Üye Girişi
x

Giriş Başarılı.

Yanlış Bilgiler.

E-mail adresinizi doğrulamalısınız.

Facebook'la giriş | Kayıt ol | Şifremi unuttum
İletişim
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

Çorak Topraklarda Bir Hanımağa

Çorak Topraklarda Bir Hanımağa Hakkında Bilgi - Çorak Topraklarda Bir Hanımağa Nedir Özet


Araştırmalar



Çorak topraklarda bir hanımağa

25 köy ve 15 bin dönüm arazinin sahibi Suna Kepolu, Güneydoğu’da hanımağalığın son nesil temsilcisi. Sıra dışı aşiret reisi, aktif siyasetin de tam ortasında.


Hanımağa nasıl olur, nerede yaşar, ne yer, ne içer? Bu konudaki fikirlerimiz, genellikle Türk filmlerinden edindiğimiz sınırlı verilerden ibaret. Türkan Şoray’ın at üzerinde, otantik kıyafetleriyle görüntüsü geliyor ilk, aklımıza. Diyarbakır’da karşımıza çıkan hanımağa ise ne atıyla karşılıyor bizi ne de üzerinde geleneksel kıyafetler var. Ama gözümüzün gördüğü son noktaya kadar tarlaları ve etrafında el pençe divan çalışanları mevcut. Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde yaşayan hanımağa Suna Kepolu, zihnimizdeki kodları yeniden inşa ediyor. Bütün çabalarımıza rağmen bölgede ikinci bir hanımağa bulamıyoruz. Geçmişte tek tük de olsa hanımağalar varmış; bugün ise sadece eşlerine yardım eden, köylere sahip çıkan ağa hanımları kalmış. Aşiret reisliği yapan ve bütün mesuliyeti üzerinde taşıyan Suna Kepolu, 25 köyle ilgileniyor ve 15 bin dönüm arazinin sahibi. Yaklaşık 15-20 bin nüfuslu Şeyh Dodan aşiretinin reisi; daha doğrusu reisesi. Görünen o ki hanımağalığın da bölgedeki son nesil temsilcisi.

AŞİRET 10 YIL BAŞSIZ KALINCA

Ağalık ona babasından mirastır. İki dönem Adalet Partisi, bir dönem de Anavatan Partisi’nden Diyarbakır milletvekilliği yapan Mahmut Kepolu’nun kızıdır o. Mahmut Kepolu, ailenin Ankara’ya taşınmasını, halkıyla daha fazla vakit geçirmek adına tercih etmez; bu sebeple Suna Hanım’ın çocukluğu da köyde geçer. Altı kardeşin en büyüğü olan ağabeyi, üniversite birinci sınıfta vefat eder. Ardından babasının kalp rahatsızlıkları nükseder ve 18 ay sonra 1988 yılında aile ikinci kaybını verir. Ablaları ve annesiyle bu acıları yaşadığında Suna Kepolu henüz 16 yaşındadır. O güne kadar babasının kurduğu hayat düzeni içinde aksaklıklara alışık olmayan Kepolu’nun ailesi için zorluklarla yüz yüze gelme dönemi böyle başlar. Hatta eve gelen konukları ağırlamayla ilgili sorumlulukları babasının vefatından önce de vardır.

Suna Hanım’ın ablaları zamanla aile kurar; kız kardeşi de okulla meşguldür. Fakat ağasız kalarak büyük boşluk içine giren aşiret neredeyse dağılmaya yüz tutmuştur. Bu gidişattan rahatsız olan Suna Kepolu, aşiretin yeniden toparlaması ve eski gücünü kazanması için başına geçmeye karar verir. Bir davet düzenlenir; aşiretin bilgeleri ve baba dostlarının iştirak ettiği mevlitli bir toplantı yapılır. Suna Kepolu cemaate niyetini açıklar; aşiretin başına geçecek ve babası gibi o da siyasete atılacaktır. Toplantıdakilerin büyük çoğunluğu gayet memnun bir şekilde Suna Kepolu’ya destek verir. Hatta duygulanarak gözyaşı dökenler bile vardır. Azınlıkta kalan bir kesim ise bu fikirden hoşnut kalmaz. Onlara göre Suna Hanım hem kadın hem de ailenin en küçük ferdi olduğu için aşirete sözünü dinletemeyecek, liderlik yapamayacaktır. Lakin, Baba Kepolu’nun ölümünden tam 10 yıl sonra çoğunluğun desteğiyle 1998 yılında aşiret reisi olur Suna Hanım.

Ataerkil bir toplumda bir hanımın ağa olmasını kabullenmek kolay olmasa gerek. Fakat Suna Kepolu’ya göre çoğunluğun kendisine destek vermesi şaşırtıcı değil. “Bizim aşiretimiz dedelerden mirastır.” diyen Suna Hanım babasının halkın üzerinde bıraktığı olumlu intibaın da önemine vurgu yapıyor: “Bizim aşiretten çocuk da gelseydi başa, insanlar düğme kapatırdı.” Aşiretin 10 yıl başsız kalmasını, ağalığın çok ciddi bir sorumluluk gerektirmesine bağlıyor hanımağa: “Ağalıkta özel hayatın kalmıyor. Annemle aynı evde yaşadığım halde haftalarca birbirimizi görmediğimiz oluyor.” O kadar yoğun ki Kepolu, şimdiye kadar evlenmeye dahi vakit bulamamış.

AĞALIK, TÜRK FİLİMLERİNDEKİ GİBİ DEĞİL

Peki, bir hanımağayı bu kadar meşgul eden sorumlulukları nelerdir? “Türk filmlerinde gösterildiği gibi değil kesinlikle ağalık.” diyor Kepolu. Aşiretindeki sistemi ‘demokratik’ olarak tanımlıyor, pozisyonunu ise ağalıktan çok ağabeyliğe benzetiyor. Çünkü zor durumdakilerin yardımına koşmak, küskünleri barıştırmak gibi görevler daha çok üstlendikleri. Okul yoksa okul yapmak, yol kötüyse tamir etmek ya da ekonomik darlık içindekilere destek ağanın vazifesi. Fakat herkesin nihayetinde evinin reisi, arsasının, arazisinin sahibi olduğunu vurguluyor. Yaptıklarını aşirettekilerin gücünün yetmediği konularda çözüm üretmek, bir nevi çobanlık olarak tanımlıyor. Kadın olduğu için hiç sıkıntı yaşamadığını iddia etmiyor; bu konuları fazla açmak istemese de zorlukların müsebbiplerine de minnettar: “Onlar sayesinde bu kadar hızlı yol aldım. Problemlerin üzerine giderek güçlendim. İnatçı kişiliğim de tabii ki burada etkili oldu.”

Silvan’da Şeyh Dodan aşiretine ait 25 köy mevcut; fakat göç sebebiyle Diyarbakır dışında da ciddi bir nüfusu var aşiretin. “Tarımla evini geçindiremeyen halk, göçe mecbur kaldı.” diyor Hanımağa Kepolu. 15-25 bin nüfuslu aşiretin bir kısmı Urfa, Siirt, Erzurum, Van, Adana, Mersin ve İstanbul gibi kentlere dağılmış; ama Silvan’la irtibatları kesilmemiş. Aşiret reisi olarak her ne kadar Silvan’da yaşasa da Suna Hanım’ın da bir eli dışarıda. Zaman zaman karşılıklı yemek davetleri veriliyor; kan davaları, küskünlerin barıştırılması, kavgaların durdurulması gibi sorunlarda ilk adres Suna Kepolu’nun kapısı oluyormuş: “Çok aileleri barıştırdık, şiddetli kavgaların başında müdahale ederek sorunların büyümesine mâni olduk.” Aşiretlerde ağanın imam ve şeyhle bir araya gelerek çoğu problemlere çözüm olabildiğine değiniyor Silvan’ın hanımağası. Bölgede ağaların yanı sıra şeyhlerin ağırlığı da hâlâ büyükmüş. Geçmişte de çok iyi işleyen bu sistemin hâlâ varlığını koruduğunu dile getiriyor Kepolu ve şu haşiyeyi de düşmeden edemiyor: “Fakat bu adliyenin görevini aşiret görüyor mânâsına gelmez. Sorunun büyümesine mâni olduğumuz için adliyeye intikale genelde gerek kalmıyor.”

TEKRAR DÜNYAYA GELSEM YİNE BU İNSANLARA HİZMET EDERDİM

Suna Kepolu’nun siyaseti tercih etme sebebi babasında hem ağa hem siyasetçi özelliğini bir arada görmenin ötesinde bölge insanı için daha aktif çalışarak onlara faydalı olmaktır. Ağalık vazifesinin başında verdiği kararı 1999 yılında fiiliyata döken Mahmut Kepolu’nun kızı, 1999 seçimlerinde DYP ilçe başkanlığı görevini üstlenir. Suna Kepolu, dedesi döneminde siyasetçi aşiret reislerinin pek örneği olmasa da artık ağaların büyük bölümünün siyasetin içinde olduğunu dile getiriyor.

Suna Hanım, reislik ve siyasi faaliyetlerin dışında sivil toplum çalışmalarına da katılıyor. Güne çiftlikteki işlerle ilgili malumatları alıp talimatlar vererek başlıyor Hanımağa. Daha sonra ziyaret, sohbet ve varsa taziyelere katılarak ‘tebaasıyla’ bağını güçlendiriyor. Sivil toplum örgütlerinin toplantı ve panelleri haricinde, tarım komisyonu başkanı olduğu için sık sık şehir dışına seyahatler yapıyor.

Suna Kepolu, sorumlulukları nedeniyle özel hayatına vakit ayıramasa da hâlinden şikâyetçi değil: “Tekrar dünyaya gelsem, sıfatı ne olursa olsun yine bu toprakların kızı olarak aynı hizmeti vermek isterim. Enerjimi, her şeyimi milletten alıyorum.” diyor.

Özellikle çocuklar ve yaşlılar onu çok seviyor. Uzaktan da olsa gördüklerinde çocukların el sallayarak ‘ağa teyze’, yaşlıların ‘hanımağa’ diye seslenmesi de bundan olsa gerek. Belki de bu samimiyetin sebebi Suna Hanım’ın ağalıktan ziyade halkın arasına katılarak zaman zaman pamuk tarlasında çalışması, tütün destesi koparması, otobüsle yolculuk yapması. Kepolu, halkı anlamak adına birçok şeyi hayatına eklediğine değiniyor: “İnsanların ne yaşadığını anlayabilmek önemli. Çeşmeden su taşımanın zorluğunu anlayabilmem için önce bunu tecrübe etmem lâzım. Aksi takdirde faydalı da olabileceğime inanmıyorum.” diyor.

AŞİRETLER BÖLGEYİ AYAKTA TUTUYOR

Güneydoğu insanı mizaç olarak biraz sert; bölgede kurallar da batıya oranla daha katı. Bir hanımağanın erkekleri idare etmesinin nasıl karşılandığını, tecrübelerini soruyoruz Suna Kepolu’ya. Ona göre bir hanımağa için görünürdeki en büyük fark daha çok saygıya mazhar olması. Öyle ki zaman zaman “Ben bu kadarını hak ediyor muyum?” diye kendini sorguluyor.

Halk arasında bayan hayranlarının sayısı azımsanmayacak kadar çok. Sırf takdirlerini dile getirmek için telefon açanlar bile var. Kadın olduğu için sorunların büyümesine, insanların birbirini kırmasına da tahammülünün az olduğunu söylüyor; çözüme ulaşana kadar problemlerin üzerine gitmesini de bununla ilişkilendiriyor. Aşiretteki hanımların ilgisini o da karşılıksız bırakmıyor. Kadınların sosyal hayatta daha etkin olması için büyük çaba sarf ediyor. Kadınlara örnek olmak adına açık lise okumuş, hatta üniversite sınavına bile girmiş hanımağa: “Kızların okula gitmesi zor, uzak dediler yolları kısalttık; yok dediler var ettik.” Ama sıkıntıların tam olarak giderilemediğini de kabul ediyor.

Suna Kepolu’ya göre aşiretler bölge için çok önemli. Feodal sisteme benzetilerek eleştirilmesine bu sebeple sert tepki gösteriyor. “Bu devirde feodalitenin kalması mümkün mü?” diye soran hanımağa, aşiretlerin birleştirici yönüne dikkat çekiyor: “Bu toplumda aşiret olmasa bölge ayakta duramaz.” Lakin aşiretlerden kastının insanların hakkını ihlal eden ve zulme zemin hazırlayanlar olmadığını da ekliyor.

Hem hanımağa hem de siyasetçi sıfatını haiz Suna Hanım’ı bulmuşken bölgeye akan AB fonları hakkındaki görüşünü merak ediyoruz. Kepolu durumdan rahatsız. İç Anadolu ya da Karadeniz bölgesinde de şartların iyi olmadığını hatırlatıyor ve sadece Güneydoğu’nun vurgulanmasını problemli buluyor. Özellikle AB süreciyle ilgili yurtdışından gelen gazetecilerin tutumundan şikâyetçi: “Öyle bir yaklaşımla geliyorlar ki benden istedikleri farklılıkların altını çizmediğim, bekledikleri cevabı vermediğim için çoğu memnun ayrılmıyorlar yanımdan.”

Hanımağa’ya göre Türkiye Avrupa Birliği’ne girmeli;ama bu Türkiye’ye yakışır biçimde olmalı: “AB’nin muhakkak ki bize faydaları olacaktır; ama hepimiz biliyoruz ki bu sürecin dayattığı hoş olmayan yönler de var. Türkiye bu sebeple kararlarını çok dikkatli almalı, ‘ne pahasına olursa olsun AB’ye girmeliyiz’ tutumundan da vazgeçmeli. Ki ben Türkiye’nin sorunlarını gidermek için dışarıdan medet ummasına karşıyım, ülkemin kendi problemlerini çözecek gücü olduğu inancındayım.”

Bitmek bilmeyen sorularımıza sabırla cevap veriyor hanımağa. Bölgedeki değişimden muhakkak ki aşiretler de nasipleniyor; ama reis kadın olunca emareler bir kat daha belirginleşiyor. Suna Hanım’ın Silvan’dan ayrılmaya niyeti yok, ileride de babası gibi kendini ait hissettiği topraklara hizmet vermek onun tek gayesi.

Bunun hakkında hemen düşüncelerinizi ya da sorunlarınızı yazabilirsiniz...

Hızlı Yorum Sistemi
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

İsim Email Şifre Kuran'daki ilk sure

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış