'Cehennem' gerçek, ama 'sesleri' değil!
İnternet âlemi, bilgiye erişimde sağladığı sınırsız kolaylıklar ve ürettiği binlerce yeni bilginin yanısıra, kimi zaman gerçekliği kuşkulu kent efsanelerinin kamuoyunda süratle kök salmasında da faillere sorumsuzca yardım ve yataklık edebiliyor. Bunun en son örneği ise şu sıralarda çoğu batı kökenli bir çok sitede yer alan ve yoğun tartışmalara yol açan "cehennemin sesleri" başlıklı ürkünç bir ses kaydı…
İlk olarak geçtiğimiz yıl internette boy gösteren bu ses kaydının şöhreti, ABD ve İngiltere gibi batı ülkelerindeki dindar Hıristiyanlar arasında dalga dalga yayılarak sonunda Türkiye'ye kadar ulaştı. Özellikle internet meraklısı genç kuşak dindarlar arasında dilden dile yayılan "cehennem sesleri" adlı bu kaydın günışığına çıkmasına ise -yine sanal alemdeki sitelerin verdikleri bilgilere göre- yaklaşık 15 yıl önce Sibirya'da petrol sondajı yapan bir teknisyen grubu neden olmuş.
Özel efekt uzmanı Okkasöz: "Tamamen masabaşı bir üretim"
Son aylarda ardarda yerli-yabancı bir çok internet sitesinde boy göstermeye başlayan tartışmalı "cehennem sesleri" kaydını, film yapım sektörünün deneyimli isimlerinden özel efekt uzmanı Osman Can Okkasöz ile birlikte inceledik. Bugüne dek 100'e yakın film, dizi ve müzik klibinin ses ve görüntü efektlerini hazırlamış olan Okkasöz, bazı batılı Hıristiyan din adamları tarafından doğruluğuna ilişkin onaylar verilerek "cehennemin sesi" olarak lanse edilen bu 38 saniyelik tartışmalı kaydı önce internet üzerinden çıplak kulakla defalarca dinledi. Ses ve görüntü efektleri uzmanı Osman Can Okkasöz: "Dilerseniz bundan daha korkuncunu yarım saat içinde üretebilirim!"
Ardından da ses kuşağını bulunduğu siteden kopyalayarak bilgisayar ekranı üzerinde doğrusal bir hatta dönüştürdü. Seslerin dalgalı çizgiler halinde bütün ayrıntılarıyla görülebildiği bu hat üzerinde profesyonel bir dublaj mikseri kullanarak ayrıntılı bir inceleme gerçekleştiren Okkasöz, en sonunda Yeni Şafak için şu yorumu yaptı:
"Duyduğumuz bu ses karmaşasının ilk anda çok etkileyici olduğuna hiç kuşku yok. Amacı dinleyenleri olabildiğince ürkütmek ve bu amacına da kolayca ulaşıyor. Bundan 15-20 yıl önce, yani dijital ses kayıt teknolojisi bu denli gelişmeden önce böyle bir kayıt önüme gelseydi, büyük bir ihtimalle ben de normal ötesi bir olay olarak kabul ederdim. Çünkü analog kayıt sistemlerinde böyle bir ses karışımını üretmek çok daha zordu. Ama şimdi öyle değil, filmlerin ses kayıtlarını düzenlerken kullandığımız dijital masalarda akıllara durgunluk verecek miksajlar elde ediyoruz artık. Sözgelimi, sadece bir düzine kadar insanın stüdyoda kaydedilmiş bağırtılarını kullanarak bu sesleri binlerce kişilik bir stadyumun kalabalığına dönüştürebilmekteyiz. Dijital teknoloji sayesinde seslerin neredeyse hücrelerine kadar inip onları dilediğimiz gibi değiştirebiliyoruz."
Bu gibi teknik olanakların artık hukukçular tarafından da iyi bilinmesi nedeniyle, günümüzde ses kaydının mahkemelerde "birinci dereceden" değil, ancak "destekleyici" birer delil olarak kabul edildiğini hatırlatan Okkasöz açıklamalarını şöyle tamamladı:
"Bu bakımdan, dinlediğimiz kaydın insana gerçekten de ürperti veren bir yapısı olmakla birlikte, stüdyo koşullarında bir benzerini üretmek her zaman için mümkün. Bazı korku filmlerden ödünç sesler alıp kayıt masasında bir-iki saat uğraşarak rahatlıkla aynı etkiyi veren bir kolaj hazırlayabiliriz. Hattâ içine sizin çığlıklarınızı da yedirebiliriz. Ünlü Matrix üçlemesinde öylesine karmaşık ses kayıt işlemleri vardı ki buradaki miksaj onun yanında amatör işi kalır. Bir Müslüman olarak cehennemin varlığına inanıyorum, ama cehennemin sesinin bu kadar kolay kaydedilebileceğine inanmak mümkün değil…"
Öte yandan, konuyla ilgili olarak görüşlerine başvurduğumuz sinema sektörünün bu alanda deneyimli diğer iki ismi, Dizi Prodüksiyon Ltd. Şti'nin teknik yönetmeni Doğan Oran ve ses mühendisi Nurettin Tay da tartışmalı ses kuşağını dinledikten sonra Okkasöz'ün yaklaşımına destek vererek, stüdyoların bugünkü teknik koşulları içinde böyle bir kaydı üretmenin çocuk oyuncağından farksız olduğunu belirttiler.
Prof. Gölcük: "Cehennem, onların hayâl ettiklerinden daha korkunç"
Kelam uzmanı Prof. Dr. Şerafettin Gölcük, "cehennem sesleri" kaydının, algı ötesi herşeyi maddeleştirmeye çalışan geleneksel batı zihniyetinin ucube fantazilerinden biri olduğunu belirtiyor.
Cennet ve cehennemin varlığı, ilâhî adaletin tecellisindeki işlevi ve genel yapısına ilişkin tartışmalar ilâhiyat biliminin daha çok "kelam" başlıklı alanını ilgilendiriyor.
Bu konuda görüşlerine başvurduğumuz Konya-Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şerafettin Gölcük, "ödül" ve "ceza"nın zirve noktasını oluşturan her iki mekânın da yaşadığımız an itibarıyla Allah tarafından yaratılmış olduğunu belirtti. Ancak, yine Gölcük'ün verdiği bilgilere göre, bütün muteber İslâmî kaynaklar "bu iki fizikötesi mekânın halihazırda boş olduğunu ve ancak mahşerdeki büyük yargılamadan sonra gerçek sakinlerine kavuşacaklarını" belirtmekte. Ünlü kelam uzmanı, "Bu durumun tek istisnası peygamberlerdir" diyerek ilginç açıklamalarını şöyle sürdürdü:
"İslâm mezhepleri arasında bir tek Mutezile ekolu cennet ve cehennemin önceden yaratılmış olduğunu kabul etmez. Onun dışındaki bütün ekollere göre, hem cennet hem de cehennem içinde bulunduğumuz şu an itibarıyla vardır.
Ancak, her ikisi de bütün güzellikleri ya da bütün korkunçluklarıyla boş durumdadır. Yalnızca ismet (günahsız) sıfatını taşıyan peygamberler için bir istisna sözkonusudur ki biz Müslümanlar, elimizdeki bilgiler ışığında onların bütün mümin insanlardan daha önce cennete kabul edilmiş olduklarına inanıyoruz. Diğer insanlar ise mutlaka Allah huzurunda tek tek yargılanacak ve hesap defterlerindeki günah-sevap dengesine göre gidecekleri nihai adrese gönderileceklerdir."
Prof. Dr. Gölcük, insan algılarının çok ötesinde birer fizikötesi mekân olarak, cennet ve cehennemin kesinlikle içinde yaşadığımız bu fiziksel âlemin dışında olduğunu vurgulayarak, "Batıl bir bilgiyle tebliğ yapılamaz. Cehennemi somut bir adres olarak dünyanın çekirdeğindeki sıcak bölgeyle özdeşleştirmek olsa olsa dinsel bir cehalettir. Bu, Hıristiyanların da yalnızca bir bölümünün inandığı komik bir bidattır. Bugün çağdaş bilimsel verilerin ışığında dünyanın merkezinin korkunç bir mağma kütlesini barındırdığını ve fokur fokur kaynadığını biliyoruz. Buna bağlı olarak da bir çok sismolojik yer hareketleri oluşuyor. Eğer sözünü ettiğiniz ses kaydı stüdyoda üretilmediyse ve bu gerçekten yerin altına indirilen mikrofonların algıladığı bir ses ise o durumda da hiç şaşırmam. Çünkü devâsa boyutlarda bir alandan ve orada ortaya çıkan dehşetengiz jeolojik seslerden söz ediyoruz. Tıpkı deprem sırasında duyduğumuz sesleri binbir farklı şeye benzetmemiz gibi bu kayıtlar da çeşitli biçimlerde algılanabilir. Ama cehennemin sakinlerinin sesi olamayacağı ise kesin. Çünkü cehennem, bu fantaziyi üreten insanların hem çok uzağında, hem çok yakınında, hem de onların tahayyül edebildiğinden çok daha korkunç bir yer. Orada yaşanacakları kaydetmeye, ne bugün ne de yarın hiçbir dünya yapısı teknik aracın gücü yetmez. Bu, dinî açıdan saklı bir bilgidir."
"Kabir azabı" iddiaları
Bazı araştırmacıların bu sesleri cehennemden gelme değil de "toprak altında kabir azabı yaşayan insanların çığlıkları" olarak yorumladıklarını hatırlatmamız üzerine ise Prof. Dr. Gölcük, bu gibi tezlerin herşeyi maddeleştirmeye çabalayan ve ancak o şekilde inanmaya eğilim gösteren çağdaş batı düşüncesinin birer yansıması olduğunu belirterek açıklamalarını şöyle noktaladı:
"Öte dünyadaki ödül ve cezaya inanıp inanmamak, zaten sınavın kendisi ve kilit noktasıdır. Allah dileseydi o dünyanın somut ipuçlarını biz yaşayanlara sunardı. Ama o zaman da sınavımız sınav olmaktan çıkardı. Gençlerimiz bu tür fantazileri kesinlikle ciddiye almasın ve hak olan inançlarına sımsıkı sarılsınlar. Çünkü gönülden inananlar için hayatın bizatihi içinde öte âleme ilişkin yeterince ipucu vardır. Kabir azabı gibi tamamen soyut âlemde yaşanan algı ötesi bir cezayı insan yapısı basit bir teyple kaydetmeyi ummak, kanımca gülünç bile değil aksine trajik bir durum. Ölümlüler için, ahiretin manevî kapılarından dünyaya doğru bu yönde bir bilgi akışı ölüme dek kesinlikle kapatılmıştır."
Efsanenin kökenleri /
Ses kaydını gerçekte kim yaptı?
İnternetteki dinsel içerikli sitelerde bulunan ve pek çoğu daha öncekilerden birebir kopyalamayla hazırlanmış olan yüzeysel açıklamalara göre, "cehennem sesleri"nin kökeni 1990'lı yılların başlarına (bir başka kaynağa göre ise 1980'lerin ortalarına) dek uzanıyor.
Bazı batılı magazin gazetelerinin yaptıkları sansasyonel haberler "yeraltındaki cehennem" efsanesinin kısa sürede yayılmasını sağladı. İşte bunlardan birinin iddialı başlığı: "Araştırmacılar cehennemin sesini kaydetti"…
O tarihlerde Sibirya'da petrol sondajı yapan jeolog Dr. Azzacov lideriğindeki bir Rus ekibi, bölgedeki yer hareketlerinin yapısını saptayabilmek için yüzeyin 14,5 kilometre altına bir ses kayıt cihazı ve bir termometre indirirler. Daha sonra cihazlar yukarı alınıp yapılan kayıtlar dinlendiğinde, binlerce insanın çok büyük ve akustik bir alanda aynı anda çığlıklar atmasını andıran ürkütücü bir ses yumağıyla karşılaşılır.
1990'ların başlarında "cehennem sesleri"ni kaydeden sondaj ekibinin lideri olduğu ileri sürülen, fakat bugüne kadar hiç kimsenin ulaşamadığı Rus mühendisi Dr. Azzacov…
Ayrıca o derinlikte ölçülen sıcaklığın beklentilerin çok üstünde olması da (1100 Celcius derece) ekibi iyice korkutur. Olaya geniş yer veren web siteleri bu şaşırtıcı bulgudan sonra şirketteki mühendis ve teknisyenlerin işi topluca bıraktıklarını ileri sürüyorlar. Ayrıca yine bütün sitelerde, kendisini ateist olarak tanımlayan Rus mühendis Dr. Azzacov'un "Bu olaya tanık olduktan sonra artık cehennemin varlığına kesinlikle inanıyorum" şeklindeki bir "açıklamasına" ve bir Amerikan gazetesinin olayla ilgili haberinin kupürüne yer verilmiş. Ancak sözkonusu olaya ilişkin olarak kamuoyuna sunulan bütün bu bilgiler, insan isimleri, belgeler ve tarihler tamamen muğlak. Sözgelimi bugüne dek hiçbir araştırmacı Dr. Azzacov diye birine ulaşamamış. Böyle bir sondaj ekibinin gerçekten varolduğu bile tartışmalı. Kent efsanelerini sorgulayan bir başka web sitesi ise hikâyenin 1990'ların ortalarında Age Rendalen adlı Norveçli bir ilkokul öğretmeni tarafından uydurulduğunu ve Rendalen'in masaüstü bir bilgisayarda ürettiği ürkütücü sesleri, arka plana yerleştirdiği bulanık bir senaryoyla birlikte internette başarıyla yaydığını ileri sürüyor.