> 1 <
Kırık Link Bildir! #170707 28-02-2007 04:44 GMT-1 saat
Yusuf Genç
28.02.2007
Sizin olduğuna inandığınız ülkenin, tekrar asli sahibine dönmesi fikri sizi ürkütebilir. At koşturduğunuz bu toprakların gerçek varislerinin bir gün ortaya çıkmasından ve haklarını istemesinden rahatsızlık duyabilirsiniz. İstediğiniz her şeyi, devlet güçlerini emrinize amade kılarak artık uygulatamayacak olmanız sizi korkutabilir. Ticaret antlaşmalarınızı, şahsi rahatınızı bir milletin yorgun omuzları üzerinde, Kemalizm perdesi altında yürütemeyebilirsiniz. Devletin sahibi olduğunu düşündüğünüz için, içkinizi her yerde rahatça içememe fikri sizi endişeye sevk edebilir. Ayda on binlerce dolar kazandığınız, iyi bir gazeteniz ve arsızlık yapmanıza müsait şişman bir patronunuz olabilir.
Doğru olduğuna inandığınız ve yılmaz bekçisi olduğunuz savların hiçbir işe yaramadığını kabul etmek istemeyebilirsiniz. Bu yüzden, sizi bu korkulara gark edenleri sevmeyebilirsiniz. Hatta onlardan nefret bile edebilirsiniz. Ama bir gerçek var ki; eğer bu ülkenin bir ferdi olduğunu düşünüyorsanız, eğer Çanakkale'de metfun bulunan yüz binlerin hangi amaç uğruna, neyi hedefleyerek ölüme gittikleri sizi az da olsa ilgilendiriyorsa, eğer her şeye rağmen bir vicdan taşıyorsanız Necmettin Erbakan ismini kabul etmek zorundasınız.
Şahsi ilişkilerinizde dibine kadar pragmatizme batmışken, söz konusu devlet ve millet olduğunda, 'bu ülkeyi karşılıksız sevdiğinize' ve en iyi oyunculara taş çıkartacak ustalıkta oynadığınız vatanperverlik oyununa inanmamızı beklemeyin bizden. Neden bu ülkeye en çok fayda sağlayanlar değil de, Mustafa Kemal ismini ağızlarına sakız edenler alkış görüyor, sadece alkış değil, aynı zamanda destek görüyor.
Aslında cevabınızı beklediğimiz soru çok, bir yüzleri olduğuna inanabilsek tek tek sorabilirdik sorularımızı. Ama bunun lüzumu yok, faydalıyı konuşmak da fayda var. 54. cumhuriyet hükümeti, iki asırdır Batıya bakmaktan boynu tutulan bir millete, önce kendisine bakmasını sonra Batı'nın da batısına Doğu'ya ve tüm dünyaya bakmasını söyledi. Bu ses üç asır sonra, hiç çıkmasın diye karalayarak tarih ansiklopedilerinin en derinine gömdüğümüz Osmanlı'yı yücelten iddiayı öngörüyor.
Yapabileceklerimize nispetle yaptıklarımızın ne kadar az olduğunu söylüyor. Elimizde tuttuğumuz ve fakat ısrarla bizden saklanmaya çalışılan gücün ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlatıyor.
Türkiye, görevi süresince ülke sınırları içerisinden daha çok sınırlarımız dışında yaşayan başbakanlara tanıklık etmedi değil. Sevindirici bir gelişme mi? O da değil. Çünkü başbakanlarımızın ziyaretleri, genel çehresiyle turistik gezi olmanın ötesine geçemedi çoğunlukla. Daha çok, Hazır devlet parasıyla şu ülkeyi de görelim gibi bir anlayış hâkim harici işlerimize.
Batı'nın ihtişamından gözleri kamaşan Türk hariciyesi, Refah-yol hükümeti sayesinde iki asır sonra ilk defa doğuyu keşfetmiş oldu. Bu dış politika hamlesi, Türkiye için bir şok niteliğinde. Bağımlılıktan kurtulmanızın, şartları değerlendirmenizin yolu buradan geçiyor. Bu durum, tek şıklı bir çözümle değil iki, belki daha çok şıklı çözümle karşılaşmanız demek oluyor.
Refah-yol hükümetinin, D8 projesi, Cumhuriyet tarihinin, belki dört asır sonra Müslüman Türklerin en esaslı ve sahici projesidir. Bu ufuk genişliği, ne Enver Paşa'da vardı, ne de Mustafa Kemal Paşa'da
Türkiye, doksan yedi yılına kadar Avrupa'dan ve Amerika'dan almayı umduğu teknolojinin ihalelerini düzenlemeye enerji harcarken, bu proje ile havacılık ve uzay, kara silah sistemleri, elektronik ve bilgisayar, yazılım, enerji santralleri, otomotiv, tekstil makineleri ve ulaşım ve haberleşme alt başlıkları altında üretim alanında enerji harcamayı akıl edebilmiştir. Bunun, iyi yazılmış bir hayal senaryosu olduğunu söyleyenler, çocuk parkı açabilecek(1) kadar geniş olan o küçük akıllarıyla meseleyi anlayamadıkları için, düşmanca bir hırsla saldırıyorlar. D-8'in bünyesinde bulunan 'Tarım ilaçlama uçağı projesi' çoğu kimsenin bilgisi dışında, Türkiye Uzay ve Havacılık Sanayi (TAİ) tarafından tamamlandı. Eğer engellenmediyse, öyle sanıyorum ki pazarlama sürecine de girilmiştir. Refah-yol hükümetinin, dış politikada attığı hamleler eğer layıkıyla devam ettirilebilseydi Türkiye, uluslar arası platformda sözü dinlenen/dinlenmek zorunda olan/ bir ülke konumuna taşınmış olacaktı. O zaman ne Amerika Irak'a müdahale edebilirdi ne de Barzani gücünü aldığı yere yaslanarak küstahlık edebilirdi.
Refah-yol hükümetinin dış politika anlayışı, yönünü sadece Doğu'ya dönmüş bir anlayış değil, tüm dünyaya açık bir arayış hamlesi olmuştur. O dönem, sadece Müslüman ülkelerle değil, ülke menfaatlerinin gerektirdiği biçimde gayrı Müslim devletlerle de çeşitli anlaşmalara gidilmiştir. Türkiye'nin ufkunu ve vizyonunu, önceki iktidarların tahayyül edemeyecekleri genişlikte açan elli dördüncü Erbakan hükümeti, cumhuriyet tarihinin en güzel görüntülerinden biridir. Ancak, Sincan'da bozulan tanklar bu görüntüyü ve Türkiye'nin görüntüsünü fazlasıyla bozmuştur.
(1) Hatırlar mısınız bilmem, iktidara yürümeye çalışan fakat emeklemeyi bile beceremeyen sosyal demokratçı bir parti vardı eskiden. Şimdi de var mı bilmiyorum. O sıralar genel başkanlığını da sanırım İsmet İnönü'nün çocuklarından biri yapıyordu. Partisinden olan bir ilçe belediyesinin, açmayı başardığı(!) üç kaydıraklı bir salıncaklı çocuk parkının açılış törenine partinin genel başkanı da katılmış ve kurdeleyi bizzat kesmişti. Medyada, büyük hizmet diye alkışlanmışlardı. Bu tablo bana hep enteresan gelmiştir. Sosyal demokratların, Türk istikbalinin evladına armağan ettiği en büyük hizmet galiba bu!
alıntıdır...
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu