Türk, bütün varlığı ve heyecanı ile islamiyete koşarken hasretle beklediği
dine kavuşmanın mutluluğunu yaşamıştır. "Allah’tan başka ilah yoktur"
diyen, "cihad" emri ile "alplik ruhunu" besleyen, öte yandan "hak yolda"
alimlerin akıttığı mürekkebi, şehid kanından daha mübarek bulan
islamiyet, kısa zamanda Türk’ün ruhunu keşfetmekle kalmamış, Türk’ü
yeniden Türk’e buldurmuştur.
S. AHMET ARVASİ
Türkler ve İslamiyet
İslamiyeti kabul etmeleriyle birlikte millet olma sürecini tamamlayan Türkler kısa sürede islamiyeti bir "dünya dini" haline getirmiş,hakimiyeti altında olsun ya da olmasın tüm müslüman azınlıkları koruyup kollama görevini üstlenmişlerdir. Tarihte hiçbir millete nasip olmayacak kadar köklü ve güçlü imparatorluklar kuran Türk Milleti, bu gücünü hiç şüphesiz İslam dininden almıştır
Tarihte hiçbir millete nasip olmayacak kadar köklü ve güçlü imparatorluklar kuran Türk Milleti bu gücünü hiç şüphesiz İslam dininden almıştır. Türklerin İslamiyeti kabulünün en önemli sonucu, islam dinine girmeleriyle millet olma sürecini tamamlayan Türklerin kısa süre içerisinde islamiyeti bir "dünya dini" haline getirmeleri olmuştur
Türkleri İslamiyete Yakınlaştıran Sebepler
Türkleri islamiyete yakınlaştıran en önemli sebep, tevhid inancı olmuştur. Allah'ın birliği inancı Türkler’de çok yaygın olan bir inançtı. Din adamlarını huzuruna çağıran Mengü Kağan, "biz tek Tanrı’nın varlığına, onun sayesinde yaşadığımıza ve onun emri ile öldüğümüze inanıyoruz" demişti. (Süleyman Kocabaş, Adil Türk İdaresi, s.15)
Türklerde Allah'ın birliği inancı "Kök Tengri" (Gök-Kainat Tanrısı) olarak isimlendirilmişti. Türkler’in inançları ile islam inancı arasındaki benzerlik sadece bununla sınırlı değildi. İslamiyet öncesi Türkler ahiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, kaza ve kadere inanırlar ve kurban keserlerdi. Zina ve eşcinsellik kesinlikle yasaktı ve hırsızlık ağır ceza ile cezalandırılırdı. (İ. Hami Danışmend, Türk Irkı Neden Müslüman Oldu, s.17) Türklerin islamiyeti kabul etmelerinde islam öncesi Türklerin inançları ile islamiyet arasındaki büyük benzerlikler önemli rol oynamıştır. Bu benzerlikleri kavradıkça islamiyete her geçen gün yakınlık duyan Türkler, Emevi Valisi'nin Horosan'da İslamiyeti yaymak için cami ve medrese açmasına hiçbir tepki göstermemiştir. Bu yakınlaşma süreci Arap Müslümanlarla Türklerin ortak düşmanları olan Çinlilere karşı omuz omuza mücadele etmesiyle doruk noktasına ulaşmıştır.
Dünya Tarihinin Dönüm Noktası
Türkler’in İslam dini ve müslüman Araplarla tanışmasına vesile olan "Talas Savaşı"ndan Çin Ordusu karşısında zorlanan Müslümanların yardımına Türk süvarileri yetişmiştir. Savaşı izleyen Karluk beyinin emriyle savaş alanına giren Türk süvarileri karşısında neye uğradıklarını şaşıran Çinliler Talas Savaşı’nda yenilgiye uğramışlardır. Bu savaşın ardından islamiyet Maveraünnehr’de kalıcı hale gelmiş ve Türkler de uzun zaman Çin tehlikesinden kurtulmuşlardır.
Bölgeye adım atan Müslüman Araplar, Türklerin yüksek ahlaklarını, idarecilik ve savaştaki üstün meziyetlerini yakından tanıma imkanı bulmuşlardır. Bu savaş sonucunda, Türklerin islamiyete girmesiyle bu dinin kısa sürede bir "dünya dini" olacağı inancı doğmuştur. Türklerin müslüman Arapları, Arapların da Türkleri tanımasına neden olan "Talas Savaşı" dünya tarihi için bir dönüm noktası olmuştur.
Talas Savaşı’nın ardından kitleler halinde islam dinine geçen Türkler, iddia edilenlerin aksine hiçbir zorlama ile karşılaşmamışlardır:
"Türkler, İslamiyeti samimi olarak, kendi istekleriyle, hiçbir zorlama ve dış baskı olmaksızın kitle halinde kabul edince, tarihlerinin yeni bir devresine ayak basmış oluyorlardı… Türkler müslüman olmak suretiyle Türklüklerini kemale erdirmiş, adeta tamamlamışlardı." (Yılmaz Öztuna, Türk Tarihinden Yapraklar, s.47)
Müslüman Olmayan Türklerin Akibeti
Türkler islamiyeti kabul etmeselerdi hiç şüphesiz tarihteki milletler mezarlığına gömülürlerdi. İslamiyeti kabul etmeden çeşitli uzakdoğu dinlerinin etkisi altında kalan Türkler, bu dinlerden olumsuz şekilde etkilenmiştir.<İslamiyeti kabul etmeyen Türk boyları, tarih boyunca milli kültürlerini kaybetmeye mahkum olmuşlardır. Nitekim Budizmi eden Tabgaçlar, Museviliği Hazarlar bugün Türklüklerini tamamen kaybetmişlerdir. Allah’ın insanlığa son mesajı olan Kuran’ın yolunu izleyen hiçbir boyu benliğini kaybetmemiştir.>
Türklerin islamiyeti kabulünden çok önce M.S 375 yılında Avrupa’ya ayak basan ilk Türkler olarak tarihe geçen Hunlar, siyasi ve askeri açıdan uzun yıllar kendinden söz ettirmiş ancak çeşitli uzakdoğu dinlerinin etkisi altında kaldıkları için Türklüklerini kaybetmişlerdir. Büyük bir kısmı Hristiyanlaşan bu Hun Türkleri sosyal asimilasyona uğrayarak milli varlıklarını kaybetmişlerdir. Dün olduğu gibi bugün de Müslüman olmak ve islamiyetin gereklerine uygun bir yaşam sürmek Türk Milleti’nin varlık şartı olarak önemini korumaktadır. (Süleyman Kocabaş, Adil Türk İdaresi, s.17)
Türklerin İslam Dünyasındaki Liderliği
İslamiyeti kabul eden Türkler "İlahi Kelimetullah" davası uğruna tüm dünyaya Türk-İslam adalet ve hoşgörüsünü götürmekle kalmamış, hakimiyeti altında 30’dan fazla din ve ırktan insanı koruyup kollamayı kendisine vazife bilmiştir.
Türkler İslam dünyasının önderlik görevini ilk olarak Selçuklu Devleti zamanında kazanmışlardı. Selçuklu devleti ve onun mirası üzerine korulan Osmanlı Devleti, sınırları içerisinde olsun ya da olmasın islam ülkelerine yapılan saldırıları kendi ülkesine yapılan bir saldırı olarak kabul ediyordu. Yavuz Sultan Selim Mısır’da hüküm süren Memlüklü Devleti’ne son vermesi üzerine islam dünyasının önderliği manevi olarak da Türklere geçti ve tüm islam dünyasının başkenti İstanbul oldu.
Mısır’ın ardından Kuzey Afrika ülkeleri de birer birer Osmanlı sınırlarına dahil edildi. İspanyol işgaline uğrayan Cezayir’e çıkarma yapan Barbaros Hayrettin Paşa bölge halkının sevgi gösterileriyle karşılandı. Türklerin Cezayir’e adım atışıyla birlikte İspanyolların ve İspanyollarla işbirliği içerisinde bulunan Cezayirli yöneticilerin halka yapmış oldukları zulüm son buldu.Cezayir’le birlikte Tunus, Fas, Libya, Irak, Körfez Ülkeleri ve Yemen’de Osmanlı topraklarına dahil edildi.
Türkler hakimiyeti altındaki topraklarda hiçbir zaman emperyalist bir yaklaşım içerisinde olmadı. Özellikle halkı müslüman olan ülkelerdeki insanlar, her alanda Türklerle eşit haklara sahipti. Arap halkları İslamiyete yapmış oldukları hizmetlerden dolayı Osmanlı Sultanlarına ve Türklere büyük sempati duyuyorlar ve "kavmi necip" olarak isimlendiriyorlardı. 4. yüzyıl Türk idaresi altında yaşayan Araplar, her türlü iç ve dış saldırıya karşı güven içinde bir yaşam sürdüler.
19. asırda bölgedeki doğal kaynaklara göz diken Batı ülkelerinin kışkırtmalarıyla Arap ülkelerinde esen bağımsızlık rüzgarı iddia edilenin aksine huzur ve güven ortamı sağlamadı. "Türkler Arap ülkelerinde sömürgecidir" iddiasıyla Arapları kışkırtılan Batılı güçler, 2. Dünya Savaşı sonuna kadar bu ülkeleri emperyalist çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır