Türkiye ve Orta Dogu
Turkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca Bati yanlisi tutumuyla Soguk Savas surecinde Orta Dogu kanadini gozardi edip Bati'ya bakmayi tutarli bir devlet politikasi haline getirmisti. Orta Dogu kanadiyla olan iliskiler 1980'li yillarda disariya acilma calismalariyla yeniden canlandi.
O zamandan beri ilk asamada ekonomik iliskilerin canlandirilmasi, daha sonralari da 1990/91 Korfez Krizi, 1992'den beri PKK ile resmi olarak devam savas, 1992'den bu yana Israil ve Filistin arasinda gelisen genel bir "Arap-Israil" Orta Dogu Baris Sureci, Suriye ile Turkiye arasinda GAP (Guney Dogu Anadolu Projesi) nedeni ile devam eden "Su-politik - PKK" ve daha bir cok konularda Orta Dogu, Turkiye'nin dis politikasinda onemli bir yer tutmakta.
Bu yazimda Turkiye'nin Suriye, Irak, Israil, genel olarak da Orta Dogu ve Arap Dunyasi ile olan aktuel iliskilerini ve siyasi konumunu kisaca gozden gecirecegim:
Suriye ile olan iliskilerin gerginligi Cumhuriyet'in ilk zamanlarina kadar gidiyor. Hatay'in (Antakya bolgesi) Turkiye'ye gecmesinden beri Suriye ile olan iliskilerimiz siyasi gerginliklere yol acmistir. Son zamanlardaki sorunlarin da baslica nedeni, Turkiye'nin 1970'li yillardan beri planlayip da 1980'lerde aktif olarak insaasina basladigi 32 milyar dolarlik GAP projesi ile oldu. Bu proje Firat nehri uzerinde 22 adet baraj, iki adet mega-sulama-borularinin insaasini ongoruyor. Bu projeyle Firat nehrinden guneye dogru akan su kontrol altina alinmis olacak ve "Su" gerektiginde siyasi bir anahtar olarak kullanilabilecektir. Suriye, bu sozunu ettigim tehlikeye karsi Turkiye'ye 1980'lerin ortasindan beri PKK'yi ve lideri Abdullah Ocalan'i kendi bunyesinde barindirarak cevap verdi. PKK'nin Lubnan'in Bekaa vadisinde sayilari zamaninda 40 bini bulan askerlerini yetistirmesini ve Iran'in da PKK'ya yardim etmesini sagladi. Suriye Firat'in bir uluslararasi nehir oldugunu savunurken, Turkiye de Firat'in sinirlar asan bir nehir oldugun uzerinde duruyor. Bu iki hukuki tanim buyuk farklar teskil etmektedir. Haritada bakildiginda Firat'in Turkiye'de dogdugunu ve sularini da Dogu Anadolu'nun suyu bol daglik kesimlerinden aldigini goruyoruz. Boylelikle aslinda sinirlar asan bir nehir olmasiyla Firat'tan istifadeyi dort katina cikaracak olan GAP'in Turkiye'yi ve ozellikle de Guney Dogu Anadolu'yu kuvvetlendirmesi Suriye tarafindan arzulanmiyor.
Suriye, son gunlerde Sam'da Hafiz Asad'a ve PKK lideri Abdullah Ocalan'a karsi girisilen suikastlerde (patlayici bomba ile) Turkiye'nin parmaginin oldugunu tahmin ediyor. Bu yuzden dolayi da ulkesinde yasayan Turkmen azinliktan 600 kisiyi Turkiye ile iliskileri olmasi ihtimalinden ve sabotajlarda etkili olma suphesiyle gozaltina aldi. Suriye ayrica 800 kilometrelik Turkiye sinirina 40 bin kisilik bir orduyu da yigmis durumda.
