Üye Girişi
x

Giriş Başarılı.

Yanlış Bilgiler.

E-mail adresinizi doğrulamalısınız.

Facebook'la giriş | Kayıt ol | Şifremi unuttum
İletişim
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

Iletişim Özgürlüğü

Iletişim Özgürlüğü Hakkında Bilgi - Iletişim Özgürlüğü Nedir Özet


Araştırmalar



İletişim Özgürlüğü

İletişim özgürlüğü, demokrasinin en vazgeçilmez özgürlüklerinden biridir. Çünkü gazete, dergi, radyo, televizyon, internet gibi kitle iletişim araçları vasıtasıyla haber ve bilgi ediniriz. Bu bilgi ve haberler olmadan sağlıklı kararlar vermek ve demokratik sürece katılmak mümkün değildir. İletişim Özgürlüğü, klasik basın özgürlüğü kavramında olduğu gibi sadece gazetecinin haber alma ve iletme hakkıyla sınırlı bir anlam taşımaz.

İletişim özgürlüğü şu iki hususu ihtiva eder: Birincisi, bilgi sağlama hakkı. İkincisi ise bilgi edinme hakkı. Birinci açıdan, editör ve muhabirlerin, serbest anlatım hakkına ve özgürlüğüne saygı olarak incelenir. İkinci açıdan ise, kişilerin doğru, tarafsız bilgi veya ahlâki değerlere uygun dürüst yorum elde etme hakkı olarak algılanır. Her ikisi de birbirinden ayrı veya biri gözardı edilerek algılanmaz.

Gerçek anlamda iletişim, temel olarak sosyal boyutlan olan bir kavramdır. Sonradan başkalarına iletilecek olan birçok şey ilk önce kendi kafamızda şekillenir. Bu tanımdan halkın etkilendiği bütün sosyal olayların temelinde, iletişim ve bilgilendirmenin olduğu çıkar. Etimolojik (köken bilimsel açıdan) olarak iletmek kelimesi, "ortak kullanmak" anlamına gelir. Şu rahatlıkla söylenebilir ki, hiçbir sosyal tartışma, iletişim ve bilgilendirme potansiyeli olmadan gerçekleşmez. Bu yüzden bu kavramlar hepimizi yakından ilgilendirmektedir.

İletişim ve bilgilendirme olmadan, demokrasiler tam manasıyla var olamazlar. Gelişmek isteyen demokrasiler, halkının devlet işlerine katılımını sağlamak zorundadır. Kişi ve kuruluşlar ihtiyaç duydukları bilgiyi edinmedikçe, problemlerini açıkça ifade edemedikçe bu katılım sağlanamaz.

Bilgilendirme, katılımcı demokrasiler için, halkın kişiler tarafından temsilinden daha gerekli bir kavramdır. Bu bağlamda medya tarafından sağlanan, bilgilendirme ve iletişim kavramları politikacıları da kapsayan geniş bir çemberi içerdiği için, bu tarif politikacıları kontrolünden çıkarılıp, bağımsız hale getirilmelidir.

Bir iş olarak, haber kurumları yaptıkları işten kazanç sağlamaya başlarlar. Ancak bu haber kurumlarının sadece pazar kuralları ile yönetilen organizasyonlar olduğunu göstermez. Aynı zamanda bilginin bir mal değil, halka ait temel bir hak olduğunun bilinmesi gerekir. Haber kurumu yöneticileri kendilerini haber tüccarları haline getirmemelidirler.

Haber kurumu yöneticileri, bilginin sosyal ve toplumsal gerekliliğini gözardı edemezler. Bu yüzden, haber kurumları sadece dinleyici veya izleyici sayısını veya reklam geliri artışı endişesi duyan ekonomik kurumlar değil, aynı zamanda sosyal kurumlardır. aksi halde, haber, kurumları reklam hizmeti veren, insanları birer nesne gibi gören müesseseler haline gelebilirler.

Bilginin temel bir hak olduğu fikrini, medya, mal sahipleri, editörler ve muhabirler kendi malları gibi çıkarlarına göre kullanamazlar. Aynı şekilde devlet otoritelerinde, bilginin kendi mallan olmadığını gözardı etmemelidirler. Politik temsilciler bilgi ile ilgili temel hakları politik temsilciler olarak teminat altına almak konusunda haklı olabilirler. Ama bu hakkı kendileri için kullanmak konusunda haklı olamazlar. Bilgi edinme hakkı sadece halkın sahip olduğu bir haktır.

Medyanın elinde bulunan bu gücün ve sorumluluğun kullanılması, basının toplum ve devlet karşısında büyük bir güç durumuna gelmesinden beri tartışılmaktadır. Özellikle demokrasilerin gelişmeye başladığı, insan hak ve özgürlüklerinin ön plâna çıktığı 20. yüzyılın başlarından itibaren basının elindeki bu gücün gene basın tarafından denetlenmesi, ulaşılabilecek en ideal çözüm olduğu konusu vurgulanmıştır.. Basın mensuplarının uyacakları basın meslek ilkeleri ve özdenetim mekanizması bu sebeple uygulamaya konulmuştur. Basın meslek ilkeleri ve özdenetim mekanizması hem iletişilm özgürlüğünü korumakta, hem de bu özgürlüklerden kaynaklanabilecek menfi sonuçların yine basının kendisi tarafından ortadan kaldırılmasını öngörmektedir.

Özgür ve sorumlu bir medyana meydana getirme amacında olan özdenetim sistemleri dünyada çeşitli şekillerde uygulanmaktadır. Adı (basın ilkeleri, basın konseyleri, ombudsman) ne olursa olsun bu sistemlerin amacı önce iletişim özgürlüğünü sağlamak ve bu özgürlüğün istismar edilmesini engellemektir. Genellikle demokrasinin gelişmiş olduğu ve basının sorumluluğuna sahip çıktığı ülkelerde gönüllü kuruluşlar olarak kurulan özdenetim sistemleri, demokrasisi gelişmekte olan ve basın mensupları arasında sorumluluk bilincinin zayıf olduğu ülkelerde kanunlarla mecburi kuruluşlar olarak tesis edilmektedir. Ancak medyada özdenetiminden anlaşılması gereken genellikle gönüllü kuruluşlardır.

Meslek ilkelerinin etkili olması ve medyanın özdenetiminin sağlanabilmesi için öncelikle iletişim özgürlüğünün sağlanması, bu özgürlüğün istismarını önlenmesi ve korunabilmesi için de bir özdenetim mekanizmasının kurumsallaştırılmış olması gerekmektedir. Bunların hangisinin öncelikli olduğu tartışmalıdır. Kimi basın mensupları özdenetimden önce özgürlüğün olması gerektiğini savunurken, kimileri de bu özgürlüğü sağlayabilmenin yolunun da özdenetim kurumuna sahip olmaktan geçtiğini iddia etmektedir. Fakat tartışılmayan gerçek, iletişim özgürlüğü ve özdenetim arasındaki bu yakın irtibat ve birbirlerini tamamlayan unsurlar olmasıdır.

Türkiye’de iletişim, fikir ve ifade özgürlüğünü tehdit eden hukukî ve yapısal pek çok engel bulunmaktadır. Bunlar özellikle Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde ciddî eleştirilere muhatap olmaktadır. AB sürecinde özgürlükler istikametinde değiştirilen kanunlar ve katedilen mesafeye rağmen, zihniyet değişimindeki yavaşlık, bürokratik mukavemet ve “Türkiye’ye mahsus şartlar” bu özgürlüklerin kullanımını, anlamsızlaştırmaya ve sınırlandırmaya çalışmaktadır. Yazar ve aydınlar sadece fikirlerini ifade ettikleri için çeşitli baskılara maruz bırakılmakta, gazeteciler çok güç şartlarda görevlerini yerine getirmeye çalışmakta, çeşitli sıkıntılarla karşılaşmaktadırlar.

Bu gerçeklere rağmen Türkiye açısından iletişim özgürlüğünü tehdit eden en büyük tehlike, belki de basına yönelik antidemokratik yasa ve iktidar baskılarından çok sektördeki teknolojinin hızlı gelişimi ve sermayenin burada yoğunlaşmasıyla gündeme gelen ticarileşme tekelleşme olgusudur. Ekonomik ve teknolojik gelişmelerin de katkısıyla yapısal bir değişim geçiren medya süratle kendi asli işlevinden uzaklaşarak, belli grupların elinde o grupların menfaatlerine hizmet eden araçlar haline gelmektedir. Medyadaki yozlaşma, sorumsuz yayınlar; bireylerin özel hayatına giren, kişi hak ve özgürlüklerini zedeleyen programlar, toplumda, özellikle aile ve çocuklarda çeşitli psikolojik ve sosyolojik tahribatlar meydana getirebilen şiddet ve erotizm ağırlıklı film ve programlar, özelikle bir dönem gazetelerin kıyasıya rekabeti ve birbirlerine karşı hakaretlere vardırdıkları yayınların müsebbibi promosyon ve lotarya medyanın aslî görevinin dışına çıkmasına sebep olmakta, toplumun medyaya olan güvenini sarsmaktadır. En tehlikelisi medya belli güç odaklarının elinde, çoksesliliğin yok edildiği, sadece tek sesliliğin yaşayabildiği bir sistemin dayanağı olmaya doğru gitmektedir. Medya ve basın mensupları antidemokratik yasa ve siyasî baskılara karşı—tarihin her döneminde şahit olunduğu gibi—direnip mücadele verebilirler. Gazete ve televizyonlarının mülkiyetlerini elinde bulunduran patronlarına karşı mücadele vermeleri ve onların çıkarlarının tersine düşüncelerini yansıtabilmeleri genel olarak imkânsızdır. Böyle bir girişimde bulunacak gazeteci ve yazarın çalıştığı medya kuruluşundan atılmayı ve bir daha büyük bir medya kuruluşlarında iş bulamamayı göze alması gerekmektedir.

Demokrasinin teminatı medyanın holdinglerle ve iktidarlarla olan kredi ve ihale ilişkileri de, bu kurumu demokrasi görüntüsünde antidemokratik bir sistemi yürütmenin araçları durumuna getirebilmektedir. Bu konumuyla yüzyıllarca devlete ve iktidarlara karşı özgürlük mücadelesi veren basın mensupları, tekelleşme ve ticarîleşme olgusuyla birlikte patronlarının sözünden çıkamayan ve onların çıkarlarına hizmet eden birer şirket personeline dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Bu açıdan medya alanında meslek etik/ahlâk ilkelerinin uygulanmasına ve özdenetimin yerleşmesine her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Medyanın özdenetimi, kamu yararını ön plânda tutan, basın meslek ilkelerine saygılı, mesleğinin gerektirdiği sorumluluk bilincine sahip basın mensupları sayesinde başarılı olacaktır. Medyanın, basın özgürlüğü konusundaki taleplerini gür bir sesle kamuoyuna iletebilmesi için önce kendi saygınlık ve güvenilirliğini kazanması gerekmektedir. Bu güven ve saygınlığın kazanılmasında da özdenetim büyük yarar sağlayacaktır.

“İletişim özgürlüğü” kavramının “basın meslek ilkeleri” ve “medyanın özdenetimi” kavramlarıyla birlikte değerlendirilip tartışılması gerekmektedir. Bilhassa son dönemlerde kitle iletişim araçlarında devam eden ve medya holdinglerinin ticarî menfaatleri istikametinde istismar edilen sınır ve ilke tanımaz özgürlük anlayışı ve beklentisi “meslek ilkeleri” ve “medyanın özdenetimi” kavramlarını daha da önemli kılmıştır. Medyaya özgürlük talep ederken öncelikle itibar ve güvenilirlik sağlamak gerekmektedir. Bu açıdan Türkiye’de medya alanında etik/ahlâk ilkeler tespit edilmesi ve özdenetim kuruluşlarının kurulması yönündeki gayretler desteklenmelidir. Gerek Basın Konseyi ve meslek ilkeleri, gerek Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin oluşturduğu oldukça ayrıntılı ilkeleri içeren Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi çabaları takdir edilmesi gereken ve desteği hak eden çalışmalardır.

Basın organlarının son dönemde kendi kurumsal yapılarında tatbike çalıştıkları, ombudsman, okuyucu temsilcisi, okur editörü gibi uygulamalar ile medya gruplarının meslek ilkeleri tespit etme çabaları bu konuda toplumdaki rahatsızlıkların medya tarafından dikkate alınması açısından önemlidir.

Ayrıca Avrupa Birliği sürecinde, hukukî alanda yapılan düzenlemeler, bu bağlamda yeni Basın Kanunu, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, Türk Ceza Kanunu’nda yapılan iletişim özgürlüğünün geliştirilmesi istikametindeki çabalar da, medyanın özdenetimini gerçekleştirmesini zeminini genişletmektedir

Ancak bu gayretler, sadece toplumun bir kesiminin; gazetecilerin ya da politikacıların çabalarıyla tek başına neticeye ulaşamayacaktır. Okuyucusu, seyircisi, gazetecisi, akademisyeni, sivil toplum organizasyonları ve politikacısıyla bir bütün olarak toplumun her kesiminin bu konuda çaba sarfetmesi gerekir. Çünkü medya muazzam gücüyle hem bugünümüzü hem de çocuklar ve gençler vasıtasıyla geleceğimizi olumlu ya da olumsuz anlamda etkileme gücüne sahip bulunmaktadır. Avrupa Birliği süreci Türkiye için hem siyasî hem iktisadî hem toplumsal açıdan çağın gereklerine uygun standartlar yakalama açısından önemli bir imkân ve fırsat sunmaktadır. Bu kitabın ekler kısmında sunulan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin ortaya koyduğu basın ahlâk ilkeleri ile demokrasi, iletişim özgürlüğü ve ahlâk arasında çizdiği sağlam çerçeve önemli bir belge olarak bize yol gösterecektir.

Bunun hakkında hemen düşüncelerinizi ya da sorunlarınızı yazabilirsiniz...

Hızlı Yorum Sistemi
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

İsim Email Şifre Kuran'daki ilk sure

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış