Üye Girişi
x

Giriş Başarılı.

Yanlış Bilgiler.

E-mail adresinizi doğrulamalısınız.

Facebook'la giriş | Kayıt ol | Şifremi unuttum
İletişim
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

Türkiye Erosyon Ile Herşey

Türkiye Erosyon Ile Herşey Hakkında Bilgi - Türkiye Erosyon Ile Herşey Nedir Özet


Araştırmalar




TÜRKİYE'NİN EROZYON SORUNU


Toprak, dünya üzerinde hayatın devamı için gerekli temel unsurlardan biridir. Doğal faktörlerin karşılıklı etkileşimi sonucu kayaların fiziksel ve kimyasal ayrışmaya uğraması ile toprak oluşur. Bitkilerin yetişmesi için toprağa kesin bir bağlılık söz konusudur. İnsan ve hayvanların yaşamı ise besin zincirinin bir gereği olarak dolaylı yoldan toprakla ilintilidir. Toprağın, beslenme gibi yaşamsal bir aktivite ile yakından ilişkili olması önemini daha da artırmaktadır. Başka bir deyişle, diğer doğal kaynaklar ile karşılaştırıldığında maddi açıdan fazla değer taşımıyormuş gibi görünen toprak, gerçekte ülkelerin en önemli zenginlik kaynağıdır. Bu zenginliğin bilincine varmış olan ülkeler toprak kaybını önlemek ve azaltmak için toprak koruma önlemleri almışlardır. Toprak koruma bilincinin gelişmesinde, kuşkusuz, toprağın oluşum sürecinin geniş bir zaman dilimini kapsaması etken olmuştur. Gerçekten de 10- 15 cm .lik bir toprak tabakasının oluşması için binlerce yıl gibi uzun bir sürenin geçmesi gereklidir. Bu nedenle toprak kaybı ile oluşan açık, kısa sürede kapatılamaz ve bu durumun etkisi oldukça geniş kapsamlıdır. Kaybın kısa bir süre içinde karşılanamaması, ülkelerin ekonomik yapılarına etki ederek fakirleşmelerine, hatta can ve mal kayıplarının da yaşandığı büyük doğal felaketlere neden olabilmektedir.


Toprak erozyonu, doğal bir süreçte, rüzgar ve suyun etkisi ile devamlı olarak yaşanır. Başka bir deyişle toprak kaybı, jeolojik anlamda doğal olarak (aşınma ve biriktirme yoluyla) gerçekleşen bir olaydır. Öte yandan insanın aşırı müdahalesi veya zararlı etkisi olmasa, erozyon jeolojik süreç içinde olumlu sonuçlar da doğurabilmektedir. Ülkemizin tarımsal bakımdan verimli ovaları konumunda olan Menemen, Bafra ve Çarşamba ovaları erozyon sonucu taşınan toprakların nehir ağzında birikmesi ile oluşmuşlardır. Ancak arazinin tahribi, yanlış ve aşırı kullanımı, erozyonu doğal süreci dışına çıkartarak, önemli toprak kaybına neden olmaktadır.


Yurdumuz, toprak aşınması veya erozyonun dünyada en fazla görüldüğü ülkeler arasında yer alır. Doğal etmen ve süreçlerin (rüzgar ve su) etkisiyle 1 km2'lik alandan normal olarak 100 ton dolayında toprak taşınırken, bu oran ülkemizde erozyonun etkisi ile 6 kat daha fazladır.

Bir mil kareden taşınan mil ve kil boyutundaki küçük unsurlu toprak miktarı ise 1600 ton civarındadır.


