ÖZGÜN BASKI RESİM
Özgün Baskı Resim
Çeşitli araçlar ve malzemeler kullanılarak, doğrudan veya kalıplar yapmak yolu ile kağıda veya benzeri malzeme üzerine sanatçı tarafından yapılıp basılan resimlere özgün baskı resim denir.
Özgün baskı resmin temeli, ilk kez 1972 yılında Prof. Mustafa Aslıer tarafından kullanılmıştır. O tarihe kadar, sanatçısı tarafından yaratma süreci içinde kalıp yapılan ve basılan resimlere, gravür denirdi. Günümüzde başka dillerde, özgün baskı resim teriminin yerine “grafik sanatlar”, “baskı sanatı”, “çoğaltılmış sanatlar”, “elle basılmış resim sanatı”, “gravür sanatı”, “kazı resim sanatı” gibi terimler kullanılmaktadır.
Avrupa’da “Aydınlanma Çağının ve Endüstri Devriminin” başlaması, aristokrasinin yavaş yavaş silinerek yerine burjuva geleneğinin hakim olması, antik dönem başında süregelen usta-çırak ilişkisini de zayıflatmıştır. Endüstri devrimi ile Rönesans’tan beri süre gelen geleneksel sanat anlayışını temelden sarsan sosyo-kültürel ve siyasal hareketler başlamıştır. Endüstri çağı toplum çağı olmuş ve sanatta bu dönemde toplum hizmetine sunularak yaşam biçimini oluşturma görevini üstlenmiştir. “Sanat için Sanat” görüşü yerine sanatın halka inmesi ve dünya piyasasına daha kaliteli ürün sunma gibi işlevler yüklenmiştir demek doğru olur.
Büyük atölyelerin yerini akademiklerin alması, bu değişimin bir gereği olarak ortaya çıkmıştır. Avrupa’da akademiler, bir bakıma eski büyük geleneğin mirasçısı olmuşlardır. Sanatçılar bu okullarda işin tekniğini bütün incelikleriyle öğrenmişler, ancak yaratıcı yönlerini akademilerin kalıplar dışına çıkmakla elde edilebilmiş olduklarını söylemek mümkündür.
Endüstrinin sağladığı refah ve onun için hiç olmaz moda olarak yarattığı talep bu kez, bir zamanların belirli bir anlamı ve soyluluğu olan sanat ürünlerinin ucuz, yoz, gösterişli taklitlerle büyük sayılarda üretilerek, halka sunulmasına da neden olmuştur. Böylece için sanat anlayışı ve sanatın yaşama sağlıklı bir biçimde girilebilmesi için, temelden bir değişiklik yazma zorunluluğu doğmuştur. Çünkü belirli kurallarla çevrelenmiş akademik yapı ve sürekli gelişme içinde olan toplum ve sanat olayları, adeta birbirleriyle çelişkili bir konuma gelmiştir.
Gelişen teknoloji, değişen toplum karşısında, sanat da 20. y.y. başlarında, kişisel planda, kişiler arası etkileşimde yoğunlaşmıştır. Sanat ürününün özgünlüğü ve kalitesi “tek”liğiyle orantılı olarak değerlendirilmiş ve sanat ürünü yine kitlelere ulaşmayan, ancak müzelerde galeride ve koleksiyonlarda, yani sınırlı ölçüde paylaşılabilen bir noktada yer almıştır.Bu ortamda, her gün biraz daha pasif bir konuma itilen, ortalama yapıdaki bir insan, sanatı en çok kendi ulaştıran düzey ve biçimde yakalayabilmiştir. Bu bağlamda sanattan biraz daha soyutlanan, pasif bir konuma itilen insan, sadece hem görsel olarak, hem de ekonomik anlamda kendisine yakınlaşan .