> 1 <
Kırık Link Bildir! #163403 02-02-2007 16:23 GMT-1 saat
Ve de mutsuzluklarının gerçek sebeplerini teşhis ve bu sebepleri tedavi gayretinden ne yazık ki mahrum, yorgun, bitkin, görmeyen ve duymayan, duysa bile kulak asmayan, sadece yemek masası ile tuvalet arasındaki işlevinden öte bir işlevini göremediğim halkımdan bahsediyorum. Tarihleri yazdığı tarih kitaplarında yazan, tarihte kalmış, tarihini unutmuş ve tarihe gömülmek üzere olan Türk milletinden bahsediyorum.
Demokratik olmak adına mutsuz.
Geleceğe dair umutsuz.
Her gün başına gelenlere karşı umursuz.
Ama olsun demokrasi var ya, o yeter.
Türk dili artık bu ülkede konuşulan yabancı dillerden biridir. Olsun demokrasi var ya, ona bak.
Yakında televizyonlarda onlarca farklı dilden yayınlar yapılacak ve bu, zamanla dil sayısı kadar etnik ayrışmaya sebep olacak.
Demokrasi olsun da önemi yok.
Türklüğe hakaret etmeyi yasaklayan 301. madde kaldırılmalı ve herkes dilediğince sövebilmeli.
Demokrasinin gereği bu değil mi? Sövün bize.
Bir şehit babası, şehit olan oğlunun cenaze töreninde
Türklüğünden utanan başbakan utansın
dediği için 11 ay 25 gün hapis ile cezalandırıldı. Oğlu, uğrunda can verdiği topraklarda kıbleye doğru yan gelmiş yatıyordu o sırada.
Demokratik hukuk düzeni.
Hrant Dink'in kızı şimdi kanınız temizlendi mi? diye bağırıyordu babasının öldürüldüğü gün. Bir şehit babasına, hakaret ettiği gerekçesi ile verilmemişti acısını yaşama hakkı ama Hrant Dink'in kızının elbette buna hakkı vardı ve bunun için hepimize sövebilirdi, hiçbir savcı kamu davası açmadı.
Açmamalıydı zaten demokrasi vardı değil mi?
Demokratik hukuk devleti kardeşim.
İyi işte ne ala, olmuşuz biz haberimiz yok. Teröristleri düz ovaya siyaset yapmaya çağıranlar, döşedikleri mayınların yerlerini teröristlere sorarız, onlar da bize söylerler diyen parti başkanları, terörle mücadele koordinatörleri.
Vallahi olmuşuz.
O kadar demokratik olmuşuz ki; teröre karşı operasyon yapmak için bile stratejik müttefikimizden izin alıyoruz.
Bu ne?
Uluslar arası demokrasi.
Ortak ne yapıyor? Akşam Mahmurluğunda beş çayına gidiyor PKK kampına. Bize de bak gittim bir şey bulamadım diyor. Ağzımız kulaklarımızda.
Amerikalı terör koordinatörünün masasında yemek yiyebilmek onuru(!) ile taltif edilen bir vekil( Esat Canan);
Güneydoğunun da şehitleri var(teröristleri kastederek)
diyebilecek cüreti gösterebiliyor ve ancak PKK'nın siyaset yapmasının yolu açılmalıdır dediği vakit, bizim koordinatör bir zahmet; Hiç olur mu sayın vekilim, teröristten siyasetçi olur mu? gibi son derece demokratik(!) bir cevap veriyor.
Demokratik olmak tam da böyle olmalı işte. Olabildiğince geniş ve hoş görülü.
Oysa kendisinden Hatay'ı isteyen İtalyan sefirine cevaben üniformasını giyip, kılıcını kuşanmıştı Gazi. Demokrasi anlayışlarının Atatürk'ün ki ile pek uyuşmadığı görülse de emekli paşamız da demokrat neticede, masayı terk etmesini, vekile dava açmasını veya başka bir şey yapmasını bekleyemezdik. Amerikalıya ayıp olur sonra.
Bir siyasi parti miting yapıyor, miting mi bölücü örgüt toplantısı mı belli değil, bölücü başının posterleri, Türk bayrağına rağmen bayrak dedikleri çaputlar, hakaret dolu pankartlar ve meydan okuyan sloganlar.
Katılımcı demokrasi.
Kolluk izliyor, savcılar gazeteden takip ediyor.
Çoğulcu ve hoş görülü demokrasi.
Türk(!) sanayicileri ve iş adamlarından kurulu olduğu bilinen(?) bir dernek çıkıp, yıllarca mücadele ettiğimiz terörist örgütün taleplerini tekrar ediyor, başka bir üslupla.
Demokrasi; işte böyle bir şey, konuşma ve hatta saçmalama özgürlüğü.
Adamın biri gün ortasında bir kadına tecavüz edip doğruyor ellerini ayaklarını, doğru dürüst ceza bile veremiyoruz. Niye?
Demokrasi işte, çağdaş(?) ülkelerin yasalarını taklit etmeyi gerektiriyordu ettik. Kimseyi asmıyoruz.
Başka bir kadın kocasını boynuzluyor bir adamla. Adam takip edip yakalıyor ve mahkemeye başvuruyor. Boşanmak için. Bakıyor ki kendisi mahkemeye verilmiş. Karısı vermiş. Özel hayatın gizliliğine aykırı davrandı diye.
Boynuz demokrasisi.
Yahut da ne derseniz deyin ben yoruldum.
Mebus demokrat, asker demokrat, halk demokrat, kolluk demokrat, adliye demokrat ve bu iflah olmaz demokrasi fetişizmi yüzünden tarihleri yazan bizler tarih olmuşuz, haberimiz yok.
Ya vatan? Bu kadar demokrasiye vatan ne yapsın? Savunacak adam kalmamış ki herkes demokrat.
Tapu ve köy yasalarında yapılan değişikliklerle 273 milyon metrekarenin üzerinde arazi yabacılara satıldı.
Neredeyse tüm maden alanlarının işletme ve arama ruhsatları yabancı şirketlere geçti, Etibank'ı ve dolayısıyla Boraks rezervlerini de kaybedince iş tamam olacak.
Daha yenice Hrant Dink ile yapılan sisleme ve perdeleme yüzünden kimse fark etmeden geçirilen petrol yasası ile olmadığı söylenen petrol rezervleri de peşkeş çekildi.
Oh, suyundan da koy.
Bankalar ve finans şirketlerine gelince Garanti, Yapı Kredi ve Finans bank'tan sonra Halkbank ve Oyakbank ta satılırsa siz sağ biz selamet. Parayı veren düdüğü çalacak ve parayı bu bankalar verecek.
Düdük mü?
Bizi düdük diye çalmazlarsa şükredin.
Telekom ve diğer GSM operatörlerinden bahsetmeye gerek yok ama hatırlıyorum da bir zamanlar askeri birliklerde ki muhabere merkezlerinin içinde DİKKAT DÜŞMAN DİNLİYOR yazardı.
Konuşurken kodlu konuşulsun, gizliliğe dikkat edilsin diye. Şimdi ne yazacak acaba?
DİKKAT DÜŞMAN İÇİMİZDE sanırım abartı olmazdı.
Şimdi adamlar, Kurtköy havaalanı, adı bende saklı olan Türkiye'nin en geniş dağıtım ağlarından birine sahip olan bir taşımacılık ve kargo firması, THY, boğaz köprüleri ve Limanların peşinde.
Ve biz 15052006 tarihli SİLAHSIZ İŞGAL başlıklı yazımızda demiştik ki;
"Teknolojinin ilerlemesi ve korkunç bir hızla gelişen iletişim olanaklarının, askeri maksatlarla kullanılmaya başlanması savaş taktiklerini de değiştirmiştir. Artık bir ülkeyi fiilen işgal etmek hem çok kolaylaşmış ve hem de zorunluluk olmaktan çıkmıştır.
Askeri işgalin temel nedenleri olan topraklarını, yeraltı zenginliklerini kullanabiliyor ve halkını asimile edebiliyorsanız eğer, üstelik bunları askeri güç kullanmadan yapabiliyorsanız fiilen askeri işgalin bir anlamı ve gerekliliği yoktur. Çünkü işgalin tüm gerekleri yerine gelmektedir.
Silahsız işgalin nasıl yapıldığına gelince; aslında bu da bir askeri operasyondur. Tek farkı askeri amaçlarla kullanılan sivil araçlardır. Bu araçlar, basın ve yayın organları, kültürel(?) faaliyetler, sivil toplum örgütleri, bankalar, devlet kurum ve kuruluşları ve hatta bireyler olarak değişkenlik gösterebilir. Hepsinin bu operasyona, kendilerine özgü bir iştirak biçimi ve kullanılma zamanı vardır.
Öncelikle işe psikolojik harekât ile başlarsınız. Yapacağınız operasyon için toplumu hazırlamanız, başka bir değişle her bireyin kafasında sizin için gerekli olan algı dizgelerini oluşturmanız gerekir. Onların dostu olduğunuza ve yapacağınız herşeyi onların iyiliği için yapacağınız fikrine onları alıştırmanız ve inandırmanız gerekmektedir. Geçmişteki tüm düşmanlığınıza rağmen bunu başarabilmeniz, eğer karşınızdaki toplum geçmişini çabuk unutan bir toplum ise hiçte zor değildir.
Tüm bunları yapabilmenin en temel başlangıç noktası ise kritik noktaları işgal eden ne kadar adamı(?) devşirebildiğiniz gerçeğidir. Bu devşirmeler olmadan yukarıdaki eylemlerin hiçbirini gerçekleştiremezsiniz. Dolayısı ile ne kadar fazla adamı devşirip işbirlikçi yaparsanız o kadar başarılı olursunuz.
Beyinleri devşirmenin en sağlıklı yolu ise eğitim sistemine nüfuz etmektir, bunun için kuracağınız okullarda kendi dilinizle eğitim yaptırarak genç beyinlere ulaşabilir, onları istediğiniz gibi şekillendirebilirsiniz.
Eğitim yoluyla devşirilmek için yaşı geçmiş olanları ise biraz pazarlık yaparak satın alabilirsiniz, unutmayın ki kutsallarını yitirmiş toplumların tek kutsalı paradır.
Parayı merak etmeyin, buralara harcadığınızın kat be kat fazlasını geri alacağınızdan hiç şüpheniz olmasın. Bu harcadığınız paralar yaptığınız karlı yatırım için lafı bile edilemeyecek miktarlardır.
Çünkü bir defa para harcadığınız veya devşirdiğiniz herkes ömrünün sonuna kadar size para kazandırmak için çalışmaya devam edecektir.
Düşünün bir kere, siz olsanız bu duruma getirdiğiniz bir ülkeyi silahla işgal etmeye gerek duyar mıydınız?
Azınlık da olsa, hala varlığını devam ettiren çılgınlarla yeniden savaşmaya ve can kaybı vermeye ne gerek var.
Tüm bunları nereden mi biliyorum?
Mezun olunurken havaya fırlatılan keplerin, spor müsabakalarında kalçalarını sallayan pon pon kızlarının, öğretmenlerin dövüldüğü okulların, egemenliği paylaşabiliriz diyen yazarların yazı yazdığı gazetelerin, yabancı dil bilmediği için işsiz kalan gençlerin, bayrakları yırtılırken seyreden insanların olduğu bir ülkede yaşıyorum ben.
Türk'çe konuşulmayan, belki de çok yakında Türkçe bile konuşulamayacak bir ülkede yaşıyorum.(*)"
Demiş olmanın şu anda bir şeyi değiştirmeyeceğini biliyorum, sadece tarihe not düşüyorum. Malumunuz biz şu anda kimin bu vatana nasıl ihanet ettiğini öğrenmek için bizden önce tarihe düşülmüş notları okuyoruz.
Bir gün bu notları da okuyup, şu anda bu işgale çanak tutanların adlarını tarihin hainler defterine yazacak insanlar çıkacaktır. Hoş, bu kadar demokrasinin olduğu bir yerde, geniş demokratlar, isimlerine sürülecek lekeyi de karşı tarafın demokratik hakkı olarak algılayabilirler ama bu not onlar için değil zaten.
Milli onurunu her şeyin üzerinde tutanlar ve gelecekte tutacaklar için. Korkarım bu bahtı kara vatan evlatlarının silah kullanılmadan işgal edilen ülkelerini ve peşkeş çekilen mallarını aynı şekilde geri alabilmek gibi bir şansları olmayacak belki de.
Bağımsızlıklar müzakereler ile kazanılmaz demişti Atatürk, ama görüyoruz ki müzakereler ve pazarlıklarla pekâlâ kaybedilebiliyor.
Bizden öncekilerin bağımsızlıklarını nasıl geri aldığını öğrenmek için, tarihe düşülen notlara bakın. Sanırım ihtiyacınız olacak.
VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN
OKTAY YILDIRIM
31012007
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu