> 1 <
Kırık Link Bildir! #90213 14-07-2006 13:20 GMT-1 saat
Bundan önce tanıttığımız filozoflar, özde, doğayı araştıran bilginlerdi. Sofistler ise birer bilgin, birer araştırmacı olmayıp, her şeyden önce birer öğretmendirler. Sofistlere, özellikle İran savaşından sonra, İranlıların yenilip Atina'nın siyasal ve kültürel alanda büyük bir gelişme gösterdiği dönemde rastlıyoruz.
Bu dönemde Atina'da ve ona uyan öteki Yunan kentlerinde köklü (radikal) bir demokrasi iktidara gelmişti. Bu demokrat idare şimdiye kadarkilerden çok daha fazla insanın devlet yönetimine katılmasını sağlamıştır. İşte bir yandan kültürel gelişim, öte yandan demokrasi yönetiminin özellikleri o dönem Yunanistan'da eğitim yönünden geniş ölçüde bir gereksinimi ortaya çıkarmıştır.
Bu gereksinim, o zamana kadar özel olan ve daha çok kölelerce yönetilen eğitimin daha bir genelleşip genişlemesine neden olmuştur. Yeni siyasal ve sosyal koşullar, özellikle, siyasal eğitimi sağlayan genel bir öğretim gereksinimi doğurmuştur. Nerede böyle bir gereksinim doğarsa, orada bu gereksinimi karşılayacak birtakım kimselerin ortaya çıkması doğaldır. İşte Sofistler de böyle bir gereksinimin ortaya çıkardığı öğreticilerdir. Bunun içindir ki Sofistler, öncelikle öğretmendirler.
Bunlar Yunanistan'ın çeşitli kentlerinde dolaşırlar, uğradıkları yerlerde para karşılığında ders verirler. Ders vermeyi bir meslek haline getirmek, hele derslerin para karşılığı verilmesi, o zamana kadar Yunanistan'ın tanımadığı bir olaydı.
Özellikle tutucu çevreler için para karşılığında ders vermek pek çirkin bir davranış sayılıyordu. Bu dönemi Antik dönemden ayıran en büyük farklardan biri, Antik dönemin işe az önem vermiş olmasıdır. Eski Yunan'da beden gücü ile çalışmak aşağılanan bir davranış sayılıyordu. Beden işlerinde ancak köleler çalıştırılır. Aynı şekilde, mesleğiyle geçinen zenaatkârların da toplumda saygınlığı yoktu. İşte Sofistlerin ders vermeyi bir meslek yapmaları ve derslerin para karşılığı verilmesi, o dönemdeki Yunanistan'da hiç mi hiç hoş karşılanmamıştır.
Sofistlere karşı olanların başında yer alan Eflâtun, "Protagoras" adlı diyalogunda Sofistlerin ne biçim insanlar olduğunu ve bunların çalışma biçimlerini çok canlı olarak tasvir etmiştir. Protagoras Sofistlerin en eskilerinden ve en büyüklerindendir.
Diyalog şöyle başlar: Eflâtun'un hemen tüm diyaloglarında birinci konuşmacı olan Sokrat'ı bir gün sabah erkenden bir delikanlı yatağından uyandırır ve kendisine ünlü Protagoras'ın geldiğini coşkuyla anlatır. Delikanlı Protagoras'tan mutlaka ders almak istediğini dile getirir. Sokrat delikanlıya isteğinin erişilmez bir şey olmadığını, yeterli parası varsa isteğinin kolayca yerine gelebileceğini söyler. Sonra kalkıp birlikte Protagoras'ın konakladığı eve giderler. Burada Protagoras'tan başka bir kaç Sofist daha vardır.
Eflâtun, Sokrat ile delikanlının eve girdikleri zaman gördüklerini çok canlı bir biçimde anlatır. Protagoras büyük bir salonda bir aşağı bir yukarı dolaşıyor, arkasında öğrencileri kendisini saygıyla izlemektedir. Aynı salonun bir köşesinde öteki bir Sofist, Hippias gökyüzünü göstererek astronomi dersi vermektedir. Salona, bitişik odadan birtakım sesler gelmektedir.
Bu odada da bir başka Sofist, Prodikos yattığı yerden ders veriyor. Salona giren Sokrat ile delikanlı Protagoras'a yaklaşırlar ve kendisine delikanlının isteği iletilerek ders verip veremeyeceği, verebilecekse bunun hangi konuyla ilgili olacağı sorulur.
Protagoras delikanlıya: Benden ders alırken günden güne daha. erdemli olduğunu göreceksin, ben sana yararlı olacak şeyler, isine yardımcı olacak şeyler öğreteceğim der. Bununla da astronomi öğreten Hippias'a taş atmış olur. Delikanlı dersin konusunu sorunca, Protagoras bunun her şeyden önce bir vatandaşa siyaset alanında gerekli olan şeyler konusunda olacağını, kendisine her vatandaşın bu konuda bilmesi gereken şeyleri öğreteceğini söyler.
O zamanki Atina'da her vatandaşın bilmesi gereken şeylerin başında hitabet geliyordu. Sofistlerin eğitim uygulamalarının ağırlık merkezini hitabet oluşturuyordu. Bu da belli nedenlere dayanıyordu: O zamanki Atina'da hitabet sanatını bilmek kişiye çok büyük saygınlık kazandırıyordu. Çünkü devlet ile ilgili önemli kararların alındığı "Halk Meclisı"nde hitabet çok etkili oluyordu.
Ayrıca hitabet yargılama için çok gerekliydi, çünkü davacı ile davalının yargı önünde söyledikleri nutuklar, yargıçların kararlan üzerinde etkili oluyordu. Tüm bunlar söylenen sözlerin güçlü olmasını gerekli kılıyordu. Ancak bu hitabet sanatının bazı sakıncalı yanları da yok değildi.
Sofistlerin yaptığı gibi, istemli bir biçimde öğretilen konuşma sanatı, yalnızca karşısındakini inandırmayı temel alır. İşte Sofistlerin karşıtları onları özellikle bu yönden eleştirmekte ve sorgulamakta haklıdırlar. Sofistlerin kötü ünlerinin başlıca nedenlerinden biri bu hitabet anlayışlarıdır.
Sofistlerin öteki bir özelliği ise, özellikle insan konusuyla uğraşmalarıdır. Onlar bu konuyu ele aldıkları zaman, kuşkusuz, bazı şeyleri biliyorlardı. Kendilerinden öncekilere yabancı olmayan Sofistler, insan ile ilgilendikleri için, tarih konusuna da yabancı değildiler. Bu konuda da kendilerinden önceki felsefe okullarından hiçbirine katılmadılar, onlar arasında yalnızca karşılaştırmalar yapmakla yetindiler.
Bu karşılaştırmalar sonunda şu sonuca vardılar: Şimdiye kadar ki felsefe, evren konusunda tutarlı bir anlayış elde edememiştir. Söz gelişi Heraklit ile Elealılar arasında bir zıtlık vardır. Heraklit her şeyi oluş durumunda görür ve bu oluş içinde sabit olan, kalıcı bir şeyin var olduğunu reddeder. Elea'lılar ise, tam tersine, oluşu reddeder.
Gerçek varlığın başlangıcı ve sonu olmayan bir süreklilik, bir kalış olduğunu ileri sürerler. Unsurlar konusunda da filozoflar bir uzlaşmaya varabilmiş değildir. Birisi ana unsurun su, birisi hava, bir başkası ise ateş olduğunu savunur. En sonunda bir filozof bunlara toprağı da katarak dört unsurun da ilke olduğunu öne sürmüştür. Anaksagoras ile Demokrit arasında da bir anlaşmazlık söz konusudur: Anaksagoras'a göre evrenin başlangıcında, belli bir plâna göre yaratan bir ruh vardır.
Demokrit ise doğada ancak makina işleyişi cinsinden (mihaniki) bir zorunluluk olduğunu savunur. Sofistlere göre: "Ne kadar filozof varsa, evrenin yapısı hakkında o kadar görüş vardır." Bu yüzdendir ki, bu filozoflar gerçeği öğretemezler. Her filozof kendi düşüncelerinin doğru, başkalarının-kilerin yanlış olduğunu savunur. Burada şu soru öne çıkar: "Acaba, gerçek diye bir şey var mıdır?
Tüm görüşlerden herbiri ötekiyle çeliştiğine göre, geriye gerçek diye bir şey kalır mı?" Kanıtlanabilir bir gerçek karşısında duyulan kuşku ile hitabette karşıdakini inandırmayı amaçlayan kuşku arasında bir uyum vardır. Felsefe tarihinde, bilgi teorisi açısından, ilk şüpheciler Sofistlerdir. Sofistler, tümel bir gerçeğin varlığından ilk şüphelenenlerdir. Sofistler teorik alanda şüpheci, uygulama alanında öğretmen ve hitabet öğreticileridir. Ayrıca onlar özellikle insan konusu ile ilgilenirler, doğa konuları, bunların ilgi alanının dışında kalır.
--------------------------------------------------------------------------------
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu