Işık (Sudur) felsefesi
İlk ışık kademesi olan hakk’tan, hemen her şeyin ondan yaratıldığı kabul edilen ilk akla (akl-i evvel) denilir. Böylece cevrimin kutsal kökenden (alem-i gayb) duyularla algılanabilir, bilgiyle ulaşılabilir dünyaya (alem-i suhud) alçalan eğri’sinin dönüşümü başlamış olur.
Tanrı,Hakk olup potansiyel kazandıktan sonra „dönüşümler“ geçirerek, yani kendine „yabancılaşarak“ kendinden daha az şeyler içeren daha az kendisi olarak beliren aşamalara doğru yol alarak, doğal element’e saf cevher’e değin iner. Böylece inançta „varoluş çemberi“ olarak algılanan „cevrim“in, kutsal köken’den çıkıp görünür evrene doğru inen alçalan evresinin son durağında hareketi tamamlamış olur.
Varoluş Çemberi’nin bu ilk yarısı tümüyle bir inanç ürünüdür. Gönül Bilgisi’yle (sezgisel akil)’la ulaşılan, batini bilince öncelik verilerek açıklanan ve geçici görünür gerçekler olarak algılanan, nesnel dünyaya göre „değişmez, kalıcı ve ebedi“ bulunan bu idealist düşünce „Metafizik aydınlanma“nın doğadan önce var olan ve diyalektik yöntemle gelişerek „doğalaşan“ ve insan bilincinde kendini bulan „mutlak düşünce“ sinden başka bir şey değildir.
Önce „mutlak bir düşünce“ vardı, her şey bu mutlak düşünceden oluştu, diyen metafizik aydınlanmacılarla önce „mutlak hiçlik“ te bir tanrı vardı, her şey O’nun kendine Yabancılaşması“yla , yani diyalektik „dönüşüme“ uğramasıyla „görünür gerçekler“ durumuna geldi diyen ;
Anadolu alevi inancı, Hakk’tan en uzak nokta olarak beliren doğal element, saf cevher’den çıkıp yabancılaşmadan uzaklaşacak her adımda daha çok tanrının kendisi olacak biçimde dönüşümler geçiren yükselen eğrinin (kavs-i uruc) hareketi ile baslar
Işık felsefesinde inançtan nesneye inilmesiyle birlikte, „Tanrı’nın tanrılığı sona erer“. Varoluş Çemberi’nin yükselen eğrisi’nin hareketi bütünüyle „materyalizm zemininde maddeci düşünce üzerinde yürür. Nesnel-toplumsal evren tanrısal özün görünüşe çıkan bir „yaratısı“ olarak algılanmasına karsın; gerçekte bir öncel yaratıcıdan başka bir şey değildir.
Yabancılaşmanın son noktası en az tanrı olan sey’in nesnelleşmesi olduğu için doğal element/saf cevher yada bunun akli ,ruhu ,Tanrı’nın da tanrılığını yapamayacağı bir ışık(sudur) aşamasını simgeler.
Bu noktada ilkçağ Aydınlanmacılığı’nın canlı-cansız doğanın kurucu ilkeleri olarak öne çıkardığı „toprak, su, hava, ateş“ nesneleri yakalanır. Ve idealizmden, materyalizme kırılan, tanrının bilgisi, yönlendirilmesi dışında kendi yasaları, kuralları içinde adim adim yabancılaşmadan uzaklaşan bir sürecin başlangıcı olur.
Varoluş çember’inde „yükselen eğri“nine dönüşümleri giderek soyuttan somuta evirilir. Her şeyin dünya çevresinde döndüğü algısıyla beslenen ve çember yayını izleyen hareketin soyutlanması olarak bilince çıkan zaman sürecinde dokuz ruh, dokuz akla verilen bilgilerin görüntülerinin belirdiği tanrısal mekanlar olarak Atlas, Burçlar,Zühal, Müsteri, Merih, Zühre, Utarit,Güneş,Ay biçiminde somutlanır. Bu dokuz gök katından özelde nesnel süreci, yaşamı önceleyen ve karşıtlıklar biçiminde varlığını gösteren (zıtların birliği) nitelikler olarak „sıcaklık-soğukluk“, „kuruluk- yaşlık“vb. Öğeler belirir.
Burada Cin, Hint, Iran, Yunan-Anadolu düşüncelerinin bir bileşimi biçiminde evirilen „İlkçağ aydınlanma“ felsefesinin bire bir izlerini görürüz. Görünen sonsuz çeşitliliğin kuru-yas, aydınlık-karanlık, sıcaklık-soğukluk, boşluk-doluluk,artı-eksi vb. karşıt güçler taşıdığı; gelişmenin, değişmenin „itici“ gücünün bu olduğu sezisi ışık felsefesinde önemli yer tutar. “Tanrı-doğa-İnsan“ Varlık birliği-Vahdeti Mevcut) kutsal üçlemesini, „tez-antitez,sentez“ biçiminde besleyen de bu yaklaşımdır.
Önsüz, sonsuz olarak algılanan bu öğe ve niteliklerin ilişkisinden „üç alem“ yani „cansızlar alemi“, „bitkiler alemi“, „hayvanlar alemi“ ortaya çıktı.
Cevrimde yükselen eğri’nin son halkası „hayvanlar alemi“ derece derece yükselerek Hakk’a ulasan ve eksiksiz insani temsil eden „İnsan-i kamil aşamasıyla son bulur.
İlkçağ İnançlarındaki izleri
Dinsel ve gizemsel felsefenin; Tanrı’nın doğrudan akil olduğu yolunda genel bir inancı vardır. Antik Yunan-Anadolu tasarımlarında Anaksagoras ve Herakleitos ileri sürdükleri „nous“ ve „logos“ kavramlarıyla „Akli“ tanrılaştırmışlardı. Bu anlayışın izini süren Anadolu Batıniliğinde ise akil, potansiyel tanrı olarak algılanan „Hakk“’in ilk dönüşümüyle beliren “etkin güç“ tür.
Batınilikte Tanrı önce akli, sonra da onun yardımıyla nefs’i yarattı. Akil tam, nefs noksandı. Evren, bu noksanlığın „tamlık“ isteğinden ötürü, hareket etmesinden oluştu.
Akl-i kül’ün yetkinliğine imrenen ruh (nefs-i kül) onun yetkinliğine varmak için dönmeye başlayınca ilkin gökler oluştu , onların dönmesinden de cisimler (nesneler,hayvanlar,bitkiler) belirdi. Nefs-i kül tekillere bölündü ve bedenlere girdi. Varlıklar içinde yalnızca insan; akl-i kül’ü kendi kişiliğinde somutlaştırdı.
Anadolu Aleviliğinin evren görüsünde akl-i kül ( Adem-i mana:sabik); nefs-i kül (Havva-i mana: tali) adini alır. Yani akl-i kül erkek ilke(aktif ilke); nefs-i kül ise dişi ilke (pasif ilke)dir. Evren bu iki ilkenin karşıtlığından doğmuştur. Adem-i mana- Havva-i mana özdeşliği ise tüm can anlamına gelir.
Karşıtların çağrışımı ilkesini ilkellerde sezmişti: İlkeller bu nedenle sevinç, basari,, mutluluk vb. İyiliklerden söz etmezlerdi. , çünkü söz etmenin karşıtını gerçekleştireceğine inanırlardı.
Evrensel oluşmanın karşıtların çelişmelerin doğduğu inancı;
a) Hint tasarımında; Brama-Siva karşılığının
b) Yunan tasarımında; Eros-Anteros karşılığının
c) Cin tasarımında; Yin-Yang karşılığının
d) Anadolu batini tasarımında; Akl-i Kül (akil) Nefs-i Kül (beden) ya da Aşk-Nefs karşıtlıklarının aşılmasıyla gerçekleşiyordu. tam bir örtüşme gösterir. Varoluş felsefesinde onu idealizm den materyalizme çeviren Vahdet-i Vücut / Vahdet-i Mevcut gibi tasavvuf aşamaları,Anadolu Alevi Bektaşi inancının toplumsal halk dini olmasını sağlamıştır.
Vahdet-i vücut’daki kamil insan yaratma aşaması, Vahdeti Mevcut’da kamil toplum ve toplumlar yaratmaya dönüşür. Bunun en iyi örneği; (Seyh Bedrettin ayaklanmasındaki halkların birlikteliğidir. ) dir. Tarih de Mutasavvıf’ların çoğu bu aşamaları bilinçli olarak birbirine karıştırıp, Alevi Bektaşi felsefesini bulandırmayı bir neznede olsa başarmışlardır.
canlı- cansız doğayı tanrısal özün görünüşüne çıkmış biçimi olarak görmek, aslında Tanrı’yı “nesnelerin toplamı” biçiminde algılamanın değişik anlatımından başka birsek değildir.
İnancın kamil insanda tekleştirilmesi bu birliğinde Tanrı-evren- insan birlikteliğinden oluşması kadar güzel bir inanç olamaz. Ayakları yere basan bir tanrı inancı tek tanrılı dinlerde yoktur, bütün kıyımlarda bundan dolayıdır.
Anadolu Alevi Bektaşiliği Evren’de elle tutulan gözle görünen bütün maddesel örtüyü tanrısal özle birleştirerek tekleştirmiştir. Anadolu alevi inancı tanrıyı kamil insanin gönlüne sokmuştur. tanrıyı toplumdan kopuk hükmedici konumundan alıp ete kemiğe büründürerek gerçek yasamın içine sokmuştur.