurulması hesaplanan “Kürdistan” Devleti haritalarında kendi sınırları içerisinde gösterilmeye devem edilmektedir. İşin daha da vahim olanı bütün bunların özgürlük, insan hakları, kültürel haklar gibi kavramlarla kamufle edilmesi ve Türkiye’nin, müttefiki olduğunu sandığı ülkeler tarafından desteklenmesidir. .
Türkiye-Fransa hattında gerileme neden olan sözde Ermeni soykırımını reddedenlerin cezalandırılmasını öngören yasa teklifi Fransa Meclisi'nde kabul edildi. Tasarı Ermeni iddialarını reddedenlere 1 yıla kada hapis cezası ve 45 bin Euro para cezası verilmesi öngörüyor.
129 vekil oy kullanırken 125 oy geçerli sayıldı. 106 evet oyuna karşılık 19 hayır oyu çıktı. Tasarının yasalaşması için Senato ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın onayından geçmesi gerekiyor.
Senato'da gündemi belirleme yetkisinin hükümette olması nedeniyle tasarının gündeme hemen gelmesi beklenmiyor. Fransız hükümeti, tasarıyı desteklemediğini açıklamıştı. Fransız meclisi, 2001 yılında kabul edilen bir yasayla da Ermeni soykırımını resmen tanımıştı.
Değişik teklifleri reddedildi
İktidardaki Halk Hareketi Birliği (UMP) milletvekili Patrik Deveciyan'ın yasa teklifine ilişkin olarak bilim adamları ve tarihçilerin çalışmalarının yasanın yaptırımlarından muaf tutulmasına ilişkin değişiklik önergesi reddedildi. Deveciyan, meclisteki konuşması sırasında Türk hükümetini ve yasa teklifine karşı çıkan AB Komisyonu temsilcisini eleştirmişti. Bu yasa ile tarih yazmadıklarını savunan Deveciyan, daha önce 2001 yılında kabul edilen yasanın gereklerini bu yasayla yerine getirmek istediklerini savundu.
Genel kurulda hükümet adına konuşan Avrupa işlerinden sorumlu Bakan Catherine Colona ise yasa teklifine karşı çıktı. Bakan Colona, yasa tasarısının oylanmaması gerektiğini belirterek, "Hükümet olarak yasaya karşıyız" dedi