> 1 <
Kırık Link Bildir! #170708 28-02-2007 04:45 GMT-1 saat
Dr. Ahmet Demircan
28.02.2007
Bugün 28 Şubat 2007. Türkiye'nin demokrasi tarihinde gördüğü en başarılı hükümetine karşı, Müslim-Kalkancı yaygaraları ile iç ve dış mahfillerce başlatılmış bir sürecin hukuk dışı uygulamalarına, milat olarak tespit edilen tarihin üzerinden on yıl geçmiş bulunuyor. Herkes kendi açısından ve bulunduğu yerden olayı değerlendirmeye, o günlerde sergilediği doğru veya yanlış davranışlarını haklı göstermeye çalışıyor.
Kimine göre Türkiye bir uçurumun kenarından kurtarıldı, kimine göre süreç iyi idare edilmeseydi darbe olacaktı. Kimine göre öyle, kimine göre böyle. Halk açısından ne oldu? Bunu sorgulayan yok. Milletin iradesi ile oluşmuş bir meclis ve o meclisin güven oyu ile iktidarda bulunan bir hükümete karşı, parlamento dışından bir müdahele ve baskı uygulandı. İktidar, bu baskılara karşı oniki eylül ve öncesi müdahele dönemlerinde oluşturulmuş yasal düzenlemelerle, siyasi iktidarın bürokratik oligarşi karşısındaki etki ve yetki boşlukları nedeniyle, sürece katılan bürokratik yapılar üzerinde kontrol kurma imkanından mahrumdu. Daha açık bir ifade ile Türkiye'de devlet mekanizmasında darbe anayasaları ve ara rejim yasaları eliyle demokratik kontrol ve millet iradesi etkinliği zayıflatılmıştı. Bürokratik oligarşiyi etkin kılacak bir yapılanma oluşturulmuş bulunuyordu ve halen bu durum değişmiş değildir. Bu nedenle sürecin durdurulmasında zorluk yaşandı.
Bu süreçte birtakım kurumlar ve kurumlar içerisinde hukuki dayanağı olmayan yapılanmalar millet egemenliği ve hukukun egemenliği dışında uygulamalara girebildiler.
Siyasi iktidarı oluşturan koalisyon ortaklarından DYP kanadı beklenmeyen bir dağılma ve panik yaşayınca, iktidar meclis çoğunluğunu kaybetme eğilimi gösterdi ve erken seçim için harekete geçildi. Gerisi malum.
Bugün gelinen noktada, Türkiye 28 Şubat süreci ile çok şeyler kaybettiğinin farkında mı? Bilemiyorum. Millet, maddi kayıplarının yanında, manevi kayıpların da hesabını yapmak zorunda. Ekonomideki dışa bağımlılık, özgürlüklerin kısıtlanması, dış politikada ırkçı sömürgeci işgalcilerle işbirliği, Kıbrıs'ta gelinen nokta, AB v.s.
Ancak bir kayıp daha var ki; siyasi tavır kaybı olarak adlandırabiliriz. Süreçte, baskılar karşısında eğilen ve sırf iktidar için güç odaklarına teslim olan, işbirlikçi bir davranış sergileyen siyasi anlayış değişim ve uzlaşma adına sahneye sürüldü. Millet, iradesine karşı yapılan bu tasallutu algılamaya başladığı bir dönemde siyaset üzerine yapılan bir operasyonla, milletin sağduyusu maniple edildi. Milli Görüş kadrolarından bir hibrit siyasi anlayış oluşturuldu.
Eğilmeden, işbirliğini kabul etmeden, mücadeleyi sürdürmenin dışında hiçbir yöntemin milletin haklarını elde etmesini sağlamayacağını unutmamak lazım. Aksi, milletin başarısını engellemekten, ertelemekten başka bir işe yaramaz. Bu müdahaleler, kendilerini milletin meşru demokratik tepkisinden koruyacak ve kurtaracak yapıları, milletin tepkisinin önüne sahte kurtarıcı olarak sürmek suretiyle, hep kurtulmuşlardır ve varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Türkiye'nin böyle, millet iradesine karşı, antidemokratik ve hukuk kurallarını çiğneyen uygulamalardan kurtulabilmesi için yapılması gereken; darbe anayasalarından bir an önce kurtulmaktır. Bu dönem meclis maalesef bu imkanı boşa harcamıştır. Yapılacak yeni bir anayasanın millet oyuna sunulması ideal olandı. Onu yapmadılar, bari mevcut anayasada millet iradesini ve hukukun egemenliğini zayıflatan hususları ortadan kaldıracak bir anayasa değişikliğini referanduma götürülebilirlerdi. Yapmadılar. Verdikleri sözü tuttular; ne demişlerdi biz değiştik, Milli Görüş gömleğini çıkardık. Bunları söylerken ilgili merkezlere; biz kurulu bürokratik oligarşiye dokunmayacağız sözü veriyorlardı ve sözlerini tuttular.
alıntıdır...
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu