Çoklarının rahat bir şekilde kötü ahlâkı benimsediği bir dünyada; fedakârlık yapacak, hoş görülü davranacak, alttan alıp bağışlayacak, hatalara karşı merhametle, sevgiyle yaklaşacak, hâsılı İslâm'ın hayat veren güzel ahlâkını sinelerinde özümseyerek yaşayacak insanlar azalmış demektir. Bu istenilmeyen durum, Allah korkusu ve vicdanların sesine göre değil de nefsin çıkarları doğrultusunda hareket edilmesinden kaynaklanmaktadır.
"Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerin ta kendileridir."
Kur'an ahlâkıyla yaşamaya çalışanlar ise insanlarla alay etmenin çirkin bir tavır olduğu bilincindedirler. Alay etmenin tersine, birbirlerinin güzel özellikleriyle iftihar eder, birbirlerinin iyiliği, güzelliği ve daha fazla nimete kavuşmaları için Allah'a dua ederler. Kur'an ahlâkını yaşayan bir insanın buna aksi şekilde davranması düşünülemez.
Ancak iman ettiklerini söyledikleri halde bu ahlâkı gereği gibi hayatlarına geçirmemiş kimseler de vardır. Bu kimseler cahiliye toplumlarında olduğu gibi alay etmeyi makul görmez ve açıkça bu ahlâkı savunmazlar; ancak kimi zaman nefislerinin bu yöndeki telkinlerine kapılabilirler. Bazen de bu hastalıkların kendilerinde var olduğunu hissetseler bile, bu hâllerinin Kur'ân'a muhalif olmayacağını düşünerek kendilerini kandırırlar.
Oysaki insan, ancak emek harcadığında, doğru olanı yapmak için irade gösterdiğinde ortaya güzel bir tavır çıkar. Güzelliklerin Nebîsi (s.a.v): "Müslüman, Müslüman'ın kardeşidir; ona haksızlık etmez; onu yardımsız bırakmaz ve onu küçümsemez." der ve "(Göğsüne işaret ederek) Allah korkusu (takva) buradadır; kişiye kötülük olarak Müslüman kardeşini küçümsemesi, onu hor görmesi yeter." buyurur.
O halde mü'mine düşen, kimsenin kimseden üstünlüğünün olmadığını bilmesi, üstünlüğün yalnızca takva ile olabileceğinin idrakinde olmasıdır. Zira alay etme hissi benlik duygusundan ortaya çıkar. Benlik ise daha önceden aşağılık kompleksi yaşamış insanların hissiyatıdır.
Müstehzi bir gülüş, hafif bir burun çekiş, 'aman sen de' der gibi bakış, saçma sapan bir soru, 'Bu da nereden çıktı?' der gibi bir tavır... Şekli, zamanı, üslubu fark etmez...
Bu gün kaç kişiyle alay ettik? Bir düşünelim?
Toplumsal konumu, fizikî özellikleri, mal varlığı, kıyafeti, oturuşu, kalkışı, yürüyüşü, yemek yemesi... Onlarca, yüzlerce, binlerce, yüz binlerce sebepten ve hatta haklı bir gerekçeden ötürü, bu gün kaç kişiyle alay ettik.
Bir insanı küçük düşürmek, incitmek onunla alay etmek arzusu benliğimize ne kadar da yerleşmiş, öyle değil mi? Zira kullanılan kaba kuvvet değil, bir kelime, akıl karıştıran bir soru, bir gülüştür.
Ekseriyetin Müslüman olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Eğer Allah'ın Rasûl'ü (s.a.v) bizler için 'gaye insan' ise ve ona uyduğumuz ölçüde Müslüman isek, kendimize soralım: "Acaba Efendimiz (s.a.v) yaşadığı müddetçe kiminle, nerede ve ne zaman alay etmiş?" Madem ki Efendimiz, Rahmet Peygamberi'dir, mademki âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir ve onun getirdiği ölçülerin tatbik edilmediği, uygulanmadığı, yaşanmadığı hiçbir yerde rahmet tecelli etmez...
Ben rahmet istiyorum...
Kul hakkını affetmeyeceğini bildiğim Rabb'imden sizin, bizim ve hepimiz için mağfiret diliyorum!
Sahi bu gün kaç kişiyle alay ettik?