> 1 <
Kırık Link Bildir! #237346 15-07-2007 21:06 GMT-1 saat
Rahmetli onkolog doktor Haluk Nurbaki Hoca'nın anlat tı ı Diyarbakırlı Yusufun bu sırlı hayat hikayesi gerçekten çok enteresan ve akıl sahipleri için oldukça düşündürücü mesajlar ihtiva ediyor:
Yusuf'un başından geçen hikaye muhteşem bir derviş hikayesi... Yusuf, Diyarbakırlıydı. Onunla dostlu umuz vardı. Kendisiyle sık sık sohbet ederdik. Bir gün sohbet sırasında bir şeyi hatırlayamayınca kendisine takıldım. O da bana:
-Nurbaki Hocam, sen benim hikayemi bilmiyorsun. Ben tamir edildikten sonra arada bir tıklayan tamirden geçmiş bir saat gibiyim, dedi.
-Ne oldu, hayrola dedim.
Yusuf, çocukluktan itibaren hayat hikayesini anlatmaya başladı.
-Benim babam çok zengindi. Evimizde en aşa ı yirmi otuz tane hizmetkâr çalışırdı. Bir gün mahallemize bir Allah dostu, bir derviş geldi. Yıkık bir duvar kenarında kendine tahtadan bir kulübe yaptı ve orayı mekân tuttu.
Babam çok Müslüman bir adamdı. "Bu derviş mahalle mize geldi, biz de hamd-ü senalar olsun hâli vakti yerinde bir aileyiz. Bu dervişe bakmak bizim borcumuz. En güzel yemekleri hazırlayın. Yalnız dervişe hürmeten yemekleri hizmetkârlar götürmesin, o lum Yusuf götürsün" dedi.
O zamanlar ben yedi yaşındaydım. Hakikaten sonra anladım ki, ben götürmesem adam kabul etmeyecekmiş. Çünkü pek çok yardım etmek isteyenler olmuş ama derviş kabul etmemiş. Ama Yusufun o zengin ailenin biricik o lu oldu unu ve kendisine hürmetten dolayı çocu un yemek
getirdi ini görünce kabul etmiş. Yusuf ile yavaş yavaş ahbap lık peyda eden derviş, bir gün Yusuf a:
-Yusuf sana bir deve yapayım ister misin, demiş.
-istemez olur muyum derviş amca, demiş Yusuf.
-Öyleyse sen bana evden verdikleri yemeklerden gayrı çerez getireceksin. Ama evin haberi olmayacak bu getirdik lerinden, demiş.
(Burada oldukça sırlı bir incelik var.)
Derviş, işin ehemmiyetine binaen tekrarlamış:
-Unutma, sen kendine ait çerezlerden vereceksin. Deve başka türlü olmaz. Çerezi baban gönderirse deveyi babana yaparım, demiş.
Bunun üzerine Yusuf hakikaten her geliş gidişinde derviş babaya çerez, üzüm falan getirmiş. Devamlı da soru-yormuş devemin bitmesine ne kadar kaldı diye. Aradan altı ay kadar bir zaman geçtikten sonra bir gün derviş demiş ki:
-Müjde, deven yarın tamamlanacak. Yalnız iki gözü kaldı, iki tane badem getir gözünü de yapayım deve tamam lansın, demiş.
Yusuf sabaha kadar uyuyamamış sevinçten. Sabah cebi ne iki tane badem koymuş gelmiş derviş babanın kulübesinin kapısına. Kapıdan girmiş bir de bakmış ki derviş baba dün yasını de iştirmiş.
Yusuf bana, "Ne kadar üzüldüm doktor bey" diyor. "Altı ayın ümidi bir anda sönüverdi. Bir taraftan sevdi im bir insanın ölümü, di er bir taraftan da devenin gaybubeti beni baya ı sarstı. Bademlerimi fırlatıp attım yere ve eve gidip durumu haber verdim. Herkes seferber oldu... Cenazesi yı kandı, namazı kılındı ve defnedildi.
* * *
Aradan on iki sene gibi uzun bir zaman geçti. Ben ciddi bir hastalı a yakalandım. Babam evvela Diyarbakır'daki dok torlara, sonra istanbul'daki doktorlara götürdü. Hepsinden aldı ı cevap:
-Şizofreni bu. Tedavisi imkansız, oldu.
Bu hadise elli sene evvel geçmiş bir hadiseydi. Gerçek ten o zaman şizofreninin hiç tedavisi yoktu, diyor.
Ama buna ra men Yusufun babası Paris'te meşhur bir ruh doktoru oldu unu duymuş. Galiba adı Şarko idi, ona gitmişler, o doktor da:
-Benim yapabilece im bir şey yok. Sen kalkıp Türkiye' den buralara geldi ine göre varlıklı birisin. Bu gibi hastalara yapılacak tek şey iyi bakılması için birisini tutmak. Çünkü böyle hastalar kendi kendine yemek yiyemez. Kaşı ı a zına de il, kula ına götürür. So ukta soyunur, oturur ve genellikle de zatürreden ölürler. Sen buna ne kadar iyi baktırırsan o kadar uzun yaşar, demiş.
Yusufun babası istanbul'a gelince Yusufu akıl hastane sine yatırmış. Ona bakması için ayda iki altın gibi yüksek bir ücretle bir adam tutmuş. Adam ayda iki altını kaybetmemek için YusuPu ölüme götürecek her türlü yanlıştan alıkoyan bir bakıma tâbi tutuyormuş. Ama günün birinde YusuPun ateşi çıkmış ve o belli meş'um akıbet onu yakalayarak zatürre olmuş.
Bundan sonraki hadiseleri sana iki postada anlataca ım diyor Yusuf.
Bunlardan birincisi; benim hâlimi, durumumu gören hasta bakıcı ve de doktorların anlattıkları... ikincisi de ondan sonraki ben...
* * *
Doktorlar benim ateşimin yükseldi ini ve komaya girmek üzere oldu umu görüyorlar ama yapabilecekleri, ellerinden gelen bir şey yok.
O zaman, a ırlaşmış hastaların etrafına yataktan düşmnesin diye tahta çakarlardı. O zamanın hastanecili i bu kadar işte... Fakat diyor Yusuf, benim bakımımı üzerine alan adam çok müteessir. Çünkü bir nevi ekmek kapısı kapandı gibi.
Hastane yetkilileri, hemen Yusuf'un babasına telgraf çekmişler. "O lun dünyasını de iştirdi gel al" diye. Çünkü bir insanın zatürre komasından çıkması o günkü tıbbi imkanlara göre imkansız.
O koma sırada ben bir rüya görüyorum. Zaten herşeyi o rüyadan itibaren hatırlıyorum. Çünkü rüyamdan önceki şizofrenik devremi hatırlamıyorum.
Bir çölün içindeyim, o ateşin de tesiriyle nasıl yanıyo rum. Hem susuzlu um, hem de güneş de di de ecek tepeme. Böyle bir sıcaklı ın içerisinde artık canım çıkmak üzere. Hiçbir umudum yok, su denilen şeyin esamesi görün müyor çölde.
Fakat uzaklardan bir siluet farkettim. Bir deve ve önünde bir adam bana do ru yaklaşmaya başladı. Derhal tanıdım.
Bizim derviş babaydı bu. Bir devenin yularından tutmuş geliyordu.
-Yusuf deveni getirdim, dedi ve beni tuttu devenin üstüne bindirdi.
Fakat birşeyi çok net hatırlıyorum; derviş babanın yula rını tuttu u devenin gözleri yoktu. Yani bana, senin getirdi in çerezlerden yaptım demek için gözsüz bir deve getirmişti. . Çünkü devenin gözleri için gerekli bademleri teslim edememiştim.
Devenin üzerine bindi im an gözümü açtım. Etrafı tahta larla çevrili demir bir yataktayım. Yanımda doktor ve hasta bakıcılar... Ateşim düştü ü için terden sırılsıklam olmuşum. Neden orada oldu umu hiç hatırlamıyorum.
Doktorların hayret etti i şey benim normale dönmem. Zatürre komasından çıkmak mümkün de ildi ama çıktım. Peki, şizofreniyi nasıl atlattım diye hayretler içerisinde kaldılar. Böyle bir mucizeye ne rastladık, ne de gördük. Olaca ı varmış, oldu, dediler.
Yusuf'unun cenazesini almaya gelen dertli baba, o lunu salim ve sa lıklı görünce bir sevinmiş ki sormayın. Yusuf daha sonra bütün olan biteni babasına da anlatmış.
Yusuf diyor ki, doktorum derviş baba, o kadar ince bir Mimarî ile kaderimi işlemiş ki, ben yanına hizmet etmeye gitti im zaman kaderimdeki şizofreniyi gördü. Bana iyilik yapmak istedi. Ama bu iyilik kaderimi de iştirmek şeklinde olamazdı. Çünkü kadere müdahale ancak Fahr-i Kainat (sav) sırrı ile olur. Fahr-i Kainat (sav) sırrında "Sadaka ömrü tezyid eder (uzatır)" emrini alıyor ve çocu a sadaka verdiriyor. Sadaka sırf çocu a ait olsun diye "Baban göndermesin, sen kendininkinden ver" diyor. Kader ekranında ömrünü tezyid ediyor. Bambaşka bir âleme döndürüyor.
Yusuf, "Ah o benim devem! Ona bindi im anda ne biçim kader de işimi oldu. insanların anlaması mümkün de il. Ben bile zor anladım" diyor.
Yusuf, "Ben o hâdiseden sonra hayatta bir gün bile namazı terk etmedim" diyerek hem maddî hem manevî kur tuluşuna kapılar açan derviş babaya dualar ediyor.
Evet, her evliyaullah gibi ilmini Allah'a havale etmek suretiyle zaman ve mekânla kayıtlı bulunmayan bir ruha sahip olan derviş baba, bu masum çocu un gelece ini, ileride başına gelecekleri gördü ve Yusuf'un maddesiyle beraber mânâsını da canlandırdı.
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu