> 1 <
Kırık Link Bildir! #167708 15-02-2007 20:41 GMT-1 saat
Ali Rıza Bey, namuslu, çalışkan bir insandır.Çalıştığı şirketin patronu Ali Rıza Bey'in işe soktuğu bir kadınla ilişkiye girer ve onunla evlenmeyi reddeder Bunun üzerine Ali Rıza Bey şirketten ayrılır.Böylece ailenintüm yükü büyük oğul Şevket'e kalır.Kazandığı para babasınınkinden az olduğuiçin aile birdenbire büyük bir yoksulluğun içine düşerve kendi aralarında sürekli olarak kavga etmeye başlarlar.Artık aile Ali Rıza Bey'i adam yerine koymamakta, ona saygı duymamaktadırlar.Onunla bir tek ailenin en büyük kızı Fikret konuşur,fakat o da bu duruma daha fazla dayanamaz ve kendinden yaşça büyük biriyle evlenir.Bu arada Şevket kendisine uygun olmayan biriyle evlenir. Diğer kızları Leyla, Necla ve Ayşe onlaı bu duruma getirdiği için babalarını suçlarlar.Onların tek kurtuluşu evlenmektir.Bunun üzerine evde her akşam danslı, müzikli partiler verilmeye başlanır.Ali Rıza Bey bu kadar şeyin nerden çıktığına hayret etmektedir.O da sonunda bu düzmece oyuna katılır ve kızlarına iyi birer koca bulmaya çalışır.Bu arada Şevket'in karısı fakirliğe daha fazla dayanamadığı için evi terkeder.Şevket de borçlarını ödeyemediği için hapse girer.Necla kendini çok zengin gösterdiğihalde öyle olmayan bir Arap'la evlenir.Sonradan buna çokpişman olur ama eve geridönmesine izin vermezler.Ayrıca ,borçları ödemek için evi ipoteklemişler fakat evi de kaybedip hartabeden biraz iyibir apartman dairesine taşınmışlardır.Sonra Leyla evdekilerden habersiz zengin bir adamın metresi olur.Bu olay ortaya çıkınca Leyla annesini ve Ayşe'yi de alarak Taksim'de kendisi için tutulan lüks daireye gider.Ali Rıza Bey kızını reddetmektedir ve üzüntüden kötürüm olur.En sonunda onun da gönlünü alırlar ve Ali Rıza Bey son günlerini bolluk içinde geçirir,fakat bir aile de dağılmıştır.
mir_ay is offline Alıntı Yaparak Cevapla
Basıldığı yayın evi ve tarihi: İletişim Yayınları , 1999
Sayfa Sayısı: 256
Yazarı Hakkında Bilgi: 27 Mart 1889'da Kahire'de doğdu. İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa'da başladı. 1903'te İzmir İdadisi'ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır'a döndü, öğrenimini İskenderiye'deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908'de başladığı İstanbul Hukuk Okulu'nu bitirmedi. 1909'da, arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti Topluluğu'na katıldı. 1916'da tedavi olmak için gittiği İsviçre'de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam Gazetesi'ndeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'nı destekledi. 1921'de Ankara'ya çağrıldı ve bazı görevler verildi. 1923'te Mardin, 1931'de Manisa Milletvekili oldu. Bir yandan da gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdürdü. 1932'de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro Dergisi'nin 1934'te yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran Elçiliği'ne atandı. Daha sonra 1935'te Prag, 1939'da La Haye, 1942'de Bern, 1949'da Tahran ve 1951'de yine Bern Elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960'tan sonra Kurucu Meclis Üyeliği'ne seçildi. Siyasal hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa Milletvekilliği oldu. 13 Aralık 1974'te Ankara'da öldü.
Türü Hakkında Bilgi: Kiralık Konak'ta Karaosmanoğlu, II. Meşrutiyet yıllarında Batılılaşma Hareketi'nin yol açtığı değer kargaşasını, geleneklerden ve eski hayat biçiminden ayrılışı ve kuşaklar arasındaki kopukluğu sergiler. Romanda, yazar adına konuşan Hakkı Celis, başlangıçta yurt sorunlarına karşı ilgisiz, âşık, içli bir şairken, sonradan bilinçlenerek değişir ve "milli ideal" sevdasına tutulur. Bu ideal geleceğin Türkiye'sidir. Karaosmanoğlu, romanın diğer kişilerini ve dolayısıyla toplumu, bu yeni bilince ulaşmış Hakkı Celis'in gözleriyle değerlendirir ve yargılar.
Özet;
Naim Efendi çok zengin, zengin olduğu kadarda hesaplı bir kişiydi. Babasından kalma bir servetti. Büyük bir ihtimamla idare ve muhafaza ediyordu. II. Abdülhamit döneminde devletin yüksek mevkilerinde bulundu. Bir çok defalar valiliklerde dolaştı. Şürayı Devlet Azası, Rüşümat Müdiri Umumisi oldu. İnkılaptan iki sene evvel dolaşık bir TEVLİYET (Mütevellilik) davası yüzünden istifasını verdi ve Hükümet işlerinden tiksinerek bir köşeye çekildi. Fakat memuriyet döneminden kalma bayramlaşma ve özel deftere imza olayını hiçbir zaman aksatmazdı.
Bütün çocukluğu, bütün gençliği İstanbul 'un en kalabalık konağında geçen Naim Efendi eğlenceli meclisleri, ahbap arasındaki sohbetleri, misafirlere ziyafetleri çok severdi. Fakat öyle bir zaman yaşadı ki bunların hepsi yasaktı. Naim Efendi yeni sazdan, yeni şarkılardan zevk almak şöyle dursun, son senelerde yazılan ve konuşulan Türkçe'yi de anlamıyordu.
Bundan beş sene öncesine kadar karısı Nefise Hanımefendi yanı başında idi, rahatını huzurunu mümkün mertebe koruyordu. Zira, bu ihtiyar kadın ölünce evin içinde yalnız kaldı. O öldükten sonra yerine Sekine hanım geçti; fakat Sekine Hanım hiçbir cihetten annesine benzetmiyordu. Tabi ki babası gibi çekingen, içinde titiz, iradesiz, tembel bir kadındı; hususiyle kocasının nüfusuna ve çocuklarının arzularına son derece uyardı. Kocası ise kırk beş yaşında bir züppeden başka bir şey değildi.
Naim Efendinin damadı Düyunu Umumiye Müfettişlerinden Servet Bey, Naim Efendinin saflığından yararlanarak bütün iradesini konak içerisinde istediği gibi yürütüyordu. Servet Beyin oğlu Cemil henüz yirmi yaşında bir mektup çocuğu olmasına rağmen Beyoğlu'ndaki büyük lokantaların, gazinoların, barların sadık gediklisi idi. Bu yaşında bir çok zevkleri vardı. Biraderinin küçük sırlarında vakıf olan Seniha ise son çıkan moda gazetelerinin resimlerine benzerdi. Körpe ince ve çolak vücudu ipek böcekleri gibi daima biçim değiştirme, başkalaşma içerisindeydi.
Pazartesi günleri Seniha'nın çay günleridir. Avrupa'nın bütün kibar kadınları gibi o günleri giyinir; kuşanır ve tam beşte konağın salonunda nadir görülen bir hanımefendi vakariyle ziyaretçilerini beklerdi. Seniha salonun bir köşesinde iki genç kızla halasının torunu Hakkı Celis'in kendisine okuduğu şiirleri dinler, gözüküyordu. Bu genç kendisinden iki ay küçük olmasına rağmen ve bir çok şiiri bazı mecmualarda çıkmasına rağmen ona parmakları mürekkep lekeli ve pantolonunun dizleri çıkmış zavallı bir mektep çocuğu gibi görünmekten kurtulamıyordu. Saat beşe henüz gelmişti ki; Faik Bey konağı ziyarete geldi. Faik Bey Cemil'in yakın arkadaşları arasındaydı. Kumral, zayıf, uzun saçları iyi taranmış bir gençti. Küçük yaşından beri Avrupa'nın muhtelif şehirlerinde dolaşmış, oturmuş olduğu için hareketlerinde hiç sahte görülmeyen bir frenk zarafeti ve kıvraklığı vardı. Faik Bey ile Seniha arasındaki münasebetin bir arkadaşlık derecesinden fazla olduğunu genç kızın bütün erkek ve kadın arkadaşları bili verirlerdi.
Fakat, buna da hafif bir flört manasını verirlerdi. Zira Faik Bey, pek çapkın bir delikanlı ve Seniha, pek şuh bir genç kızdı. Günden güne aralarındaki sevgi çoğalmaya başladı. Faik Bey için Seniha'yı sevmek birdenbire vazgeçilmeyen ihtiyarlardan biri oluverdi. O şimdi kumara ne kadar düşkün ise, Seniha'yı da o kadar arıyor. Seniha'ya kendini o kadar düşkün hissediyordu. Dört günlük bir ayrılıktan sonra sabah Faik Bey konağa geldi. Henüz herkes uykudaydı. Saçları karma karışık, yüzü sapsarıydı. Yanaklarında üç günlük bir sakal, toz renginde bir kir tabakası vardı. Seniha ne var? Ne oldu? Demek isteyen gözlerle Faik Bey' i süzdü. Faik Bey sessiz bir şekilde hiçbir şey söylemiyordu. Seniha daha sonra kardeşi Cemil' den öğrendiği kadarıyla Faik Bey' in kumarda Üç yüz elli lira kaybettiğini ve paraya ihtiyacı olduğunu öğrendi. Cemil parayı Seniha'nın büyükbabasından istemesini söyledi. Seniha'nın bunun mümkün olmayacağını söylemesi üzerine Cemil Seniha'nın elmaslarını rehin koymasını istedi.
Seniha dolabını açtı içinden bir çekmece çıkardı. Çekmecenin içinden birkaç tane mahfaza aldı ve birer birer Cemil'e uzattı.
Ve hayatında ilk defa olarak ağır ve ciddi bir şekilde düşündü, kaldı. Hayat bir an içinde, ona çıplak ve en kaba haliyle görünmüştü. Bu dünyada her şey ne bayağı, ne beyhude, ne kirliydi... Bu dünyada güzellik bir hayal, sezgi bir efsane, asalet ve zerafet, insanın üstünde hafif bir cilaydı. En güzel bir yüze bir iskelet ifadesi vermek için iki gecelik bir uykusuzluk, bir sevgiyi bir alışverişe çevirmek için birkaç paket iskambil kağıdı, en zarif bir adamı bir dilenciye döndürmek için üç yüz elli liralık bir borç kafiydi.
Seniha kalbinin bu bir günlük imtihanından epeyce değişmiş çıktı. Aşktan evvel ki alaycı, havai, şuh ve işveli haline avdet etti.
Konağı kiraya verip kardeşi Selma Hanımefendinin yanına taşınma bahsi çıktığından beri Naim Efendi' nin rahatı huzuru büsbütün kaçtı. Selma Hanımefendinin kararı o kadar katıydı ki hiçbir mazeretle bunun önüne geçmek kabil olmuyordu.
NAİM EFENDİ;
Burada doğmuşum, burada yaşamışım, ihtiyarlamışım! Nasıl bırakır giderim? Diyordu.
SELMA HANIM;
Burada, fareler, örümcekler ortasında yapayalnız öleceğine, benim yanımda benim gözüm önünde ölürsün diyordu.
Konak, Naim Efendiyle beraber, her gün biraz daha yıkılıp gidiyordu. Zili bozulan sokak kapısı ağır bir tokmakla vuruluyor ve bir çok gıcırtılarla mustarip bir hayvan gibi sarsıla açılıyordu.
Baş Kahramanlar: Naim Efendi, Selma Hanım, Seniha, Hakkı Celis, Sekine, Faik
Ana düşünce:Kiralık Konakta Osmanlı İmparatorluğunun çöküş dönemindeki toplumsal nedenler dile getirilir.
__________________
ŞU ÇILGIN TÜRKLER
Yazar kitabı genel olarak iki bölüme ayırmıştır.
Birinci bölümde genel anlamıyla Yunan Büyük Taarruzu'nu anlatmaktadır.
