Üye Girişi
x

Giriş Başarılı.

Yanlış Bilgiler.

E-mail adresinizi doğrulamalısınız.

Facebook'la giriş | Kayıt ol | Şifremi unuttum
İletişim
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

Kullandığınız Sosyal Medyayı Seçin
Yeni Klasör 8 yıldır sizin için en güvenli hizmeti veriyor...

Teknoloji dünyasındaki son gelişmeler ve sürpriz hediyelerimiz için bizi takip edin.

Misyoner Kararları ve İslam düşmanlarının yeni stratejisi

> 1 <

Transillivanya

grup tuttuğum takım
Teğmen Grup
Hat durumu Cinsiyet Özel mesaj 809 ileti
Yer: Antartika
İş: yeniklasor.com
Kayıt: 05-02-2006 11:24

işletim sistemim [+][+3][+5] [-]
kırık link bildirimi Kırık Link Bildir! #7289 29-03-2006 20:49 GMT-1 saat    
Son yıllarda, İslamiyete inansın inanmasın, saygısı olsun olmasın Ramazanlarda, tefsir, meal kitapları vermek adet oldu. Neden başka kitap değil de mesela, fıkıh kitabı, ilmihal kitabı değil de illa meal, tefsir bunu hiç düşündünüz mü?
Belki çokları bunun farkında değil, tiraj almak için yapıyor ama bu yapılanlar Batının, Hıristiyan dünyasının yönlendirmesidir. Nasıl mı şimdi onu izah etmkeye çalışalım:

Batı devletleri, özellikle de İngilizler, kaba kuvvetle, İslamiyeti yok etme savaşında bir yere varamayacaklarını anladılar. Bunun için, 18. Asrın başından itibaren takdik değiştirerek İslamiyeti içeriden yıkmaya karar verdiler. İçeriden yıkabilmeleri için birlik beraberliğin bozulması, parçalanma olması gerekiyordu. Bunun için de İslamiyeti asli unsunlarından uzaklıştırıp, yoruma açırak tartışmaya açtılar.

Yıllar süren araştırmalarda gördüler ki, İslamiyetteki birlik beraberliği sağlayan en başta peygamber sevgisi; Mmüslümanların Muhammed aleyhisselamı malından, canından herşeyinden daha çok sevmesi. İkincisi ise, İslamiyeti ayakta tutan, nesilden nesile bozumadan ulaştıran İslam alimleri ve mezheplerdir.

Bu tespitten sonra, Peygamber efendimizi ve onun varisi olan İslam alimlerinin gözden düşürmeye çalıştılar. uydurma Kurana aykırı gibi iftiralarla hadis-i şeriflere olan güveni sarstılar. Peygamber efendimizi Postacı olarak gördüler, tanıttılar. Kuran-ı kerimi getirdikten sonra Onun işi bitti dediler. Özellikle de İslam alimleri ve mezhepler konusuna ağırlık verdiler. Çünkü Peygamber sevgisini veren alimlerdi. Alimler bertaraf olunca Peygamber sevgisi de olmayacaktı. Biliyorlardı ki, Ehli sünnet alimleri ve mezhepler ortadan kalkınca İslamı koruyan kale yıkılmış olacaktı.

Bu yeni strateji uygulamak için önce, Hempher, Lawrenc gibi, müslüman kılığına soktukları ajanları kullandılar. Mesela, Hempher, Hatıratında, 1700lü yıllarda bu vazife ile beş bin İngiliz ajanın islam ülkelerinde faaliyet gösterdiği yazmaktadır. Şimdi ise, bu ülkelerde satın aldıkları veyahut da yönlendirdikleri kimselerle bu faaliyeti sürdürmektedirler.

İşte son yıllarda ısrarla dininizi buradan öğrenin diye milletin önüne koydukları, tefsir ve meal kampanyası, Peygamber Efendimizi, alimleri ve mezhepleri saf dışı etme gayretleri bu yeni stratejinin bir parçasıdır. Alimler ve mezhepler saf dışı olunca, Kuran-ı kerimi istedikleri gibi yorumlayıp, müslümanları parçalamak daha kolay olacaktı. Nitekim öyle oldu.

Asırlardır yapılan bu tahribatı bir nebzede olsa tamir etmek gayesiyle, bir süre Peygamberimizden ve Onun varisi olan Ehli Sünnet Alimlerinden, mezheblerden, bunların öneminden bahsetmek istiyoruz.

İyiliklerin kaynağı Resulullah Efendimizdir
Bütün nimetlerin, iyiliklerin, huzurun kaynağı, Resulullah efendimizdir. Allahü teâlânın merhameti, ihsânı, nîmetleri, o kadar çoktur ki, sonsuzdur. Kullarına çok acıdığı için, onların dünyada rahat, huzur içinde, kardeşce yaşamaları, âhirette de, sonsuz Saadete, bitmez, tükenmez nîmetlere kavuşmaları için, yapılması lâzım olan iyilikleri ve sakınılması lâzım olan kötülükleri, Peygamberi Muhammed aleyhisselama bildirmiştir. Onu vasa yapmıştır.
Dinli olsun, dinsiz olsun, inansın inanmasın, herhangi bir kimse, bilerek veya bilmeyerek, bildirilen bu emir ve yasaklara uyduğu kadar, dünyada rahat ve huzur içinde yaşar. Bu, faydalı bir ilâcı kullanan herkesin, derdden, sıkıntıdan kurtulması gibidir.
Şimdi, dinle ilgisi olmayan bazı milletlerin birçok işlerinde, muvaffak olmaları, rahat, huzur içinde yaşamaları, inanmadıkları, bilmedikleri hâlde, İslamiyete uygun olarak çalıştıkları içindir. Müslüman olduklarını söyliyen, âdet olarak ibâdetleri yapan, çok kimselerin ise, sefâlet, sıkıntılar içinde yaşamalarının sebebi de, Peygamberimizin gösterdiği ahkâma ve güzel ahlâka uymadıkları içindir. Sadece dünyada değil ahırette de sonsuz saadete kavuşabilmek için , önce iman etmek, inanmak ve bilerek, niyet ederek uymak lâzımdır.
İslâm dînini bilmedikleri için, ona karşı olanlar, asırlar boyunca yaptıkları kanlı ve acı tecrübelerle anladılar ki, îmanını yıkmadıkça, müslüman milleti yıkmaya, imkân yoktur. Bunun için genç nesilleri, bilgisiz, dinsiz bırakarak, onları mânevi cebheden vurmağı hedef edindiler.
Osmanlıların son zamanlarında, kötülükleri hüner şeklinde, îmansızlığı moda şeklinde gösterdiler. Dîni, îmanı olanlara softa, gerici denildi. Kendilerinde bulunan ahlâksızlıkları müslümanlara, islâm büyüklerine atıf ve isnâd ederek, o temiz insanları kötülemeye, evlatları babalarından soğutmaya uğraştılar.
Tarihimize de dil uzatıp, parlak ve şerefli sayfalarını karartmaya, temiz yazılarını lekelemeye, olayları ve vesikaları değiştirmeye kalkıştılar. Böylece, gençleri dinden, îmandan ayırmaya, islâmiyeti ve müslümanları yok etmeye çalıştılar.
Ecdadımızın sevgisini genç kalblere yerleştiren mukaddes bağları çözmek, gençliği dedelerinin kemâlâtından, ululuğundan mahrum ve habersiz bırakmak için, kalblere, ruhlara ve vicdânlara hücûm ettiler. İslâmiyetten uzaklaştıkca, Resûlullahın yolundan ayrıldıkca, ahlâk bozuldu. Ecdadımızın başarılarını gösteremez olduk. Başarısızlıklar, gerilemeye, gerilemeler de Osmanlıyı yıkıma götürdü.
Allahü teâlâyı seviyorsanız bana tâbi olunuz!
Cenâb-ı Hak, Resulü Muhammed aleyhisselama tâbi olunmasını, Ona uyulmasını çok sever. Ona uymanın ufak bir zerresi, bütün dünya lezzetlerinden ve bütün âhıret nîmetlerinden daha üstündür. Hakîkî üstünlük, Onun sünnet-i seniyyesine tâbi olmaktır ve insanlık şerefi ve meziyyeti, Onun dinine uymaktır.
Ona tâbi olmak, yâni Ona uymak, Onun gittiği yolda yürümektir. Onun yolu, Kur'an-ı kerimin gösterdiği yoldur. Bu yola Dîn-i islâm denir. Ona uymak için, önce îman etmek, sonra müslümanlığı iyice öğrenmek, sonra farzları edâ edip haramlardan kaçınmak, daha sonra, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmak lâzımdır. Bunlardan sonra, mubâhlarda da Ona uymaya çalışmalıdır
Îman etmek, Ona tâbi olmaya başlamak ve saadet kapısından içeri girmek demektir. Allahü teâlâ Onu, dünyadaki bütün insanları saadete dâvet için gönderdi ve Sebe' sûresi, yirmisekizinci âyetinde meâlen, Ey sevgili Peygamberim ! Seni, dünyadaki bütün insanlara ebedî saadeti müjdelemek ve bu saadet yolunu göstermek için, beşeriyyete gönderiyorum buyurdu.
Böyle olduğunu kitabının çok yerinde bildirmiştir. İmrân sûresi, otuzbirinci âyetinde meâlen, Ey sevgili Peygamberim ! Onlara de ki, eğer Allahü teâlâyı seviyorsanız ve Allahü teâlânın da, sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi olunuz! Allahü teâlâ bana tâbi olanları sever buyuruldu.
Cenâb-ı Hak, Kur'an-ı kerimde, Nisâ sûresi, sekseninci âyetinde, Muhammed aleyhisselâma itaat etmenin, kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O hâlde, Onun Resûlüne itaat edilmedikce, Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kat'î ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerimede Elbette muhakkak böyledir buyurdu ve bazı doğru düşünmiyenlerin, bu iki itaati birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Allahü teâlâ, yine Nisâ sûresinin yüzellinci ve yüzellibirinci âyet-i kerimelerinde meâlen, Kâfirler, Allahü teâlânın emirleri ile Peygamberlerinin emirlerini birbirinden ayırmak istiyorlar. Bir kısmına inanırız; bir kısmına inanmayız diyorlar. Îman ile küfür arasında bir yol açmak istiyorlar. Onların hepsi kâfirdir. Kâfirlerin hepsine Cehennem azâbını, çok acı azâbları hazırladık buyurmaktadır.
Dünyalık için dinlerini verenleri hali
Bütün insanlara önce lâzım olan şey, kendi anladığı veya sapık kimselerin anladığı gibi değil Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında bildirdikleri gibi, bir îman etmektir. Çünkü, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın yolunu bildiren, Kur'an-ı kerimden murâd-ı ilâhîyi anlayan, hadis-i şeriflerden murâd-ı peygamberîyi çıkaran bu büyük âlimlerdir. Kıyâmette kurtuluş yolu, bunların gösterdiği yoldur. Allahü teâlânın Peygamberinin ve Onun Eshâbının yolunu kitaplara geçiren, değiştirilmekten ve bozulmaktan koruyan, Ehl-i sünnet âlimleridir.
Dört mezhepte ictihâd derecesine yükselmiş olan âlimlere ve bunların yetiştirmiş oldukları büyük âlimlere Ehl-i sünnet âlimleri denir. Ehl-i sünnetin reîsi ve kurucusu, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe Nu'mân bin Sâbit,tir.
Evliyanın büyüklerinden olan Sehl bin Abdüllah Tüsterî diyor ki, Eğer Mûsâ ve Îsâ aleyhimesselâmın ümmetlerinde, imam-ı a'zam Ebû Hanîfe gibi bir zat bulunsaydı, bunlar yahudiliğe ve hıristiyanlığa dönmezdi.
Her bid'at sahibi, dört mezhebi bırakıp Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde mânaları açık olmayan îtikat bilgilerinde, yanlış tevil yaparak, yanlış mâna çıkardığı için, hak yoldan ayrılmıştır. Hâlbuki, Peygamberimiz buyurdu ki, Kur'an-ı kerimden kendi aklı ile, kendi düşüncesi ve bilgisi ile mâna çıkaran kâfirdir. Bunun için , namazdan, îmandan haberi olmıyanların, para kazanmak için, piyasaya sürdükleri, uydurma tefsîrlerinin, yaldızlı reklâmlarına aldanmamalı, bunları almamalı, okumamalıdır.
Dinlerini bu şekilde dünyaya satanlar hakkında, Bekara sûresinde meâli, Câhiller, ahmaklar, dünyadaki zevk ve lezzetlere kavuşmak için, dinlerini, îmanlarını verdi. Âhıretlerini satıp, dünyayı, şehvetlerinin istediklerini aldılar. Kurtuluş yolunu bırakıp, helâke koştular. Bu alış verişlerinde birşey kazanmadılar. Bunlar, ticâret ve kazanç yolunu bilmedi. Çok ziyân etti olan onaltıncı âyet-i kerimesi gönderildi.
Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkarılan ilimler içinde, kıymetli ve doğru olan, yalnız Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıkları ve bildirdikleridir. Ehl-i sünnet âlimleri, bu ilimleri, Eshâb-ı kirâmdan öğrendi. Bunlar da, Resûlullahdan öğrendiler. Her mülhid, her bid'at sahibi ve her câhil, tuttuğu yolun, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uygun olduğunu sanır ve iddiâ eder. Bunun için Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkarılan her mâna, makbûl ve mûteber değildir. Sadece Ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri doğrudur.
Resulullah efendimizin yolunda olmlak için
Resulullah efendimizin yolunda olmlak için, Ehl-i sünnet âlimlerine tabii olmak lazımdır. O büyük ve dindâr insanların bildirdikleri îtikattan, îmandan kıl kadar ayrılanların, kıyâmette azâbdan kurtulmaları imkânsızdır.
Böyle olduğu akıl ile, Kur'an-ı kerim ile ve hadis-i şerifler ile ve din büyüklerinin kalb gözleri ile görmeleri ile anlaşılmaktadır. Yanlışlık ihtimali yoktur. Bu büyüklerin kitaplarında bildirdikleri doğru yoldan kıl kadar ayrılanların sözleri ve kitapları, zehirdir. Hele dünyalık toplamak için, dîni âlet edenlerin ve kendilerine din adamı ismini verip, her akıllarına geleni yazanların, söyleyenlerin hepsi, din hırsızıdır.
Bu kitapları okuyanların îmanlarını çalarlar. Bunlara aldananlar, kendilerini müslüman sanıp namaz kılar. Hâlbuki, îmanları çalınmış, gitmiş olduğundan namazları ve hiçbir ibâdetleri ve iyilikleri kabûl olmaz ve âhırette işe yaramaz.
Bu tür sapık kimselerin peşinde gidenler, nefsine düşkün, nasipsiz kimselerdir. Ehli sünnet alimlerinin bildirdikleri nefislerine ağır gelir. Nasipli temiz kimseler de Ehli sünnet alimlerinin kitaplarından, lezzet, tad alırlar. Herkesin, cibilliyetinde, aslında ne varsa o ortaya çıkar.
Nitekim güneş, hem çamaşır yıkayan adama, hem de çamaşırlara, aynı şekilde, parlamakta iken, adamın yüzünü yakıp karartır, çamaşırlarını ise beyazlatır.
Bunun gibi, elmaya ve bibere aynı şekilde parladığı hâlde, elmayı kızartınca tatlılaştırır. Biberi kızartınca acılaştırır. Tatlılık ve acılık hep güneşin ışıkları ile ise de, aralarındaki fark, güneşten değil, kendilerindendir.
Allahü teâlâ, bütün insanlara çok acıdığı için ve bir ananın yavrusuna olan merhametinden daha çok acıdığı için, dünyanın her tarafındaki, her insanın, her âilenin, her cemiıyetin ve milletin her zamanda ve her işlerinde nasıl hareket etmeleri lâzım geleceğini, dünyada ve âhırette rahat etmeleri ve saadet-i ebediyyeye kavuşmaları için, işlerini ne yolda yürütmeleri ve nelerden kaçınmaları lâzım geldiğini peygamberi Muhemmed aleyhisselema bildirdi.
Ehl-i sünnet âlimleri, bunların hepsini, keskin görüşleri ile bulup, milyonlarca kitap yazarak, bütün dünyaya bildirdi. Demek ki, Allahü teâlâ, insanları işlerinde başı boş bırakmamış, islâmiyetin girmediği bir yer kalmamıştır.
Âhırette azâblardan kurtulmak için
Âhırette azâblardan kurtulmak, ancak Muhammed aleyhisselâma tâbi olmaya bağlıdır. Onun gösterdiği yolda giden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Ona tâbi olan, Allahü teâlâya sâdık kul olmak saadetine erer. Dünyaya gelmiş olan yüzyirmidörtbinden ziyâde Peygamberin en büyükleri, Ona tâbi olmayı istemiştir. Mûsâ aleyhisselam Onun zamanında bulunsaydı, O büyüklüğü ile berâber, Ona tâbi olmayı severdi. Îsâ aleyhisselâmın gökten inip, Onun yolunda yürüyeceğini herkes bilir. Onun ümmeti olan müslümanlar, Ona tâbi oldukları için, bütün insanların hayrlısı ve en iyileri oldu. Cennete gireceklerin çoğu bunlar oldu ve Cennete herkesten önce gireceklerdir.
Muhammed aleyhisselâma tâm ve kusursuz tâbi olabilmek için, Onu tâm ve kusursuz sevmek lâzımdır. Bunun alâmeti de, Onun düşmanlarını düşman bilmek, Onu beğenmeyenleri sevmemektir. Muhabbete müdâhene, yâni gevşeklik sığmaz. Âşıklar, sevgililerinin dîvânesi olup, onlara aykırı birşey yapamaz. Aykırı gidenlerle uyuşamaz. İki zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada yerleşemez. İki zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı Îcap eder.
Bu dünya nîmetleri geçicidir ve aldatıcıdır. Bugün senin ise, yarın başkasınındır. Âhırette ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyada iken kazanılır. Bu birkaç günlük hayat, eğer dünya ve âhıretin en kıymetli insanı olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi olarak geçirilirse, saadet-i ebediyye, sonsuz necât, kurtuluş umulur. Yoksa Ona tâbi olmadıkça, herşey, hiçtir. Ona uymadıkça, her yapılan hayır, iyilik, burada kalır, âhırette ele birşey geçmez.
Kur'an-ı kerimdeki emirlerini ve islâmiyetin hükümlerinin hepsini akla uydurmaya, akla beğendirmeye kalkışan, Peygamberlik makamının derecesini anlamamış ve inanmamış olur. Böyle, islâmiyeti akıl ile, felsefe ile îzâha ve inandırmaya çalışan kitapları okumamalıdır.
Allahü teâlânın feyzleri, nîmetleri, ihsânları, yâni iyilikleri, her an, insanların iyisine, kötüsüne, herkese gelmektedir. Herkese mal, evlat, rızık, hidâyet, irşâd ve selâmet ve daha her iyiliği fark gözetmeksizin göndermektedir.
Fark, bunları kabûlde, alabilmekte ve bazılarını da almamak sûretiyle, insanlardadır. Nahl sûresinin otuzüçüncü âyetinde meâlen: Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez. Onlar, kendilerini azâba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleri ile kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar buyurulmuştur.














Hıristiyanlık Dışı Dinler Sekreteryası Başkanı Kardinal Arinze 13 Mayıs 1987 de ülkemize gelmiş, diyaloğun kitlesel ayağını oluşturmak üzere kendilerine yakın bulduğu azınlık temsilcileri ve bazı Müslüman din bilginleriyle görüşmelerde bulunmuştur. Bu görüşmelerden alınan kararlardan birkaç maddesini yayınlıyoruz. Çünkü yakın bir tarihte bu yazılanlar uygulamaya dökülecektir.


1-) * Kuran-ı Kerimin metin yönünden ele alınıp sadece bazı tarihsel beyanlarının açığa çıkarılacak.

2-) * Türk milletince muharref olarak kabul edilen İncil ve Tevratın hükümleri geçerli ilahi kitaplar olduğu iddiası ortaya atılacak.

3-) * Anadoludaki yerleşik kanaatin aksine Yahudi ve Hıristiyanların da cennetlik olduğu iddiası ortaya atılacak.

4-) * Tek Allah inancının yeterli, Hz. Muhammedi kabul ve tasdik etmenin ise bir kemal mertebesi olduğu iddiası ortaya atılacak.

5-) * İncil ve Tevratın bazı bölümlerinin namazda okunabileceği iddiası ortaya atılacak.

6-) * İbrahimi dinlerin uzlaşmasının mümkün olduğu şeklinde Vatikan kaynaklı muharref anlayışlar bir kısım akademisyenlerimiz tarafından ısrarla milletimizin gündemine sokulup " İBRAHİMİ DİNLER ADI ALTINDA SEMPOZYUMLAR " düzenlenecek.

DİNLERARASI DİYALOG DÖNEMİ VE NİÇİN YAPILDIĞI

Misyonerlik ve oryantalizm faaliyetleri birbirinin devamı ve tamamlayıcısı durumnda idiler. Diyalog ise; misyon faaliyetleriyle İslam ülkelerinin başta hadisler ve sünnet müessesi olmak üzere pek çok konuda kafası bulanmış ve şüphelerle dolmuş halklarını kilisenin kurtarıcısı (!) eline teslim edebilme gayretlerinin adıdır. Nitekim Dinlerarası Diyalog fikrinin babası olan, İslam tasavvufu ve bilhassa Hallac-ı Mansur üzerine çalışması bulunan Louıs Massignon, onların (Müslümanların) her şeylerini tahrif ettik. Felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. İntihar ve anarşi için olgun hale geldiler demektedir. Hayatını İslamın içinde olduğunu düşündüğü Hıristiyanlık unsurlarını bulmaya adayan ve çalışmalarını hep bu maksatla yapan bu şahsın ortaya attığı diyalog fikri günümüzde uygulamaya konmuştur.


PAPALIK DİNLERARASI DİYALOG İLE NEYİ AMAÇLIYOR


Diyalog dönemine geçmeden önce bu süreci başlatan Papalağın diyalogdan ne anladığına ve nasıl baktığına bir göz atalım.


DİYALOG MİSYONERLİĞİN BİR TÜRÜDÜR


Katolikliğin bir nevi ilmihal kitabı olan ve Papanın imzasını taşıyan Cathecismde diyalog şöyle tanımlanıyor: Misyonerlik görevi İncili daha henüz kabul etmemiş olanlarla saygıya dayalı bir diyaloğu öngörür. ( Cathecims, s. 227, madde 856) burada geçen henüz İncille tanışmamış olanlar kimlerdir? Sorusunun cevabı 359. maddede şöyle veriliyor: Aziz Paul derki; insan soyu iki erkekten kaynaklanır. Bir tanesi Adem, bir tanesi Mesihtir. Ama Mesih, Ademi yaratırken kendi suretini de ona vermiştir. buradan ortaya şu çıkıyor: henüz İncille tanışmayanlar, Ademi de Mesihin yarattığını henüz bilmeyenlerdir. Burada açıkca bir şirk vardır. Ve kilise kimi çevrelerin iddia ettiği gibi diyalog yolu ile İslama yönelmek yerine şirke çağırmaktadır.


DİYALOG, KİLİSEYE DÖNDÜRME AMAÇLI MİSYONUN BİR PARÇASIDIR


Şimdiki Papa II. J. Paule göre Dinlerarası diyalog Kilisenin insanları Kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. ( Joun Paul II, Redemptoris Missio, Libreria Editrice Vaticana, Roma 1991, s. 55) Papaya göre bu durum Hıristiyanlığın tabiatından kaynaklanır ve amaç başkalarına İncilin mesajını öğretmektir: Diyalog bir ve üç olan Tanrının kendi kendi hayatına dayanır Böylece diyalog Kilisenin kurtarıcı misyonunun bir parçasıdır; gerçekten bu kurtuluş diyaloğudur. Çünkü böyle hakiki bir diyalog bir Hıristiyan için inandığını pratiğe dökmektir, saygı göstermek ve dinlemek suretiyle başkalarına İncilin mesajını öğretmektir. ( Podgorski, F. R., Tawars A Catolic Theolojy of Misyonary Dialogue And Dialogical Mission With Other Religions, Roma 1987, s. 142 vd.)


DİYALOĞA RAĞMEN, PAPALIĞA GÖRE YEGANE GERÇEK DİN HIRİSTİYANLIKTIR


Diyalog kavramını II. Vatikan Konsoline öneren Papa VI. Paul diyaloğa rağmen yegane gerçek din vardır, oda Hıristiyanlıktır: Biz her ne kadar Hıristiyan olmayan dinlerin manevi ve ahlaki değerlerini tanıyor, saygı gösteriyor, onlarla diyaloğa hazırlanıyor ve din hüviyetini savunmak, insanlık kardeşliğini tesis etmek, kültür, sosyal refah ve sivil iradeyi oluşturmak gibi hususlarda diyaloğa girmek istiyorsak da dürüstlük bizi gerçek kanaatimizi açıkca ilan etmeye mecbur etmektedir; yegane gerçek din vardır. Oda Hıristiyanlıktır. ( Catholic Official Teachings, VIII: Clergy and Laity, Edited by Odile m. Leibhard, Wilmington 1978, s. 13 vd.)


PAPAYA GÖRE TEK KURTULUŞ YOLU HIRİSTİYANLAKTIR


Papa I. Jean Paulun 20 yıllık dostu ve
Papanın Düşüncesi kitabının yazarı Buttiglione bu düşünceleri şöyle açıyor: Hıristiyanlar İsanın Mesih olduğuna ve insanın onun sayesinde kurtulduğuna inanır. Tanrıya götüren başka bir yol yoktur. Bu önerme Hıristiyanlığı bir ahlak felsefesinde ve İsayı bir tür ahlak hocasına indirgeyen belirli bir çağdaş eğilime karşı tepkidir. (8230) Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki siyasi sorunlar, onla kurtuluş sunma gibi bir misyonerlik sorunundan tümüyle ayrı tutulmalıdır. Hıristiyanlık bu kurtuluşu, sömürgecilik veya Haçlı Seferleri ile değil, İsadan geçen bir diyalogla sunmaktadır. ( NPQ; Cilt: 1, Yaz 1991.)


DİYALOGDAN AMAÇ MİSYONERLİĞE YARDIMCI OLMAKTIR


Vatikanın Dinlerarası Diyalog Sekreteryasının ilk başkanı Kardinal Marella Konsil Babalarına gönderdiği bir mektupta diyalog sekreteryasının amacını, doğrudan misyonerliğe yardımcı olmak şeklinde açıklamıştır: Faaliyetlerimizle, Kilisenin misyoner faaliyetlerini yürüten S. Cogregation de Propaganda Fide teşkilatının çalışmalarına, misyonerlik faaliyetlerinin kanunen mümkün olmadığı yerlerde yardımcı olmaya ve boşluğu doldurmaya çalışacağız. ( Rosanna, P., The Secretariat For Non-Cristian Religions From the Begginings to the Present Day: History, Ideas, Problems, Bulletin XIV/2-3, Roma 1979, s. 91)


DİYALOG KİLİSENİN İNCİLİ YAYMA AMAÇLI MİSYONUNUN İÇİNDE YER ALIR


1973 te Sekreterliğe seçilen Rosanno, Hıristiyan olmayanlarla diyalog ile neyi kastettiklerini şöyle açıklamakta Diyalogdan söz ettiğimizde açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları ve çerçevesinde misyoner ve İncili öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilisenin bütün faaliyetleri gibi diyalog da. Kilisenin üzerinde taşıdığı Tanrı Mesihin sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog Kilisenin İncili yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır. (Rosanno, aynı makale, s.100)


DİYALOĞUN AMACI


II. Vatikan Konsilinin diyalog taktiğini yeni çağın bir metodu olarak benimsemesiyle birlikte kilise gözlerini Anadaluya çevirmiş ve Anadolu ile diyaloğa girmenin yollarını aramıştır. Zira gerek Türkiyenin tarihi, kültürel, siyasi potansiyeli ve stratejik konumu, gerekse Hıristiyanlarca kutsal sayılan hac bölgesinin Anadolu topraklarında bulunuşu, ülkemizi dinlerarası diyalog faaliyetlerinin odak noktası durumuna getirmiştir. 1987 yılından bu yana Türkiye üzerindeki faaliyetler hızlanmıştır. Hıristiyanlık Dışı Dinler Sekreteryası Başkanı Kardinal Arinze 13 Mayıs 1987 de ülkemize gelmiş, diyaloğun kitlesel ayağını oluşturmak üzere kendilerine yakın bulduğu azınlık temsilcileri ve bazı Müslüman din bilginleriyle görüşmelerde bulunmuştur. Bu adımın bir uzantısı olarak 1998 de ÜLKEMİZDEN GÜYA İSLAMİYETİ TEMSİLEN BAZI DİN NAMINA Papalık misyonunun bir parçası olmak üzere Vatikana Papa ile görüşmeye gitmiştir.

Diyaloğun akademik ayağını oluşturmak üzere Papaz Thomas Michael 1987 de Türkiyeye gelmiş Ankara İlahiyat fakültesinde bir dönem Hıristiyanlık dersleri ve seminerleri vermiş, 1988 de İzmir de, 1989 da Konya da ilahiyat fakültelerinde derslerine devam etmiştir.

Papaz Michael Efendi Türkiyede kaldığı süre zarfında bir akademik kadro yetiştirmiş kendisinin seslendirmesi halinde aşırı tepkiler doğurması muhtemel bazı itikadi görüşleri bu akademik kadro vasıtasıyla, onların ağzından Anadolu insanına pompalamıştır. Bu tahrif edici itikadi görüşler şunlardır:

· Kuran-ı Kerimin metin yönünden ele alınıp bazı tarihsel beyanlarının açığa çıkarılması.

· Türk milletince muharref olarak kabul edilen İncil ve Tevratın hükümleri geçerli ilahi kitaplar olduğu iddiası.

· Anadoludaki yerleşik kanaatin aksine Yahudi ve Hıristiyanların da cennetlik olduğu iddiası.

· Tek Allah inancının yeterli, Hz. Muhammedi kabul ve tasdik etmenin ise bir kemal mertebesi olduğu iddiası.

· İncil ve Tevratın bazı bölümlerinin namazda okunabileceği iddiası.

· İbrahimi dinlerin uzlaşmasının mümkün olduğu şeklinde Vatikan kaynaklı muharref anlayışlar bir kısım akademisyenlerimiz tarafından ısrarla milletimizin gündemine sokulmaya çalışılmıştır.



Türkiyede diyalogun akademik ayağını oluşturmakla görevli kilise sekreteryası bu işlerin İslama sadakatle bağlı geleneksel Müslümanlarla olamayacağını gayet iyi bildiğinden, gevşek vahiy inancını kabullenmiş, gerektiğinde Kuran-ı Kerimi sorgulayabilecek akademik çevrelerle çok yakın temas kurulmasının şart olduğunu düşünmektedir. R Arnaldez normal bir Müslümana diyalogu kabul ettirmenin pratikte imkansız olduğunu söyledikten sonra İslami esasları modern akılla silkelemeyi bir metot haline dönüştürmüş Vehhabi anlayışının ve Abduhçu ekolün görüşlerinin galip gelmesi halinde, dinlerarası diyalogun oldukça kolaylaşacağını ifade etmektedir.( R. Arnaldez: Contidions dun avee İslam)

1998-1999 da yapılan Abant Toplantılarında da her ne kadar tıkanma noktasındaki Türkiye nin önünün açılması şeklindeki bir gaye çatısı konmuş ise de alınan kararlar İslam dininin akli yorumlarla yeniden ele alınması ve diğer dinler karşısında yeni pozisyona sokulması şeklinde tezahür etmiştir. Toplantının organizatörlerinin, kararların ardından Kuranda mevcut olan Ehl-i Kitap ile ilgili ayetlerin tarihsel olduğu, dolaysıyla bugünkü Yahudi ve Hıristiyanları değil o dönemin insanlarını bağladığı, öte yandan devletin kutsal olup olmadığı şeklindeki tespitleri de dikkat çekicidir.

Bunu ilk beğenen siz olun

Hata Oluştu


> 1 <