Alçaktan asılmıştı kentin tepesine,
Mor yanaklı bir bulut kümesi.
Açtı gözlerini küçük kız,
Çoktan geçmişti okul vakti.
Sabahın mahur sesiyle,
Çoktan yitirilmişti bir hayat.
Sarstı..sarstı..sarstı….
Sonra gıdıkladı, sonra öptü.
Uyanmadı annesi.
Anlayamadı önce, korktu.
Koştu köprünün bir ucundan öteki ucuna.
Örülmeden saçları.
Kuşlar da ötmüyordu, üşüdü, geri döndü.
Yamalı paltosunu giymek için.
Halâ uyuyordu annesi.
Bir gariplik sezdi nedense.
Tekrar öptü, tekrar..tekrar.. soğuktu yüzü.
Korkusu yüreğine düştü.
Bağırdı var gücüyle,
Annem…annem diye.
Geldi konu komşu, nafile.
Yüzündeki tozlar çamura dönüştü.
Yoruldu ağlamaktan
Fırladı sokağa, koştu..koştu..koştu..
Taş attı önüne çıkan ilk sokak lâmbasına,
Kırıldı.
Denize taş attı, camlara taş attı.
Sonra yürüdü ahşap evler arasından,
Dünya donmuştu sanki.
Annesine kızdı, babasına çattı.
Nasıl çekip gidersin, hiçbirşey söylemeden!
Zor tuttu üç komşu kadın, bir de amcası.
Döndü babasına: “saçlarımı kim örecek? ”
Yere serilmişti annesi, dudağında şikayet.
Ama ruhu yoktu, yatıyordu bembeyaz.
Deniz kırmızı, kış kıyamet.
Ürkütücü ve sessizdi.
Olacakları bekliyordu küçük kız olanlardan habersiz.
Bakışları donuktu.
Kıvrılıverdi bir köşeye mecalsiz.
Göremeden eller üstünde gidişi,
Beyaz bir uykunun gölgesinde,
Annesiyle buluştu.