Bu bölümün ilk kısmı, Kütahya-Eskişehir Savaşına Hazırlık (1 Nisan 1921 -10 Temmuz 1921)'tır. İnönü meydan muharebeleri'nde Yunan ordusunun ilerleyişini durduran Türk ordusu, İngilizler başta olmak üzere bütün İtilaf devletlerini ve içimizdeki İngiliz yaltakçılarını da şaşırtmış ve bir o kadarda korkutmaya başlamıştı. Bu zaferin ardından ordunun kendine olan güveni kendine gelmiş ve düşman işgali altında olan topraklardaki milletinde bağımsızlık duygularını daha da bir ateşlemişti. Ancak Yunan ordusu bu yenilgiyi hiç planlamadığı için daha büyük ve güçlü bir taarruza girişmek için hazırlıklar yapmaktaydı. Türk ordusu o dönemdeki hali, silah ve personel bakımından Yunan ordusu karşısında oldukça güçsüz bir durumdaydı. Bu kısımda ayrıntılı olarak, 1nci ve 2nci İnönü meydan muharebelerinin seyri ve işgal altındaki İstanbul'da ve Londra'da kapalı kapılar altında neler konuşulduğu ve Yunan ordusu ve Türk ordusu'nun müteakip savaşa hazırlıkları ve Yunan tehlikesi yetmezmiş gibi İngiliz yanlısı vatan hainlerinin bağımsızlığa karşı verdikleri mücadele anlatılmakta daha doğrusu belgelerle ortaya konmaktadır.
İkinci kısım Kütahya-Eskişehir Savaşı (10 Temmuz 1921 - 24 Temmuz 1921)'dır. 10 Temmuz 1921 Pazar günü saat 04.00'te Yunan ordusu, cephe gerisinde güvenliği sağlamak için yeterli kuvvet bıraktıktan sonra, Söğüt-Afyon arasındaki 170 km. uzunluğundaki Türk cephesine doğru beş kol halinde harekete geçti. 1921 yılının üçüncü savaşı yola çıkmıştı. Yunanlılar Türklere, yeniden kurdukları orduyu güçlendirebilecekleri genişçe zamanı hiç vermemişlerdi. En fazla iki ay ara verip yeniden saldırıyorlardı. Bu savaşın içinde olan kahramanlıkları özetlemek oldukça zordur. Sayısız kahramanlıktan bir kısmı kitapta yazar tarafından ortaya konmuştur. Ancak bu kitap bir roman havasında yazıldığı için bu bölümdede ana kahramanlardan ikisi olan Yzb. Faruk ve Nesrin'in başından geçenler kitaba oldukça duygusal bir hava katmaktadır.sonuç itibariyle Türk ordusu bu muharebeden yenik ayrılmış, Kütahya ve Eskişehir düşman eline geçmiş ve bu bağısız Türk devleti düşmanlarını ümitlendirmişti.bu savaş neticesinde Ankara gerçekten tarih sahnesinden silinmek üzere miydi, yoksa Türkler bir yeniden doğuşun eşiğinde miydiler? Zaman gösterecekti
Üçüncü kısıma Sakarya Savaşı'na Hazırlık (25 Temmuz 1921 - 13 Ağustos 1921) adı verilmiş. Bu bölümde Kütahya-Eskişehir yenilgisinin ardından ordunun Sakarya nehri doğusuna çekilmesi kararı ile bunun TBMM'nde ki yankıları ve Mustafa Kemal Paşa'nın bu konu hakkındaki eleştirilere ve meclis içindeki karşıtlara karşı uyguladığı akıllı politikalar ve Başkomutan olarak orudunun başına geçmesi, ve bitmiş denilen Türk halkının kadını erkeği, genci yaşlısı ile dünyaya nasıl kafa tuttuğu ağırlıklı olarak detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Bu kısımda ilgi çeken bir kaç noktadan biride yenilginin ardından yaklaşık 30.000 civarında askerin firar etmesinin belirtilmesidir.
Dördüncü kısım ise Ankara'ya Yürüyüş (14 Ağustos 1921 - 22 Ağustos 1921) adı altında anlatılmıştır. Bu bölüm sekiz gün kadar bir süreyi kapsamakla beraber, Yunan ordusunun Ankara yolunu açmak için giriştiği en büyük çaplı taarruz harekatı için düzen almasını ve bu esnada Ankara ve cephede gelişen olaylar anlatılmaktadır. Çünkü bu taarruz Yunanlıların son güçlerini kullanacakları en büyük taarruzları olacaktır. Eğer muharebeyi kazanırlar ise Ankara yolu açılmış olacak ve savaşın genelini kazanamış olacaklardır, eğer kaybederlerse, son güçlerinide burada kullanacakları için bir daha taaruz etmek için yeterli gücü bulamayacaklardır.
Beşinci kısım Sakarya Savaşı (23 Ağustos 1921 -13 Eylül 1921)'nın anlatıldığı kısımdır. Askerlik tarihinin en önemli savaşlarından biri olan Sakarya Savaşı 23 Ağustos 1921 Salı günü başladı. Bu savaşın askerlik tarihi ve bilimi açısından önemine gelince, bu savaşta Ataürk o güne kadarki savaş taktiklerini hiçe sayarak askerlik literatürüne yeni bir kavram katmıştır. Buda savunma hattının yarılmasıyla cephe bütünlüğünün bozulmaması için yapılacak toplu bir geri çekilmenin yanlış olduğu sadece cephesi yarılan birliğin geri çekilerek en uygun yerde tekrar tertiplenip muharebeye devam etmesi esasına dayanmaktadır. Yani kendi deyimiyle Hatt-ı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır o satıh bütün vatandır kuralıdır. O güne kadar hiç uygulanmayan bu taktik sayesinde Türk Ordusu, kendinden hem silah ve araç hemde personel miktarı olarak kat kat güçlü Yunan ordusunun taarruzunu kırmış ve taarruz etme insiyatifini eline geçirmiştir. Bu açıklamanın önemini şu şekildede ifade etmek mümkündür. Sakarya Savaşı sonrasında Yunan ordusu kredisini tüketmiş ve aldıkları toprakları elinden çıkmaması için savunmaya geçmiş buna karşılık savaşın seyrini takip etme hakkındaki üstünlüğünü Türk ordusuna kaptırmıştır. Bundan sonra Türk ordusu ne zaman isterse o zaman savaş olacaktır.
Kitabın ikinci bölümünde ise yazar Türk Büyük Taarruzu adını vermiş ve detaylarıyla bu süreci anlatmıştır.
Bu bölümün birinci kısmı ise Büyük Taarruza Hazırlık (14 Eylül 1921 - 13 Ağustos 1922)'tır. Bu bölümde Mustafa kemal Paşa'nın başkomutanlığın uztılması ile ilgili karşılaştığı güçlükler ve Yunan ordusuna denk bir ordu yaratabilmek için yapılan çalışmalar, Yunan ordusundaki başkomutanlığın değişimi ile Sakarya savaşı'nın dünya kamuoyundaki yankıları anlatılmaktadır. Tabi bu sırada Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra yapacağı devrimlerin temel çalışmalarıda yapılmaktadır. Bütün bunlar olurken Yunan orusuda Afyon ve Dumlupınar hattına çekilmekte ve geçtiği yerleri yakıp yıkmakta, oradaki halka türlü eziyetler yapmaktadır.
İkinci kısımda Afyon Güneyine Yürüyüş (14 Ağustos 1922 - 25 Ağustos 1922)adı altında Türk ordusunun planladığı baskın şeklindeki taaruz için tertiplenmesi ve birliklerin geceleri gizlice Afyon'un güneyine yığması, Yunan ordusunun savunma için tertiplenmesi detaylı olarak anlatılmaktadır.
Üçüncü ve son kısımda ise Türk ordusunun düşmanı vatanından atması ile sonuçlanacak olan Büyük Taarruz (26 Ağustos 1922 -18 Eylül 1922)anlatılmaktadır. Bu bölümde Atatürk'ün askeri dehası bir kez daha gözönüne çıkmaktadır. Bir yılda geçilmez denilen Afyon tahkimatının bir gün içinde nasıl yarıldığı, Yunan birliklerinin nasıl çembere alınıp imha edildiği ve İzmir'e nasıl girildiği detaylarıyla anlatılmakta, Albay reşat gibi vazifesini namus bilen verilen emri istenilen zamanda yapamadığı için yaşamına son veren kahramanların kahramanlıklarından bir kısmı gözler önüne serilmektedir.
Sonuç olarak, Bu kitap, Türk Kurtuluş Savaşı'nın bilinmeyen yönlerini belgeleriyle ortaya koymaktadır.
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#167711 15-02-2007 21:02 GMT-1 saat
. : | : . YENİ KLASÖR . : | : .
Saolasın Yaprak Dökümü Zaten Güzel Bir Film Emeğine saygı Aramız hoşgeldin...
Saolasın Yaprak Dökümü Zaten Güzel Bir Film Emeğine saygı Aramız hoşgeldin...
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#167716 15-02-2007 21:25 GMT-1 saat
nassıııııl
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#216458 25-05-2007 18:45 GMT-1 saat
saol
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu