> 1 <
Kırık Link Bildir! #113778 13-08-2006 06:29 GMT-1 saat
PKK ile mücadele 80'li yıllar boyunca Silahlı Kuvvetler'e terkedilmişti. Siyasi tartışmalarda bile, hükümetlerin terör konusunda bir tedbiri olmadığı bu konuyu askerlere tevdi ve terk ettiği tenkit olarak söylenegelmiştir. Ardından ve 1991 sonlarında iktidar değişince terörle mücadelede esasa müteallik bir değişimin gündeme geldiği söylenemez. Asgaride uygulamalarda ve görünümde önemli bir fark ortaya çıkmamıştır. Zaten 1992 yılının hakim faaliyetleri; devlette kadro değişiklikleri, Cumhurbaşkanı ile tartışmalar ve özellikle de Koskotas dosyalarıydı. Gazetelerin ve basının en önemli haberleri ve hükümetin dikkati bu noktalardaydı. Daha sonra ve 1993 yılı köklü değişiklikleri gündeme getirdi ve terörle mücadelede şahinler devri başladı.
Başbakan terörle mücadeleyi, ön plandaki faaliyeti olarak takdim etti. Emniyet Genel Müdürlüğü'ne Mehmet Ağar geldi ve ciddi bir tercih yapıldı; polis terörle mücadelede daha aktif olacak bir konuma getirildi ve Özel Harekât Timleri ön plana çıktı.
Özel Harekât Timlerinin lehinde - aleyhinde çok şey söylenmiştir. Ancak emniyetin dosyalarındaki rutin yazışmalara eğilince çok önemli bir görüntü öncelikle tesbit edilmektedir. İl Valileri özel güvenlik gerektiren her önemli olayda Özel Harekât Timleri'nin görevi devralmasını, asgaride görevde olmasını talep etmektedirler. Hatta bir çok Vali, tayinler sebebiyle eksilen kadroların süratle doldurulmasını talep eden çok sayıda yazıyı imzalamışlardır.
Özel Harekât önceleri merkezde Şube Müdürlüğü, Ankara - İstanbul - İzmir illerinde Bölge Grup Amirliği olarak teşkilatlanmıştı.
Genel Müdürlükte Asayiş Daire Başkanlığı'ndaki Şube Müdürlüğü daha sonra Terörle Mücadele ve Harekat Dairesi Başkanlığı bünyesinde yer almış 26.7.1993 tarihli olup ancak Resmi Gazete'de yayımlanmayan Bakanlar Kurulu Kararı ile Özel Harekat Daire Başkanlığı kurulmuştur.
Hatta 12.08.1993 tarihinde yayınlanan Kanun Hükmünde Kararname ile kanunda değişiklik yapılarak Özel Harekat Polis Okulu açılmasına ve özel personel yetiştirilmesine imkan hazırlanmıştır.
Dairenin çalışmalarını düzenleyen Yönetmelik "Çok Gizli" işaretini taşımaktadır. Bu yönetmeliğe göre daire doğrudan Genel Müdüre bağlanmıştır.
Özel Harekât Dairesi "Devletin ekonomik, sosyal, siyasi ve hukuki temel Anayasal düzenin yıkılmasına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya ve cumhuriyetin temel niteliklerini değiştirmeye yönelik baskı, cebir, şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerini kullanan terör örgütlerini meskun veya kırsal kesimde etkisiz hale getirmek, rehin aldıkları kişi, uçak, araç ve yerleri kurtarmak için ani müdahale, pusu, keşif, baskın ve operasyon yapmak üzere" kurulmuştur. Kursu tamamlayıp Özel Harekat birimlerine atanmış personel, atamaya yetkili amirin onayı olmaksızın branşı dışında bir hizmette çalıştırılamamaktadır.
Özel Harekât Timleri ise en az 20 Özel Harekât personelinden oluşmakta, sorumluluk bölgeleri ise "illerin polis mıntıkaları ve polis bölgesi dışındaki kırsal alanlardır." Ancak polis sorumluluk bölgeleri dışında askeri birimlerin talebi ve askeri makamların sorumluluğunda görev yapmaktadırlar.
Mevcut evrakların tetkiki ve yazışmalar Özel Harekât Dairesi'nin ayrıcalıklı durumu ve konumunu açıkça ortaya koymaktadır.
Belli başlı problemlere ise Dairenin 30.06.1997 tarihli brifing dosyasında da yer verilmiştir.
Yetiştirilen toplam personel sayısı 8443 kişidir. 2043 kişi çeşitli sebeplerle ayrılmıştır.
TİM'lerin çalışma, dinlenme, yıllık izin şartları genelde çok ağır ve zahmetli uygulamaları gerektirir. Bu sebeple de tazminatlar ödenmektedir. (1) Özel Harekat personelinin dağılımında kısa sürede ciddi problemler ortaya çıkmıştır. Süresini tamamlayan personelin atanması sonucu 1998 yılında Türkiye genelinde ve bölge dışında 5000 personel birikecek oysa Olağanüstü Hal Bölgesi'nde sadece 1600 personel kalacaktır. Personel tercihleri dikkate alındığında ise Batı'da beş ilde talepler yoğunlaşmaktadır.
İşte bu durum Özel Harekât Dairesi'nin kısa bir dönemde beklenen fonksiyonunun dışına çıktığını ortaya sermektedir.
Brifing raporunda açıkça "İllerdeki bu dengesiz dağılımdan dolayı birimimizin asıl görev yoğunluğunun bulunduğu Doğu ve Güneydoğu illerimizde büyük bir boşluğa sebep olacağı gibi Batı illerimizde de personel sayısı kabarık sorunlu şubeler yaratacağı gerçektir. Bundan da anlaşılacağı gibi yeni kurslar açarak, Doğu'daki ihtiyacı mümkün oluyor gibi görünse de Batı illerinde yığılmanın önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Kaldı ki, yeni kursların da getirmiş olduğu maddi külfet oldukça yüksektir."
Bu gerçekçi tesbit Özel Harekât Dairesi'nin genel ve çözümlenemeyen problem yönünü açıklamaktadır. Ancak bu personel probleminin beraberinde getirdiği ve birçok ilgilinin "Güneydoğu Sendromu" ifadesiyle tariflediği daha derin ve köklü bir başka problem vardır; Güneydoğu'da silah elde, teröristlerle çarpışan, teröre yardım ve yataklık eden kişileri dağda, köyde ve mezrada takip eden Özel Harekâtçı Polis, Batı'ya geldiğinde yine aynı insanları görmektedir. Hatta arama yaptığı ücra köyden göç etmiş insanların yeni taşındığı evin bir alt sokağında ve yine "bir grup halinde" ikamet ettiklerini görünce kendisi ve ailesi için "tedbir" almak zaruretini hissetmektedir.
Bir süre sonra Özel Harekât Tim'leri ama bu defa savunma saikiyle oluşturulmaktadır.
Burada kritik bir başka husus vardır; Emniyet Müdürleri atandıkları illere kendi ekipleri ile, seçtiği yardımcılar ve "Tim"lerle gitmektedirler. Böylece Güneydoğu'daki "Tim" Batıda bir ilde de oluşmakta eski dayanışma ve "ilişkiler" aynen sürdürülmektedir.
İlişkilerinin sürdürülmesinde iki önemli unsur vardır; Birincisi korunma ve güvenlik, ikincisi Olağanüstü Hal Bölgesi'nin yagyın ve tabii hale gelen kaçınılmazlığa bürünmüş işleri.
Açıkça ifade ve itiraf etmek gerekir; yakalanan veya ölü ele geçen PKK'lıların üzerinde silah, mermi, teçhizat, patlayıcı, telsiz hatta barınaklarda çuvallarla yiyecek, giyecek bulunmakta fakat asla para, döviz ele geçmemektedir. Hiç değilse yakalanan ve kod adı bile teşhis edilen bölge ve tim sorumlularında dahi acil ihtiyaçlar için para-döviz bulunamamaktadır.
Bölgede görev yapmış görevliler haklı olarak PKK'lı teröristin canı da malı da Devlete helaldir görüşündedirler.
Ancak daha sonra Batı illerinde, doğudan göç etmiş ve polis asayiş görevlilerince "rahat durmadıkları" belirtilen Kürt grupları Özel Tim'in hedefi haline gelmektedirler. Gerçekten çarşı - pazarı, yeraltı dünyasının çeşitli faaliyetlerini zorla ele geçiren Kürt gruplarını kontrol altına almak ve illegal kazançlarına ortak olmak "helal bir iş"i teşkil etmektedir.
Özellikle Doğu'daki korucu ve itirafçı grupları gelecekleri belirsiz olduğu için yaygın bir çeteleşme sürecindedirler. Bu işlerse Yeşil'in "Akıllı olun. Yalnız başınıza yemeyin. Paylaşın. Aksi halde size bu kazancı yedirmezler. Kustururlar" anlayışı doğrultusunda paylaşmayı gerekli kılmaktadır.
Böyle bir çeteleşme süreci daha Doğu ve Güneydoğu illeriyle sınırlı kalamazdı. Ve kalmadı. Büyük illere doğru genişlemeler oldu ve müesseseleri-devleti tahribeden-çürüten bir veçheye büründü. (2) Aylar süren görüşmelerimizin verdiği bir sonucu Sayın Başbakan'a arz etmek gerekir. Bu kirlilik içinde yeralan gruplar, mantıklı -ama isbata ilişkin bir belge olmaksızın- bir sıralamaya tabi tutulabilir.
Birkaç yüz kişiden ibaret olmalarına rağmen itirafçılar yaptıkları itibarıyla bir numaradırlar.
Korucular çok kalabalık ve sayıca çok fazla illegal faaliyetin sahibi olmalarına karşılık oransal olarak ikinci sırayı almaktadırlar.
Üçüncü sırada polis daha sonra da jandarma yer almaktadır.
Burada hassas bir noktaya temas etmek gerekir. MİT'te Sayın Başbakan'ın başkanlığında yapılan toplantıda da açıkça izah edildiği üzere; görüştüğümüz resmi-sivil hiçbir görevli, sivil ve şahsımıza itimadını teyit eden hiçbir kişi. Genelkurmay'a bağlı -Jandarma dışındaki- birliklerin ve kumanda kademelerinin bu eylemlerin içinde yeraldığına dair herhangi bir iddiayı gündeme getirmemişlerdir.
-¯¯
Özel Eğitim görmüş Özel Harekâtçılar bölgeden ayrıldıktan sonra bazıları Güneydoğu şartlarını Batı'ya taşırken, silahlı kuvvetlerin özel eğitim görmüş komandoları terhisten sonra evine - köyüne - işine dönmüştür. Güneydoğu sendromunun, disiplinin hakim olduğu askeri ve düzenli birliklerin ortaya çıkmadığı görülmektedir.
Bu bölümdeki konumuz ise, kısaca Emniyet Teşkilatı'dır. Ancak bazı konuları detaye etmeden bir genel açıklamaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Polis teşkilatımız 150 bin kişidir. Çok iyi yetişmiş uzmanların yanında, fedakarca çalışan ve her an hayatı dahil mesleğini ve geleceğini risk eden onbinlerce kişiyi suçlamak ve töhmet altında bırakmak elbette düşünülemez. Ancak polis teşkilatında Susurluk olayı bağlantısı yoktur demekte realist bir tavır olamaz. Buradaki ince çizgi, çalışmamızın tüm safhalarında dikkatle göz önünde tutulmuştur.
¯¯
Başbakan değişikliğinden sonra 1993 yılının ikinci yarısında polis ve istihbarat sisteminde köklü ve kamuoyunun yakın ilgisini çeken değişiklikler olmuştur. Daha sonraki dönemde değişikliğin köklü ve derin etkileri olan bir mahiyet kazandığı ortaya çıkmıştır.
Emniyet Genel Müdürlüğü'ne parlak ve atak bir isim sahibi getirilmiştir; Mehmet Ağar. MİT Müsteşarı'nın değiştirilmesi gündeme gelmiş ancak bu operasyon yapılamamış. Mehmet Eymür'ün geri dönmesi pekçok kişiyi hayrete düşürmüştür. Çünkü Mehmet Eymür de adaşı gibi parlak ve atak bir kişiliktir. Ancak her ikisinin arası kapatılamayacak kadar derinden açıktır ve yıllar geçince anlaşmazlığın derinliği iyice ortaya çıkmıştır.
Bu arada Başbakanlığın ilgi çekici tasarrufları devam etmiştir. MİT eski başkanlarından Nuri Gündeş, Başbakan İstihbarat Başmüşavirliği'ne getirilmiştir ki Nuri Gündeş'le Mehmet Eymür'ün arasında dostane olmayan bir geçmiş vardır. (3) Mehmet Ağar ise Eymür'ün yakın dostu E.Yarbay Korkut Eken'i yanına müşavir ve Özel Harekât Timlerinin eğiticisi olarak görevlendirmiştir. (K.Eken'in EMniyet'ten önceki geçici görev yeri Başbakanlık idi.) Böylece Başbakan'ın etrafında yepyeni ve etkili, parlak isimlerden müteşekkil bir çerçeve oluşmuştur.
MİT Müsteşarı Sönmez Köksal'ın MİT'te gençleştirme projesi bu çevre tarafından engellenmiştir. Özellikle Nuri Gündeş Başbakanın eşi ile yakın ilişkisi sayesinde etkili olmuştur. Mehmet Eymür'ün aynı kanalı kullandığı ise yaygın bir bilgidir. (4)
İbrahim Şahin'in Özel Harekât Daire Başkanlığı'na getirilmesi sonucu Korkut Eken'in bu dairedeki nüfuzu olağanüstü artmıştır. İbrahim Şahin'in bölümüne verdiği talimat, "Korkut Eken'in isteklerinin kendi talimatı olarak uygulanması" tarzındadır. Daha da önemlisi Korkut Eken'in Genel Müdür Müşaviri olarak çalışacağı tüm teşkilâta ve İl Müdürlüklerine de duyurulmuştur.
Bu dönemde Özel Harekât Dairesi güçlenmiş, sayıca artmış, Doğu ve Güneydoğu'da Özel Timlerin başarısı ve etkinliği en yüksek noktaya ulaşmıştır.
Genel Müdür Mehmet Ağar, Başbakan'ın sağladığı destek ve emrindeki Teşkilâtla gerçekten etkili -zaman zaman bürokrasitden bildiğimiz örnekleri gibi- bir güce ulaşmıştır. Polis teşkilâtının ülke genelindeki yaygın fonksiyonu, bu gücü olağanüstü boyutlara taşımıştır.
Polis teşkilâtına sağlanan imkânlar da artmıştır. Ama en önemlisi, Başbakan'ın destek ve güvenidir.
Polis Teşkilâtı bu görünüm içinde önemli bir projeyi ele almıştır. PKK lideri Abdullah Öcalan'ın yakalanması veya öldürülmesi. Böyle bir projenin gerçekleşmesi, hem teşkilâtın prestijini artıracak hem de siyaseten çok fazla prim yapacaktır. (Bu arada Tarık Ümit de İngiltere, Belçika ve Hollanda'da Dursun Karataş'ın izini sürmeye başlamıştır. Uyuşturucu taciri ve Hayali ihracatçı Nurettin Güven de aynı ekiptedir.)
Bu amaçla "örtülü ödenek"ten fon da ayrılmıştır. MİT kendi kaynaklarından 12.5 milyon doları defaten Emniyet Genel Müdürlüğü'ne nakit olarak tevdi etmiştir. (Bu ödeme, ancak Başbakan'ın talimatıyla olabileceği için niçin verildiği veya nasıl verildiği konusu detaye edilmemiştir.) Bu miktar daha sonra ve yine örtülü ödenek imkânlarıyla artırılmıştır. iddialar 70 milyon dolarlık bir fon oluşturulduğu şeklindeyse de Başkanlığımız bu meblağın 40 - 50 milyon dolar civarında olacağı kanaatindedir. Bu kanaat ilgililere yapılan görüşmeler ve elde edilen diğer bilgiler sonucu edinilmiştir.
Silah taciri Ertaç Tinar'ın İsviçre'de mukim Genel Müdürü Max Bretscher'in anlatımıyla "Ertaç Tinar 70 milyon dolar civarında bir fondan bahsediyor ve bununla Türk Hükümeti'nin temin edemediği silah ve araçların satın alınacağını anlatıyor" olsa dahi 70 milyon doların tamamının yurtdışına çıkmadığı hemen hemen kesin gibidir.
Ertaç Tinar, Londra'da yerleşik Hospro firmasının sahibi ve yöneticisidir. Hospro 100 poundluk sermayeye sahip bir tabela şirketidir. Uzun yıllar sağlık sektöründe faaliyet göstermiştir. Türk hastanelerine, İstanbul Üniversitesi sağlık kurumlarına milyarlarca liralık teçhizat satmıştır. Edinilen kanaat satın alınan bu cihazlarla hastanelerin özellikle de kalp ve damar cerrahi ünitelerinin ciddi şekilde suistimal edildiği şeklindedir.
Ertaç Tinar 1994 yılına kadar, Kıbrıs pasaportu ile ve yabancı sermayeli bir şirketin Türkiye temsilcisi yabancı personel statüsünde faaliyette bulunmuştur. Yabancı Sermaye Dairesi -ne hikmetse- Geyve doğumlu bir Türk, Kıbrıs pasaportu ibraz edince kendisine yabancı personel için düşünülmüş çalışma iznini vermekte mahzur görmemektedir. Yabancı Sermaye Dairesi'nin çalışma izni de Emniyet Genel Müdürlüğü'nde adeta otomatik bir şekilde ikamet iznine dönüşmektedir.(5) Neticede Türk vatandaşı Ertaç Tinar, ülkemizde çalışan yabancı personel statüsüne dahil edilmiştir.
Ertaç Tinar 1994 yılında hatta 1993 yılı sonlarında Emniyet Genel Müdürlüğü'ne müracaat ederek silah hibe etmek istediğini belirtmiş ve bu talep uygun görülmüştür. Bu arada birkaç ihaleye de katılmıştır. Kazandığı ihalelerde klasik müfettiş gözüyle problem olmadığı ifade edilemezse de bu konu Başkanlığımızca irdelenmemiştir. Sadece Emniyet Genel Müdürlüğü'nü, Olağanüstü Hal Bölge Valiliği'nin kurulması safhasını ilgilendiren KHK maddelerine dayanarak ihalelerde klasik ihale metodlarının dışına çıkma, uygulamalarına son verilmesi gereğine işaret edilecektir.
Ertaç Tinar'ın hibe talebi Genel Müdürlükçe uygun görülmüş silah ve teçhizat kolileri 1994 yılından itibaren ülkeye gelmeye başlamıştır. (Ertaç Tinar bu arada şahsi dostu Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Ertuğrul Oğan'ın tavassutuyla ve hemen hemen bir günde Türk pasaportu da almış ve daha sonra Kırmızı Pasaport taşımak üzere Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Cenevre Fahri Temsilcisi olmaya talip olmuştur.)
Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre; Hospro 82 milyar liralık 154 kalem malzemeyi hibe etmiş, sadece 10 Baretta ve susturucusu kaybolmuştur. Ertaç Tinar'ın iş arkadaşı Max Bretscher'e göre Tinar "bir yıl içinde Divonne'daki evini ödedi. Versoix'deki apartmanını aldı. 1.7 milyona yeni bir ev, bir 600 Mercedes, bir Crysler Voyager ve karısına bir Mercedes 320 satın almıştı. Hepsini bir yıl içinde ve bu 70 milyon dolardan aldı."
HİBE TEÇHİZAT VE SİLAHLAR
Bu konunun iki büyük özelliği vardır;
1. Parası ödenerek alınan silah; mühimmat ve teçhizat,
2. İsrail'le -Mossad'la- kurulan ilişkiler.
Her iki konunun çözümü de Hospro firması Ertaç Tinar tarafından geliştirilmiştir.
Hospro İsrail'den satın aldığı silahları hibe olarak Türkiye'ye sevketmiş ve Emniyet kayıtlarına hibe adı altında geçmiştir. Bu konu üzerinde teferruatıyla durmak ihtiyacı vardır.
Hospro firması İngiltere'de kurulmuş bir limited şirkettir.
Şirketin sahibi veya ortağı olarak görünen Ertaç Tinar, Geyve doğumlu bir Türk vatandaşıdır. Kendisi bilahare KKTC tabiiyetine girmiştir. Türkiye'de Hospro firmasının temsilcisi olarak Yabancı Sermaye Dairesi'nden izin alarak çalışmaya başlamıştır.
Ertaç Tinar, 1993 yılına kadar sağlık alanında faaliyet göstermiş, Sağlık Bakanlığı'na çeşitli tıbbi araçlar satmıştır.
Tinar, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.Bülent Berkarda ile METSAN adıyla bir şirkette ortaklık kurmuş ve muhtemelen yine tıbbi cihaz satışında yer ve rol almıştır.
Adıgeçen, daha sonra KKTC'nin Cenevre Fahri Konsolosluğu'na talip olduğunda referans olarak Adalet Bakanı Sn. Mehmet Ağar'ı göstermiştir.
Hospro, İngiltere'de kurulu bir tabela şirketidir. Sermayesi 100 pound'dur. Yıllardan beri de bu sermaye yapısı değişmemiş hisseler yarı yarıya Direktör Ertaç Tinar ve sekreter Nurdan Bergeman -bilahare Tinar- arasında bölüşülmüştür.
İngiliz şirketler dairesi Company House'dan detaylı bilgi alınmış, 150 sayfayı bulan dökümanlar, teşkil edilen bir uzmanlar grubunca tercüme edilmiş ve ticari, mali yaypısı ve faaliyetleri itibarıyla değerlendirilmiştir.
Uzmanlar grubu, şirketin "100 pound gibi komik bir sermaye ile kurulduğunu, bugüne kadar sermayesinde herhangi bir artırım yapılmamış olmasını, şirket adreslerinin sık sık değişmesini, hisse dağılımının bir idareci ve bir sekreter arasında bölüşülmesini, bilançolarında yaptıkları faaliyetlerle ilgili hiçbir kalemin bulunmamasını, bilançoda sürekli ve artan oranda zararın yeralmasını, borçların aktiflerinden daha fazla olmasını" şirketin gerçek anlamda bir şirket olamayacağını düşündürdüğünü belirterek, Company House'un dört defa şirketin kayıttan çıkarılıp feshedileceği ihbarında bulunduğunu, sonradan (ve muhtemelen yapılan itirazlar üzerine) sarfınazar edildiğini, denetim firmasının adresi de aynı olduğundan usuli bir denetim yapılmakta olduğunun ortaya çıktığını, belirtmektedirler.
Şirket 1991 tarihli beyanında, tıbbi cihaz ve ekipmanlarla ilgili uluslararası ticaret yaptığını açıklamaktadır. Ancak ticari faaliyetler, binlerce pound olarak değil yüzlü rakkamlarla bilançoda yeralmaktadır.
Yine 1991 tarihinde şirket Türkiye'de şube açmak amacıyla 70 milyon liralık bir tutarı uzun vadeli sermayeye aktarmıştır. Ve İstanbul'da 70 milyon TL. ile şirket tesis edilmiştir.
Muhtelif yıllara ait bilançolarda şirket faaliyetlerine ilişkin bir kaleme rastlanmamaktadır. 31 Aralık 1995 tarihli beyannamede kâr - zarar hesabında 7046 pound görünmekte, 1 yıl vadeli alacakları ise 135.446 pound olarak yeralmaktadır.
Sağlık Bakanlığı'ndan edinilen bilgilere göre Hospro'nun Sağlık Sektörü ile ilişkisi 1978 yıllarına kadar gitmektedir. Dr.Mürşit Koryak Astım Hastanesi 1978 - 1983 döneminde bu firmadan müteaddit kere tıbbi cihaz almıştır. Daha sonra bu hastane Koşuyolu Kalp Damar Cerrahi Merkezi olunca ilişkiler, Dr.Koryak'ın başhekim olduğu sürece devam etmiştir.
Üniversite Hastaneleri de Hospro ile ilişki kurmuş, Akdeniz Üniversitesi firmadan Akciğer Pompası satın almıştır. Daha sonraları firma İngiltere'ye hasta götürmeye başlamıştır.
Siyami Ersek Kalp Damar Cerrahi Merkezi 1988-1992 yıllarında Hospro'ya çeşitli ihaleler vermiştir.
Sağlık Bakanlığı'nın tüm ihaleleri araştırılmamış sadece merkezde Ankara'da mevcut kayıtlar bir hekim tarafından incelenmiştir.
Önemli olan husus şudur; sağlık sektöründe faaliyette olan Hospro 1992 yılını takiben bu sektörde görünmemektedir. Bu tarihten sonra firma ve Eratç Tinar Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarında ortaya çıkmaktadır.
Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin 23.2.1994 tarihinde "çok acele" kaydıyla bazı malzemelere ihtiyaç duyduğunu belirtmiş, 285 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3. maddesindeki muafiyetlerden yararlanarak ve pazarlık usulüyle Hospro firmasından alımı için Genel Müdür Mehmet Ağar 27.2.1994 tarihinde onay vermiştir. İlgili Daire yetkilileri Hospro'yu ve Ertaç Tinar'ı tanımadıklarını isimlerin "makam"dan verildiğini söylemişlerdir.
Olağanüsüt Hal Bölge Valiliği'nin kurulması hakkındaki 285 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 3. maddesi, Valilik teşkilâtının kurulmasını ve kamu kurumlarının bu konudaki talepleri yerine getirmesini düzenlemektedir. Bu maddenin Emniyet Genel Müdürlüğü'ne her türlü dış alımı tek firmadan, pazarlık yoluyla ve uygun görecekleri fiyattan satın almalarına imkan verdiği söylenemez.
Ayrıca Hospro Limited'in nasıl ve nereden bulunduğu da belli değildir.
Ertesi günü 28.2.1994'te toplanan ihale komisyonu 1.040.850 dolar olarak yapılmış teklifi yüzde 3 indirimle 1.009.000 dolar olarak hadde layık bulmuş ve satınalınmasına karar verilmiştir. Karar Mart 1994'te Genel Müdür Mehmet Ağar tarafından onaylanmış firma İsrail menşeili teçhizatı temin etmiş, Merkez Bankası 18.06.1994'de ithalat bedeli olan 1.009.000 doları toplam 32.5 milyar TL. karşılığı olarak transfer etmiştir.
Bu satın almanın bu kadar süratle yürümesi takdire şayansa da aynı hız diğer konularda görülememektedir.
Yine aynı tarihte yapılan bir talep, yukarıdaki seyri takibederek 28.2.1994'te bu defa 1.211.214 dolarlık bir başka alıma konu olmuştur. Bir diğer alım ise 203 bin dolarlıktır. Her üç alım Hospro firmasından yapılmış ve standart yüzde 3 indirime tabi olmuştur.
İhale Komisyonu kararları da 150, 151 ve 152 olarak birbirini takibetmiş Genel Müdür Mehmet Ağar her üç kararı aynı tarihte imzalamıştır.
Burada dikkati çeken temel husus, Hospro firmasının aniden devreye girişidir. Bir tabelâ şirketinin Türk Emniyet Teşkilâtına milyarlarca liralık silah ve teçhizatı hibe etmesi de ilgi çekicidir.
Eğer hibe, İsrail Devleti tarafından yapılıyor ise bu sistemin devletin diğer kuruluşlarınca oluşturulması gerekirdi. Eğer hibe olarak gösterilen işlem, gerçekte bir satın almaysa hiçbir gerekçe bu durumu izah edemez. Emniyet teşkilâtında gelişigüzel işlemleri, terörle mücadele veya vatan için döğüşmekle de izah etmek mümkün olamaz. Kaldı ki süratli alım yapmanın bir çok yolu yukarıda açıklandığı üzere vardır ve süratle hareket etmek mümkündür.
Silahlarla ilgili sorunlar bitmemiştir. Ülkeye gelen silâh ve malzeme miktarı belli değildir. Özel Harekât Dairesi, naklettiği silahların kaydını tutmadığı gibi, Bakım-İkmal Dairesi'nden kolilerin "orijinal ambalajları açılmadan" kendilerine teslim edilmesini istemiş aradan aylar geçtikten sonra sayım yapılmış ve bize göre "istedikleri şekilde" kayıt tutulmuştur.
Yapılan soruşturmalarda ise konu; Susurluk kazasında ortaya çıkan susturuculu Baretta'ya ilişkin kamuoyu baskısı sebebiyle, 10 adet kayıp Baretta ile sınırlı tutulmuştur.
Hangi silâhların ve malzemenin geldiği de bugüne kadar aydınlatılamamıştır.
Hibe teçhizatın, temininden kayda alınmasına kadar bir seri hatalı işlem vardır. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün o dönemde üzerinde durduğu esas konu ise Mossad'la ilişki kurmaktır. Ödemelerin, Ertaç Tinar'ın devreye girmesinin, İsrail'e yapılan ziyaretlerin esas amacı, Mossad ilişkisi ve Abdullah Öcalan'a karşı yapılacak operasyondur. Hatta hibe malzemelerin gerekçesinin de Öcalan karşılığı yapılan ve yapılacak ödemelerin kamufle edilmesi amacına dönük olduğu ifade edilmektedir. Ancak bu noktada da bir açıklık vardır. Ödemeler Ertaç Tinar'a yapılmakta hizmet İsrail'den beklenmektedir.
Bu arada Milli İstihbarat Teşkilatı'ndan alınan bilgilere göre, Ertaç Tinar halen tahsil edemediği 10 - 15 milyon doların peşindedir. Hizmet görülmediğine göre, bu ödemenin yapılmamış olmasını tabii karşılamak gerekmektedir.
Ancak burada da bir problem vardır; bir başka ülkeden Hospro'nun teminat mektubuyla elde edilen silahlar, ödeme yapılmadığı için sevkedilememiş ve teminat mektubu nakte tahvil edilmiş ve Ertaç Tinar tarafından ödenmiştir.
Değişen şartlar sebebiyle Türk tarafı ödemeyi yapmamakta, parası ödenmiş silahlar Tinar'ın elinde kalmaktadır.
Ödemelerin, İsrail'den elde edilecek destek Mossad istihbaratı için yapıldığı iddiaları da güvenilirliğini kaybetmektedir.
Buradaki önemli nokta, polisin yurtdışı önemli bir operasyonu üstlenmesindeki tercihtir. Böyle bir tercih yapıldığına, kaynak tahsis edildiğine göre hükümet yetkililerinin bu konuda bilgisi ve onayı olması gerekir. Bu tip işler için MİT'in devreden çıkarılmasındaki isabetsizliğe de işaret etmek icab eder. Kaldı ki MİT de bu yönde operasyon hazırlığı içindedir ve hazırlıklar uzun bir zaman almış, ancak Öcalan yaptığı operasyondan sağ olarak kurtulmuştur. Suriye'deki tesis havaya uçurulmuş o sırada telefonla konuşan Öcalan'ın konuşması yarım kalmışsa da 20 dakika sonra telsizle konuştuğu tesbit edilince kurtulduğu ortaya çıkmıştır.
Suriye askeri birlikleri operasyon mahallini ablukaya almış, bu operasyon Suriyeli ilgililer tarafından CIA veya Mossad'a maledilmiştir.
Gücün ve imkânların bölünmesi, öncelikle başarısızlığı tevlit etmiştir. Daha sonraları da her iki teşkilat diğerinin çabalarını küçümsemiş ve bu hal her iki teşkilatın işbirliği imkanlarını belki de yok etme noktasına kadar sınırlamıştır.
Mossad Başkanı'nın Emniyet Genel Müdürü'nü, keza CIA yetkililerinin Emniyet ziyareti bir başka olumsuzluğun sebebi olmuştur. İstihbarat teşkilatları arasında, görevin MİT'e değil Emniyet'e verildiğinin Başbakan tarafından ifade edildiğinin iddia edilmesi ise, karşılıklı çekişmenin boyutlarını büyütmüş ve görev yapılmasını sınırlayan bir unsur haline gelmiştir.
"Bu arada Askeri İstihbarat'ın da yurtdışına açıldığı bir başka iddia halinde söylenmiş, bu durum birbirini tamamlama amacının zıddı gelişmelerin ne kadar derin olduğunu ortaya koymuştur.
Bu ayırım, teçhizat ve teknik yatırım ve harcamalarda da tekrarlara yol açmıştır. Bir taraftan aşırı kaynak israfı gündeme gelmiş, öte yandan kurumlar birbirlerini geri kalmakla, beceri noksanlığıyla itham etmeye başlamışlardır.
MİT'in ifadesiyle "İcra karmaşası istihbarat alanında daha da boyutlanmakta" sorunlar polis - jandarma - MİT bağlamında şekillenmektedir.
"MİT kaynaklarına yönelik olarak günümüze dek yapılan uygulamalarda; açığa çıkarma, baskı ve tehdit ile göreve sevketme, tutuklama gibi olayların yanısıra faili meçhul cinayetlere kurban gitme de sıkça görülmektedir.
Söz konusu baskıların OHAL bölgesinde yoğunlaştığı, baskı ve öldürme olaylarının 1992 yılından itibaren tırmanışa geçtiği, 1994, 1995, 1996 yıllarında dikkati çekecek düzeyde arttığı, 1997 yılında ise trendin önemli oranda düştüğü gözlenmektedir.
1992 yılından günümüze kadar 100'ün üzerinde MİT kaynağı güvenlik birimlerince sorguya alınmış, önemli bir kısmı şiddet dahil baskıya tabi tutulmuş, 25 civarında kaynak demaske edilmiş, bunlardan 15'i bu sebeple veya faili meçhul cinayetlere kurban gitmeleri sonucu hayatlarını kaybetmiştir."
Bu cümlelerde polise yönelmiş açık bir suçlama vardır. Ayrıca işbirliğinin hangi noktalara kadar gerilemiş olduğu da ortaya çıkmaktadır.
MİT tarafından cevaplandırılması istenen sorulara karşılık görüşlerini detaye eden teşkilat, MİT - siyasetçi ilişkisinde ise önceki sayfalardaki ifadelerimizi teyid eden görüşlere yer vermektedir.
MİT'in, baskılara kendi yöntemleri ile direndiği ancak bu titizliğe rağmen istenmeyen müdahalelerin olabildiği anlatıldıktan sonra örnek olarak Mehmet Eymür, Tolga Şakir Atik, Nuri Gündeş ve Korkut Eken'in adı zikredilmektedir.
Emniyet Genel Müdürlüğü, siyasetin tercihini net olarak ortaya koyması ile MİT'in önüne geçmiştir. Teknik cihazlamada bile Emniyet ilgilileri, müstehzi bir eda ile "bizden öğrendiler" "bizden sonra başladılar" demektedirler.
MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI
Susurluk olayında MİT'in de yeraldığı görüşü ve iddiası Teşkilât üst yönetimini ciddi olarak incitmektedir. Teşkilât mensupları da haklı bir alınganlık ve üzüntü izhar etmektedirler.
Ancak kamuoyunda bu yönde oluşan kanaatin de MİT tarafından ciddiye alınmadığı görülmektedir. Çünkü bu kanaatin oluşma sebebi yine MİT'tir.
Susurluk kazasından 15 dakika sonra TV'lerin Mehmet Özbay kimliğiyle ölen şahsın Abdullah Çatlı olduğunu açıklaması, MİT'in verdiği bir haber olarak söylenmiş, yazılmış, kulaktan kulağa fısıldanmıştır. Daha sonraki gelişmelerde MİT'in Mehmet Özbay'ın gerçek hüviyetini çok uzun süreden beri bildiği ispatlanmıştır. Hatta Temmuz 1996'da Mehmet Eymür'ün hazırladığı bir rapordan gazetecilerin not almasına izin verdiği de tespit edilmiştir.
Yine Mehmet Eymür'ün Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'la yaptığı görüşmelerde; Çatlı'dan bahsettikleri, Çatlı'nın Baysa şirketinin yapacağı "Petrol işi" için Hadi Özcan'la görüştüğü, Kocaeli çetesi olan Hadi Özcan'ın Belediye Başkanı'nı öldürmeye karar verdiği, Emniyet Müdürü Affan Bey'in Hadi Özcan'ın artık teslim olması gerektiğini söylediğini ve karşılıklı bilgilendirme için sayısız görüşmeler yaptıkları bilinmektedir.
MİT Müsteşarı'nın bilgisine ancak Aralık 1997'de sunulan Ekim 1996 tarihli bir görüşme notunda, MİT elemanlarından Duran Fırat'ın Fatih Bucak'la yaptığı bir görüşmede, Ömer Lütfi Topal'ı polislerin öldürdüğünün iddia edildiği kayıtlıdır.
Yine Mehmet Eymür ve grubu Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılışında araçta parmak izi bulunan (Drej Ali grubundan) Müfit Sement'in kurtarılması için Yaprak grubuyla görüşmekte hatta Müfit Sement MİT'de Eymür'ün telefonuyla Yaprak'ın yetkili adamıyla müzakere ve pazarlık yürütmektedir. Görüşmenin detayı ülke için hüzün vericidir. Yaprak çetesinin yetkilisi, "mütecaviz ve tehditkâr bir edayla, Eymür'e söz verdiklerini polis vs'nin işi olamayacağını, kendilerinin sözlerini tutacakları, kendi bölgelerinde sadece kendilerinin hakim olduğunu" belirtir bir tarzda konuşmaktadır.
MİT yetkilileri bu rezalete katlanmakta, Yaprak'ın telefonlarını dinleyen polis ise ses çıkarmamakla bu devlet ayıbının içinde yeralmaktadır.
Yeşil'in nasıl bir kişilik olduğu; etrafına topladığı itirafçılarla haraç, gasp, haneye tecavüz, ırza tecavüz, soygun, öldürme, işkence, adam kaçırma vb. gibi çeşitli olayların faili olduğu bilinirken kamu otoritelerinin kendisiyle işbirliği yapmaya devam etmesini izah etmek güçleşmektedir.
MİT gibi saygın bir kuruluşun saygın olmayan kişileri de kullanmasını anlamak elbette mümkündür. Ancak samimiyet ve işbirliğine varan yakınlığın izahı gerekir.
MİT'in hangi yurtdışı proje veya eylem olursa olsun Yeşil'i birkaç defa kullanması kabul edilebilir nitelikte bir uygulama olamaz. Çünkü Yeşil'in Özel İstihbarat Dairesi'yle ilişkisi Teşkilata saygı, korku, boyun eğme ölçeğinde değil samimiyet noktasındadır.
OHAL Bölgesi'nde Asayiş Kolordusunun gözü önünde akla gelebilecek her türlü rezaletin yapılması ne kadar vahimse, merkezi hükümette Yeşil'in Ziraat Bankası Heykel Şubesi'nde Ahmet Demir adına açtırdığı hesabı haraç toplamak için kullanması da o kadar vahimdir.
Bu hesabın mevcudiyeti, Devlet Arşivi'ndeki bilgilerden öğrenilmiştir. Eroin kaçakçılarının dahi bu hesaba para yatırması, Yeşil'in "yalnız yememek" mantığı ile birlikte değerlendirildiğinde akla bir tek sual gelmektedir; Yeşil kimlerle ortaktı? Kimlerle paylaşıyordu?
Cevap mantıklı ve kısa olacaktır; kendisini kimler koruyor, kimler kolluyor ise...
Antalya'da Metin Güneş (Sakallı Hacı), Ankara'da Metin Atmaca, Ahmet Demir adıyla icrayı faaliyet eden Yeşil hem polisin hem MİT'in varlığını, faaliyetlerini bildiği bir kişidir. Her iki taraf Yeşil'i takibeder, telefonlarını dinlerken, karşı tarafın irtibatlarını -istemese de- tesbit etmiş olmaktadır. Devletin Güvenlik Teşkilâtları olayları, irtibatları bilmekte, TCK'na göre suç teşkil eden fiilleri tesbit etmekte ve susmaktadır. Susurluk olayı da işte budur.
Devlet sustuğu için de meydan çetelere terkedilmektedir.
Herşeyden haberdar olan MİT'e, 150 bin kişilik ve asayişten sorumlu polise rağmen, etrafına 15-20 kişi toplamış kabadayılara yaptıklarının hesabını sormak mümkün olamamıştır.
Kurumlar kendilerini inkâr ederek, sonunda bir kamyona çarpmışlardır.
JANDARMA
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Asayiş Kolordusunun kontrolündedir. Terörün askeri mücadele yönü ilgi, bilgi ve yetki alanımız dışındadır. Ama bölgede cereyan eden olayları da jandarmadan bağımsız bir şekilde ele almanın mümkün olmadığı bir gerçektir. Susurluk olayı bir trafik kazası olmadığı, Ankara merkezli bir dizi oluşturduğu cihetle karışıklığın had safhada olduğu OHAL yöresi ve yörede bulunan görevlilerin dikkate alınmaması ciddi bir eksiklik olurdu.
Jandarma Genel Komutanlığı reddetse de JİTEM'in varlığı unutulabilir bir gerçek değildir.
JİTEM kaldırılmış, tasfiye edilmiş, personeli başka birimlerde görevlendirilmiş, evrakları arşive gönderilmiş olabilir. Ama JİTEM'de görev yapan pek çok görevli hayattadır. Ayrıca JİTEM'in mevcudiyeti bir kusur da oluşturmamaktadır. Aslında JİTEM bir ihtiyaçtan doğmuştur.
Korucular ve itirafçılar, PKK ile mücadelede ilk dönemde güvenlik kuvvetlerine büyük kolaylıklar sağlayarak etkili görev yapmışlardır. Bu durum güvenlik kuvvetlerinin sempatisini arttırmıştır.
Özel Timler'in kırsal kesimde yetkili, etkili ve serbestçe hareket edebilmeleri giderek görev dışı davranışlara yönelmelerini ve içlerinde suç işleyenleri hoşgörü ile karşılama eğilimlerini artırmıştır.
Özel timlerin sevk ve idaresini koordine etmek için Jandarma içinde JİTEM olarak adlandırılan gurubun faaliyete geçirildiği görülmüştür.
JİTEM bölgede etkili çalışmalar yapmıştır. Bunların çoğundan da mahalli Jandarma birliklerinin dahi haberi olmamıştır. Zaman içinde, JİTEM bünyesinde görev alan sivil ve askeri şahısların faaliyetleri yörede dikkati çeker hale gelmiştir. Bünyesinde çok miktarda korucu ve itirafçı bulunması sebebiyle ferdi suç oranı yükselmiştir.
Bölgeden zaman içinde ayrılan bu unsurlar, faaliyetlerine uygun ortamlarda devam etmişlerdir.
Bu gruptan iki kişi kamu oyunda olağanüstü tanınmıştır. Birisi, Binbaşı A.Cem Ersever, diğeri Mahmut Yıldırım -Yeşil-dir.
DİPNOTLAR
(1) Birçok önemli operasyonda görevlendirilen ve ödüllendirilen isimlerden sıkça rastlananlar dikkati çekmektedir. Ayhan Akça, Ayhan Çarkın, Oğuz yorulmaz, Ziya Bandırmalıoğlu, Ercan Ersoy. Bu isimler Susurluk olayları sebebiyle kamuoyunca da tanınmışlardır. Özel Harekat'a alınanların referansı ise çok kere İbrahim şahin, Ayhan Akça ve Celal Ertaş'tır.
(2) Özel Harekat timlerinin operasyonları sevk evraklarında "Bir görevin ifası" ibaresi kullanılmakta, daha sonra bir not veya açıklayıcı bir izan yapılmamakta ve "Merkeze dönüldüğü" ifadesiyle yetinilmektedir.
(3) Nuri Gündeş: Başbakan'ın 16 Ağustos 1993 tarihli ve bizzat imzaladığı yazı ile MİT "İstibharat başdanışmanlığı" kadrosuna atanması ve Başbakanlık'ta görevlendirilmesi talimatı sonucu, MİT Müsteşarlığı'nın aynı tarihli cevabı ile hem ataması yapılmış, hem de Başbakanlık'ta göreve başlanılmıştır. Bu atamadaki sürat ve yazılardaki ifade, konunun "çok özel" olduğunu ispat etse gerektir. Daha sonra Başbakanlık, 19.02.1997 tarihinde Nuri Gündeş'in durumunu sormuş, cevap 24.02.1997'de yine süratle ama rutin olarak gönderilmiş ve bu yazı Başbakanlık Personel kaydına 28.02.1997'de girebilmiştir.
(4) Dönemin Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı'nın Başbakan'la irtibat noktasının da aynı olduğuBaşbakan'a sunulacak onayları, Başbakan'ın eşine tevdi ettiği, hatta teftişteki resmi konut telefon numaralarının bile Başbakan'ın eşine ve sekreterine ait olduğu açık bir bilgidir.
(5) Yabancı Sermaye Dairesi'nin eroin kaçakçılarına, Güneydoğu illerinde Arap asıllı kimliği belirsiz kişilere de çalışma izni verdiği ilk defa 1989 tarihli bir raporumuzda tenkit konusu yapılmıştı.
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
adaletinreisi
Albay
2427 ileti
Yer: komuta merkezi
İş: TeşkilatiEsasiye
Kayıt: 25-06-2006 06:09
İş: TeşkilatiEsasiye
Kayıt: 25-06-2006 06:09