TÜRKİYE'NİN BİYOLOJİK ZENGİNLİKLERİ
Gündelik yaşamımızda kullandığımız kültür bitkilerinin ve evcil hayvanların yabanî akrabalarının önemli bri kısmının orjininin Türkiye olduğu az bilinen bir husustur. Doğa meraklıları, biyologlar, ziraatçiler, ormancılar, veterinerler, farmakologlar tarafından bilinen bu özellik, son yıllarda çevre bilimlerinin genel kültür hayatımızda daha fazla yer etmesiyle birlikte giderek daha çok tanınmaya başladı. Kirazın, vişnenin, kayısının, bademin, incirin ve daha nicelerinin anavatanı Türkiye. Öyle ki bu bitkilerin bilimsel isimlerinden batanlarının Türkiye olduğu kolayca anlaşılmakta. Örneğin incirin bilimsel adı "Ficus Carica 'dır; yani, Latince’den Türkçe’ye çevirecek olursak bu meyvanın adı "Karyalı İncir" dir. Anımsanacağı gibi Karya, Güney Ege’de hüküm sürmüş antik bir krallığın ismi. Başkent Ankara’nın adı da çeşitli bitki ve hayvanların Latince isimlerinde geçmekte. Ayrıca, kirazın anavatanı olarak Giresun kabul edilmekte ve bu durum Latince isminde de belli olmaktadır: Prunus Cerasus. Evcil koyunun yabanisi yine Anadolu’ya ait bir türdür. Yaban koyunu veya ceren adıyla bilinen bu hayvanın Latince ismi Ovis Ammon Anatolica’dır. <BR
Kültüre edilen bitkilerin, evcilleştirilen hayvanların anayurdu olmasının yanında, Türkiye yabani bitkiler yönünden de çok zengindir. Ağaç, ağaçcık, çalı, çiçekli ve çiçeksiz otsu bitkiler olmak üzere Türkiye’de dokuz bini aşkın bitki türü bulunmaktadır. Bunların üçte biri endemiktir, yani dünyada doğal olarak sadece Türkiye’de bulunmaktadır.
Yabanî hayvanlar yönünden Türkiye daha da zengin. Omurgalı ve omurgasız hayvan türü sayısı yüzbinin üzerindedir. Bu sayılar Rusya dışında Türkiye’nin bütün komşularından çok daha zengin olduğunu ortaya koymaktadır.
Biyolojik çeşitlilik yönünden Türkiye’nin zenginliği bir rastlantı değil. Bilindiği gibi Anadolu yarımadasının yabancı dillerdeki bir adı da Küçük Asya (Asia Minor / Klein Asien). Bu isim Anadolu’nun fiziksel yapısı itibariyle bir kıtanın özelliğini kendi ölçeğinde göstermesinden kaynaklanmakta. Gerçekten de yedi ayrı coğrafi bölge içinde birbirinden çok değişik karakterdeki fiziksel yapı olağanüstü çeşitliliğe yol açmakta, farklı ekolojik özellikler sergilemekte. Ülkenin kuzeydoğusunda iki metrenin üzerindeki yağışın geliştirdiği ılıman kuşak yağmur ormanları boy gösterirken, orta kesimlerde yüzlerce metrekarelik tuzlu göller ve çevresinde çorak alanlar bulunmakta.
Türkiye’nin dünya üzerindeki coğrafi konumu da biyolojik çeşitliliğin zenginleşmesine neden olmuş. Asya ve Avrupa arasında doğal bir köprü konumunda olan Türkiye, Afrika’nın kuzeyine çok yakın olduğundan, kuşların göç yollarının önemli bir bölümü Anadolu’dan geçmektedir. Keza İstanbul ve Çanakkale Boğazları Karadeniz, Marmara ve Ege arasındaki balık ve diğer göçmen deniz canlılarının hareketine imkân vermektedir.
Buzul devrinde Anadolu’nun ılıman iklimde kalmış olması soğuktan kaçan birçok canlı türünün buraya sığınmasına neden olmuş. Daha sonra bu toprakları benimseyen canlı türleri biyolojik zenginliğin artmasına yol açmışlar.
Karalarda görülen büyük fiziksel farklılıklar ve buna bağlı olarak gelişen çok çeşitli ekolojik yapı, Türkiye’yi üç yandan çeviren denizlerde de görülmektedir. Derinlikleri, renkleri, ısıları farklı olan denizlerin tuzluluk oranları da büyük değişiklikler göstermekte, Karadeniz’de binde 18 olan tuzluluk Marmara’da binde 23’e, Ege’de binde 32’ye, Akdeniz’de binde 38’e ulaşmakta. Denizlerinin tuzluluk oranı bu kadar büyük değişiklikler gösteren başka bir ülke yoktur. Ekolojik yapıdaki bu değişiklik de zenginliği artıran bir etken olmaktadır.
Ve belki de hepsinden önemlisi, bilim adamları tarafından yerküre üzerinde belirlenen dokuz gen merkezinden ikisi Türkiye üzerinde bulunmaktadır. Gen teknolojisinin inanılmaz gelişmeler kaydettiği günümüzde, bu denli zengin biyolojik çeşitliliğe sahip olmak gerçekten büyük bir şans. Ancak bu varlıkların yok olmaması için doğayı koruma çalışmalarına katılmak ve desteklemek, herkes için çağdaşlığın gereği sayılmalı.