İstiklal Marşı ve Açıklaması
özer şenödeyici
--------------------------------------------------------------------------------
İsitiklal Marşı'nın dörtlük dörtlük açıklaması...
--------------------------------------------------------------------------------
ÖZER ŞENÖDEYİCİ
iSTiKLAL MARŞI ve AÇIKLAMASI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Şair birinci dörtlükte şafaklarda dalgalanan kırmızı sancağın asla inmeyeceğini söylüyor ve Türk milletine bu inancını, “korkma!” diyerek belirtiyor. 1. dizedeki “yüzen” kelimesi “dalgalanan” karşılığında kullanılmıştır. Şair, bayrağın, yurdumuzun üstünde tüten en son ocağın söndüğü ana kadar dalgalanışına devam edeceğini söylerken, Türk milletinin son ferdine kadar bayrağını ve onun ifade ettiği değerleri yaşatacağını dile getiriyor. Son vatan evladı kalana kadar hürriyet mücadelesi devam edecektir. Halk arasında şöyle bir inanç vardır: Yaşayan her varlığın gökte bir yıldızı bulunmaktadır. O canlı öldüğünde gökteki yıldızı da söner, kayıp gider. Türk milletinin yıldızı ise bayrağında bulunan yıldızdır. Şairimiz, milletimize ait o yıldızın asla gökten inmeyeceğini, daima parlayacağını ifade etmiş. Türk milleti, yaşamaya devam edecektir. Ona ait yıldız gökte baki kalırken, sönük, silik olmayacaktır; parlayarak, temsil ettiği değerlerin yüceliğini haykıracaktır.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal!
2. dörtlükte bayrak, nazlı bir hilale benzetilmiştir. Göklerde nazlı bir güzel gibi salınmaktadır. Ancak, bayrak Türk milletine kızgındır; kaşlarını çatmıştır. Çünkü büyük bir milletin bayrağı olarak bağımsızlığı istemektedir. İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönem göz önüne alındığında, bayrağa yüklenen bu ruh hali anlaşılabilir. İstiklal bir an önce kazanılmalıdır ve ay yıldız göklerde özgürce dalgalanmalıdır. Hilalin çatılmış bir kaşa benzetilmesi, aynı zamanda şekilsel bir ilişkiyi de düşündürür. Yıldız göz olarak kabul edilirse, hilal de onun üzerinde çatılmış bir kaşı andırır. Ayrıca “hilal” kelimesi ile ad aktarması yapılmıştır. Hilal, bayrağın bir parçasıdır. Parça söylenerek, o parçanın ait olduğu bütün kast edilmiştir. Şair, bayrağından milletine kızmamasını istiyor. Yoksa onun uğruna dökülen kanların kendisine helal olmayacağını söylüyor. Bayrağın rengi şehitlerin kanlarından gelmektedir. Hatta kan üzerine düşen ay ve yıldız imgesinin kaynağı “Dandanakan Savaşı (1040)”na kadar götürülür. Son dizede şair, bağımsızlığın Türk milletinin tabii bir hakkı olduğunu söylüyor. Türkler, tarihin eski çağlarından beri özgür yaşamışlar, asla başka milletlerin egemenliği altına girmemişlerdir. Kurtuluş Savaşı’nın sürdüğü tarihlerde Türklüğün son kalesi olan Anadolu coğrafyası tehdit altındadır. Şair, içinde bulunulan kötü şartlara rağmen, bağımsızlık adına verilen mücadelenin başarıya ulaşacağından, her Türk evladı gibi, emindir.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Şair, 3. Dörtlükte ezelden beri bağımsız yaşamış bir milletin ferdi olduğunu vurguluyor. “Ben” zamiri etrafında Türk milletinin tarihi seyri içinde yaşamış ve yaşamakta olan bütün fertlerinin duyguları dile getirilmektedir. Tarihin en eski zamanlarından beri özgür yaşamayı başarabilmiş ve bunu bir karakter özelliği haline getirmiş bir milletin bağımsızlığına ancak çıldırmış olanlar göz dikebilir. Şairin hürriyet aşkını elinden almaya, onu zincire vurmaya kalkanlar, akıl dışı bir işin peşinde koşmaktadırlar. Bağımsız yaşamayı bir karakter haline getiren Türk milleti, özgürlüğünü elinden almak isteyenlere karşı kükremiş bir sel gibidir. Karşısına çıkan setler aşılmaz gibi görünse de onları ezip geçer. Özgürlüğün verdiği coşkunluk öylesine şiddetlidir ki, bu coşkunluk dağları yırtar, enginlere sığmaz.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Şair, 4. Dörtlükte bağımsızlık için mücadele veren milletine seslenmektedir. Batı ufuklarından gelen amansız saldırı her ne kadar teknik açıdan üstünse de; üstün silahlara karşı şairin elinde inanç dolu insanların imanları kadar sağlam sınırları vardır. Bu sınırlar, canlarını idealleri uğruna hiç düşünmeyerek feda edenler tarafından korunmaktadır. Bir yanda inançlı insanlar, diğer yanda ise çelik kadar güçlü ancak bir o kadar da soğuk bir duvar... Zafere olan inanç asla mücadeleyi bırakmaz ve sonunda istediğini elde eder. Nitekim “Milli Mücadele”mizde böyle olmuştur. Dörtlükte “medeniyet”, tek dişi kalmış bir canavara benzetilmiştir. Elinde teknik üstünlük barındıran ancak ruhtan mahrum olan bu canavar, şairin ve onun gibi bağımsızlığı için mücadele veren insanların cesaretini kıramamalıdır. Medeniyet maskesi altındaki canavar, ulurcasına haykırıp gözdağı vermeye çalışmaktadır. Ancak şair, bu ulumanın bağımsızlığa inanmış milletini yıldırmayacağından son derece emindir. Çünkü gerçekte bu canavar korkutacak bir güce bile sahip değildir. Kalan tek dişiyle, koparamayacağı bir lokmaya göz dikmiştir ki bu lokma Türk milletinin egemenliğidir.
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Şair 5. Dörtlükte bağımsızlık için savaşan vatan evlatlarına sesleniyor. Onlardan, ne pahasına olursa olsun alçakların kutsal olan vatan topraklarına girmelerine engel olmalarını istiyor. Türk topraklarına yapılan haksız ve edepsiz saldırının durması için, onlardan gerekirse gövdelerini siper etmelerini istiyor. Böyle yaptıkları taktirde Tanrı’nın onlara vaat ettiği özgür günler gelecektir. Hatta zafere o kadar yaklaşılmıştır ki vaat edilen bu günler gelmek üzeredir. Bağımsızlık adına verilen mücadele başarıya yaklaşmıştır. Burada İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönemde milli mücadelenin hala devam ettiğini ve cephede savaşın hala sürdüğünü göz önünde bulundurmak gerekir.
Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Şair bu dörtlükte bağımsızlık için mücadele veren vatan evlatlarına seslenmeye devam ediyor. Onların, uğruna canlarını feda ettikleri toprakların kutsallığından bahsediyor. Bu toprakları vatan haline getiren şehitlerin emanetine zeval getirmemelerini istiyor. Hiçbir toprak parçası, uğruna kan dökülmeden “vatan” haline gelemez. Türkler de üzerinde yaşadıkları topraklar için çok kan akıtmış, çok can vermişlerdir. Öyle ki her karış toprağın mayasına şehit kanı karışmıştır. İstiklal Marşı’nın yazıldığı milli mücadele döneminde bağımsızlık için savaşanlar, kimi zaman kefensiz ve isimsizce gömülen şehitlerin torunlarıdır. Atalarının emanetini dünyayı verseler değiştirmemelidirler. Ne olursa olsun vatan topraklarına düşman ayağı bastırılmamalıdır.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Şair 7. dörtlükte seslenişine devam ediyor. Bu vatan cennet kadar güzeldir. Onun uğruna can feda etmek kadar doğal bir şey olamaz. Her karışı şehit kanlarıyla sulanmıştır; şair bu durumu heyecanın doğurduğu bir mübalağa ile “toprağı sıksan şehitler fışkıracak” diyerek dile getirmiş. Şair son iki dizede Tanrı’ya yalvarıyor. Her şeyini kaybetse de vatanından asla vazgeçemeyeceğini söylüyor. Şair, Tanrı’dan canını, sevdiğini ve bütün varlığını almasını; ancak kendisini vatanından ayırmamasını istiyor. Her sevgiden üstün tuttuğu vatan sevgisini bu şekilde dile getiriyor. Eskiler, vatan sevgisinin imandan geldiğini söylemişler, vatan olarak kabul edilen toprakların kutsallığından şüphe duymamışlardır.
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şehadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
8. dörtlükte, Tanrı’ya yalvarış devam ediyor. Şairin Tanrı’dan tek bir isteği vardır. İbadet edilen yerlere, yabancıların elleri değmemelidir. Türkler, Anadolu coğrafyasında yaşadıkları bin sene zarfında dinlerinin gereği olarak mabetler inşa etmişler, birlik ve beraberliklerini uzun müddet bu ibadethanelerde pekiştirmişlerdir. Türk milleti, bağımsızlık mücadelesini bir başka medeniyet dairesine mensup devletlere karşı yürütürken birlik ve beraberliği temsil etmesi amacıyla şairimizin, dini motifleri ön plana çıkarması doğaldır. Çünkü, bağımsızlık adına yapılan savaşların, manevi bir temeli de vardır. Bu sebeple, asırlarca mabetlerde okunan ve dinin temeli olan “ezan” motifi ön plana çıkarılmış ve ezan seslerinin sonsuza kadar yurdun üstünde inlemesi temenni edilmiş.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Şair, 9. Dörtlükte, ettiği duaların kabul olarak milletinin bağımsızlığa ulaştığı anda nasıl mutlu olacağını bir şehidin ağzından dile getiriyor: Eğer mezarının baş ucunda bir mezar taşı olursa, bu taş bile onun minnetinin bir ifadesi olarak secdeye varacaktır. Şair, burada savaş meydanlarında ölenlerin, kimi zaman isimsiz, mezar taşsız, törensiz ve sessiz sedasız toprağa verildiklerine dikkati çekiyor. Aynı coşkunluğun bir neticesi olarak şehit, yaralarından kanlara boşalmak suretiyle manevi bir şeklide arşa kadar yükselecektir. Halk inancına göre, göğün en yüksek ve en kutsal yeri “arş” adı verilen manevi katmandır. Burada şair, bağımsızlık için can verenlerin sabırsızlıkla, amaçladıkları sonucu beklediklerini belirtmek istemiş. Verilen mücadele, başarıyla sonuçlandığı zaman şehitler boşuna ölmüş olmayacaklardır.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Son beş dizede şair, tekrar, bayrağına sesleniyor. Bayrak tıpkı kırmızı şafaklar gibi dalgalanmalıdır. Onun uğruna dökülen kanlar heba olmamalıdır, verilen canlar boşa çıkmamalıdır. O, kırmızı ve engin şafaklarda milletinin özgürlük sembolü olarak dalgalandığında şehit kanları kendisine helal olacaktır. Şairin bayrağı ve milleti sonsuza kadar çöküş, yıkılış yaşamayacaktır. Çünkü hürriyet, ezelden beri hür yaşamış bir bayrağın en doğal hakkıdır. Aynı şekilde, Hakk’a tapan Türk milleti de bağımsızlığı tabii bir hak olarak yaşamalıdır. İnanmak ve inancını yaşamak da özgür olmayı gerektirir.