İtikadi açıdan mezhepler iki tanedir.
1) Maturidi mezhebi; İmam Maturidi tarafından kurulmuştur.
2) Eş'ari mezhebi; İmam Eş'ari tarafından kurulmuştur.
Bu iki mezhep temelde birdir. Ancak teferruata ait kırka yakın konuda fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Fikir ayrılığına düştükleri konular sadece ayrıntılardan ibarettir.
Maturidi Mezhebi
Maturidi mezhebinin kurucusu İmam Maturidi'dir. Asıl adı Ebu Mansur Muhammed bin Mahmud el-Maturidi es Semerkandi'dir. Hicri 238 yılında Semerkant'da doğmuştur.
Türk asıllı olan İmam Maturidi ilim tahsilini imam-ı Azam'ın talebelerinden görmüştür. Çalışmalarında akıl ile nakil arasında güzel bir bağlantı kurmuştur. Ehl-i Sünnet inancına sıkı sıkıya bağlı talebeler yetiştirerek sapkın fırkaların karşında yıkılmaz bir set çekmiştir. Ehl-i Sünnet inancının kendinden sonraki nesillere ulaştırılmasında büyük katkısı vardır.
İmam Maturidi, fıkıhta Hanefi mezhebine bağlı olan müslümanların itikatta imamıdır. Maturidi mezhebi başta Türkler olmak üzere pek çok müslüman tarafından kabul edilmiştir.
Maturidi'nin günümüze kadar ulaşan eserlerinden bazıları şunlardır: Kitabü't Tevhid, Te'vilatü'l Kuran, Kitabu'l Cedel.
Bizim için Ehl-i Sünnet itikadının temelini oluşturan görüşlerinden bazıları şunlardır:
- Allah (c.c.) vardır ve birdir. Zatı ve fiilleriyle bir olan Allah'a imanla mükellefiz. Allah'ın zatı ve ve fiili sıfatları vardır. Bunlar Allah'ın zatıyla beraber vardır. Allah'ın kelam sıfatı kendi zatıyla kaimdir. Kuran-ı Kerim yaratılmamıştır. Ancak harfler yaratılmıştır.
- İman, dil ile ikrar ve kalp ile tasdikten ibarettir. Dil ile ikrar eden fakat kalp ile tasdik etmeyen kimse mümin değildir. İmanın yeri kalptir. Kalbe yer eden imana zorla da olsa kimsenin gücü yetmez.
İman eden birisinin müslüman olmadığını söylemek nasıl mümkün değilse, İslamın şartlarını yerine getiren birisini de mümin olmadığını söylemek o derece imkansızdır. Amel imana dahil değildir.
- Ahirette Allah (c.c.)'ı görmek mümkündür. Ancak O'nu görmek keyfiyetsiz olacaktır.
- İnsan bir şeyi işlemeye karar verdiğinde Allah (c.c.) onda bu fiili işleme kudretini yaratır. Bunun yaratılması fiille beraberdir. İnsan fiil işlediği zaman sevap veya cezaya müstehak olması kasde bağlıdır.
- Zina etmek, adam öldürmek, içki içmek gibi büyük günahları işlemesi insanı imandan çıkarmaz. Büyük günahı işleyen kimse tevbe ederse affa uğrar.
- Günahkarlar için peygamberimizin (s.a.v.) şefaat etmesi haktır. Bu Allah (c.c.)'ın peygamberimize bir lütfudur. Peygamberimiz büyük günah işleyen müminlere şefaat edecektir.
Eş'ariyye Mezhebi
Eş'ariliğin kurucusu Ebü'l Hasan Eş'ari, hicri 260 yılında Basra'da doğdu. Kırk yaşına kadar Mu'tezile alimlerinden Ebu Ali el Cübbai'den ders aldı.
İmam Eş'ari pek çok eser kaleme aldı. Ehl-i bid'at olan Mu'tezile'yi, filozofları, tabiatçıları, dehrileri, yahudi ve hıristiyanları hedef alan eserler yazdı. Risaletü'l-İman, Makalatü'l İslamiyyin ilk akla gelen eserleridir. Günümüze kadar ulaşmış yirmiyi aşkın eseri bulunuyor. O'nun yirmi yıl yatsı namazının abdesti ile sabah namazı kıldığı rivayet edilir. 324 yılında Bağdat'ta vefat etmiştir.
Amelde Şafii ve Maliki mezhebine mensup olanlardan bir kısmı itikatta Eş'ari mezhebine bağlıdır. Eş'ariye mezhebi özellikle Irak, Suriye ve Mısır'da yaygındır.
Ehl-i Sünnet itikadının oluşmasında İmam Eş'ari'nin görüşlerinin büyük önemi vardır. Maturidi ile irade konusunun dışında önemli bir konuda fikir ayrılığına düşmemişlerdir. İmamın bazı görüşleri:
- Kabir sorgusu, haşir, sırat ve mizan haktır. Edebi yönden Kuran bir mucizedir. Bir benzeri, insanlar tarafından yazılamaz.
- Peygamberin mucize göstermesi lazımdır. Velilerin de keramet göstermesi caizdir. Peygamberlerin mucizeleri kavimlerine üstünlüklerini kabul ettirmeleridir. Veli ise kerameti ile üstünlük sağlamamalı, kerametini gizlemelidir.
- Bir melek vasıtasıyla kendisine Allah (c.c.) tarafından vahiy gelen ve kainata konulmuş olan adetleri bozacak şekilde mucize gösteren kimseye "nebi"denir.
- Allah'ın izni ile peygamberimizin müminlere şefaati haktır. Allah (c.c.)'ın ahirette müminlere gözle görülmesi caizdir. Allah birdir ve eşi benzeri yoktur. Hayır ve şer Allah'tandır. İnsanların fiilleri Allah tarafından yaratılır ve kullar tarafından işlenir. İnsanların bir şey yapabilmeleri için gerekli olan güç, fiil ile beraber Allah (c.c.) tarafından kendisine verilir.
Ameli Açıdan Mezhepler
Ehl-i Sünnet itikatında, ameli konularda dört mezhep vardır:
1) Hanefi mezhebi; İmam-ı Azam Ebu Hanefi tarafından kurulmuştur.
2) Şafii mezhebi; İmam-ı Şafii tarafından kurulmuştur.
3) Hanbeli mezhebi; İmam-ı Hanbeli tarafından kurulmuştur.
4) Maliki mezhebi; İmam-ı Malik tarafından kurulmuştur.
Bu bölümde mezhep imamlarımız ve onların görüşleri üzerinde duracağız.
Hanefi Mezhebi ve İmam-ı Azam Ebu Hanefi
İmam-ı Azam hicri 80 yılında Küfe'de doğmuştur. Asıl adı Numan b. Sabit'tir. Yaşadığı bölge itibariyle bazı rivayetlerde O'nun Türk asıllı olduğu söylenmektedir. Ticaret uğraşan varlıklı bir insan olan babası, Hz. Ali (r.a.)'nin halifeliği sırasında hayır duasını almıştır.
İmam-ı Azam genç yaşta Kuran'ı ezberledi. Arap dili ve edebiyatı, fıkıh, hadis ve kelam ilimlerinde kendisini geliştirdi. Bulunduğu yöredeki sapkın dini görüşlere sahip olan insanlarla tartışarak birçoğunu ikna etmeyi başardı. Böylece Ebu Hanefi ismi duyulmaya başladı.
Fıkıh konusunda büyük bir boşluk olduğunu hissedince ticareti bırakarak bu konulara yönelmeye başladı. Bu arada kendisini daha da geliştirerek Kuran ve sünnetten hüküm çıkarmaya, hadis rivayetlerini araştırmaya, sahabenin ihtilafa düştüğü konuları öğrenmeye koyuldu.
30 yıllık medrese hayatı boyunca 4.000'den fazla öğrenci yetiştirdi. İmam Yusuf, İmam Muhammed, Hasan b. Ziyad gibi her biri başlı başına müçtehid olan öğrenciler yetiştirmiştir.
İmam-ı Azam, talebelerine şu esasları tatbik ettikleri taktirde ilimlerinin sağlam temellere oturtulabileceğini söylüyor:
1) Bir ilim meclisine devam etmek ve bu meclisin genel havasını teneffüs etmek.
2) Alimlerle birlikte olmak ve bulundukları çağdaki her türlü fikir hareketiyle temasta bulunmak.
3) Kendisine önemli ve üstü kapalı meseleleri açıklayan üstadının yanından ayrılmamak.
Bir çok İslam alimi ile biraraya geldikten sonra, çağın en büyük alimlerinden Hammad b. Ebu Süleyman'a bağlanır. Çok şey öğrendiği hocası vefat edince bütün gözler O'na çevrilir.
İmam-ı Azam'ı sevenlerin artması Emeviler tarafından hoş karşılanmaz. Halk üzerindeki etkisini kırmak için Irak valisi Yezid b. Hubeyre tarafından kadılık teklif edilir. İmam-ı Azam bu teklifi reddedince günlerce süren işkencelerden sonra hapsedilir. Fakat halkın tepkisinden korkulduğu için kısa bir süre sonra serbest bırakıldı.
Uzun süre Hicaz'da yaşayan İmam-ı Azam, yönetim Abbasiler'e geçince tekrar Küfe'ye döndü. Fakat Abbasi yönetiminde de değişen pek birşey olmamıştı. Abbasi Halifesi El Mansur kendisine Bağdat kadılığı teklif ettiğinde O'nun cevabı şöyle oldu: "Eğer ben bu vazifeyi kabul etmediğim taktirde Fırat nehrinde boğulmakla tehdit edilirsem, boğulmayı tercih ederim. Sizin etrafınızda ikrama ihtiyacı olan çoktur."Bu cevap üzerine Abbasi Halifesi El Mahsur, O'na fikirlerinden döndürmek için günlerce işkence yaptırdı. İşkence sırasında sağlığı bozulunca hicri 150 yılında Bağdat'ta vefat etti. Türbesi hala her yıl yüzbinlerce müslüman tarafından ziyaret edilmektedir.
İmam-ı Azam'ın ölümünden sonra talebeleri O'nun fikirlerini, rivayet ettiği hadisleri sistemli bir hale getirerek yeni eserler oluşturdular. İmamlarının görüşlerinin ışığında yeni hükümler çıkararak İslam coğrafyasına dağıldılar. Böylece İmam-ı Azam'ın görüşleri bir mezhep halini aldı. Mezhep günümüzde, Türkiye, Balkanlar, Kafkasya, Sibirya, Çin, Pakistan, Arnavutluk, Mısır, Filistin, Suriye ve Irak'ta müslümanlar Hanefi mezhebine göre amel etmektedirler.
İmam-ı Azam'ın günümüze ulaşan eserlerinden bazıları şunlardır:
Risale-i Reddi Havariç, Reddi Kaderiyye, El Fıkıhu'l Ekber, El Fıkıhu'l Ebsat.
İmam-ı Azam Ebu Hanefi'nin eserlerinden bazı alıntılar örnek vermek gerekirse; "elinden geldiği kadar insanlara sevgi göster. Herkese selam ver, isterse aşağıda kimseler olsun. Başkalarıyla bir mecliste toplanır, aranızda bazı meseleler münakaşa edilirse ve senin bildiğine muhalif birşey söylenirse sen onlara muhalefet etme. Şayet sana sorarlarsa onlara bildiğin gibi haber ver, sonra bu hususta şöyle şöyle başka kavil de vardır delili de şudur, diyerek kendi bildiğini söyle, böylelikle seni dinlerler ve senin ilminden dereceni anlarlar.
Sana gelenlerin hepsine bir nevi ilim göster, herbiri senden birşey öğrensin. Onlara kıymetli şeyler, ehemmiyetsiz şeylerle uğraşma. Onlarla arkadaş gibi ol, hatta şaka yollu latifeler yap. Zira dostluk ve samimiyet ilme devamı sağlar.
Onlara yumuşak davran hoş muamele et. Onlardan hiçbirine can sıkıntısı ve bezginlik gösterme. Kendini onlardan biri imiş gibi tut.
Denemedikçe kimsenin dostluğuna güvenme. Alçak ve hasis olan kimseyle dost olma. Güzel ahlaklı geniş yürekli ve derya gönüllü ol. Elbisen temiz ve yeni olsun. Binek atın iyi olsun. Güzel kokular kullan. Yemek yedirmekte cömert ol ve herkesi doyur. Bir fitne fesad duydun mu onu ıslah için koş. Seni ziyaret edenleri de, etmeyenleri de sen ziyaret et. Sana ister iyilik yapsınlar, ister kötülük ses daima iyilik yap. Affet ve bazı şeylere göz yum. Sana eziyet veren şeyleri terket, hakkı yerine getirmeye çalış. Arkadaşlarından hastalananları ziyaret et, göremediklerinin durumunu soruştur. Sana gelmeyenlerle sen alakadar ol."(Ebu Hanefi'nin Öğrencisi Yusuf'a vasiyetinden)
Bilmiş ol ki amel ilme uyar. Nasıl ki aza gözün görmesi sayesinde hareket eder. Az dahi olsa amel ile ilim, çok amel ile cehaletten daha faydalıdır. Bu şuna benzer: Çölde bir adamın yanında az miktar azık bulunsa bile doğru yolu biliyorsa kurtulur. Bu adamın durumu yanında çok azık bulunup da yolu bilmeyen adamın durumundan daha hayırlıdır. Cenab-ı Hak şöyle buyurur 'Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bunu ancak akıllı olanlar anlar.' (Osman Keskioğlu, Ebu Hanefi, M. Ebu Zehra, s. 177 )
İmam-ı Azam'ın Ebu Yusuf'a öğütlerinin bir kısmı Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin Marifetname isimli eserinde geçmektedir. Aşağıdaki alıntılar bu eserden alınmıştır. İnsanların iyiliğini isteyici ol ve onlara nasihat et. Halk, hareketlerini beğenip seninle görüşmek istediğinde onların sohbetlerine git. Meclislerinde insanları ve kendini tevkir ile ilim müzakere edesin.
Her taleben kendisini senin oğlun bilsin. İlme çalışma gayretleri her geçen gün çoğalsın. Seni dinlemeyen avamla ve pazardakilerle konuşma. Doğruyu söylemekte kimseden çekinmeyesin. İbadetin avamdan çok olsun, az olmasın. Küfür ve bid'at ehl-i ile oturup konuşma, müsait ortam olursa dine davet et. Bu nasihatleri bizden canı gönülden kabul et. Zira bunları senin ve herkes için vasiyet ettim. Bu yolda gidesin, halkı da Hak yoluna getiresin."
Şafii Mezhebi ve İmam-ı Şafii
İmam-ı Şafii, hicri 150 yılında Gazze'de doğdu. Ebu Hanefi'nin vefat ettiği sene doğması İslam alimlerince manidar karşılanmıştır. İmam-ı Şafii küçük yaşta babasını kaybedince yoksulluk içerisinde bir çocukluk dönemi geçirdi.
Mekke'ye gelerek hadis eğitimi almaya başladı. Küçük yaşta Kuran'ı ezberledi. Daha sonra İmam-ı Malik'in yanına gelerek kendini tamamen fıkhi konuları öğrenmeye verdi.
34 yaşında Yemen valisi tarafından Şiilik propagandası yaptığı iftirası ile hapsedildi. Şafii'ye bağlı dokuz kişi öldürüldü. Şafii'nin öldürülmesi ise nüfuz sahibi bazı sevenlerinin araya girmesi ile son anda önlendi.
İki yıl Mekke'de inceleme ve araştırma yaptıktan sonra tekrar Bağdat'a geri döndü. Bu sırada Şafii'nin ünü İslam aleminde duyulmaya başlanmıştı. Kendisine daha rahat bir çalışma ortamı aradı ve Mısır'ı tercih etti.
Mısır valisi ve halkı Şafii'nin ülkelerine gelişini sevinçle karşıladı. Vali tarafında ömrünün sonuna kadar korunarak, peygamber soyuna ayrılan paydan hisse verildi.
Ömrünü İslam yolunda geçiren bir çok eserler bırakan ve sayısız talebe yetiştiren, devrinde Mu'tezile ve diğer sapkın fırkalarla mücadele eden İmam Şafii hicri 204 yılında Mısır'da vefat etti.
Ahkamül Kuran, Es-Sunen, Kitabu'l-üm, Müsned-i Şafii adlı değerli eserler bırakmıştır. Irak, Doğu Anadolu, Hindistan, Filistin, Hicaz, Filipin, Yemen, mısır ve suriyeli bir çok müslüman Şafii mezhebi ile amel etmektedir.
İmam Şafii, oluşturduğu mezhebinin kaynağını şöyle açıklıyor: "Herkes peygamberlerimizin hadislerini bilmeyebilir. Ben Resulullah'ın sünnetine muhalif olarak bilmeden herhangi bir fikir ileri sürersem veya bir esas ortaya koyarsam, uyulması gereken Resulullah'ın sözüdür. İşte benim mezhebim budur. Resulullah'tan bir hadis rivayet ettiğim halde onunla amel etmezsem, hangi yer beni taşır ve hangi gök gölgelendirir. Peygamberin hadisinin başım gözüm üzerinde yeri vardır."
İmam-ı Şafii şöyle buyuruyor: "İçinizden biri bütün halkı memnun etmek isterse; yapamaz. Kul ihlas sahibi olmaya dikkat etmeli. Yaptığı her iyi amel Allah ile arasında kalmalı."
İlim talebi fazilet bakımından nafile namazdan daha hayırlıdır. Zira nafile namazın faydası şahsa, ilmin faydası ise umuma aittir.
Bir kimse mümin kardeşine gizli öğüt verirse; tesirli nasihatte bulunmuş ve iyi huylarla süslemiş olur. Açıktan halk arasında öğüt vermeye kalkılırsa tesirsiz olur. Bir bakıma ayıplamış, dolayısıyla utandırmış olur.
Ahiretin saadetini isteyen, ilimde ihlas sahibi olsun.
Yaptığı işlerle öğüt vermeye çalışanda hidayetçi olur.
Şu üç hal, din kardeşine dair sevgi işinde doğruluğa alamettir:
1) Bazı ufak hataları hoş görüp yüzüne vurmadan, olduğu gibi kabul etmek.
2) Bazı açıktan yapılan yersiz hareket varsa kapamak.
3) Kendisine karşı yanlış harekette bulunursa bağışlamak.
Maliki Mezhebi ve İmam-ı Malik
İmam Malik bin Enes, en sağlam rivayetlere göre hicri 93 yılında Medine'de dünyaya geldi. Hadis konusunda uğraşan bir ailenin çocuğu olması dolayısıyla kısa sürede bu konuda mesafe almıştır. Küçük yaşta ünlü alim İbn-i Hürmüz'ün yanına verilmiş ve 13 yıl O'nun yanında kalmıştır. Onyedi yaşında ders vermeye başlayınca O'na gösterilen alaka, hocalarına gösterilen alakadan fazla olmuştur. Ebu Hanefi, kendisinden onüç yaş küçük olduğu halde O'nun önünde diz çökerek ders almıştır.
İmam-ı Malik hakkında yazılan eserlerde genelde O'nun hafıza ve zekasının çok üstün olduğu, sabır ve tahammülde örnek olduğu, ihlası, feraset, heybeti üzerine yoğunlaşıyor.
Hadis ilminde büyük bir yeri olan İmam Malik rivayetlerin sahihliği konusunda çok titizdi. Hadis rivayet edenleri iyice araştırır ve ancak güvenilir olanların rivayetlerini alırdı.
İmam Malik fetva vermekte acele davranmazdı. Kendisine bir mesele sorulduğunda "sen git ben bu meseleyi araştırayım"derdi. Bu davranışının sebebini soranlara "ben fetvaların hesabını vereceğim. Çok çetin kıyamet gününden korkuyorum"derdi.
Ebu Hanefi gibi İmam Malik'te Emevi halife El Mansur'un gazabına uğramış ve hapishanelerde günlerce işkence görmüştür. Fakat, El Mansur yıllar sonra hatasını anlayarak Hicaz'da, İmam Malik'ten özür dilemiştir.
Ömrünün son yıllarını rahatsızlıklarla geçiren İmam Malik hicri 179'da Medine'de vefat etti.
Günümüzde, Trablus, Libya, Tunus, Fas, Hicaz, Mısır, Cezayir ve Afrika sahillerinde Maliki mezhebine mensup müslümanlar mevcuttur.
İmam Malik'in en önemli eseri kırkyılda yazdığı "Muvatta"isimli eseridir. 100 binden fazla hadis üzerinde yaptığı çalışmalar sonucu, eserinde 1.720 hadis kullanmıştır. İmam-ı Şafii bu eser için şöyle söylemiştir: "Yeryüzünde Kitabullahtan sonra İmam-ı Malik'in Muvatta'sından ziyade doğru olan bir kitap yoktur."Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi külliyatında İmam-ı Malik'ten ve büyük eseri Muvatta'dan övgü ile sözetmiştir.
Hanbeli Mezhebi ve İmam Ahmed b. Hanbel
İmam Hanbel, hicri 164 yılında Bağdat'ta doğdu. Hayatı Abbasi Devleti'nin en parlak dönemlerine rastlar. Babasını küçük yaşta kaybetmesine rağmen çok parlak bir tahsil hayatı geçirmiştir. Birçok ünlü alimden ders almasına rağmen en fazla İmam-ı Şafii'den etkilenmiştir. Bu yüzden genç yaşta memleket memleket dolaşmayı gerektirecek zor bir ilim olan hadis ilmiyle uğraşmaya başladı.
Kendisini yetiştiren hocalarına karşı çok saygılıydı. Onlar hayatta iken hadisler konusunda kendisine ait hiçbir görüşü açıklamadı ve olgunluk yaşı olan kırk yaşına gelene kadar hiçbir konuda fetva vermedi. Böylelikle ilmi ve tevazusu ile kısa sürede saygı duyulan bir alim olarak anılmaya başlandı.
O'nun sohbetlerini dinleyenler genelde üç hususa dikkat çekiyorlardı. "O'nun sohbetlerinde, vakar, ciddiyet, tevazu ve ruhi huzur hakimdi. Kimse ile alay etmeyi sevmezdi.
Hadisleri ancak rivayet etmesi istendiğinde anlatırdı. Yanlışlık yapmak korkusu ile hadisleri aklından değil kaynağından okurdu.
Talebelerine anlattığı hadislerin özellikle yazılmasını isterdi. Verdiği fetvalar yanlış anlaşılır korkusu ile yazılarak anlatılmasını isterdi."
Ömrünün sonuna kadar sapkın akımlarla mücadele etti. Bu yüzden Halife Mu'tasım ile başı derde girdi. Tutuklanarak Bağdat'ta hapishane'de kaldı. Burada hergün bayılana kadar kırbaçlandı. Fakat bu olaylar O'nu halkın gözünde daha da yüksek bir konuma getirdi. Serbest bırakıldıktan sonra baskılar devam etti. Sohbetleri yasaklandı, namaz kılmak için camiye gitmesine bile izin verilmedi. Talebeleri birer birer zindana atıldı. Ayakları zincirlenerek Halifenin huzuruna çıkarılmak üzere Bağdat'tan Tarsus'a yola çıkarıldı ve yolda hicri 128'de vefat etti.
Hanbeli mezhebinin çıkışı sırasında Hanefi, Maliki, Şafii mezheplerinin İslam ülkelerinde tutulmuş olması mezhebin yayılmasını engellemiştir. Bu yüzden mezhep sadece Suudi Arabistan'da yaygındır.
İmam Ahmed b. Hanbel'in en önemli eseri "Müsned"idir. 28 yılda hazırlanan bu eserde bir milyon hadisten yararlanılmış ve bunun sadece otuz bini kullanılmıştır. Bu eserde sadece dokuz hadis tartışılmış bunun dışında başka hata bulunamamıştır.
Mezhepler Arasındaki Farklılıkların Sebepleri
Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat mezhepler arasındaki farklılıklar İslam dünyasına zarar değil aksine büyük fayda sağlamıştır. Herbiri kendi fikrini yaymaya çalışır ancak birbirlerini ortadan kaldırma gibi bir yola gitmezler. Hadiste de belirtildiği gibi birbirine saygı içerisinde oluşan bir ihtilafın rahmet olacağı açıktır ve tarih bunun rahmet olduğunu göstermiştir. Zaruri durumlarda bir mezhebin başka bir mezhebi taklit edebilmesi kolaylığı bu rahmetin en açık göstergesidir.
Zira Ömer b. Abdulaziz bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır. "Resulullah'ın ashabının fıkhi meselelerde ihtilafa düşmemesini istemezdim. Çünkü onlar bir görüşte toplansalardı insanlar zora düşerdi. Bir kimse onlardan birisinin sözüne sarılırsa, bu kendisi için sünnet olur."(Muhammed Ebu Zehra, İslamda Siyasi, İtikadi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, s. 21)
Ehl-i Sünnet itikadı içerisinde, uygulama alanındaki her türlü samimi düşünce, içtihat ve yorum İslamın değişik çevre ve coğrafyalara yayılmasını kolaylaştırdığı ve dine bir esneklik kazandırdığı bilinen bir gerçektir.
Sahabenin bu farklı yorumlarına zemin hazırlayan sebeplerin en başında hadislerin değişik yorumlanması gelir. İslamın, Kuran'dan sonra en önemli kaynağı sünnet yani hadislerdir. Mezhep imamları sünnete sarılmanın önemi üzerine durmuş ve sünnetten kopanların hüsrana uğrayacağını söylemiştir.
Mezhep imamları sünneti seniyyeye uymanın önemini şu sözleriyle vurgulamışlardır. İmam-ı Azam, "içlerinde hadisle meşgul olanlar bulunduğu müddetçe insanlar kurtulmuşlardır. Ne zaman ilmi hadisin dışında ararlarsa, o zaman bozulurlar. Allah'ın dini ile ilgili bir konuda şahsi görüşünüze göre hüküm vermekten sakınınız, sünnete tabi olunuz. Kim sünnetten ayrılırsa sapıtır."(Eş-Şa'rani, el-Mizanü'l Kübra 1:51)
İmam Şafii, "Resulullah'tan bir hadis rivayet ettiğim halde o hadisten başka bir hükme varırsam, beni hangi gökyüzü gölgelendirir, hangi yeryüzü taşır."
İmam Malik, "sünnetler Nuh'un gemisi gibidir. Kim o gemiye binerse kurtulur, kim binmezse boğulur."
İmam Ahmed bin Hanbel, "bir çok bid'at ortaya çıktı. Her kim hadis bilmiyorsa o bid'atlara düşer."
Görüldüğü gibi Ehl-i Sünnet mezheplerin imamlarının sünnetin fazileti konusunda aralarında bir ayrılık yoktur. Ancak kimi zaman bu hadisleri anlamada birbirinden farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bunun yanısıra mezhep imamlarının hadis bilgisinin birbirinden fazla veya farklı oluşu değişik hükümlerin çıkmasına sebebiyet vermiştir. Mezhep imamları bir konu kendisine ulaştırıldığında ilk önce Kuran'a başvururdu. Kuran'da o konu ile ilgili hükme rastlamadığında Peygamberin sünnetine bakılırdı. Eğer bundan da bir sonuç alınmadığı takdirde içtihat ile karar verilirdi. Bu da mezhepler arasında küçük farklılıkların oluşmasına sebebiyet vermiştir.
Teknik olarak hadislerin tam olarak bir kişi tarafından bilinebilmesi imkansızdır. Nitekim İmam Şafii şöyle söylemiştir. "Sünnetlerin hepsini bilen, bilmediği hadis olmayan herhangi birisini bilmiyorum. Bütün hadis alimlerinin ilimleri bir araya getirilirse o zaman bütün sünnet bilinmiş olur. Alimlerin hadisleri dağınık olduğuna göre, her alimin bilmediği hadis elbette olacaktır. Onun bilmediği hadisleri bir başkası bilmektedir."
Peygamberimizin (s.a.v.) kimi zaman yaptığı fiiller bazılarına göre zorunlu ibadet kapsamında gösterilmiş, bazılarına göre nafile olarak yorumlanmıştır. Ehl-i Sünnet mezheplerde bunun bir çok örneği bulunmaktadır. Ayrıca peygamberimizin yaptığı bir hareketi tam anlayamamak yada hareketin yarısından itibaren şahit olmak bazı farklılıklara sebebiyet vermiştir.
Sahabelerin sözleri mezhepler arasındaki farklılıkların diğer bir unsurudur. Mesela Hanefi ve Malikiler sahabenin sözlerini kıyasa tercih ederlerken Şafiiler ise sahabe sözünü bazı durumlarda kabul etmezler. Bu durum farklı fetvaların oluşmasına neden olur.
Bütün bunların yanısıra farklı iklimin, coğrafi özelliklerin, örf ve adetlerin mezhepler arasındaki farklılığın oluşmasında büyük etken olduğu bir gerçektir.
Mezhep imamların bütün bu küçük ihtilaflarını nefsin arzularının çok dışında tutmuşlar ve yalnızca Allah rızasını gözetmişlerdir. Kesinlikle sadece kendi görüşünün doğru olduğunu iddia etmemiş, böyle olmasının daha uygun olabileceğini söylemiştir.
Nitekim İmam-ı Azam şöyle söylemiştir: "Bizim düşüncemiz bir görüşten ibarettir ve elde ettiğimiz en güzel görüştür. Birisi bizim görüşümüzün daha güzelini ortaya koyarsa, bizden çok ona uyulması gerekir." (Muhammed Ebu Zehra, İslamda Siyasi, İtikadi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, s. 354)
Mezhep imamların hayatları incelendiğinde birbirlerini incitmek bir yana daima birbirlerinden istifade ettikleri ve aralarında saygı bağı oldukları gözlemlenmektedir. Aralarındaki ihtilaf yıkıcı değil yapıcı ihtilaftır. Ayrıca ayrılığa düşmeyin emriyle çelişmez, çünkü daha önce de belirtiğimiz gibi mezheplerin birden fazla oluşu, ümmet için rahmet olmuştur.
Ehl-i Sünnet Karşıtı Sapkın Mezhepler ve Akımlar