Irak ile olan iliskiler izlendiginde akla 1990 senesinde Irak'in Kuveyt'i isgal etmesiyle baslayan Korfez Krizi'nde Turkiye'nin Irak karsisindaki Amerika yanlisi tavri geliyor. Bu savasta Turkiye, Amerika ve Batili Devletler kuvvetlerinin kendi topraklarindaki askeri uslerini kullanmasina izin verdi. Incirlik esas alinmak uzere Irak'in Ocak 1991'den itibaren isgal edilmesini Turkiye aktif olarak destekledi, Irak petrolunun Akdeniz'e tasinmasini saglayan boru hattini kapadi, daha sonra da Birlesmis Milletler ambargolarina tamamiyla uydu. Savas sonrasinda Irak'in kuzeyinde olusturulan tampon bolgeye Baris Operasyonu - Cevik Guc ismi altinda bir BM gucu yerlestirildi. Bu gucun merkezi de Incirlik olarak belirlendigi icin Turkiye her sene bu gucun kendi topraklari uzerinden Irak'da calismalarina devam etmesine izin verdi. Aslinda Korfez Krizi'nde merhum Ozal'in zamanin ABD baskani Bush ile olan iyi iliskilerinin de etkisiyle Turkiye Amerika tarafli tutumu ile tekrardan Orta Dogu'da Amerika taraftari bir devlet olarak hareket ettigini butun dunyaya kanitladi. Turkiye daha sonradan Korfez Krizi'nin bitmesinden sonra kendi milli cikarlari dogrultusunda hareket etmekten yoksun BM taraftari politikasina devam etti. Bu durum Turkiye'nin dis ticaretine buyuk kayiplar getirdi; kapali tutulan boru hatti Turkiye'ye son bes senede 20 milyar dolarin uzerinde kayip getirdi. Guney Dogu Anadolu'nun ekonomik durumu daha da kotulesti.
Cevik Guc'un destegiyle Kuzey Irak'ta olusturulan tampon bolgede Turkiye, Irak'in yoklugundan istifade ederek bolgedeki PKK kuvvetlerine karsi zaman zaman sinir otesine gecerek savasti. Bu guc boslugu Turkiye'ye bu noktada buyuk avantajlar getirdi. Bu sayede PKK'nin etkisi azaltilabildi. Fakat bir taraftan da Kuzey Irak'ta olusturulan bu tampon bolgede BM tarafindan bolgesel Kurt liderleri guclendirildiler, ekonomik durum dis yardimla duzeltildi, bolgede bir tur devlet mekanizmasi olan Otonom Kurt Yonetimi kuruldu. Bu yonetim bagimsizliga dogru ilerleyen bir durum sergiliyor. Batili Devletler ve Amerika, Orta Dogu'da bir Kurt Devletinin kurulmasi fikrini desteklemediklerini, sinirlari tartismali bircok devletin yanisira ek bir Kurt Devleti'nin bolge ve Dunya emniyeti ve barisi icin de bir tehlike unsuru olabilecegini ifade ettiler. Peki Kuzey Irak'ta olusturulan bu tampon bolgede neden bu turden bir bagimsizliga dogru ilerlemeyi andiran devlet benzeri yonetimin ve burokrasinin olusmasi desteklendi ve bunun icin calisildi. Turkiye'nin bolgede Super Guc olmasi herhangi bir bicimde acaba arzulanmamakta mi?
Irak'tan gelen son haberlere bakilirsa Irak, 3000 km mesafeye ulasabilecek yeni fuzelerin yapimi uzerinde calisiyor. Bu Bati Avrupa'nin bircok onemli merkezlerini de icine alan bir bolgeyi kapsiyor. Ayrica Irak tekrardan kimyasal ve biolojik silahlarla nukleer silahlari da yapabilecek teknolojiye sahip. Butun bu gelismeler Turkiye icin ciddi bir tehlike arz ediyor. Son bes yilda Orta Dogu barisini tehlikeye sokan bir liderin pasif kilinmasi icin butun ugraslari destekleyen Turkiye acaba BM bolgeden cekildikten sonra hak ettigi emniyet ortamini bulabilecek mi? Otonom Kurt Bolgesi'nin gelecegi Turkiye'ye neler getirecek?..
Israil'e dogru baktigimizda Turkiye'nin uzun zamandir ilk onceleri sessizce daha sonralari resmi olarak isbirligi yaptigi bir ulkeyi goruyoruz. Israil ile yapilan bolge emniyeti ile ilgili anlasma ve gorusmelerin tarihi 1950'lere kadar dayaniyor. Fakat Turkiye Intifada (Filistin'in bagimsizlik icin direnis sureci) zamanlarinda Israil ile ortaklik yapmaktan cekinmis, bu konuda mumkunse sessiz sakin bir politika uygulamistir. Orta Dogu baris surecinin baslamasindan beri Turkiye'de Israil taraftari bir lobi ortaya cikmistir. Bu sene icinde hatta ortak gumruk birligi benzeri bir yapinin olusturulmasi icin karsilikli gorusmelerde bulunuldu. Her acidan Israil Turkiye icin, Turkiye de Israil icin ortak cikarlarin bulundugu dost ulke durumunda. Turkiye ile Israil arasinda Subat ayindan beri bir dizi anlasma yapildi. Bunlardan sonuncusu bazi askeri kuvvetlerin ortak egitimini ongoruyor. Suriye ve Iran, Turkiye ve Israil icin anlasmasi zor ulkeler durumunda. Suriye ile Turkiye arasindaki su sorunu ve PKK'nin varligi konularinda sicak temaslari hazirlayabilecek anlasmazliklar var. Israil'in icinde hem ic hem de dis politik tabloda Suriye kriz yaratici bir komsu dusman durumunda. Suriye ve Iran, Israil'in ic barisini tehlikeye sokan Hizbullah ve Hamas orgutlerini alenen destekliyorlar, aynen PKK gibi kuvvetlerini kendi topraklarinda yetistirmelerine imkan veriyorlar. Bu tabloya bakildiginda Turkiye ile Israil'in kendi emniyetleri icin ortaklik kurmalari her acidan legalize edilmis bir durum.
Fakat bu ortaklik hem Iran hem de butun Arap ulkeleri tarafindan hosnutsuzluk veren bir durum. Israil gibi "kafir-Arap dusmani" bir ulke ile musluman bir ulke olan Turkiye'nin ortaklik kurmasi Arap Dunyasi tarafindan istenmiyor:
Ilkin Israil-Turkiye isbirligi bolgedeki gucler dengesini Arap Dunyasi acisindan altust ediyor. Turkiye-Israil isbirligi karsisinda Suriye'nin hareket imkani azaliyor, Turkiye ve Israil Irak'a karsi da gucleniyor. Diger Arap ulkeleri de baris surecinin devam etmemesi halinde Turkiye'nin Israil tarafina gecmesini istemiyorlar. Turkiye'nin Arap Dunyasi'na bir tehlike olusturmak niyetinde oldugu kanisinda degilim. Turkiye bu isbirligi ile kendi sinirlarini korumaya almak ve kiskirtici ve kriz yaratici komsularini etkisiz birakmak istiyor. Bu amacinda da Amerika ve Bati Avrupa Devletleri'nden destek goruyor.
Orta Dogu ve Islam'in siyasi tarihine baktigimizda bu bolgenin savaslar ve anlasmazliklarla dolu oldugunu goruyoruz. Osmanli'nin son zamanlarinda Arap Dunyasi'nda kotu tecrubeler edinildi. Yakin tarihte de Orta Dogu'da muslumanin muslumani vurdugunu Irak-Iran ve Irak-Kuveyt orneklerinde gorduk. Yani Arap Dunyasini birlestirmek icin Islam dini maalesef ki baglayici bir ortak nokta degil. Arap ulkeleri arasinda da mutlak bir Arap Birligi'nden soz etmek imkansiz. Yani Turkiye'nin kayitsiz-sartsiz baglanabilecegi, her halikarda kendisini yalniz birakmayacak bir Arap Dunyasi gercekte ortada yok. Bu nedenlerle de Turkiye, her an degisen ortama uyarak esnek bir bicimde Bati yanlisi, ekonomik ve teknolojik olarak gelismis bir durum sergileyen Israil ile isbirligine girmekten cekinmiyor. Turkiye kendi Guney Dogu'sunda varolan tehlikelere karsi kendi sinirlarinda bir emniyet yastigi olusturmak zorunda.
Turkiye, Orta Dogu'da olacak gelismelere stratejik planlamalarini yerinde yaparak ve tutarli bir cizgi tutturarak hazirlikli olmali. Orta Dogu'daki sunni devletler yapisi her an degisebilir. Ileride bu bolgede varolan ulkelerin yok olabilecegi ve yenilerinin bu oyuna katilabilecegi ihtimali oldugu gibi, ulkeler arasinda kutuplasmalarin yasanabilecegi de cok buyuk bir ihtimal. Tarihte oldugu gibi bugun de guvenebilecegimiz bir Arap Dunyasi yok. Bu nedenle de utopik hayallere kapilan bazi cevrelere de fazla kulak asmamamiz lazim.
. Yunanistan
Yunanistan, Balkan ülkeleri içinde, Türkiye açısından ayrı bir konuma sahiptir. İki ülke arasında, 1920 yılında yaşanan savaştan sonra hiçbir çatışma yaşanmamasına, onlarca yıldır aynı ittifakların içinde bulunulmasına rağmen, kronikleşmiş bazı sorunlar vardır. Ve bu sorunlar günümüzde de herhangi bir çözüme ulaşamamıştır. İki komşu ülkenin arasındaki sorunların çözülmesi, hem bu ülkeler hem de bölge için gereklidir.
Bulgaristan
Bulgaristan, yaklaşık 500 yıl boyunca Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. 1908 yılında bağımsızlığını kazanmış ve bu tarihten itibaren iki ülke ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştır. Bu ilişkiler daha çok gerilimli bir seyir izlemiştir. İki Balkan Savaşı'nda da Osmanlı'yla Bulgarlar karşı karşıya gelmiş ve büyük kayıplar yaşamış olmalarına rağmen, Bulgar Devleti I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı ile aynı cepheyi paylaşmış, Kurtuluş Savaşı'na da destek vermiştir. Ancak Kurtuluş Savaşı'nı takip eden dönemde, "Büyük Bulgaristan" hayalleri, iki ülke arasındaki ilişkilerin soğumasına yol açmıştır.
Soğuk Savaş döneminde, Bulgaristan, Sovyetler Birliği'nin en yakın müttefiklerinden biri haline gelirken Türkiye, NATO'nun önemli bir üyesi olarak komünizm karşısındaki kalelerden biri olmuştur. Bu dönem boyunca Bulgaristan-Türkiye ilişkileri, soğuk ve gerilimli bir dönem yaşamıştır. İki ülke arasında 1950-51 yıllarında büyük bir kriz ortaya çıkmıştır. Bulgar hükümeti, 250 bin Türkü Türkiye'ye gönderme kararı almıştır. Bu dönem boyunca yaklaşık 155 bin Türk Bulgaristan'ı terk etmek zorunda bırakılmıştır. 1968 yılında, göç sonucunda dağılan aileleri birleştirmek için iki ülke arasında bir anlaşma imzalanmış ve bu anlaşmanın sonucunda 130 bin civarında Türk, Türkiye'ye dönmüştür.
Ancak 80'li yıllarda daha da büyük bir sorun ortaya çıkmış, 1980'den itibaren Bulgar yönetiminin Türk azınlığa uyguladığı asimilasyon politikasıyla Türk-Bulgar ilişkileri en gergin noktasına ulaşmıştır. 1989 yılında, Bulgaristan 350 binden fazla Türk'ü sınır dışı etmiş ve ilişkilerde büyük bir kriz yaşanmıştır.
1989 yılında komünist iktidar devrilmiş, Türkiye-Bulgaristan arasında yeni ve olumlu bir dönem başlamıştır. Bulgar yönetimi çeşitli vesilelerle Türk halkına uygulanan baskılardan dolayı özür dilemiş, Türk azınlığın hakları yeniden tanınmış, Türkler'e geniş çaplı özgürlükler verilmiştir. Bu çerçevede Türkler'in ana dillerini konuşmalarına, Türkçe isim alıp Türkçe eğitim görmelerine izin verilmiş, dinsel hakları iade edilmiştir. Bu gelişmeler, Türkiye ve Bulgaristan arasındaki ilişkilerin iyileşmesine ve güçlenmesine yol açmıştır. Ticari alandaki gelişmeler bu pozitif görünüme büyük katkıda bulunmuştur. 1992 yılı verilerine göre Bulgaristan nüfusunun %10'unu Türkler oluşturmaktadır. Ayrıca Bulgaristan'da 1.200.000 civarında Müslüman yaşamaktadır ki, bu sayı genel nüfusun %13.08'ini kapsamaktadır.33
Bugün Müslüman-Türk azınlık, elde edilen haklar sayesinde, Bulgaristan'da etkin bir siyasi güç konumundadır. Son yapılan seçimlerle, yönetimden pay alan Türkler, çeşitli temsilcilikler ve bakanlıklarda görev almışlardır. Bütün bu gelişmeler, Türkiye-Bulgaristan ilişkilerine çok olumlu etki yapmıştır.
1989 yılında Sovyetler Birliği'nin desteğini kaybeden Bulgaristan, Varşova Paktı'nın da sona ermesiyle, uluslararası arenadaki yanlızlığını gidermek için komşu ülkelerle iyi komşuluk ilişkileri kurmaya, uluslararası ittifaklara katılmaya çalışmıştır. 1997 yılına kadar iktidarda kalan Sosyalist Parti hükümeti, ülkeyi NATO'ya dahil etmek, Batılı ülkelerle iyi ilişkiler kurmak için elinden geleni yapmıştır.
Türkiye ve Bulgaristan arasındaki ilişkiler, bu ülkedeki yeni rejimin, eski yönetimin Bulgaristan'da yaşayan Türk azınlığa yönelik baskıcı politikalarını terk etmesi ile son on yıllık dönemde önemli bir gelişme sergilemiştir. İki ülke arasında her düzeydeki temasların sayısı artmış, uzun süredir var olan bazı ikili sorunlar çözüme kavuşturulmuştur. İktidara gelen Petar Mladenov, önceki yönetim döneminde uygulanan asimilasyon politikasından dolayı özür dilemiş, Müslüman-Türk azınlığın haklarının iadesi için çalışmalar başlatmıştır. Bu çerçevede hem Bulgaristan'da yaşayan azınlıkların hem de Bulgaristan'a geri dönen Türkler'in pek çok sosyo-ekonomik hakkı güvence altına alınmıştır. Bu gelişmeler, Türk-Bulgar ilişkilerinin önündeki en önemli engeli ortadan kaldırmıştır.
Bulgaristan, Türkiye ile yakın ilişkiler kurmak için çok istekli davranmış ve girişimleri ilk başlatan taraf olmuştur. NATO üyeliği için verilecek destek, asimilasyon kampanyası sonucunda hem Türkiye hem Batı hem de Müslüman ülkelerle bozulan ilişkileri düzeltme çabası, Türkiye'nin mükemmel bir ticaret ortağı olarak Bulgaristan'da yapılacak yatırım ve sermaye kaynağı olması Bulgaristan'ı Türkiye'ye yakınlaşmak için motive eden sebepler olmuştur.
Türkiye ve Bulgaristan arasındaki ilişkiler hızlı bir gelişim göstermiş, kısa sürede askeri, ekonomik ve kültürel alanda iş birlikleri kurulmuştur. Askeri alanda ortak üretim anlaşmaları yapılmış, ortak tatbikatlar düzenlenmiş, teröre karşı iş birliği kurulmuştur. Türkiye, Bulgaristan'ın NATO üyeliğini kabul ettiğini bir yasa ile destekleyen tek ülke olarak, 2002 yılı Kasım ayında Prag'da yapılan zirvede bu ülkenin NATO üyeliği için davet almasını memnuniyetle karşılamıştır. Buna ek olarak, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin geliştirilebilmesi için gerekli hukuki çerçeve tamamlanmış ve bu sayede bu alanlarda önemli gelişmeler kaydedilmiştir.
Türkiye, hem Balkanlar hem de Karadeniz bölgesinde istikrarı sağlamak için 1990 yılında, Karadeniz Ekonomik İş birliği toplantılarını başlatmıştır. Bu toplantı sonucunda alınan kararlara Bulgaristan da imza atmıştır. 1998 yılında imzalanan serbest ticaret anlaşması ise ekonomik ilişkilerdeki gelişimin hızını iyice artırmıştır. Bu çerçevede enerji, otoyol, sanayi gibi alanlarda büyük ortak projeler ve yatırımlar gerçekleşmiştir.
Bulgaristan'da yaşayan Türkler'in kurduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH), kuruluşundan kısa bir süre sonra en büyük dördüncü parti olarak Müslüman-Türk azınlığın temsilcisi haline gelmiştir. Ancak kısa bir süre sonra, parti sadece Türkler'i değil, ülkedeki bütün azınlıkları temsil eden siyasi bir güç olmuştur. 1991 seçimlerinden itibaren hem genel hem de yerel seçimlerde önemli bir başarı elde etmiş olan HÖH, 1995 seçimlerinde 194 belediye başkanlığı kazanmıştır.34 1997 genel seçimlerinde ise seçime Milli Selamet İttifakı'yla giren HÖH, %7,6 oyla 19 sandalye kazanmıştır. Müslüman-Türk azınlığın sorunları büyük oranda çözülmüş olsa da, halen sıkıntılar yaşanmaktadır. Seçmeli Türkçe derslerinin zorunlu yapılmaması, askeri kurumlarda, üst düzey devlet görevlerinde Müslümanların nüfusları oranında temsil edilmemesi, Türk okullarının açılmasına izin verilmemesi, Türkler'in yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde yatırım yapılmaması halen çözüm bekleyen sorunlar arasındadır.
Türk-Bulgar ilişkilerinin gelişimi, Türkiye ve diğer Balkan ülkeleri arasında kurulacak ilişkiler için bir örnek niteliğindedir. Kısa bir süre öncesine kadar karşıt bloklarda bulunan iki ülke, kısa sürede ekonomiden kültüre her alanda büyük bir iş birliğine girmiş, bölge barışına önemli katkıda bulunmuşlardır. Ülkede yaşayan Müslüman-Türk azınlık hem iki ülke arasında bir köprü olmuş hem de bu dostluk ilişkisinin getirdiği avantajlarla yeni sosyal, ekonomik ve kültürel imkanlar elde etmişlerdir.
Bugün Müslüman-Türk azınlık, elde edilen haklar sayesinde, Bulgaristan'da etkin bir siyasi güç konumundadır. Son yapılan seçimlerle yönetimden pay alan Türkler, çeşitli temsilcilikler ve bakanlıklarda görev almışlardır. Bütün bu olumlu gelişmeler, Türkiye-Bulgaristan ilişkilerinin istikrarlı bir gelişim seyretmesini sağlamıştır.
Bulgaristan, muhtemelen birkaç yıl sonra AB üyesi olacaktır. Bu üyelik, ülkede yaşayan Müslüman-Türk azınlığın daha da güçlenmesini ve yaşadığı sıkıntılardan kurtulmasını sağlayacak imkanlara da yol açacaktır. Türkiye, geçmişte olduğu gibi bundan sonra da Bulgaristan'da yaşayan dindaşlarını ve soydaşlarını ihmal etmemeli, onların sorunlarını kendi sorunları gibi algılamalı ve onlarla daha yoğun ilişkilere girmelidir. Bu ilişkiler, komşu ülkenin iç işlerine karışmak anlamında değil, Türk-Müslüman nüfusun kültür varlıklarını korumak ve geliştirmek, sosyal sıkıntılarının giderilmesine yardımcı olmak yönünde olmalıdır.