Türkiye yüz ölçümü bakımından kıtalar ile kıyaslandığında nispeten küçük kalır. Ancak bu karşılaştırma erozyonla taşınan materyal açısından yapılırsa, Türkiye, kıtalardan 10-20 kat daha büyük değerler gösterir. Nitekim taşınan materyal bakımından Asya kıtasına hemen hemen eşit bir konumda iken (1530 ton), Avrupa kıtasından 17, Afrika kıtasından 22, Kuzey Amerika'dan 6, Güney Amerika'dan 10 kat daha fazla değerler taşır. Meydana gelen bu toprak kaybı, yapılan hesaplara göre 140.000 kişinin ihtiyacını karşılayacak üretim kapasitesi anlamına gelir. Beslenmenin her gün daha fazla önem kazandığı, teknik buluşlara yenilerinin eklenerek tarımsal üretimin artırılmaya çalışıldığı bir dönemde, yüksek oranda toprak kaybımızın olması "açlık ve kıtlık" demektir. Milletine ve devletine sahip çıkan bir kurum olan Milli Değerleri Koruma Vakfı, ülkemizin erozyon sorunu ve çözüm önerilerini kamuoyuna bildirmeyi kendisine görev edinmiştir.






EROZYONUN NEDENLERİ

Daha önce de belirtildiği gibi erozyon jeolojik süreç içinde rüzgar ve suyun etkisi ile sürekli oluşan doğal bir olaydır. Ancak erozyonun artmasında insanın etkisi de yadsınamaz. Bu nedenle yurdumuzda erozyonun şiddet ve miktar bakımından yüksek olmasında etken olan faktörlerin çok iyi saptanması gereklidir. Bu faktörler, doğal (iklim, yüzey şekillerinin arızalı ve eğimli olması, toprak yapısı vb.) ve beşeri (yanlış arazi kullanımı, yanlış tarım araçları kullanma, doğal bitki örtüsünün tahribi vb.) etmenlerin ortak etkisi sonucu meydana gelir. Erozyonun oluşmasında bu faktörler kapsamında bazen bir veya birkaç olayın etkili olduğu görülür.

Ülkemizde iklimin erozyon üzerindeki etkisi, özellikle ilkbahar ve yaz aylarında önem kazanır. İlkbahar aylarında yağışların sağanak şeklinde düşmesine bağlı olarak oluşan sel suları doğal bitki örtüsünün zayıf olduğu veya bitkiden yoksun iç bölgelerimizde büyük çaplı erozyon oluşturur. Diğer taraftan bitki örtüsünün zayıf olduğu yamaçlar ve iç bölgelerde kurak yaz aylarında esen şiddetli rüzgarlar da toprak örtüsünün süpürülmesine neden olur. Kış aylarında zemin karla kaplı olduğundan erozyonun etkisi hemen hemen hiç hissedilmez. Ancak erozyon etkisi, karların erimesine neden olan lodos rüzgarının esmesi ile kendini hissettirir.

Türkiye yüzey şekilleri bakımından eğimli bir özellik gösterir. Eğim değerlerinin %0,50-150 arasında olduğu orta ve çok eğimli sahalar, ülke yüz ölçümünün %29'unu oluşturur. Bu arazilerin doğal bitki örtüsünden yoksun olan kısımları sağanak yağış ve sellere bağlı olarak oldukça süratli bir biçimde süpürülür.

Toprağın yapısı da erozyonun şiddetini artırır. Kil oranı %27'nin altında olan topraklar birbirlerine yapışmayacağından rüzgarın hızına bağlı olarak taşınır. Örneğin 1 mm çapındaki bir toprak parçası 10 m/sn hızındaki bir rüzgar ile kolayca taşınır. Ülkemizde kil oranının düşük olduğu kuru topraklar rüzgar erozyonu ile taşınır. Bitki örtüsünden yoksun eğimli yamaçlarda kumlu-milli topraklar şiddetli yağış ve sellerle taşınırlar. Bu durum, İç ve İç Batı Anadolu bölgelerimizde sıklıkla yaşanır.

Killi topraklar rüzgar erozyonuna karşı direnç göstermelerine karşın, su erozyonunu hızlandıran bir yapıdadır. Bu topraklar bünyelerine su aldıkları takdirde şişmekte ve kaygan duruma geçmektedir. Sonuçta üzerlerindeki kütleleri taşıyamayarak, bunların bloklar halinde kaymalarına neden olmaktadır. Ülkemizde Karadeniz bölgesinde görülen heyelanlar, killi-kumlu ardışıklı tabakalar nedeniyle oluşmaktadır.

Yapısında karbonat, sülfat ve klor bulunan sahalarda su erozyonu etkilidir. Bu sahalarda arazi kolayca eriyerek aşınmakta ve erozyona neden olmaktadır. Su erozyonuna yurdumuzda Ege ve Akdeniz bölgeleri başta olmak üzere hemen hemen tüm bölgelerimizde rastlanır.

Konunun başında erozyona neden olan faktörlerin sadece fiziki unsurlar ile sınırlı olmadığı belirtilmişti. İnsan faktörü veya beşeri unsurların da erozyonu şiddetlendirici etkisi oldukça yüksektir. Erozyonu artıran etkenlerin başında yanlış arazi kullanımı gelir. Araziler bitki örtüsüne, eğimine, toprak yapısına, yüzey şekline vb. gibi unsurlara bağlı olarak birtakım gruplara ayrılabilir. Özellikleri belirlenen araziler tarla tarımı, bağlar, bahçeler, mera ve otlak, orman alanları gibi ayrımlara tabi tutulur. Arazi özelliklerine göre ayrılmış olan sahaların başka amaçlarla kullanılması erozyonu kışkırtır. Örneğin bir alanın mera sahası olarak kullanımı esanasında yapılan yanlışlar, su ve rüzgar erozyonunu arttırır. Ülkemizde arazinin yanlış kullanılması oldukça yaygındır.





İnsan müdahalesine bağlı olarak erozyon oluşmasında yanlış tarım teknikleri ve araç gereç kullanımının da etkisi vardır. Ülkemizde arazinin nadasa bırakılması ile uygulanan geleneksel tarım tekniği, toprakların rüzgar ve su erozyonu ile kaybedilmesine neden olur. Hayvancılıkla uğraşan köylülerimizin, yanlış tarım teknikleri kullanmaları erozyonun artmasına neden olan unsurlardandır. Ülkemizde hayvancılık genellikle açık mera hayvancılığı biçmindedir. Ancak her meranın besleyebileceği bir hayvan kapasitesi vardır. Meraya besleyebileceğinden fazla sayıda hayvanın sokulması, bu hayvanların otları kökleri ile birlikte yemesi, henüz otların yeni yeşermeye başladığı ve tam olarak gelişmediği ilkbahar aylarında otlatma yaptırılması, toprak yüzeyini örten bitki örtüsünün ortadan kalkmasına ve mera kalitesinin bozulmasına neden olur. Bu, erozyonu arttırıcı ve teşvik edici bir durumdur. Ülkemizde aşırı otlatmaya maruz kalmış alanları, hemen hemen her bölgemizde görmek mümkündür. Bitki örtüsünün en az tahribe uğradığı Karadeniz bölgesinde bile, aşırı otlatmaya maruz kalan bu alanlar, hayvanların yemedikleri eğrelti otları ile kaplanmıştır.

Tarımsal araç ve gereçlerin yanlış seçilip yanlış kullanılmasının da erozyon üzerinde ayrı bir etkisi vardır. Ülkemizde erozyon, tarımda makinalaşma ile birlikte artmıştır. Örneğin; toprak, arazi ve iklim yapısına uygunluk dereceleri saptanmadan kullanılan araç ve gereçlerden pullukların (diskoro, diskli veya soklu tipleri), kurak şartların hakim olduğu iç bölgelerimizde toprağı fazla ufalayarak ince ve gevşek bir yüzey oluşturması, rüzgar erozyonunun etkisini arttırmaktadır.

Türkiye'de, yeni tarım alanları açmak, yakacak temin etmek, yeni yerleşim alanları oluşturmak amacıyla bitki örtüsü önemli ölçüde tahrip edilmektedir. Yurdumuzun iklim koşulları göz önüne alındığında, topraklarının %70'inin ormanlarla kaplı olması gerekirken süregelen tahrip sonucu, günümüzde ormanlar ülke yüz ölçümünün sadece %26'sını kaplamaktadır.


Erozyonu önlemede kökleri ile yüzeysel akışa engel olan, bitki artıkları ile toprağa verim katan, yaprakları vasıtası ile yağışın şiddetini azaltan ormanların yok edilmesi, ülkemizi hızlı bir şekilde çölleşmeye götürmektedir. Nitekim Akdeniz kıyılarında turistik tesis yapımı için yok edilen ormanlar ve makilikler nedeniyle denizden iç kısımlara etki edebilen rüzgar, kıyı kumulları aracılığıyla tarım alanlarını (pamuk tarlaları ve narenciye bahçeleri) tehdit etmektedir. İç bölgelerde Tuz gölü kıyıları, Karapınar çevresi, Fırat havzası, Nemrut dağı etekleri, Kahta çayı havzası çölleşmenin görüldüğü alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Orman tahribi ve erozyon, önlem alınmadan günümüzdeki gibi devam ederse, NASA (Amerikan Uzay Araştırmaları Merkezi)'nın yaptığı araştırmalara göre 2040 yılında Türkiye yüz ölçümünün %85'inde çöl iklimi hüküm sürecektir.

EROZYONUN COĞRAFİ BÖLGELERE GÖRE DAĞILIMI

Ülkemizde erozyon, coğrafi bölgelere bağlı olarak farklılıklar gösterir. Ege ve Marmara bölgelerinde erozyon nispeten orta şiddettedir. Diğer bölgeler ise şiddetli bir erozyona maruz kalırlar.

Ege bölgemizde erozyonun boyutları yüksek oranda değildir. Ancak son yıllarda Aydın dağları, Marmaris, Fethiye ilçeleri ve Datça yarımadasında çıkarılan yangınlarla orman alanlarının açılması, erozyon sorununu gündeme getirmeye başlamıştır. Genellikle su erozyonu biçiminde, ilkbahar aylarında ortaya çıkan erozyon nedeniyle delta alanları, denize doğru gelişmektedir.

Marmara bölgesinde de hafif ve orta şiddetli bir erozyon kendini gösterir. Su erozyonu biçiminde kendini belli eden erozyon, yerleşme ve sanayileşmenin yüksek olduğu Asya kısmında, Trakya bölümüne oranla daha dikkat çekicidir.



Akdeniz bölgesinde Korkuteli, Elmalı ve Antalya körfezinin kuzeyinde, Toros dağlarının yamaçlarında tarım alanları açmak amacıyla tahrip edilen orman alanlarında şiddetli, Silifke- Mersin arasında kalan Toros eteklerinde orta şiddette erozyon görülmektedir. Antalya- Silifke arasında kalan dağlık sahada ise tarımsal kullanım alanları geniş olmadığından erozyon görülmez.

Akdeniz bölgesinde olduğu gibi, Doğu Anadolu bölgesinde de erozyonun etkisi çeşitli kesimlerde farklılıklar gösterir. Erzincan, Iğdır, Pasinler, Erzurum, Kars ovalarında erozyon sorunu çok düşük düzeydedir. Ancak ormanların tarımsal kullanıma açılması, meralarda yapılan aşırı otlatmalar ve büyük şehirler çevresindeki yamaçlarda orta şiddette bir erozyon dikkati çeker. Bu bölgemizde, kar örtüsünün bütün kış boyunca toprak yüzeyini kaplaması ve karların erimesinin ardından zeminin otlarla kaplanması erozyon şiddetini, nispeten azaltır.

Karadeniz bölgesinde dağların denize bakan yamaçları yoğun bir bitki örtüsü ile kaplıdır. Bu nedenle eğim çok fazla olmasına rağmen, erozyon riski oldukça hafiflemiştir. Tarım alanı açmak amacıyla ormanın bazı bölümlerinin tahrip edildiği kısımlarda çay ve fındık ekilmesi de erozyonu hafifletmektedir. Ancak, mısır ekilen alanlarda, Trabzon, Samsun gibi büyük kentlerin çevresinde, Karadeniz dağlarının İç Anadolu'ya bakan güney yamaçlarında erozyon şiddeti oldukça yüksektir.

İç Anadolu bölgesi erozyon şiddetinin en yüksek olduğu bölgelerimiz arasındadır. Bu bölgemizde erozyonun şiddetli olmasında, orman alanlarının büyük ölçüde tahrip edilmesi, yerine gelişen step bitki örtüsünün toprak kaybını önleyememesi, nadaslı buğday tarımının yapılması ve mera alanlarındaki aşırı otlatma önemli etkenlerdir. Bölgenin Konya ve Tuz gölü çevresinde ise şiddetli bir rüzgar erozyonu görülür. Söz konusu alanlarda toprağın organik maddeler bakımından fakir olması, yapısının bozuk ve tekstürlerin rüzgarla taşınmaya elverişli büyüklükte olması, güney ve güneybatıdan esen rüzgarların toprak örtüsünü kaldırabilecek şiddette olması ve arazinin bitki örtüsünden yoksun bulunması erozyonun yüksek olmasına yol açar.

Türkiye'nin erozyona en fazla maruz kalan bölgelerinden bir diğeri Güneydoğu Anadolu bölgesidir. Aşırı otlatma, eğimli arazilerde tarla açılması, yağışların büyük bölümünün şiddetli sağanaklar biçiminde olması, erozif etkiyi kuvvetlendirir. Bu bölgemizde özellikle Siirt, Mardin ve Bitlis'te erozyon hızı oldukça yüksektir.

EROZYONUN ORTAYA KOYDUĞU SONUÇLAR

Ülkemizdeki toprakların %7.22'sinde hafif, % 20.04'ünde orta, %36.42'sinde şiddetli, %22.32'sinde çok şiddetli olmak üzere toplam %83.20'sinde erozyon yaşanır. Erozyonun ortaya koyduğu olumsuz sonuçların başında, arazinin kullanım ve verim değerinin düşmesi başka bir deyişle doğal dengenin bozulması gelir.

Erozyonun etkisi ile bitkilerin yetişmesi için gerekli olan toprağın süpürülmesi sonucu, toprağın altında yer alan ve sertliği farklılık gösteren ana materyal ortaya çıkar.


Ana materyalin granit, gnays, kuvarsit gibi volkanik veya kireçtaşı türü tortul kayaçlardan oluşması başka bir deyişle sert malzemeli kayaçlar içermesi, üstteki toprağın süpürülmesi sonucu arazinin değer kaybetmesine ve bu alanın taşlık, değersiz arazilere dönüşmesine neden olur. Yurdumuzda Güneydoğu Toroslar, Aydın, Bozdağ ve Menteşe dağlarında bu tip toprak kaybına uğrayarak çıplak ve verimsiz hale dönüşen araziler çoğunluktadır.




Toprak tabakasının taşınmasıyla tuzlu-alkali ana materyalin ortaya çıktığı sahalarda da arazi büyük ölçüde değer kaybetmekte, buralarda tarım yapılamadığı gibi, yöreye özgü doğal bitki örtüsü de gelişememektedir. Alkalen reaksiyon veren peridotit- serpantin gibi kütlelerin içinde bulunan metalik oluşumlar (çinko, magnezyum), zehir etkisi yaparak bitkilerin gelişmesine engel olurken, tuzlu materyalin ortaya çıktığı alanlarda ise tuza dayanıklı zayıf ot örtüsü veya boş araziler dikkat çekmektedir. Ülkemizde Çankırı-Sivas-Zara, Oltu-Narman, Suşehri- Şebinkarahisar, Kağızman-Iğdır çevreleri tuzlu, Malatya- Elazığ- Maden, Ankara – Kırıkkale, Erzincan Keşiş ve Kızıldağ çevreleri ise alkalen materyalin bulunduğu, tamamen bitki örtüsünden yoksun alanlardır.

Yukarıda belirtilen iki örnek dışında erozyonun etkisine karşın tarım yapılabilen alanlara da rastlanır. Yumuşak dokulu neojen göl depolarının hakim olduğu İç Anadolu ve İç Batı Anadolu bölgeleri bu tip alanlara örnek oluşturur. Ancak burada uygulanan yanlış tarım teknikleri (özellikle nadas), erozyonun etkisini hızlandırarak arazinin değerinin hızla düşmesine neden olmaktadır.

Taşkınlar veya sellerle dağlardan taşınan çakıllı, kumlu, milli malzeme dağların eteklerinde yer alan tarım alanlarına yayılarak arazinin kullanım değerini düşürmektedir. Burdur, Konya, Akşehir-Eber, Iğdır, Erzincan, Erzurum, Pasinler vb. gibi alanların bazı kısımlarında arazinin değerinin düşerek V. ve VI. sınıf alanlara dönüşmesi ülkemizde sıkça rastlanan örnekler arasındadır.





Bu arazilerin doğal bitki örtüsünden yoksun oluşu, akarsularımızın aşındırma gücünü arttırmakta ve daha çok malzeme taşınmasına neden olmaktadır. Ancak bu akarsular üzerinde veya kollarında yer alan barajların taşınan kumlu- killi- milli materyal ile dolması, daha sonraki yıllarda ülkemizin erozyon sorunu yanında enerji problemi ile de karşı karşıya gelmesine neden olacaktır. Erozyonun dolaylı etkisi olarak beliren bu durum, oldukça ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Milyarlarca lira harcanarak inşa edilen, başta enerji gereksinimi ve sulama olmak üzere çeşitli amaçlarla kullanılmak üzere tasarlanan barajların, 15-20 yıllık süreler içinde kullanım sürelerinin yarısını tamamlamış olmaları, erozyonun düşünülmesi gereken diğer ciddi boyutudur.

ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Erozyon daha önce de belirtildiği gibi doğal bir süreçtir, bu nedenle de tamamen önlenmesi olanaksızdır. Ancak belli yöntemler uygulanarak etkisi ve hızı azaltılabilir veya bir ölçüde de olsa kontrol altına alınabilir. Bu bakımdan ele alınacak önlemler birkaç başlık altında toplanabilir.

Yeni Tarım Teknikleri Geliştirmek: Tarımsal ürünlerin, arazinin eğim değerleri dikkate alınarak ekilmesi veya rotasyon ve şerit halinde ekim yöntemlerinin benimsenmesi erozyondan korunma yöntemlerinin başlıca ilkeleri arasında yer almalıdır.
Ülkemizde uygulanan yanlış tarım tekniklerinden biri ekimin eğim yönünde yapılmasıdır. Bu ekim sırasında, toprak eğim yönünde sürülerek küçük kanalcıkların oluşmasına neden olunur. Bu kanalcıklar dikim işlemi sırasında genişleyerek şiddetli yağışlar sırasında önemli toprak kaybına neden olur. Ekim ve sürüm işlemlerinin, arazinin eğim değerleri göz önüne alınarak, eğime paralel yönde yapılması, bitkilerin yağış sırasında suyu tutarak toprak tarafından emilmesini sağlar ve yüzeysel akışı en alt düzeye çeker.




Yurdumuzda yaygın olarak kullanılan tarım yöntemlerinden bir diğeri, toprağı dinlendirmek amacıyla nadasa bırakmaktır. Özellikle kurak şartların hakim olduğu iç bölgelerimizde dikkati çeken bu yöntem, rüzgar erozyonu ile önemli ölçüde toprak kaybına neden olmaktadır. Nadas yöntemi yerine rotasyon sisteminin benimsenmesi toprağın boş kalmadan dinlenmesine neden olacaktır. Buğday, yonca, baklagil, pancar gibi bitkilerin aynı tarlaya dört yılda bir ekilmesi ile toprakta aynı tür minerallerin azalmasının önüne geçilebilir.
Ek masraf gerektirmeyen ve taraçalarla birlikte uygulandığında eğim değerleri %8 ve üzerinde olan tarım alanlarında uygulanabilen diğer bir tarım tekniği de, şerit halinde ekimdir. Bu yöntemde tarım ürünleri belli sıralar halinde ekilir. Bu sıralama, sık ve sığ kökleri ile toprağı tutucu etkisi olan yonca, alfa otu vb. gibi çayır otları ile yulaf, arpa gibi kültür bitkilerinin önüne, şerit halinde gevşek ve dağınık ekim düzeni gösteren fakat derin sürülmüş toprağa gereksinim duyan pamuk, tütün, soya fasulyesi, mısır gibi kültür bitkilerinin ekilmesi biçiminde yapılır. Bu şekilde, derin sürülerek toprak kaybına uğrayacak kısımlar önündeki sığ ve sık bitkiler tarafından tutulur ve zarar en alt düzeye çekilir.
Erozyonu önlemek için uygulanacak en önemli yapay önlemlerden biri taraça oluşturmaktır. Taraçalar arasında en yaygın olarak kullanılanı, geçmişi oldukça eskiye dayanan basamaklı taraçalardır. Bu tip taraçalar özellikle eğim değerlerinin yüksek olduğu dağlık araziler ve dik yamaçlar üzerinde başarılı sonuçlar vermektedir. Ülkemizde eğim değerleri bakımından tarıma uygun alanlar oldukça azdır. Buna karşılık eğim değerlerinin %0,50-150 arasında olduğu alanlar, ülke yüz ölçümünün %29'unu başka bir deyişle 226.295 km2'sini kaplar. Bunlardan eğim değeri %0,50-100 arasında olan ve ülke yüz ölçümünün %12.8'ini kaplayan orta ve hafif eğimli alanlar ile yüz ölçümünün %0,100-150 arasında değiştiği çok eğimli alanlar tarım yapılmasına uygundur. Ancak söz konusu alanlar, gerekli önlemler alınmadan tarım yapıldığı için şiddetli erozyona maruz kalmaktadır. Bu tip alanlarda basamaklı taraçalar oldukça olumlu sonuçlar verecektir.
Karadeniz bölgesinde olduğu gibi yağışın bol, yüzeysel akışın fazla olduğu alanlara ise eğimli ve hendekli taraça tipi tatbik edilmelidir. Bu taraça tipinde eğime bağlı olarak artan yüzeysel akış, taraça aralıklarında oluşturulan hendekler vasıtası ile başka alanlara aktarılır.
İlkbahar aylarında sağanak şeklinde düşen yağışların özellikle bitki örtüsünden yoksun iç bölgelerimizde meydana getirdiği erozyon, düz taraça tipi ile önlenebilir. Yağışla düşen suyun yüzeysel akışla kaybedilmesine engel olmak için, depo edilmesi ve biriktirilmesi amacına yönelik olan bu taraça sisteminde, su kanallarda toplanarak, toprağın suyu yavaş yavaş emmesi ve uzun süre nemli kalması sağlanır.
Ülkemizde eğim değerlerinin %0,150'den fazla olduğu alanlar ise erozyonun oldukça şiddetli olarak gözlendiği alanlardır. Türkiye'nin 487.864 km2‘sini, yaklaşık olarak %62.5'ini kaplayan bu alanlarda tarım ve hayvancılığın oldukça dikkatli bir biçimde yapılması gerekir. Bu alanlardan eğim değerleri %0,150-400 arasında olan sahalarda, taraçalar oluşturularak bağlar ve meyve ağaçları yetiştirilebilir. Başka bir deyişle söz konusu eğim değerlerine sahip alanlarda toprak kaybını azaltıcı bir özellik oluşturmak üzere "ağaç tarımı" yapılmalıdır. Eğim değerlerinin %0,400- 1000 arasında değiştiği sahalar ise mera ve orman alanları olarak değerlendirilmelidir.
Mera Alanlarında Yapılacak Düzenlemeler: Meralarda besleyebileceği hayvan sayısının üzerinde otlatma yapılmaması ve otların yeni yeşermeye başladığı ilkbahar döneminde otlatmaya son verilmesi, uygulanacak kısa dönemli klasik önlemlerdir. Ancak meralara zarar vermeden hayvancılığımızın da gelişmesi için dünyada uygulanan bilimsel yöntemlerin ülkemizde de benimsenmesi gereklidir. Bu yöntemlerden en etkili olanı, erozyon kontrolünde kullanılan bazı bitki türlerinin mera alanlarına ekilmesidir. Bu otlardan bir kısmının ülkemizde yarı kurak koşulların hakim olduğu iç bölgelerimizde ekilmesi düşünülmelidir. Söz konusu otlar bromus inermis, buchloe dactyloides, tatlı yonca, sorghum vulgare sudanence, phleum platensa gibi türlerden oluşur. Aşırı otlatma yapılan meralarda çabuk büyümeleri, kendilerini yenileme özelliğine sahip olmaları, rüzgar erozyonuna karşı başarılı koruma sağlamaları ve toprağa organik madde kazandırmaları bu otların başlıca özellikleridir.



Toprakta uzun süre yeşilliğini koruyan tatlı yonca, hayvanlar tarafından sevilen bir bitki çeşididir. Nemli bölgeler için, trifolium repens veya beyaz yonca, phleum pratensa (yonca ile birlikte ekildiğinde toprağı 1-2 yıl kaplayabilir) ve phalaris arundina (bataklık sahalarda, yüksek dağlık alanlarda taraça boşaltma kanallarının sağlamlaştırılmasında) uygun bitki türleri olurken, agropyron cristatum ise kışları sert geçen Doğu Anadolu bölgesi için erozyon kontrolünde olumlu sonuçlar verecek bir türdür.
Toprak koşulları göz önüne alındığında genellikle asit olmayan topraklarda poa prantesis, poa compressa, agrostis alba, agrostis spp.,kumlu topraklarda axonopus compresus, orta şiddetli erozyona uğramış olan her türlü toprakta yetişme özelliğine sahip lespedeza sericea geniş sahalara ekilebilir. Ayrıca yüzeysel akışı kontrol altına alan, yağışın direkt toprağa temasında yaptığı tahribatı önleyen, toprak üzerini halı gibi kaplayarak koruma sağlayan en iyi bitki türlerinden bir diğeri de Lespedezalardır. (Common lespedeza, lespedeza striata, lespedeza stipulacea, lespedeza juncea, lespedeza sericea).
Ayrıca mera hayvancılığı yerine ahır hayvancılığına dönüşüm sağlanması da önemlidir. Ancak ahır hayvanlarına verilecek yemlerde de yeni yöntemler uygulanmalıdır. Bu yöntemler içinde en önemlilerinden biri silajdır. Yeşil yem bitkilerinin (koçanı oluşmuş mısır, fiğ ve tahıl karışımı, taze çayır otları, şeker veya hayvan pancarı yaprakları, sorgun veya sudan otu, çiçeklenmiş ayçiçeği, lahana yaprakları, tırtıl, yonca, korunga, şeker ve bira fabrikaları posaları) biçildikten sonra sıkıştırılıp üzerlerinin kapatılarak depolanması sonucu silaj elde edilir. Söz konusu yem bitkilerinin, nadas alanlarında ekiminin yapılması erozyonu önlemektedir. Diğer taraftan maliyetinin düşük olması, yapımının kolay olması, hayvanların severek yemesi, kuru otlara oranla besin değerinin yüksek olması gibi nedenler hayvanların otlaklara çıkarılmadan beslenmelerini sağlayacağından erozyona dolaylı yoldan katkı sağlar.
Orman alanlarının belirlenmesi: Ülkemizde kullanım bakımından mera, tarım alanı ve bozuk ormana dönüşmüş alanların belirlenerek, tekrar genç, iyi, koruluk ormanlara dönüştürülmesi gereklidir. Ormandan yoksun olan sahalarda ağaçlandırma yapılırken, sahanın iklim koşullarının dikkate alınması gereklidir. Çünkü her ağaç gereksinim duyduğu iklim koşullarının etkisi altında gelişme gösterir. Ormanlar saha planlamaları yapıldığında, erozyona karşı korumada oldukça başarılı sonuçlar vermektedir. Akarsuların aşındırma gücünü azaltmak için de çevrelerinin ağaçlandırılması önemlidir. Bu biçimde erozyon önlenebileceği gibi, barajların dolmasının da önüne geçilebilir.


Bunun hakkında hemen düşüncelerinizi ya da sorunlarınızı yazabilirsiniz...

Hızlı Yorum Sistemi
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

İsim Email Şifre Kuran'daki ilk sure

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış