Üç günlük dünyada, insanın ömrü de üç günden ibarettir.
Dün, bugün, yarın
Dün, mazi ırmağına katıldığı için bir daha ele geçmesi mümkün değildir.
Yarının ise geleceği şüphelidir.
Öyleyse gerçek ömrünüz içinde bulunduğumuz bir günden ibarettir.
Dolayısıyla en akıllı iş, yirmi dört saati iyi değerlendirmektir.
İsterseniz çerçeveyi biraz daha daraltalım ve bu dünyadaki hayatımız üç saatten ibarettir diyelim.
Hatta bu üç saatten de indirim yapıp bütün sermayemizin bir saatlik zaman dilimi olduğunu belirtelim.
Öyle değil mi efendim?
Önceki bir saatimiz uçup gitmiştir.
Bir daha ele geçmeyeceği kesin bir gerçektir.
Sonraki bir saatlik vaktin geleceği ise meçhuldür.
Gelmemesi de ihtimal dahilindedir.
Demek oluyor ki asıl ömrünüzü, içinde bulunduğumuz bir saat teşkil ediyor.
Öyleyse saati, taate sarf edelim, böylece vakit ve nakit ilişkisini daha dikkatli ve rikkatli bir gözle değerlendirmeye çalışalım.
Tabii siz isterseniz bu bir saati üç dakikaya kadar indirebilirsiniz. Hatta saniyeyi de bu hesaba katarsanız yanlış bir işlem yapmış olmazsınız. Evet efendim, bütün bunlardan anlaşılıyor ki hayatımız bir ân-ı vahidden ibarettir.
Mezar taşındaki kitabe, kitaba girecek kadar güzel ve ibretamiz olan şu cümleyi kulaklarımıza fısıldıyor.
Beni bir Fatiha ile an. Unutma, an bu andır. Dem bu demdir.
Niçin itiraf etmeyelim, bilmek insanı mutlu ettiği gibi, bilmemek de huzur vesilesi olmaktadır. Düşünelim bir kere, bir ay sonra öleceğini bilen adam da rahattan, huzurdan eser kalır mıydı? Halbuki üç günlük ömrü kalan bir insan, tabii ki bunu bilmediği için, daha çok uzun yıllar yaşayacakmış gibi hareket ediyor. En küçük bir endişe bile duymuyor. Uzun sözün kısası, Allah'ın kullarına verdiği en büyük nimetlerden birini de gaybı bilmemesi teşkil ediyor.
İnsanın ömrü ikiye ayrılıyor, birincisini herkesin bildiği, yaşadığı otuz, kırk, elli, altmış, yetmiş, seksen, bilemediniz yüz yıllık zaman dilimi, diğerini ise Ömr-ü Sani dediğimiz ikinci ömrümüz oluşturuyor. Birinci ömrümüz süreli, ikinci ömrümüz ise süresizdir. İnsanın ikinci ömrü, sür git devam ediyor. Bu konuda en güzel sözü Eefendiler Eefendisi söylüyor: İnsan öldükten sonra amel defteri kapanır. Dünya ile bütün ilişkisi kesilir. Fakat üç sınıf insan vardır ki onlar öldükten sonra da yaşarlar. Sevap kazanmaya devam ederler. Bunlar cami çeşme, okul, yol, köprü vesaire gibi Sadaka-i Cariye tesis edenler. Hayırlı evlat yetiştirenler. Eserleriyle ilimlerinden insanları faydalandıranlardır! buyuruyor. İnsanlık tarihine şöyle bir göz attığımız zaman ikinci ömrünü yaşayan, hayırla anılan, eserleri hizmet vermeye devam eden, şanlı ve şanslı kimselere her zaman, her yerde rastlıyoruz. Fani ömrü elliyi bile bulmayan Fatih Sultan Mehmet, ikinci ömrüyle aramızda yaşamayı sürdürüyor. Şehirlerin sultanı olan İstanbul'un ortasına kondurduğu Fatih Camii başta olmak üzere, diğer bütün mabetlerde adı anılıyor. Kendisine dualar ediliyor, Fatihalar okunuyor. Sinan, Süleymaniye'yle hiçbir faniye nasip olmayan sırrı yakalıyor. Her saniye hayırla yad ediliyor. Baki kalan bu kubbede hoş bir sada bıraktığı için bekanın sırrına eriyor. Şeyh Galip, Hüsn-ü Aşkıyla aşkın hüsnünü, şaşkın insanlara bile gösteriyor. Mehmet Akif'in Safahatı, okuyanları sefahatten, sefaletten kurtarıyor. Kısacası alimler, arifler, müellifler, müverrihler musannifler, mütercimler, muallimler, mürebbiler, bilumum ilim ve sanat erbabı saygıyla, hürmetle, minnetle anılıyor. Bu anlamda yerin üstündekileri, büyük oranda yerin altındakiler idare ediyor. Bir kere daha belirtelim ki, insanın gerçek hayatını, varlık sebebini bıraktığı eserler, yani ikinci ömrü teşkil ediyor. Bakınız, işin sırrını keşfeden şair ne diyor:
Adını hayr ile andırmaya eyle gayret
Aleme geldiğine bir taşı terk etme delil
Taşını da naaşını da mahveder amma eyyam
Ebedi daim olur elsinede zikri cemil
Dursun Gürlek