> 1 <
Kırık Link Bildir! #117320 19-08-2006 20:23 GMT-1 saat
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Güler, “Stres ve İnsan” konulu çalışma yaptı.
TRABZON - Prof. Dr. Mustafa Güler, çalışmayla ilgili olarak yaptığı açıklamada, toplumlarda strese verilen tepkinin bireye göre değiştiğini ifade etti. Stres düzeyini kısmen toplumların belirlediğini kaydeden Güler, “Bireysellik ile rekabete en fazla değer veren kültürler en fazla stresi yaşıyor. Stresin en düşük düzeyde olduğu ve kanserin en az görüldüğü kültürler ise insanların birbirleri ile sıkı bağları olan, destekleyici, sevecen ilişkilerin en çok görüldüğü ve yaşlıların aktifrollerini sürdürdüğü toplumlar” dedi.
Hissedildiği anda dile getirildiğinde, öfkenin kötü olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Güler, “Dile getirilmezse, küskünlüğe ve hatta nefrete dönüşür ve bu da zarar verici olur. Öfke ve umutsuzluk duygularını ortaya çıkar çıkmaz gidermeye uğraşmalıyız. Duygusal gereksinimlerimizle ilgilenmezsek, hastalığa zemin hazırlamış oluruz”diye konuştu.
Güler, kendileri ve yakın çevreleri ile barışık olan mutlu kişilerin, diğerlerine kıyasla nadir olarak ciddi hastalıklara yakalandığını kaydetti.
SEVGİYLE UĞURLANAN EŞLER
Güler’in araştırmasından bazı önemli başlıklar şöyle:
Leo Buscaglia, sabahları, eşi tarafından sevgiyle uğurlanan erkeklerin (sigorta şirketlerinin yaptığı araştırmalara göre) daha az araba kazası yaptığını söylüyor. Bu erkeklerin ortalama yaşam süreleri diğerlerine oranla daha fazla bulundu.
L.F.Berkman ve S.L.Syme 4 bin 725 yetişkin üzerinde uzun süreli yaptıkları araştırmada kişilerin evliliklerinin durumunu, toplumsal etkinliklere katılımlarını, sigara alışkanlıklarını, aşırı kilolarını ve daha önceki sağlık sorunlarını inceledi. Toplumsal ilişkileri zayıf ya da kopuk olanların ölüm oranlarının diğerlerine kıyasla iki buçuk misli yüksek olduğunu saptadılar. Evcil hayvanları olanların da kalp krizlerinden sonra daha uzun yaşadığını belirlediler.
Stresli ve hiperaktif özellikleri yoğun olan kişilerde kalp hastalıklarının fazla olduğu, kalp krizinden ölümünün de 5 misli fazlaolduğu saptanmaktadır.
Finlandiya’dan Dr. Thomas Kamarck zihinsel stresin kan damarı lejyonlarını, damar sertliğini ve kolesterol seviyesini artırdığını gösteren araştırmalar yayınladı.
Ohio Üniversitesi’nden Dr Fred Cornhill ve Murina Levesque, sevgi ve ilgi gören farelerin aşırı kolesterol içeren yiyeceklerle beslendiklerinde bile kalp krizi risklerinin yüzde elli az olduğunu buldular.
Dr. Herbert Benson, sağlıklı bir kolesterol düzeyinin stresle başa çıkabilme ile doğrudan ilişkili olduğunu gösterdi.
Meditasyon ve egzersiz yaparak; hırslı, başarıya odaklı kişilerebu davranışlarından vazgeçmeden kalp krizini önlemeyi öğretebiliriz.
Düzenli meditasyon yapan kişiler üzerinde yapılan araştırmalar, bu kişilerin fizyolojik yaşlarının kronolojik yaşlarından çok daha genç olduğunu gösterdi. İlk koşul insanların bedenlerine ve zihinlerini bakacak kadar kendilerini sevmelerini sağlamaktır.
San Francisco’sun Mount Zion Hastanesi’nden Powell ve Thoresen, kalp ameliyatı sonrasında hastalarda öfkeli sabırsızlığı ve başkalarına karşı düşmanlık duygularını sevgiye dönüştürerek enfarktüsoranını yarıya indirmeyi başardılar.
Kalp krizi ve beyin kanaması geçiren deneklerin, depresyonu yenemedikleri takdirde 6 ay içinde ölme riskinin 3 kat fazla olduğu daaynı araştırmada vurgulandı.
Bostonlu Dr. Bernard Fox, örneğin depresif insanların iki katı oranda kansere yakalandığını tespit etti. Birinde lösemi olan tek yumurta ikizleri incelendiğinde hasta olanların hastalıktan önce ağır bir depresyon içinde oldukları veya ağır bir kayıp yaşadıkları, sağlıklı ikiz kardeşlerinde ise böyle bir durum olmadığı görüldü.
Arnold Hutschnecker Yaşama Azmi’nde şöyle diyor:
“Depresyon ölüme kısmen teslim olmaktır ve öyle anlaşılıyor ki kanser umutsuzluğun hücre düzeyinde yaşanmasıdır.”
Kanser ile içe atılan duygular arasındaki ilişkinin bilimsel temele dayandırılması, bundan otuz yıl önce Dr. M Kissen, sigara içen bir grup üzerinde inceleme yaparak akciğer kanseri olanlarla başka hastalıkları bulunanları kıyasladığı zaman mümkün oldu. Kissen, kişilik testlerine bakarak kanser hastalarında, duygularını ifade edecek yerlerin daha az olduğunu ve bir insanın duyguları ne kadar çokbastırılmış ise, sigaradan kansere yakalanma riskinin o kadar çok olduğunu gördü.
EV KADINLARI DAHA ÇOK KANSERE YAKALANIYOR
Ev kadınları genel nüfusa kıyasla yüzde 54 ve çalışan kadınlara kıyasla da yüzde 57 daha fazla kansere yakalanıyorlar. Neden rolün kendisi değil, kendini kapana kısılmış hissetme duygusudur. Ev kadınlığı rolünden duyulan hoşnutsuzluk gibi basit bir neden de olabilir. (Eğer bu rol o kadına doyurucu gelmiyorsa) Oregon Üniversitesi’nden Dr. William Morton bu sonuçları yayımlayınca, pek çok araştırmacı mutfakta kanserojen bir madde var sanarak araştırmalar yaptı. Pekçok Amerikan mutfağında kanserojen maddeler bulanabilir ama ücretli hizmetçilerin, iki mutfakta çalıştıkları halde, ev kadınlarından daha az kansere yakalandıkları görülüyor. Ev kadınındaki yüksek kanser riskinin onun kendini kapana kısılmış hissetmesi ve arzuladığı hayatı değil, bir rolü yaşıyor olmasından kaynaklanabileceği pek düşünülmüyor.
Bir ilişkinin sona erdiğini kabul etmek zor. Bu yüzden gerçektende boşanmış kişilerde kanser, kalp hastalıkları, zatürree, yüksek tansiyon ve kaza ölümleri oranı evli, bekar ya da eşi ölenlere kıyasladaha yüksek. Aynı zamanda evli erkeklerde bekar erkeklerde görüldüğünün üçte biri oranında kanser vakası görülüyor ve evli erkekler bekarların üç katı, fazla sigara içseler bile kanser oranı bekarlarla aynı oluyor.
Meslek hayatında yaşanan düşüşler de yaygın olarak kötü huylu kanserlere yol açıyor. Napolyon Bonapart, Ulysses S Grant, William Howard Taft ve Hubert Humphrey’m ölümcül kanserlerinde yaşamlarındaki yenilgilerin etkileri gözleniyor.
Selye, iyileşme oranı son derece düşük bir kanser türü olan bağ dokusu kanserine yakalandı ve buna son derece sıra dışı bir tepki gösterdi:
“Öleceğimden kesinlikle emindim, bu yüzden kendi kendime, şöyle dedim: ‘Bak, bu senin başına gelebilecek en kötü şey ve bu konuda izleyebileceğin iki yol var, ya ortalıkta sırasını bekleyen zavallı bir ölüm mahkumu gibi dolaşıp bir yıl içinde eriyip gidersin ya da kalan yaşamına elinden geldiği kadar çok şey sığdırmaya çalışırsın. İkincisini seçtim, çünkü ben mücadeleciydim, kanser de benim hayatımdaki en büyük kavgayı simgeliyordu ve başardım.”
GÖZYAŞLARI BİRBİRİNDEN FARKLI
Minnesotalı biyokimyacı Dr. W. Frey, üzüntü gözyaşları ile mutluluk gözyaşları birbirleriyle ilişkilerini ayırt etti. Ağlamak: Gözyaşlarının Sırrı isimli kitabında ilginç örnekler veriyor. ‘Soğan soyarken oluşan gözyaşı ile duygusal gözyaşlarının protein yapıları farklı... Duygusal gözyaşları yüksek protein içeriyor. Stres sonucu oluşan zararlı maddeler gözyaşı ile dışarı atılıyor. Gözyaşları bastırıldığında veya ağlamaya karşı negatif bir tutum varsa asıl sorunorda başlıyor. Böyle kişilerde mide, bağırsak hastalıkları daha yüksekoranda bulunuyor.’
Sevebilmek için korkuları, ıstırabı ve umutsuzluğu yenmek gerekir. Pek çok insanın kafasının içinde bir yaşam boyu birikmiş öfkeler dolanıp durur ve her anımsandıklarında yeni streslere neden olur. Bu öfkelerle dürüstçe yüzleşmek şarttır. Onlardan kurtulmak içinhem kendinizi hem de korktuğunuz, kızdığınız kişileri affetmeniz gerekir. Affetmezseniz, kendi kendinizin düşmanı haline gelirsiniz.
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu