> 1 <
Kırık Link Bildir! #1879 19-02-2006 23:25 GMT-1 saat
HAYATIM FİLM
Cem Yılmaz, "İlkokuldan beri. 5 bin senedir bir sinema filminin afişinde ismimi görmek istedim" diyor: "Çocukluğumdan bu yana kamera bulduğumda önüne geçerim." Ve Sürdürüyor: "Turizm okurken de turizm hedefim yoktu. Film çekerek belki turizme katkım olabilir. Filmimi Avrupa'da izleyen birisi 'şu adamın ülkesine bir gideyim' der falan!"
CEM YILMAZ ŞARKICI OLUYOR
Stand-up'ın ünlü ismi Cem Yılmaz, kendisine gelen kaset tekliflerini değerlendirmeye karar verdi. 'Grup Vitamin' gibi komik şarkılar söyleyeceği bir kaset çıkarması için üç şirketten teklif alan Yılmaz, "Hepsi birbirinden cazip. İyi para önerdiler, birini seçeceğim" dedi. Şarkı sözlerini kendisi yazacak olan şovmen, önümüzdeki yıl kaseti piyasaya çıkaracak. Cem Yılmaz, "Yıllardır ekrandan gelen teklifleri reddettim. Ama kaset işi aklıma yattı" diyor.
Deli misin, Hayatım Film
Cem Yılmaz ile konuşmak öyle sanıldığı kadar kolay değilmiş. İlk randevu günü "ağaç olunca" anladık bunu. Birkaç gün sonra gazetemize gelince "mazeretini kabul ettik. "Ben çok düzenli yaşayamayan bir insanım. Ne olur sizi beklettiğim için kusura bakmayın" dedi. Bunu söylerken en şirin halini takındığı için fazla bir şey söyleyemiyor insan. Filmde bütün hayali bar açmak isteyen Cem Yılmaz'la bir barda görüştük… Her Şey Çok Güzel Olacaktı… Oldu mu sence? "Gösteri çok heyecanlı bir şey.2.5 saat durmaksızın anlatıyorum reaksiyonu alıyorsunuz hemen. Filmde ise yaptığınız işin reaksiyonunu birkaç ay sonra alabiliyorsunuz. Bu kadar gecikmeye açık bir insan değilim. Seyircinin reaksiyonunu öğrenmek için gizlice sinema salonuna gittim. Sinemayı bilen insanlar da hoş şeyler söylüyorlar. Filmin öyküsünü yazarken senaryoyu hazırlarken daha önce karikatür yapmanın çok faydası oldu. Filmdeki tipler karikatürize tipler. Çevremdeki insanlardan, ağabeyimden, babamdan arkadaşlarımdan gözlemlediğim şeyleri de yazdım."
Yaptığım film izlenmez, beğenilmez kaygısı taşıdın mı?
"Taşımaz olur musun. Korktum tabii. İnsanların mutlu ayrılmasını istiyordum, iyi bir gişe hasılatı. Bunlar zaten işin ölçütleri. Popüler olmanın elbette bir katkısı oldu. Ben 3.5 senedir tek bir gün boş koltuğa gösteri yapmadım. Ama buna dayanarak sallama bir işde yapmadım. Filmin starı muamelesi görmek hoşuma gidebilir, egomu okşar. Ama benim güvendiğim bu işe emek vermiş olmamdı. Böyle yola çıktım."
Hani küçüklükten beri hayalimdir denir ya. Senin de film yapmak gibi bir düşünce oldu mu kafanda?
"Deli misin, hayatım bununla geçti. İlkokuldan beri. 5 bin senedir bir sinema filminin afişinde ismimi görmek istedim. Çocukluğumdan bu yana kamera bulduğumda önüne geçerim. Sünnet düğünlerinde kameranın önüne geçerdim. Düğünlerde piyanistlerin arkasında onların çalmasını izleyerek sahneye çıkardım. Bunun için çok emek verdim. Rastlantı değil hiçbiri. Yaratıcı imgeleme diyorum buna. Turizm okurken de turizm hedefim yoktu. Film çekerek belki turizme katkım olabilir. Filmimi Avrupa'da izleyen birisi şu adamın ülkesine bir gideyim'der falan!"
Stand up fırtınası seninle mi başladı?
"Şimdi benimle benzer iş yapan insanlar var. Ama kimseye benzer bir iş yaptığımı söyleyemem. Basiretsiz taklitçi insanlarla adımın anılmasını istemiyorum. Bulunduğum noktayı bir mertebe sayıp değerlendirecek durumda değilim. Benim yaptığımı 40 sene evvel yapan insanlar vardı. Ancak bundan üç sene evvel bu işe başladığımda bu iş 10 senedir yapılmıyordu. Benim şansım bu oldu.
Her katıldığın programda senden komik bir şeyler yapman bekleniyor. Sıkılıyor musun?
"Hayır ben insanları güldürmekten zevk alıyorum. Hayat elbette ki lay lomdan ibaret değil. Ama ben bu yönünü seviyorum. İnsanları güldürmek kolay değil. "Güldürürken düşündürmek" lafından nefret ediyorum. Gülmek gaz çıkarmak gibi bir refleks değil ki. Güldürmek ciddi bir iş."
Çok para kazandın bu işten. İnsanın başını döndürmüyor mu?
"Ben zaten çok fakir bir insan değildim. Nedense böyle aktarıldı. Bu klişeyi sevmedim halde. Otomobili seviyorum gerçekten. Ama ben lisede okurken de okula otomobille giderdim. Para sıkıntım oldu. Ama bu babamdan para almak istemediğim için oldu. Liseden bu yana çalışıp kazandım. Fütursuzca harcadığım tek para otomobil için. Benim üç tane otomobilim var. Biri porche. Film çekimleri sırasında kullandık. Kaza atlattı. Tamir edilmez bir şekilde parçalandı. Biri 79 model Anadol yeni aldım. Onu da kullanıyorum. Büyük bir keyif alıyorum. Bu bir gönül zenginliği."
Bugün, dört yıl yapamadığın şeyleri yapıyorsun. Türkiye'nin en güzel kızları ile birlikte olabiliyorsun. Önemsiz mi bu?
"Elbette önemli. Demet Şener güzel bir kadın. Çok zevkli bir şey onunla birlikte olmak. Zaten onun önemli olduğunu hissedersen tadına varırsın.
Şener'e gerçekten sahte yüzük mü hediye ettin?
"Kesinlikle öyle bir şey yok. En ucuz yüzük bile hediye etmedim. Kadınları, onlara yüzük alıp tavlayan bir insan değilim ki. Çok yakışıklı da değilim. Öyle oturup göz kırpayım falan."
Neden uzun sürmüyor ilişkilerin?
"Valla boy farkından … Sema Şimşek'le 25 santim , Demet Şener'le 10 santim boy fark vardı aramda, anlaşamadık (!) Sanıyorum yalnız yaşaması gereken bir insanım. Benim yaşam tarzımda birliktelik kolay kaldırılacak bir şey değil."
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#1880 19-02-2006 23:30 GMT-1 saat
Şamdan
'Benden iyi damat olur ama akıllı gelin yok!...'
Panjurunu açmış bütün kelimelerin.
Yüreğinin pencerelerinden ürkek kuşları havalandırıyor.
Bir başına çadır kuruyor, hayatın gülümseyen yanına. Görüntüsüyle ciddi kimliği andırıyor. Oysa yaslandığı duvarlar bile, arkasından gülüşüyor. Yüreğinin aküsünü böyle dolduruyor belki. Sahneye çıkınca, gözlerine kor ışıklar düşüyor.
"Peki sen bu aleme nasıl düştün?" diyorum da, cevaplıyor.
"Aslında işimi tiyatro salonunda yapmayı hedefliyordum, bunlar oldu. Benim magazin basınında malzeme olacak bir durumum oluştu, göze çarptık. Aleme düşme meselesine gelince, herhalde yaştan ve yaşam şeklinden dolayı düşmüş olmam gerek. Yoksa ben karikatür çizerken de, dergi okurları tarafından ismi bilinen biriyken, fazla tanınan biri değildim."
Bu işe para için koşmadım
Dişlerinin arasını "dolarla" karıştıran petrol milyarderleriyle Cem Yılmaz'I karıştıranlar var. Öylesine ki, bazen yeni zenginler listesinde anılıyor.
Gösterilerindeki esprilerinde bol kepçe para var ya…
Ayaklarının altından "para ağacı"çıkıyor sanılıyor.
"Sanatı para için mi yapıyorsun?" dediğimde, gerçeği açıklıyor.
"Ben mizah esprisini sahneye taşırken, daha canlı olsun istedim. Para kazanma meselesi, başarıyla gelen bir şey. Benim kazandığım para, multimilyarder biri için çok önemsiz bir şey. Başkası için de çok önemli. Benim gösteri sanaatına başlama sebebim hep iyi ve güzel şeyler yapmak içindi. Bu işten para kazanmayı hakikaten hiç hayal etmedim."
Bu ülkede havalar hepten bozdu. Sanat alemi soyunmaktan başka mahareti olmayan kadınlarla besleniyor. Maşallah, ırzına geçiliyor sanatın. Evinden kaçan kızlar bile, "sanatçı" duvarına yaslanıyor.
"Ne iş?" diyorum Cem Yılmaz'a, "Soyunan kadınlara neden sanatçı diyorlar?" Aldığım cevap karşısında içimin yağları eriyor. "Valla herhalde isim bulamadıkları içindir. Çünkü direkt olarak 'Bu orospu arkadaşımız yakında dizi çevirecek' diyemedikleri içindir."
Komik adamı, ciddiyet örtüsünün altına itekliyorum Cem'i. "Hangi konularda ciddi olarak ilgilisin?" diyorum.
Beni şaşırtmıyor. Sahnede çok makara yapıyor görünse de, işindeki ciddiyeti belirtiyor öncelikle. "Karikatür çizerken de böyleyim."diyor. Karikatür terbiyesinin önemine değiniyor.
Genç kızların yürek çarpıntıları, magazin basınında pek sık duyuluyor.
"Kızlar sana bayılıyor." Diyorumda, "Yok canım!.." diyor. "Oooo, bu Cem, çok alçakgönüllü…" diyorum kendi kendime, duyuyor. Bana gerçekleri açıklıyor, toplumsal gerçekleri…
"Genç kızların bana gerçekten bayıldığını zannetmiyorum. Benim için öldüklerini falan düşünmek, inandırıcı gelmiyor. İnsanlarla sahnedeki alışveriş çok önemli. Sahne yukarıda diye, insanları aşağıda bir yere yerleştirmek pek doğru değil."
Hayat koşusunda kısa sürede, büyük yol katetti.
Kıvrak zekası, kültürü Cem Yılmaz'dan "büyük adam" yaratmaya yetti. Şöhret olmadan önceki hayalleriyle, şimdiki gerçek arasındaki çelişkiyi merak ettim. Yokmuş.
"Ben çok bilinçli hareket ettiğimi düşünüyorum. Benim hayatla ilgili çok büyük hayallerim olmadığı için ekonomik doygunluğu yaşadım. Tekne alacak kadar para kazanmadığın halde, onu hayal edersen hata yaparsın. Süper lüks bir arabaya biniyorum ama bu benim hedefim değldi ki. Ben o parayı kazandıktan sonra o arabayı aldım."
Cem Yılmaz, ısınmak için türküler yakmıyor.
Akıllı olmayan hiçbir güzele de, yan gözle dahi bakmıyor.
Kendi söylüyor, "Akıllı kadın ilgimi çeker." diye.
Bir kadınla geçinmenin zor olduğunun farkında. Ne de olsa tecrübeli çocuk.
"Bir kadınla ikili oluşturmak çok zor. Bir yanda hayat mücadelesi, öte yanda yaptığınız işle ilgili şartlar oluşuyor. Neyin gerçek, neyin sahte olduğnu bilemiyorsunuz. Bazen samimi olmaya zamanınız olmuyor. Bazen hakikaten kıymete layık birini gözden kaçırabiliyorsunuz. Ondan sonra çok dangalak birisini, peri gibi görebiliyorsunuz. Bunlar anlık şeyler. Ama insan zamanla dersini alıyor. Ben şu anda dersimi almış değilim ama daha tedbirli davranıyorum. Bu işler gönül işi. Fiziksel sorunları hallettikten sonra, başka bir şey arıyorsunuz. Büyük bir ihtimalle, bulunması zor bir şey arıyoruz ki, bulamıyoruz."
Televizyonlar madara istasyonu!
Bugünün düzeninden rahatsız olduğu bal gibi ortadayken, galiba diyorum, geçmişe açıyor avucunu…
"Senin için eskilerden kim kaldı?" diyorum. Yine duygulu tarafından tutuyor sorumun ucunu.
"Eskilerden kim kaldı sorusunun cevabı, 'Herhalde kimse kalmadı.' Gibi sakat bir noktaya geliyor. Çünkü insanların televizyonda bir madara olma durumu var. Düşünün, Dustin Hoffman Amerika'dan kalkıp, tatil için Bodrum'a geliyor. Adam dünya çapında aktör ama adamı iki dakikada çamur banyosu falan madara ediyoruz. Bazı şeylerin kafanızda imajları vardır. Mesela Orhan Gencebay'ın şarkısını siz başka duygularla dinlemişsinizdir ama klibini izliyorsunuz ve "Oldu mu ya?" diyorsunuz. Eskilerden kim kaldı dersen, aklımıza kim geliyorsa, onlar kaldı. Bahsettiğimiz zaman yüzümüze tebessüm verenler kaldı."
Fosil düşüncelerin egemen olduğu bir düzende, birilerine taş atıyorum.
"Pisagor bağıntısını okullarda öğretiyorlar da, iyi mi ediyorlar?" diyorum. "Aşk üçgeniyle ilgili bir problem çözerken yardımcı oluyorsa çok iyi ediyorlar."diyor Cem.
Sevmenin bile yasaklandığı bir ülkede, Pisagor"un geçim derdine ne kadar çare olduğunu büyüklerimiz de biliyordur herhalde.
Cem'in zaten duygulu bir anına rastlamışken, içinin yükünü boşaltmasına yardımcı oluyorum. "Ayağımız her an gazda olmalı." Diyor Cem, "Çünkü yaptığımız işle anılıyoruz, iş yoksa, biz de yokuz." diyor.
Siyasetin bilimi var
Politika denince düşlerini eşkiyalar basıyor Cem'in.
O eşkiyaların kimler olduğunu söylemeye gerek yok zaten.
Politikaya hiç meraklı değil. Hiç hoşlanmadığı bir dal. Başbakan olsa yönetim şeklini değiştirmiş, "Herkes kafasına göre takılmalı."diyor.
Siyaset bilimine uzanıyor kelimeleri. Politikayı, bilim adamlarının yapması gerektiğni savunuyor. Ülkemizde müteahhitlere kalan politikayı…
Atatürk'ün büyüklüğüne yer açıyor. "Atatürk'ten sonra, kararlı bir politik duruş, bir tavır, Cumhuriyet tarihinde görülmedi. Bir iki tane girişim var, onlar da Türkiye'ye Nescafe getirmek gibi eylemler yaptılar."Öyle bir ülkedeyiz ki, her saat başı ateş benzin emiyor.
Kendi mayınına basıyor insanlar. Bela geliyorum demiyor.
Cem'e soruyorum, "Bu ülke neden bu kadar belalı?"
"Herkes çok akıllı da ondan." Diyor.
"Herkesin kafası çok iyi çalışıyor, herkes fırlama. Problem burada. Ve herkes bir numara. Mesela, Süpermen gelsin uçsun, biri ortaya çıkıp "Ne var yani ben de konabiliyorum.'der. Herkesin bir numara olma sevdası var. Hakikaten birçok insan bunu hakediyor ama memleketin ekonomik hali feci. Ve maddi anlamda bir tatminsizlik var ki, bu çok önemli. Herkesin çok kazanmasını tabii ki istiyorum. Ben tırmalayarak kazandım. Adamın benim kazandığım parada gözü var. Madem parayı kazanmak istiyorsun, o zaman patlat bombayı, bir şey yap. Pırıltılı bir memleket ama ekonomik sorun var. Rahat olsa, her anlamda çok daha lezetli yönetimler olacak. Herkes yırtmak istiyor ama bu öyle olmuyor! Kurnaz değil de, akıllı olmak lazım."
Çatık kaşlı insanlar ülkesinde, yürekleri şenlendirmeye çalışan birine "Komik adamların ekonomiye katkısını"soruyorum.
Politik eşkiyaların katlettiği bir ekonomik düzeni ayakta tutan "temel direklerden birinin" karşımda durduğunu bilerek üstelik.
Katkı payını inkar etmiyor.
"Şöyle katkısı olabilir, komik adamlar insanların derdini alıyor. İnsanlar gösteriden ayrılırken, onların kafasında bazı şimşeklerin çakması beni mutlu ediyor. Ben işin sadece güldürme tarafına bakıyorum. Güldürürken düşündürme tarafına bakmıyor Ama insanın anlatırken düşündürmemesi mümkün değil zaten. Ya da karşımdaki kendi bilinciyle düşünüyor,. Bir çok insan, bu güldürme işinde çok para var diye, bu sektöre girmiş olabilir. Bu bir ekonomik katkıdır.
İkincisi, düşüncede hız kazanmayı öğretiyoruz. Bizlerden bazı doneler alıp, bunu kendi işine uygulamak bir ekonomik katkıdır. Girişimcilik yani…"
'Benden iyi damat olur ama akıllı gelin yok!...'
Panjurunu açmış bütün kelimelerin.
Yüreğinin pencerelerinden ürkek kuşları havalandırıyor.
Bir başına çadır kuruyor, hayatın gülümseyen yanına. Görüntüsüyle ciddi kimliği andırıyor. Oysa yaslandığı duvarlar bile, arkasından gülüşüyor. Yüreğinin aküsünü böyle dolduruyor belki. Sahneye çıkınca, gözlerine kor ışıklar düşüyor.
"Peki sen bu aleme nasıl düştün?" diyorum da, cevaplıyor.
"Aslında işimi tiyatro salonunda yapmayı hedefliyordum, bunlar oldu. Benim magazin basınında malzeme olacak bir durumum oluştu, göze çarptık. Aleme düşme meselesine gelince, herhalde yaştan ve yaşam şeklinden dolayı düşmüş olmam gerek. Yoksa ben karikatür çizerken de, dergi okurları tarafından ismi bilinen biriyken, fazla tanınan biri değildim."
Bu işe para için koşmadım
Dişlerinin arasını "dolarla" karıştıran petrol milyarderleriyle Cem Yılmaz'I karıştıranlar var. Öylesine ki, bazen yeni zenginler listesinde anılıyor.
Gösterilerindeki esprilerinde bol kepçe para var ya…
Ayaklarının altından "para ağacı"çıkıyor sanılıyor.
"Sanatı para için mi yapıyorsun?" dediğimde, gerçeği açıklıyor.
"Ben mizah esprisini sahneye taşırken, daha canlı olsun istedim. Para kazanma meselesi, başarıyla gelen bir şey. Benim kazandığım para, multimilyarder biri için çok önemsiz bir şey. Başkası için de çok önemli. Benim gösteri sanaatına başlama sebebim hep iyi ve güzel şeyler yapmak içindi. Bu işten para kazanmayı hakikaten hiç hayal etmedim."
Bu ülkede havalar hepten bozdu. Sanat alemi soyunmaktan başka mahareti olmayan kadınlarla besleniyor. Maşallah, ırzına geçiliyor sanatın. Evinden kaçan kızlar bile, "sanatçı" duvarına yaslanıyor.
"Ne iş?" diyorum Cem Yılmaz'a, "Soyunan kadınlara neden sanatçı diyorlar?" Aldığım cevap karşısında içimin yağları eriyor. "Valla herhalde isim bulamadıkları içindir. Çünkü direkt olarak 'Bu orospu arkadaşımız yakında dizi çevirecek' diyemedikleri içindir."
Komik adamı, ciddiyet örtüsünün altına itekliyorum Cem'i. "Hangi konularda ciddi olarak ilgilisin?" diyorum.
Beni şaşırtmıyor. Sahnede çok makara yapıyor görünse de, işindeki ciddiyeti belirtiyor öncelikle. "Karikatür çizerken de böyleyim."diyor. Karikatür terbiyesinin önemine değiniyor.
Genç kızların yürek çarpıntıları, magazin basınında pek sık duyuluyor.
"Kızlar sana bayılıyor." Diyorumda, "Yok canım!.." diyor. "Oooo, bu Cem, çok alçakgönüllü…" diyorum kendi kendime, duyuyor. Bana gerçekleri açıklıyor, toplumsal gerçekleri…
"Genç kızların bana gerçekten bayıldığını zannetmiyorum. Benim için öldüklerini falan düşünmek, inandırıcı gelmiyor. İnsanlarla sahnedeki alışveriş çok önemli. Sahne yukarıda diye, insanları aşağıda bir yere yerleştirmek pek doğru değil."
Hayat koşusunda kısa sürede, büyük yol katetti.
Kıvrak zekası, kültürü Cem Yılmaz'dan "büyük adam" yaratmaya yetti. Şöhret olmadan önceki hayalleriyle, şimdiki gerçek arasındaki çelişkiyi merak ettim. Yokmuş.
"Ben çok bilinçli hareket ettiğimi düşünüyorum. Benim hayatla ilgili çok büyük hayallerim olmadığı için ekonomik doygunluğu yaşadım. Tekne alacak kadar para kazanmadığın halde, onu hayal edersen hata yaparsın. Süper lüks bir arabaya biniyorum ama bu benim hedefim değldi ki. Ben o parayı kazandıktan sonra o arabayı aldım."
Cem Yılmaz, ısınmak için türküler yakmıyor.
Akıllı olmayan hiçbir güzele de, yan gözle dahi bakmıyor.
Kendi söylüyor, "Akıllı kadın ilgimi çeker." diye.
Bir kadınla geçinmenin zor olduğunun farkında. Ne de olsa tecrübeli çocuk.
"Bir kadınla ikili oluşturmak çok zor. Bir yanda hayat mücadelesi, öte yanda yaptığınız işle ilgili şartlar oluşuyor. Neyin gerçek, neyin sahte olduğnu bilemiyorsunuz. Bazen samimi olmaya zamanınız olmuyor. Bazen hakikaten kıymete layık birini gözden kaçırabiliyorsunuz. Ondan sonra çok dangalak birisini, peri gibi görebiliyorsunuz. Bunlar anlık şeyler. Ama insan zamanla dersini alıyor. Ben şu anda dersimi almış değilim ama daha tedbirli davranıyorum. Bu işler gönül işi. Fiziksel sorunları hallettikten sonra, başka bir şey arıyorsunuz. Büyük bir ihtimalle, bulunması zor bir şey arıyoruz ki, bulamıyoruz."
Televizyonlar madara istasyonu!
Bugünün düzeninden rahatsız olduğu bal gibi ortadayken, galiba diyorum, geçmişe açıyor avucunu…
"Senin için eskilerden kim kaldı?" diyorum. Yine duygulu tarafından tutuyor sorumun ucunu.
"Eskilerden kim kaldı sorusunun cevabı, 'Herhalde kimse kalmadı.' Gibi sakat bir noktaya geliyor. Çünkü insanların televizyonda bir madara olma durumu var. Düşünün, Dustin Hoffman Amerika'dan kalkıp, tatil için Bodrum'a geliyor. Adam dünya çapında aktör ama adamı iki dakikada çamur banyosu falan madara ediyoruz. Bazı şeylerin kafanızda imajları vardır. Mesela Orhan Gencebay'ın şarkısını siz başka duygularla dinlemişsinizdir ama klibini izliyorsunuz ve "Oldu mu ya?" diyorsunuz. Eskilerden kim kaldı dersen, aklımıza kim geliyorsa, onlar kaldı. Bahsettiğimiz zaman yüzümüze tebessüm verenler kaldı."
Fosil düşüncelerin egemen olduğu bir düzende, birilerine taş atıyorum.
"Pisagor bağıntısını okullarda öğretiyorlar da, iyi mi ediyorlar?" diyorum. "Aşk üçgeniyle ilgili bir problem çözerken yardımcı oluyorsa çok iyi ediyorlar."diyor Cem.
Sevmenin bile yasaklandığı bir ülkede, Pisagor"un geçim derdine ne kadar çare olduğunu büyüklerimiz de biliyordur herhalde.
Cem'in zaten duygulu bir anına rastlamışken, içinin yükünü boşaltmasına yardımcı oluyorum. "Ayağımız her an gazda olmalı." Diyor Cem, "Çünkü yaptığımız işle anılıyoruz, iş yoksa, biz de yokuz." diyor.
Siyasetin bilimi var
Politika denince düşlerini eşkiyalar basıyor Cem'in.
O eşkiyaların kimler olduğunu söylemeye gerek yok zaten.
Politikaya hiç meraklı değil. Hiç hoşlanmadığı bir dal. Başbakan olsa yönetim şeklini değiştirmiş, "Herkes kafasına göre takılmalı."diyor.
Siyaset bilimine uzanıyor kelimeleri. Politikayı, bilim adamlarının yapması gerektiğni savunuyor. Ülkemizde müteahhitlere kalan politikayı…
Atatürk'ün büyüklüğüne yer açıyor. "Atatürk'ten sonra, kararlı bir politik duruş, bir tavır, Cumhuriyet tarihinde görülmedi. Bir iki tane girişim var, onlar da Türkiye'ye Nescafe getirmek gibi eylemler yaptılar."Öyle bir ülkedeyiz ki, her saat başı ateş benzin emiyor.
Kendi mayınına basıyor insanlar. Bela geliyorum demiyor.
Cem'e soruyorum, "Bu ülke neden bu kadar belalı?"
"Herkes çok akıllı da ondan." Diyor.
"Herkesin kafası çok iyi çalışıyor, herkes fırlama. Problem burada. Ve herkes bir numara. Mesela, Süpermen gelsin uçsun, biri ortaya çıkıp "Ne var yani ben de konabiliyorum.'der. Herkesin bir numara olma sevdası var. Hakikaten birçok insan bunu hakediyor ama memleketin ekonomik hali feci. Ve maddi anlamda bir tatminsizlik var ki, bu çok önemli. Herkesin çok kazanmasını tabii ki istiyorum. Ben tırmalayarak kazandım. Adamın benim kazandığım parada gözü var. Madem parayı kazanmak istiyorsun, o zaman patlat bombayı, bir şey yap. Pırıltılı bir memleket ama ekonomik sorun var. Rahat olsa, her anlamda çok daha lezetli yönetimler olacak. Herkes yırtmak istiyor ama bu öyle olmuyor! Kurnaz değil de, akıllı olmak lazım."
Çatık kaşlı insanlar ülkesinde, yürekleri şenlendirmeye çalışan birine "Komik adamların ekonomiye katkısını"soruyorum.
Politik eşkiyaların katlettiği bir ekonomik düzeni ayakta tutan "temel direklerden birinin" karşımda durduğunu bilerek üstelik.
Katkı payını inkar etmiyor.
"Şöyle katkısı olabilir, komik adamlar insanların derdini alıyor. İnsanlar gösteriden ayrılırken, onların kafasında bazı şimşeklerin çakması beni mutlu ediyor. Ben işin sadece güldürme tarafına bakıyorum. Güldürürken düşündürme tarafına bakmıyor Ama insanın anlatırken düşündürmemesi mümkün değil zaten. Ya da karşımdaki kendi bilinciyle düşünüyor,. Bir çok insan, bu güldürme işinde çok para var diye, bu sektöre girmiş olabilir. Bu bir ekonomik katkıdır.
İkincisi, düşüncede hız kazanmayı öğretiyoruz. Bizlerden bazı doneler alıp, bunu kendi işine uygulamak bir ekonomik katkıdır. Girişimcilik yani…"
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#1881 19-02-2006 23:32 GMT-1 saat
Marie Claire No.123, Ocak 1999
CEM YILMAZ
“Her gün sıfırdan başlıyorum”
Oyun alanını belirlemeye çalışan bir çocuk vardı sanki telefonun diğer ucunda. Ben ipi gevşettikçe, o gevşek alanda uzlaşmaya varacağına, ipi kendine çekiyordu. Neyse ki yaramaz değildi. Söz dinliyordu. Tüm aile bireylerinin her (doğal) hareketini, şaşkınlıkla karışık bir iftiharla izlediği bir çocuk misali dolaşıyordu ortalıkta, tüm çekim ve röportaj boyunca … Cem Yılmaz, Melek Aksoy
Çok uyuduğunuz söyleniyor!
Dergiden kalan bir alışkanlık. Geceleri çalışıyorduk; dolayısıyla gece gündüz düzeni değişiyor. Erken yatmaktan kastım, sabahın üçüdür.Dün gece mesela, üçte yattım beşte kalktım. Bir gece önce on altı saat uyumuştum; yetti. Çok seviyorum uyumayı. Bugün hoş bir şey oldu; tambur almaya gittim; kasanın arkasında, “Alimin uykusu, cahilin iliminden iyidir” altında Hz. Muhammed yazıyor. Uykudan uyanıp gitmişim… Bunlar rastlantı değil, küçük dersler.
…..
Sean Penn arkadışımız olsaydı ne güzel olurdu değil mi?
İster miydiniz, onunla arkadaş olmayı?
Bizim devlet sanatçılarıyla mı arkadaşlık edeceğiz? Sean Penn güzel bir insan.
Düşler misiniz onların hayatlarını?
Nasıl bir şey olduğunu tahmin edebiliyorum ama bizim tahmin ettiğimizin çok ötesinde bir şey olduğunu da biliyorum. Onların işi feci zor. Düşünsene burada bir senede bir film zor çekiliyor, orada? Biz elli gün çalıştık, anamız ağladı.
Yolda Sean Penn’le karşılaşsanız ya da bir cafe’de yanınızda oturuyor olsa konuşur muydunuz onunla?
Yok, konuşmazdım. Gülerdim çok. Benim ünlü insanlarla ilişkim çok komik gelir bana. Yıllar evvel bir yerde rastladığım bilindik bir insanla, sonradan tanıştığımda… bu durum komik geliyor bana; çünkü artık bende bilindik bir insan olduğumu biliyorum. Örneğin on sene önce Mazhar Abi’yle ilgili fikrimle, şimdiki aynı değil ki! Şaka gibi geliyor insana… Dört-beş yaşında sinemada film seyrederken, bir gün oynayanlar listesinde Cem Yılmaz yazacağını biliyorsun.Hayatla ilgili bir yaptırımımızın olmadığını biliyorum. Oluyorsa oluyor… Çok da zorlamamak lazım. Liseyi bitirdikten sonra, Boğaziçi Üniversitesi’ne girmeyi hayal ederdim. Bir gün arkadaşlarla üniversitenin önünden geçiyoruz. “Hayatta giremeyiz biz bu okula” dedik, geçtik. Sonradan ben ‘takırt’ diye gidim Boğaziçi Üniversitesi’ne.
Hangi bölümde okudunuz?
Turizm Otelcilik. Zaten Turizm ve Otelcilik Lisesi’ni bitirmiştim. O zaman turizm çok popülerdi. Fakat çok kısa bir süre içinde popülerliğini yitirdi. Sınırlarımı zorlayan bir iş değildi. İşin içine girdikçe yavan bir sektör olduğunu gördüm. Kendimi “executive” hissederken, bardak siliyordum. Rahatsız oluyordum aslında.
“Her şey Çok Güzel Olacak”… Bu filmi en çok kimin seyretmesini isterdiniz?
Bilmem, herkes izleyecek galiba. Çok iddialı, çok görkemli bir film de değil açıkçası.
Bizim kafamızdakinin belki de yarısı. Sorumluluğum olan insanlar seyretsin ve beğensin istiyordum. Bunlar kim? Annem, babam izlesin ve hoşuna gitsin isterdim; izlediler. Dergide bir , iki ustam vardı, onlar izlesin isterdim, onlar da izledi. Ben kendim izlediğimde hoşuma gitsin isterdim, gitti de zaten. Utanacağım bir iş yapmak istemem. Benim çok kötü bir film yapma ihtimalim olmamalı; çünkü ben hep kendi zeminimi hazırlayıp, üzerine kat çıkıyorum…
Leman’a sizin methinizi duyup, izlemeye gelen ünlü kişiler, yapımcılar oldu. O dönem ben ‘Bu çocuk ünlü olmak istemiyor’ sözleri duyuyordum. Doğru mu bu? Böyle bir irade mümkün mü o noktada?
Ben bu işin kuralları var deyip, o kurallara göre oynayan insanlar gördüm. Köyden kaçıp artist olmak gerçekte olmayan bir şey. Bu hiçbir zaman olmadı, olmaz da. Birisi elinizden tutar, biri onu görür, sonra şöhretin bedeli ödenir, sonunda da intihar gerçekleşir… Filmlerde bu şablonlar var, bunlar kural gibi gösteriliyor, birileri de bunlara inanıp, bu kuraları izliyor. Ben böyle kurallar olduğuna inanmadım. Onun için de lay lay lom yaşıyorum işte. Sevilmeyi istemen, takdir edilmek istemeyen bir insan böyle şeyler niye yapsın. Niye resimler, heykeller yapılır ve sergilenir? Oturup evde kendi kendine yapsın. Ben, evet, takdir edilmeyi istiyorum. Hatta ve hatta tartışılmaz bir başarı noktası var ya, o noktayı istiyorum. Üstün yetenekli insanların bulunduğu bir dünya, mizah dünyası. Çocuk yaşta star olurlar karikatüristler. Bulundukları öyle tatmin edici bir nokta ki, bu iş dışında herhangi bir şeye, sokakta dolaşırken tanınmaya ihtiyaçları olmuyor.
Benim başladığım dönemlerde, dergi ayda 400 bin satıyordu. Bir bakıyorsunuz, o kitle içinde tanınıyorsunuz. Bu çok tatmin edici. Üniversitedeyken ‘Cem Yılmaz’a doymuştum; etrafınızdaki bir dolu insan sizin çizdiğiniz şeyleri okuyor, ne yapmış diye konuşuyor. Böyle bir noktadan sonra, iki sene sonra sahneye çıkıp komik bir şey anlatınca, insanlar da bunu alkışlayınca, insanın kendini kaybetmesi mümkün değil ki. Zaten onunla yaşamışsın… Birazcık faça veriyorsun tabii, biraz dağılabilir insan…
Gelen eleştirilere cevap veriyor musunuz?
Evet, aslında çok kontrolsüz cevap veriyorum. İnsanlara kıymet veriyorum, bu herhalde ondan. O adam onu söylüyorsa, bir sebebi vardır diye düşünüyorum. Böyle düşününce illa reaksiyon göstermek gerekmiyor tabii ki. Durmayı beceremiyorum. Bir iş yaparken öncelikle işin sahasını oluşturmak gibi bir mesaim var. Olmayan bir saha yaratıyorsunuz ve sonrasında bu sahayla hiçbir ilgisi olmayan biri çıkıp laf ediyor yaptığınız işe. Bu doğru değil bence. Ancak bu işi yıllarca yapmış birinin eleştirilerini kabul edebilirim. Zaten seyirci olarak verilen reaksiyondan haberdarım ben.
CEM YILMAZ
“Her gün sıfırdan başlıyorum”
Oyun alanını belirlemeye çalışan bir çocuk vardı sanki telefonun diğer ucunda. Ben ipi gevşettikçe, o gevşek alanda uzlaşmaya varacağına, ipi kendine çekiyordu. Neyse ki yaramaz değildi. Söz dinliyordu. Tüm aile bireylerinin her (doğal) hareketini, şaşkınlıkla karışık bir iftiharla izlediği bir çocuk misali dolaşıyordu ortalıkta, tüm çekim ve röportaj boyunca … Cem Yılmaz, Melek Aksoy
Çok uyuduğunuz söyleniyor!
Dergiden kalan bir alışkanlık. Geceleri çalışıyorduk; dolayısıyla gece gündüz düzeni değişiyor. Erken yatmaktan kastım, sabahın üçüdür.Dün gece mesela, üçte yattım beşte kalktım. Bir gece önce on altı saat uyumuştum; yetti. Çok seviyorum uyumayı. Bugün hoş bir şey oldu; tambur almaya gittim; kasanın arkasında, “Alimin uykusu, cahilin iliminden iyidir” altında Hz. Muhammed yazıyor. Uykudan uyanıp gitmişim… Bunlar rastlantı değil, küçük dersler.
…..
Sean Penn arkadışımız olsaydı ne güzel olurdu değil mi?
İster miydiniz, onunla arkadaş olmayı?
Bizim devlet sanatçılarıyla mı arkadaşlık edeceğiz? Sean Penn güzel bir insan.
Düşler misiniz onların hayatlarını?
Nasıl bir şey olduğunu tahmin edebiliyorum ama bizim tahmin ettiğimizin çok ötesinde bir şey olduğunu da biliyorum. Onların işi feci zor. Düşünsene burada bir senede bir film zor çekiliyor, orada? Biz elli gün çalıştık, anamız ağladı.
Yolda Sean Penn’le karşılaşsanız ya da bir cafe’de yanınızda oturuyor olsa konuşur muydunuz onunla?
Yok, konuşmazdım. Gülerdim çok. Benim ünlü insanlarla ilişkim çok komik gelir bana. Yıllar evvel bir yerde rastladığım bilindik bir insanla, sonradan tanıştığımda… bu durum komik geliyor bana; çünkü artık bende bilindik bir insan olduğumu biliyorum. Örneğin on sene önce Mazhar Abi’yle ilgili fikrimle, şimdiki aynı değil ki! Şaka gibi geliyor insana… Dört-beş yaşında sinemada film seyrederken, bir gün oynayanlar listesinde Cem Yılmaz yazacağını biliyorsun.Hayatla ilgili bir yaptırımımızın olmadığını biliyorum. Oluyorsa oluyor… Çok da zorlamamak lazım. Liseyi bitirdikten sonra, Boğaziçi Üniversitesi’ne girmeyi hayal ederdim. Bir gün arkadaşlarla üniversitenin önünden geçiyoruz. “Hayatta giremeyiz biz bu okula” dedik, geçtik. Sonradan ben ‘takırt’ diye gidim Boğaziçi Üniversitesi’ne.
Hangi bölümde okudunuz?
Turizm Otelcilik. Zaten Turizm ve Otelcilik Lisesi’ni bitirmiştim. O zaman turizm çok popülerdi. Fakat çok kısa bir süre içinde popülerliğini yitirdi. Sınırlarımı zorlayan bir iş değildi. İşin içine girdikçe yavan bir sektör olduğunu gördüm. Kendimi “executive” hissederken, bardak siliyordum. Rahatsız oluyordum aslında.
“Her şey Çok Güzel Olacak”… Bu filmi en çok kimin seyretmesini isterdiniz?
Bilmem, herkes izleyecek galiba. Çok iddialı, çok görkemli bir film de değil açıkçası.
Bizim kafamızdakinin belki de yarısı. Sorumluluğum olan insanlar seyretsin ve beğensin istiyordum. Bunlar kim? Annem, babam izlesin ve hoşuna gitsin isterdim; izlediler. Dergide bir , iki ustam vardı, onlar izlesin isterdim, onlar da izledi. Ben kendim izlediğimde hoşuma gitsin isterdim, gitti de zaten. Utanacağım bir iş yapmak istemem. Benim çok kötü bir film yapma ihtimalim olmamalı; çünkü ben hep kendi zeminimi hazırlayıp, üzerine kat çıkıyorum…
Leman’a sizin methinizi duyup, izlemeye gelen ünlü kişiler, yapımcılar oldu. O dönem ben ‘Bu çocuk ünlü olmak istemiyor’ sözleri duyuyordum. Doğru mu bu? Böyle bir irade mümkün mü o noktada?
Ben bu işin kuralları var deyip, o kurallara göre oynayan insanlar gördüm. Köyden kaçıp artist olmak gerçekte olmayan bir şey. Bu hiçbir zaman olmadı, olmaz da. Birisi elinizden tutar, biri onu görür, sonra şöhretin bedeli ödenir, sonunda da intihar gerçekleşir… Filmlerde bu şablonlar var, bunlar kural gibi gösteriliyor, birileri de bunlara inanıp, bu kuraları izliyor. Ben böyle kurallar olduğuna inanmadım. Onun için de lay lay lom yaşıyorum işte. Sevilmeyi istemen, takdir edilmek istemeyen bir insan böyle şeyler niye yapsın. Niye resimler, heykeller yapılır ve sergilenir? Oturup evde kendi kendine yapsın. Ben, evet, takdir edilmeyi istiyorum. Hatta ve hatta tartışılmaz bir başarı noktası var ya, o noktayı istiyorum. Üstün yetenekli insanların bulunduğu bir dünya, mizah dünyası. Çocuk yaşta star olurlar karikatüristler. Bulundukları öyle tatmin edici bir nokta ki, bu iş dışında herhangi bir şeye, sokakta dolaşırken tanınmaya ihtiyaçları olmuyor.
Benim başladığım dönemlerde, dergi ayda 400 bin satıyordu. Bir bakıyorsunuz, o kitle içinde tanınıyorsunuz. Bu çok tatmin edici. Üniversitedeyken ‘Cem Yılmaz’a doymuştum; etrafınızdaki bir dolu insan sizin çizdiğiniz şeyleri okuyor, ne yapmış diye konuşuyor. Böyle bir noktadan sonra, iki sene sonra sahneye çıkıp komik bir şey anlatınca, insanlar da bunu alkışlayınca, insanın kendini kaybetmesi mümkün değil ki. Zaten onunla yaşamışsın… Birazcık faça veriyorsun tabii, biraz dağılabilir insan…
Gelen eleştirilere cevap veriyor musunuz?
Evet, aslında çok kontrolsüz cevap veriyorum. İnsanlara kıymet veriyorum, bu herhalde ondan. O adam onu söylüyorsa, bir sebebi vardır diye düşünüyorum. Böyle düşününce illa reaksiyon göstermek gerekmiyor tabii ki. Durmayı beceremiyorum. Bir iş yaparken öncelikle işin sahasını oluşturmak gibi bir mesaim var. Olmayan bir saha yaratıyorsunuz ve sonrasında bu sahayla hiçbir ilgisi olmayan biri çıkıp laf ediyor yaptığınız işe. Bu doğru değil bence. Ancak bu işi yıllarca yapmış birinin eleştirilerini kabul edebilirim. Zaten seyirci olarak verilen reaksiyondan haberdarım ben.
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#1882 19-02-2006 23:33 GMT-1 saat
Nokta, Sayı 883, 10-16 Ocak 1999
Bir mizah anarşisti:
CEM YILMAZ
Bakıyorum gazetelerde, dergilerde beşbin tane Cem Yılmaz var; hiçbiri ben değilim diyen bir adam hakkında ahkam kesmek, kolay bir iş olmasa gerek… Hele bu adam “Esprilerinizi nereden buluyorsunuz?” klişesine “k…çımdan uyduruyorum” cevabını veren, anarşist ruhlu bir komedyense… “Neden mizah?” , “Bu konuşmalarınızın alt metni nedir?” , “Gerçek hayatınızda nasıl birisiniz?” , “Yükselen burcunuz, aşk hayatınızı nasıl etkiliyor?” tarzı “sosyolojik altyapısı” olan “ahret sualler”inden bıkmış, yaptığı gösteriye “Mesaj Kaygısız Beyin Fırtınası” diyerek, “cümle aleme” hesabını çoktan vermiş bir Cem Yılmaz var karşımızda. “Sizden sonra gelecek genç ‘sitendap’çılara neler önerirsiniz?” diye takılıyoruz:
“Yapmasınlar bu işi, kaç tane manken var ki zaten. Hepsiyle bacanak olmak istemiyorum” diye cevaplıyor her zamanki muzip tavrıyla. Senaristliğini ve oyunculuğunu yaptığı, Selim Naşit ve Mazhar Alanson gibi usta isimlerle çalıştığı “Her Şey Çok Güzel Olacak” filminin heyecanını yaşadığı bugünlerde, gösterilerini sürdürdüğü Beşiktaş Kültür Merkezi’nde kısa, ama keyifli, samimiyet dozajı yüksek bir söyleşi yaptık kendisiyle. “Birinci elden espriler yapan” Cem Yılmaz’la yaptığımız bu söyleşiyi, araya girmeden, virgülüne dokunmadan, “birinci ağızdan aktarıyoruz…
Röportaj hadisesi…
“Röportajlarda, çok böyle önemseniyormuş gibi falan oluyorsun. İnsan durduk yere tribe giriyor. Komik olsun diye sahneye çıkıp, komik olsun diye bir şeyler yapıyorum. Güldürmekten zevk alıyorum. Ama bu yaptığım ölçülüyor biçiliyor bir yere konuluyor. Şöhretli bir insan haline getiriliyorsun. Ama sonra, seni haber malzemesi yapan insanlar; ‘Aaa! Çok meşhur oldunuz’ gibi bir çıkışla geliyor. Mesela ‘medyatik’ tanımı beni çok rahatsız ediyor. Olumsuzluk içeriyor ya artık… Medyatik dendiği zaman, çok ayıp bir şeymiş gibi sanılıyor. Mikrofonu uzatıp ‘Çok medyatiksiniz’ diyor adam. Bunu sen yapıyorsun zaten! Çok önemli önemli bir şey yaptığımı düşündürmek istemiyorum açıkçası insanlara. Mesela artiste ait şımarıklık derken; hani Einstein’ın bir fotoğrafı vardı ya, dilini çıkarmış şöyle… Yaptığı işin yanı sıra, böyle bir ruhu var adamın. Bunu kaybetmemesi çok eğlenceli.”
Absürd sorular
“Neden mizah?’ sorusuna cevap vermeye çalışan bir mizahçı düşünemiyorum mesela. Ya da ne bileyim ‘Sizce bu anlattıklarınızın alt metni nedir?’ sorusunun cevabını verebilecek bir mizahçı düşünmek istemiyorum, Çünkü o zaman mizaha değil, başka bir şeye hizmet ediyor olursunuz. Nasıl şu anda ben şu röportaja hizmet ediyorsam…
Aslında röportajlarda sorulan geyik sorular, gerçekte merak edilen bazı şeyleri yadınlatmak için kullanılabilir şeyler, ama soruştaki tavır çok önemli. Adam mesela ‘Gerçek hayatta nasıl birisiniz?’ diye sorar. Aslında gerçek hayat değil de, sahnenin ve işin yapıldığı hayatın dışında bir hayat vardır. Ama bunları öyle güzel sormalı ki, almalı cevabını. Hakikaten çok artist bir insanla beraber çalışıyoruz uzun zamandır. Mazhar Alanson’la . Çok saygı duyulacak bir sanatçı. Eser meydana getiriyor yıllardır, bir emeği var, tabii onun dışında da başka bir hayatı var. ‘Neden şapkasız çıktınız abi?’ sorusuyla ulaşamazsınız o noktaya, o hazineye. Şimdi bakıyorum gazetelere, dergilere 5.000 tane değişik Cem Yılmaz var.Hiçbiri ben değilim. Örneğin ‘Kız arkadaşınızla aranızdaki boy farkıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?’ gibi enterasan sorular geldi. Kimseye güvenemiyorsun ya, çok feci…”
Birinci elden espri
“Ben birinci elden malzeme üretip, onu sunan birisi olduğumdan dolayı gururluyum açıkçası. Mesela filmde bir sahne var. Altan, basiretsiz bir adam. Berbere girip, jöleden bir tutam alıp, saçını tarıyor, fön çekiyor, kendi malıymış gibi kullanıyor dükkanı. Bu çok tanıdık bir tip. Birinci elden dediğim asıl malzeme, gerçekte berbere girip saçını öyle tarayan adamdır. Tabii o, bilinçsiz bir şekilde üretiyor mizahı. Birinci elden mizah dediğim, o adamı görüp de, hemen orada, göründüğü doğallığıyla yansıtmak. Ben onun için o filmde, istemsiz bir şekilde, biriktirdiğim bir sürü şeyi koydum ortaya. Aslında mesele ‘kahvelerde, berberlerde ne cevherler yatıyor, akşamları oralarda gezsek, ne malzemeler toplarız abi’ meselesi değil.”
Ne mutlu ki biraz yetenekliyim
“Yaptığım işin çok önemli bir vaka olmadığını da söylemek isterim açıkçası, Çünkü gözlemlendiği zaman, çok zor bir şey gibi görünmüyor. Ama tabiidir ki, bu uygulayan için zor değil. İzleyen için seyirliği veya değerlendirilmesi kolaydır, ama fiziksel olarak onu yapması kolay olmayabilir. Ne mutlu ki ben birazcık yetenekliyim. Yoksa şu sahnede ne kadar kötü anlar yaşayacaktım… Gülüp eğlenelim, gülün, gülelim bugün. Çünkü bu sebeple bir araya geliyoruz. Çünkü burada çok önemli bir hadiseyi değerlendirmiyoruz, çünkü önem nedir bilmiyoruz. Bir tek şey var ki, bir insan sizin için bir şeyler hazırlamış, onu izliyorsunuz. Ne kadar aşağılasam da, ben bu önemsiz olan şeyi çok severek yapıyorum. Fark bu. Yoksa öyle meşhur olma sektörü, meşhur olma müessesesi gibi bir şey yok. Öyle bir çark var da, ona hizmet ediyor da değilim.”
Bir mizah anarşisti:
CEM YILMAZ
Bakıyorum gazetelerde, dergilerde beşbin tane Cem Yılmaz var; hiçbiri ben değilim diyen bir adam hakkında ahkam kesmek, kolay bir iş olmasa gerek… Hele bu adam “Esprilerinizi nereden buluyorsunuz?” klişesine “k…çımdan uyduruyorum” cevabını veren, anarşist ruhlu bir komedyense… “Neden mizah?” , “Bu konuşmalarınızın alt metni nedir?” , “Gerçek hayatınızda nasıl birisiniz?” , “Yükselen burcunuz, aşk hayatınızı nasıl etkiliyor?” tarzı “sosyolojik altyapısı” olan “ahret sualler”inden bıkmış, yaptığı gösteriye “Mesaj Kaygısız Beyin Fırtınası” diyerek, “cümle aleme” hesabını çoktan vermiş bir Cem Yılmaz var karşımızda. “Sizden sonra gelecek genç ‘sitendap’çılara neler önerirsiniz?” diye takılıyoruz:
“Yapmasınlar bu işi, kaç tane manken var ki zaten. Hepsiyle bacanak olmak istemiyorum” diye cevaplıyor her zamanki muzip tavrıyla. Senaristliğini ve oyunculuğunu yaptığı, Selim Naşit ve Mazhar Alanson gibi usta isimlerle çalıştığı “Her Şey Çok Güzel Olacak” filminin heyecanını yaşadığı bugünlerde, gösterilerini sürdürdüğü Beşiktaş Kültür Merkezi’nde kısa, ama keyifli, samimiyet dozajı yüksek bir söyleşi yaptık kendisiyle. “Birinci elden espriler yapan” Cem Yılmaz’la yaptığımız bu söyleşiyi, araya girmeden, virgülüne dokunmadan, “birinci ağızdan aktarıyoruz…
Röportaj hadisesi…
“Röportajlarda, çok böyle önemseniyormuş gibi falan oluyorsun. İnsan durduk yere tribe giriyor. Komik olsun diye sahneye çıkıp, komik olsun diye bir şeyler yapıyorum. Güldürmekten zevk alıyorum. Ama bu yaptığım ölçülüyor biçiliyor bir yere konuluyor. Şöhretli bir insan haline getiriliyorsun. Ama sonra, seni haber malzemesi yapan insanlar; ‘Aaa! Çok meşhur oldunuz’ gibi bir çıkışla geliyor. Mesela ‘medyatik’ tanımı beni çok rahatsız ediyor. Olumsuzluk içeriyor ya artık… Medyatik dendiği zaman, çok ayıp bir şeymiş gibi sanılıyor. Mikrofonu uzatıp ‘Çok medyatiksiniz’ diyor adam. Bunu sen yapıyorsun zaten! Çok önemli önemli bir şey yaptığımı düşündürmek istemiyorum açıkçası insanlara. Mesela artiste ait şımarıklık derken; hani Einstein’ın bir fotoğrafı vardı ya, dilini çıkarmış şöyle… Yaptığı işin yanı sıra, böyle bir ruhu var adamın. Bunu kaybetmemesi çok eğlenceli.”
Absürd sorular
“Neden mizah?’ sorusuna cevap vermeye çalışan bir mizahçı düşünemiyorum mesela. Ya da ne bileyim ‘Sizce bu anlattıklarınızın alt metni nedir?’ sorusunun cevabını verebilecek bir mizahçı düşünmek istemiyorum, Çünkü o zaman mizaha değil, başka bir şeye hizmet ediyor olursunuz. Nasıl şu anda ben şu röportaja hizmet ediyorsam…
Aslında röportajlarda sorulan geyik sorular, gerçekte merak edilen bazı şeyleri yadınlatmak için kullanılabilir şeyler, ama soruştaki tavır çok önemli. Adam mesela ‘Gerçek hayatta nasıl birisiniz?’ diye sorar. Aslında gerçek hayat değil de, sahnenin ve işin yapıldığı hayatın dışında bir hayat vardır. Ama bunları öyle güzel sormalı ki, almalı cevabını. Hakikaten çok artist bir insanla beraber çalışıyoruz uzun zamandır. Mazhar Alanson’la . Çok saygı duyulacak bir sanatçı. Eser meydana getiriyor yıllardır, bir emeği var, tabii onun dışında da başka bir hayatı var. ‘Neden şapkasız çıktınız abi?’ sorusuyla ulaşamazsınız o noktaya, o hazineye. Şimdi bakıyorum gazetelere, dergilere 5.000 tane değişik Cem Yılmaz var.Hiçbiri ben değilim. Örneğin ‘Kız arkadaşınızla aranızdaki boy farkıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?’ gibi enterasan sorular geldi. Kimseye güvenemiyorsun ya, çok feci…”
Birinci elden espri
“Ben birinci elden malzeme üretip, onu sunan birisi olduğumdan dolayı gururluyum açıkçası. Mesela filmde bir sahne var. Altan, basiretsiz bir adam. Berbere girip, jöleden bir tutam alıp, saçını tarıyor, fön çekiyor, kendi malıymış gibi kullanıyor dükkanı. Bu çok tanıdık bir tip. Birinci elden dediğim asıl malzeme, gerçekte berbere girip saçını öyle tarayan adamdır. Tabii o, bilinçsiz bir şekilde üretiyor mizahı. Birinci elden mizah dediğim, o adamı görüp de, hemen orada, göründüğü doğallığıyla yansıtmak. Ben onun için o filmde, istemsiz bir şekilde, biriktirdiğim bir sürü şeyi koydum ortaya. Aslında mesele ‘kahvelerde, berberlerde ne cevherler yatıyor, akşamları oralarda gezsek, ne malzemeler toplarız abi’ meselesi değil.”
Ne mutlu ki biraz yetenekliyim
“Yaptığım işin çok önemli bir vaka olmadığını da söylemek isterim açıkçası, Çünkü gözlemlendiği zaman, çok zor bir şey gibi görünmüyor. Ama tabiidir ki, bu uygulayan için zor değil. İzleyen için seyirliği veya değerlendirilmesi kolaydır, ama fiziksel olarak onu yapması kolay olmayabilir. Ne mutlu ki ben birazcık yetenekliyim. Yoksa şu sahnede ne kadar kötü anlar yaşayacaktım… Gülüp eğlenelim, gülün, gülelim bugün. Çünkü bu sebeple bir araya geliyoruz. Çünkü burada çok önemli bir hadiseyi değerlendirmiyoruz, çünkü önem nedir bilmiyoruz. Bir tek şey var ki, bir insan sizin için bir şeyler hazırlamış, onu izliyorsunuz. Ne kadar aşağılasam da, ben bu önemsiz olan şeyi çok severek yapıyorum. Fark bu. Yoksa öyle meşhur olma sektörü, meşhur olma müessesesi gibi bir şey yok. Öyle bir çark var da, ona hizmet ediyor da değilim.”
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#1883 19-02-2006 23:35 GMT-1 saat
Milliyet 2 Ocak 2004
Cem'in 2004 kehanetleri
Bir mizahçının küresinden, uzayda, dünyada ve Türkiye'de yeni yıl
>
Cem Yılmaz, Popüler Kültür için kahin şapkası taktı, ışıklı küreye baktı ve insanlığın geleceğini okudu
Can Dündar
FOTOĞRAFLAR: Ercan Arslan
Kahin Cem Yılmaz 2004'ün falına bakarken vatandaşları uyarıyor:
'Maaşlardan 3 sıfır atılacak ama fiyatlar aynı kalacak'
Bu söyleşi, yeni yıla fiyong ağızlarla girmenizi amaçlıyor. Cem Yılmaz'la hem geçtiğimiz yılın muhasebesini yaptık, hem gelecek yılın falına baktık. İşte amatör bir kahinin küresinden 2004'te dünya, Türkiye, popüler kültür ve Cem Yılmaz…
Kendisi anlattı:
Bir dergide 'Önceki hayatında kim neydi' başlıklı bir yazı çıkmış:
Söylentiye bakılırsa Cem Yılmaz 16. yüzyılda İspanya'da bir çadır tiyatrosunda cambazlık yapan bir çingeneymiş. Sirkin sahibi bir nedenle sirkin işletmesini ona bırakmış. Ama başarısızlıklar sonucu aç bilaç ölmüş.
Geçen Salı randevulaştığımız Ceylan Contenental'e girerken, hiç tanımayan biri (ki böyle birini bulmak çok zor artık) onu kulağında çingene küpesi ve uzun favorileriyle taksiden inerken görse bir İspanyol olduğuna yemin edebilirdi.
Konuşmaya başladığında bir çadır tiyatrosunda çalıştığını sanabilirdiniz. Ve anlattıklarına baktığınızda patronunun bir nedenle işi ona bıraktığını öğrenirdiniz. Çünkü Cem Yılmaz oturur oturmaz, son filmi Gora'nın nasıl Uzanlar soruşturmasına kurban gittiğini ve filminin yarım kaldığını anlatmaya başladı.
Eminiz ki, bu hayatı önceki hayatından farklı sonlanacak; ne başarısızlıklar, ne açlıklar olacak.
Kahin Cem
Ama yine de bu kehanetleri ona yaptırmayı tercih ettik.
Bugünkü hayatı, önceki hayatına bu kadar benzeyen bir adam, herhalde gelecekteki hayatımızı da en iyi görebilecek durumda olurdu.
Bu düşünceyle birkaç saatliğine bize 'kahin'lik yapmasını rica ettik.
Şiddetli hayranı olan sevgili asistanım Nazan kendi yaşgününü unutup ona küre aradı. Ceylan'ın halkla ilişkiler müdiresi Canan hanım mekânı sağladı. Nihayet kürenin ışığı parıldadı ve Cem, küresine bakıp, önümüzdeki yıl uzayda, dünyada, Türkiye'de ve yavru vatan Kıbrıs'ta neler olacağını okumaya başladı. Tabii kendisine neler olacağını da…
Mesaj kaygılı sohbet
Söyleşirken kahkahadan kırıldığımızı söylemeye gerek yok sanırım.
Gora nedeniyle canı çok sıkılmış gibi görünse de tanrı vergisi espri yeteneğini kehanetlere bulayıp 'mesaj kaygılı' bir 2004 falı baktı.
'Mesaj kaygılı' olsa da 'herkese saygılı' bir yaklaşımı da var Cem'in… Diğer mizahçılardan farklı olarak siyasetin mümbit topraklarında dolaşmıyor. Liderler üzerine espri yapmaya yanaşmıyor. Belaltına inmeden, kişileri örselemeden, milli değerlere ilişmeden, daha çok kendisini alaya alarak espri üretiyor.
Belki de herkes tarafından sevilmesinin sırrı burada…
Cem'i güldürebilmek
Ben kendisini askerde iken tanımıştım.
Daha doğrusu, bir dergide askerlik anılarımla fotoğraflarım yayımlandığında Cem de askerdeydi. Telefon etti. "Dergiyi gördüm, işedim altıma" dedi.
Düşünsenize, Cem'i güldürebilmek ne başarı..!
Ardından bir sinemada onu yalnız başına film izlerken görüp şaşırmıştım.
Bu şöhret düzeyine ulaşmış kimseleri kamuya açık yerlerde yalnız görmek zordu.
Şöhret onları kamudan koparır, eve hapsederdi.
Ama Cem, Ferrari'si olsa da taksiye, dolmuşa binmekten, lüks villada otursa da sokakta bir başına gezmekten vazgeçmedi. Belki de o sayededir ki, mizah damarını her dem tazeledi. Sekiz senede iki bin gösteri yapmayı ve bir tek izleyiciyi bile salondan kaçırmamayı başardı.
Bir kehanet numarası
Bu başarının sırrı üzerine çok şey söylenecektir:
Ama başbaşa konuştuğunuzda şunu fark ediyorsunuz:
"Amma şık espri yaptım" diye şişinmeden, son derece doğal ve kendiliğinden yumurtluyor esprileri… Sonra kendisi de eğleniyor. (Belki nezaketen) karşısındakinin esprilerine de gülüyor. Ve kendisini öyle ti'ye alıyor ki, sizi de makaraya sardığında hiç yadırgamıyor, farkında olmadan kıh kıh gülüyorsunuz.
Bu söyleşi şöyle başladı.
"Sana bir kehanet numarası öğreteyim" dedi Cem. Bir kağıt çekti, adımı yazdı. Üç hecede toplam dokuz harf olduğunu hesapladı. Sonra büyük ciddiyetle bunu 2003'e ekledi.
Ben ne patlayacağını beklerken "2012'de göktaşı gelip beynine biniyor" dedi. Herkesin bu hesabı kendi ismine göre yapmasını istedi.
O bizi güldürdü, Allah da onu güldürsün inşallah…
Cem'in 2004 kehanetleri
Bir mizahçının küresinden, uzayda, dünyada ve Türkiye'de yeni yıl
>
Cem Yılmaz, Popüler Kültür için kahin şapkası taktı, ışıklı küreye baktı ve insanlığın geleceğini okudu
Can Dündar
FOTOĞRAFLAR: Ercan Arslan
Kahin Cem Yılmaz 2004'ün falına bakarken vatandaşları uyarıyor:
'Maaşlardan 3 sıfır atılacak ama fiyatlar aynı kalacak'
Bu söyleşi, yeni yıla fiyong ağızlarla girmenizi amaçlıyor. Cem Yılmaz'la hem geçtiğimiz yılın muhasebesini yaptık, hem gelecek yılın falına baktık. İşte amatör bir kahinin küresinden 2004'te dünya, Türkiye, popüler kültür ve Cem Yılmaz…
Kendisi anlattı:
Bir dergide 'Önceki hayatında kim neydi' başlıklı bir yazı çıkmış:
Söylentiye bakılırsa Cem Yılmaz 16. yüzyılda İspanya'da bir çadır tiyatrosunda cambazlık yapan bir çingeneymiş. Sirkin sahibi bir nedenle sirkin işletmesini ona bırakmış. Ama başarısızlıklar sonucu aç bilaç ölmüş.
Geçen Salı randevulaştığımız Ceylan Contenental'e girerken, hiç tanımayan biri (ki böyle birini bulmak çok zor artık) onu kulağında çingene küpesi ve uzun favorileriyle taksiden inerken görse bir İspanyol olduğuna yemin edebilirdi.
Konuşmaya başladığında bir çadır tiyatrosunda çalıştığını sanabilirdiniz. Ve anlattıklarına baktığınızda patronunun bir nedenle işi ona bıraktığını öğrenirdiniz. Çünkü Cem Yılmaz oturur oturmaz, son filmi Gora'nın nasıl Uzanlar soruşturmasına kurban gittiğini ve filminin yarım kaldığını anlatmaya başladı.
Eminiz ki, bu hayatı önceki hayatından farklı sonlanacak; ne başarısızlıklar, ne açlıklar olacak.
Kahin Cem
Ama yine de bu kehanetleri ona yaptırmayı tercih ettik.
Bugünkü hayatı, önceki hayatına bu kadar benzeyen bir adam, herhalde gelecekteki hayatımızı da en iyi görebilecek durumda olurdu.
Bu düşünceyle birkaç saatliğine bize 'kahin'lik yapmasını rica ettik.
Şiddetli hayranı olan sevgili asistanım Nazan kendi yaşgününü unutup ona küre aradı. Ceylan'ın halkla ilişkiler müdiresi Canan hanım mekânı sağladı. Nihayet kürenin ışığı parıldadı ve Cem, küresine bakıp, önümüzdeki yıl uzayda, dünyada, Türkiye'de ve yavru vatan Kıbrıs'ta neler olacağını okumaya başladı. Tabii kendisine neler olacağını da…
Mesaj kaygılı sohbet
Söyleşirken kahkahadan kırıldığımızı söylemeye gerek yok sanırım.
Gora nedeniyle canı çok sıkılmış gibi görünse de tanrı vergisi espri yeteneğini kehanetlere bulayıp 'mesaj kaygılı' bir 2004 falı baktı.
'Mesaj kaygılı' olsa da 'herkese saygılı' bir yaklaşımı da var Cem'in… Diğer mizahçılardan farklı olarak siyasetin mümbit topraklarında dolaşmıyor. Liderler üzerine espri yapmaya yanaşmıyor. Belaltına inmeden, kişileri örselemeden, milli değerlere ilişmeden, daha çok kendisini alaya alarak espri üretiyor.
Belki de herkes tarafından sevilmesinin sırrı burada…
Cem'i güldürebilmek
Ben kendisini askerde iken tanımıştım.
Daha doğrusu, bir dergide askerlik anılarımla fotoğraflarım yayımlandığında Cem de askerdeydi. Telefon etti. "Dergiyi gördüm, işedim altıma" dedi.
Düşünsenize, Cem'i güldürebilmek ne başarı..!
Ardından bir sinemada onu yalnız başına film izlerken görüp şaşırmıştım.
Bu şöhret düzeyine ulaşmış kimseleri kamuya açık yerlerde yalnız görmek zordu.
Şöhret onları kamudan koparır, eve hapsederdi.
Ama Cem, Ferrari'si olsa da taksiye, dolmuşa binmekten, lüks villada otursa da sokakta bir başına gezmekten vazgeçmedi. Belki de o sayededir ki, mizah damarını her dem tazeledi. Sekiz senede iki bin gösteri yapmayı ve bir tek izleyiciyi bile salondan kaçırmamayı başardı.
Bir kehanet numarası
Bu başarının sırrı üzerine çok şey söylenecektir:
Ama başbaşa konuştuğunuzda şunu fark ediyorsunuz:
"Amma şık espri yaptım" diye şişinmeden, son derece doğal ve kendiliğinden yumurtluyor esprileri… Sonra kendisi de eğleniyor. (Belki nezaketen) karşısındakinin esprilerine de gülüyor. Ve kendisini öyle ti'ye alıyor ki, sizi de makaraya sardığında hiç yadırgamıyor, farkında olmadan kıh kıh gülüyorsunuz.
Bu söyleşi şöyle başladı.
"Sana bir kehanet numarası öğreteyim" dedi Cem. Bir kağıt çekti, adımı yazdı. Üç hecede toplam dokuz harf olduğunu hesapladı. Sonra büyük ciddiyetle bunu 2003'e ekledi.
Ben ne patlayacağını beklerken "2012'de göktaşı gelip beynine biniyor" dedi. Herkesin bu hesabı kendi ismine göre yapmasını istedi.
O bizi güldürdü, Allah da onu güldürsün inşallah…
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#1884 19-02-2006 23:36 GMT-1 saat
DERGİBİ Haziran 1999 / sayı:6
Mesleği güldürmek, ama bu kadarı da fazla!
Son yıllarda belkide gülmeye hasret
bir toplum haline gelişimiz onları yüceltti… Sayıları her geçen gün artıyor.
Sahnede tek başınalar ama salondaki yüzlerce, binlerce insan pür dikkat bir kahkaha
krizinde.
Eğer biraz yabancı kelimelere
aşına iseniz "stand-up" diyeceğiz yaptıklarına, değilseniz ama Türkçenin
orta yerine çöreklenmiş yine yabancı kökenli "one man show" ile izah
edeceğiz yaptıklarını.
Tiyatrocu mu hepsi? Belki değil ama biraz tiyatro kaabiliyeti gerektiriyor, yaptıkları
işte. Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Beyazıt Öztürk (Beyaz) ve İbrahim Sadri, Uğur
Yücel son birkaç yıldır güldürerek parlayan "şovmen"lerimiz!
Türkiye içinde olduğu gibi Avrupa ve Amerika'da da hayranlarını kahkaha seline boğan
Cem Yılmaz ile söyleştik. Aklımıza takılanları ya da seyircisinin izlenimlerini
sorduk, Cem cevapladı. İşte söyleşimiz…
Son yıllarda Türkiye'de popüleritesi yükselen yeni bir alan ortaya çıktı. Stand-up diye tanımlanan bu alan yeni isimler ve ünlüleri de beraberinde getirdi. İngilizce "One man show" benzeri tek kişilik gösteri ile toplumun büyük bir kesimi tarafından beğeni ile izlenen "showman"ler arasında ilk hatıra gelen isimler, Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Beyazıt Öztürk(Beyaz), Uğur Yücel ve İbrahim Sadri'yi görüyoruz. Ferhan Şehsoy kendisini bu katogoride görmüyor. Şensoy, tiyatro geleneği içinde kendisini orta oyununun son temsilcisi olarak tanımlama yanlısı.
Bu isimler arasında Türkiye ve yurtdışında farklı kesimlerde kendisine izleyici ve hayran bulabilen Cem Yılmaz ile işini, bu yeni akımı, mizahı ve özel hayatını konuştuk. Samimi, sevecen ve cana yakın bir Cem Yılmaz ile açık-seçik bir muhabbet ortaya çıktı.Cem Yılmaz ile bu sohbetin yurtdışında yapıldığını ve Londra Türk Radyosu'nun sevilen yapımcısı sevgili Ümit Dandul'un katkıları olduğunu da bilvesile okuyucularımızın bilgisine getirelim.
Türkiye'nin çeşitli illerindeki gösterilerin ardından Avrupa ve Amerika'dan davetler aldı. Gittiği her yerde izlemeye gelenlere iki saat boyunca kahkaha ziyafeti çeken Cem Yılmaz'a biz sorduk, o cevapladı…
Mustafa Köker; Sevgili Cem, sahnede insanları aldın ve değişik boyutlara götürdün. Bayanlardan izleyicilerden biri oyun arasında, "tüm komplekslerini bir kenara atmiş bir Türk erkeği buldum" dedi.
Cem Yılmaz; Aslında mizahçının hası kompleksleri olandır zaten. Ben hep o acılardan bahsederken, hepbir ara dalgasını geçiyordum aslında.. Bütün mizahçılar aslında sakatlıklarından eksikliklerinden bahseder ya.. Bir ara onunla dalga geçiyordum, bunun bir klişe olduğundan bahsediyordum. Bunlardan bahsedilmemesi, bunun dışında bir mizah yapılmasını falan düşünüyordum. Sonra dedim ki, bu klişe olduğuna göre yılların tecrübeleri sonunda varılmış bir nokta imiş. Ve onlardan bahsedildiği zaman daha lezzetli oluyormuş iş dedim.
Aslında anlattığımız hikalerede düşülen aptallıkların çoğuna düşüyorsunuz. İşte onları tecrübe ediyorsunuz, onları anlatıyorsunuz. Bütün mizahçılarda aşağı yukarı bu vardır.Yazılı, sözlü yapan yada kağıt üzerinde çizgi ile yapanlarda…Ya da televizyonda.
Ama sen soruyu anlamadın? "Arınmış, çok cici bir Türk genci" dediler, çünkü neden biliyor musun? sahnede çizdiğin karakterlerin hepsi o kadar duru idi ki, zaten onlar güldürüyor heralde insanları.
Öyle bir efekt var işte, çünkü o boyu kısa olan adam ben değilmişim gibi. Ya da yalnızca komik olan başka hiçbir meziyeti olmayan benmişim gibi davranarak öyle bir ilizyon meydana getiriyorum ki, izleyen tabii, "vay be çocuk ne kadar delikanlı imiş, hiçbir kompleksi yok " falan, halbuki değil yani, bilakis o kompleksler tabiki de var.
Mesleği güldürmek, ama bu kadarı da fazla!
Son yıllarda belkide gülmeye hasret
bir toplum haline gelişimiz onları yüceltti… Sayıları her geçen gün artıyor.
Sahnede tek başınalar ama salondaki yüzlerce, binlerce insan pür dikkat bir kahkaha
krizinde.
Eğer biraz yabancı kelimelere
aşına iseniz "stand-up" diyeceğiz yaptıklarına, değilseniz ama Türkçenin
orta yerine çöreklenmiş yine yabancı kökenli "one man show" ile izah
edeceğiz yaptıklarını.
Tiyatrocu mu hepsi? Belki değil ama biraz tiyatro kaabiliyeti gerektiriyor, yaptıkları
işte. Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Beyazıt Öztürk (Beyaz) ve İbrahim Sadri, Uğur
Yücel son birkaç yıldır güldürerek parlayan "şovmen"lerimiz!
Türkiye içinde olduğu gibi Avrupa ve Amerika'da da hayranlarını kahkaha seline boğan
Cem Yılmaz ile söyleştik. Aklımıza takılanları ya da seyircisinin izlenimlerini
sorduk, Cem cevapladı. İşte söyleşimiz…
Son yıllarda Türkiye'de popüleritesi yükselen yeni bir alan ortaya çıktı. Stand-up diye tanımlanan bu alan yeni isimler ve ünlüleri de beraberinde getirdi. İngilizce "One man show" benzeri tek kişilik gösteri ile toplumun büyük bir kesimi tarafından beğeni ile izlenen "showman"ler arasında ilk hatıra gelen isimler, Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Beyazıt Öztürk(Beyaz), Uğur Yücel ve İbrahim Sadri'yi görüyoruz. Ferhan Şehsoy kendisini bu katogoride görmüyor. Şensoy, tiyatro geleneği içinde kendisini orta oyununun son temsilcisi olarak tanımlama yanlısı.
Bu isimler arasında Türkiye ve yurtdışında farklı kesimlerde kendisine izleyici ve hayran bulabilen Cem Yılmaz ile işini, bu yeni akımı, mizahı ve özel hayatını konuştuk. Samimi, sevecen ve cana yakın bir Cem Yılmaz ile açık-seçik bir muhabbet ortaya çıktı.Cem Yılmaz ile bu sohbetin yurtdışında yapıldığını ve Londra Türk Radyosu'nun sevilen yapımcısı sevgili Ümit Dandul'un katkıları olduğunu da bilvesile okuyucularımızın bilgisine getirelim.
Türkiye'nin çeşitli illerindeki gösterilerin ardından Avrupa ve Amerika'dan davetler aldı. Gittiği her yerde izlemeye gelenlere iki saat boyunca kahkaha ziyafeti çeken Cem Yılmaz'a biz sorduk, o cevapladı…
Mustafa Köker; Sevgili Cem, sahnede insanları aldın ve değişik boyutlara götürdün. Bayanlardan izleyicilerden biri oyun arasında, "tüm komplekslerini bir kenara atmiş bir Türk erkeği buldum" dedi.
Cem Yılmaz; Aslında mizahçının hası kompleksleri olandır zaten. Ben hep o acılardan bahsederken, hepbir ara dalgasını geçiyordum aslında.. Bütün mizahçılar aslında sakatlıklarından eksikliklerinden bahseder ya.. Bir ara onunla dalga geçiyordum, bunun bir klişe olduğundan bahsediyordum. Bunlardan bahsedilmemesi, bunun dışında bir mizah yapılmasını falan düşünüyordum. Sonra dedim ki, bu klişe olduğuna göre yılların tecrübeleri sonunda varılmış bir nokta imiş. Ve onlardan bahsedildiği zaman daha lezzetli oluyormuş iş dedim.
Aslında anlattığımız hikalerede düşülen aptallıkların çoğuna düşüyorsunuz. İşte onları tecrübe ediyorsunuz, onları anlatıyorsunuz. Bütün mizahçılarda aşağı yukarı bu vardır.Yazılı, sözlü yapan yada kağıt üzerinde çizgi ile yapanlarda…Ya da televizyonda.
Ama sen soruyu anlamadın? "Arınmış, çok cici bir Türk genci" dediler, çünkü neden biliyor musun? sahnede çizdiğin karakterlerin hepsi o kadar duru idi ki, zaten onlar güldürüyor heralde insanları.
Öyle bir efekt var işte, çünkü o boyu kısa olan adam ben değilmişim gibi. Ya da yalnızca komik olan başka hiçbir meziyeti olmayan benmişim gibi davranarak öyle bir ilizyon meydana getiriyorum ki, izleyen tabii, "vay be çocuk ne kadar delikanlı imiş, hiçbir kompleksi yok " falan, halbuki değil yani, bilakis o kompleksler tabiki de var.
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#1885 19-02-2006 23:36 GMT-1 saat
Hürriyet 25 Aralık 2003
Cem Yılmaz: Ben futboldan anlamam usta, Erman Toroğlu: Şenol da senin gibi
Ünlü komedyen Cem Yılmaz'la, ünlü futbol yorumcusu ve Hürriyet yazarı Erman Toroğlu sohbet ederlerse ne olur? İlk kez tanışmalarına rağmen üç saat aralıksız konuştular. Daha doğrusu Cem Yılmaz çanak tuttu, Erman Hoca coştu. Ortaya bayram boyunca okuyacağınız bu röportaj çıktı.
CY Ben hiç futboldan anlamıyorum usta. Onun için kesinlikle çok iyi anlaşıcaz. Sen de anlamıyorsun oyundan, o yüzden anlaşıcaz demiyorum da...
ET Ama senden iyi hakem olurmuş.
CY Valla mı?
ET Onlar da anlamıyorlar çünkü. (Kahkahalar).
CY Hiçbiri mi anlamıyor şu anda?
ET Şenol Güneş fena değil. O da sana yakın.
CY Bak şimdi, benim üzerimden ne olur bombalar gönderme lütfen herkese. (Kahkahalar).
ET Yakalamışken...
CY Hiç anlamıyorum ya. Ciddi bir kayıp mıdır hakikaten? Mesela o futbolla ilgili yorum programında, insan hakikaten başka bir şey öğreniyor, üzerine konuşulacak bir şey olduğu çok kesin.
HINCAL SENDEN DAHA KÖTÜ OLDU
ET Hıncal da senin gibiydi. Daha kötü oldu.
CY Peki üzerine konuşmaktan mı hasta oldu? Yoksa futbolun kendisinden mi hasta oldu?
ET Hayır, bu kadar çok adam konuşunca orda bir şeyler var demek ki. Bunun üzerine geliyorlar. Çoğu öyle geliyor. Hakikaten bunu ciddi söylüyorum. Espri falan değil. Futbol o kadar cazip. Herkes oralardan çıkıp bir yerlere geliyor. Mesela şimdi Türkiye'de bakıyorsun televizyonlara... Televizyonlarda magazin yapan grup futboldan gelme. Niye magazinciler yapamadı da, Şansal'ın ekibi geldi bunları geçti, sollayıp götürdüler.
CY Pırıltı mı var?
ET Hayır. Spor hakikaten olaydır. Aptal bir adam spor yapamaz.
CY Oooo. Kapsıyor yani birçok şeyi.
ET Ama her spor yapan akıllı mı? Bu tartışılır.
CY Eyvah. Valla benim dinlediğime göre sizden, pek yok gibi görünüyor. Kendini sevdiren kim var en son size? Şu sıralar en çok sevdiğiniz futbol insanı?
ET Futbolun içindeki insanları seviyorum ben. Mesela futbolcuları çok seviyorum. Çok zeki insanlardır. Ne yaparlarsa kendilerine yaparlar. Futbolcudan kötü bir adam çıktığını hiç görmedim.
CY Eyvallah. Kötü futbolcu bile olsa...
ET Sporcu ruhu var bizde. Ama bizi dışardakiler bozuyorlar. Dışarda yazanlar mazanlar, ahkám kesenler var ya.
CY Dışarda yazanlar derken... Kimin dışındakiler?
OKAN’A 10 DAKİKA
ET Düşman yazıyorlar, teoriler üretiyorlar. Yöneticiler acayip, abuk sabuk şeyler yazıyorlar. Onlar bozuyor sporu. Karıştır, mikser olur, şahane lezzeti var ama. Yani oturur küfür de ederiz biz birbirimize maçta, ama akşam otururlar, rakılarını içerler, eğlenirler. Dersin ki gündüz olan bunlar değil. Ama öteki geri zekálılar birbirini bıçaklarlar tribünde. Bize bir dalsan var ya neler yakalarsın... (Kahkahalar).
CY Birkaç yakalayan var. Okan (Bayülgen) yapıyor. Memnun musun ondan?
ET Bir defa bir 10 dakika seyrettim.
CY Çok acımasız.
ET Abi o saatte. Ben ya uyurum, ya gezerim İstanbul'da. Şimdi cumartesi akşamı 01.00'de, odaya girersem ya hastayımdır, bir yerim ağrıyordur. Ya da yatarım uyurum.
CY Bir yerim ağrıyordur! Allah Allah, çok değişik! (Gülüşmeler). Bana çok tanıdık geldi bu aslında ama. Ayağım ağrıyor deyip... Eyvallah! Diyorsunuz ki sporun içinde öyle neşe de var.
Odama çıkarım antrenmanımı yaparım
CY Siz ne kadar zamandır İstanbul'dasınız?
ET Ben 92'den beri İstanbul'dayım da. Ama evim Ankara'da. Ben burda otelde kalıyorum. Dedeman'da kalıyorum.
CY Kaç numara? (Kahkahalar). Ben oyundan sonra sahneden bazen böyle oda numarası veririm!
ET Hocam otele giderim, kartımı alırım, odama çıkarım, antrenmanımı yaparım.
CY Antrenman derken? Benzin, mazot?
ET Yok canım. Aşağıda şöyle koşu bandına çıkınca da, 4.5 kilometreyi yarım saatte alırım.
CY Güzel bir ortalama
ET İyi bir ortalama. Biraz ağırlık falan yaparım, hafif jakuzi, sauna.
‘Bakire hakemler’ diye yazdım gazetenin bayanları ayağa kalktı
ET Canlı yayında oluyor bu. ‘‘Her gün seks yaparsan çocuk olmaz Şansal’’ dedim. Şansal şimdi şöyle bir durdu. ‘‘ Şimdi belli günleri var onun’’ dedim, ‘‘Taymingini iyi ayarlayacaksın’’ dedim. Bu arada bir cümle daha var. Geçen gün bizim Can Dündar'a anlattım. Şimdi seks yaparken o kadının belli ádet günleri var. Şimdi benim...
CY Allah Allah, hiç farkında olmadığım şeyleri söylüyorsun.
ET Benim birader kadın doğum mütehassısı. Bir gün otururken hastanede... Şimdi kadının yumurtlama günü o 7 gün ya. Bunun 3 günü daha tehlikeli veya 2 günü. Şimdi kadının bu yumurtlama gününde, kadının ısısı 37.5'tan 38.5'a çıkıyor. Yani önce kadına takacaksın dereceyi, sonra çalışacaksın. Bu net bir olay. Ha diyeceksin ki, lan bunu nerden biliyorsun? Şansal diyor ki, ‘‘Lan bunu da mı biliyorsun?’’ Düşen bir şeyi yerine koymak için çalışmak lazım. Onun da zamanlaması önemli, her zaman konmuyor. Allah'ın verdiği bir şey. Bunun zamanlaması önemli. Şimdi ben bunu söyleyince tuhaf oluyor. Kamuoyundan tepki görüyor. Bakire hakemler diye bir yazı yazdım, gazetenin bayanları ayağa kalktı. ‘‘Bakire hakem olur mu?’’ Olur tabii bakire hakem. Niye olmasın?
CY Ne anlama geliyor?
ET Bozulmamış hakem. Bakire hakem, balta girmemiş daha.
CY Balta girmemiş mi!!!
Cem Yılmaz: Ben futboldan anlamam usta, Erman Toroğlu: Şenol da senin gibi
Ünlü komedyen Cem Yılmaz'la, ünlü futbol yorumcusu ve Hürriyet yazarı Erman Toroğlu sohbet ederlerse ne olur? İlk kez tanışmalarına rağmen üç saat aralıksız konuştular. Daha doğrusu Cem Yılmaz çanak tuttu, Erman Hoca coştu. Ortaya bayram boyunca okuyacağınız bu röportaj çıktı.
CY Ben hiç futboldan anlamıyorum usta. Onun için kesinlikle çok iyi anlaşıcaz. Sen de anlamıyorsun oyundan, o yüzden anlaşıcaz demiyorum da...
ET Ama senden iyi hakem olurmuş.
CY Valla mı?
ET Onlar da anlamıyorlar çünkü. (Kahkahalar).
CY Hiçbiri mi anlamıyor şu anda?
ET Şenol Güneş fena değil. O da sana yakın.
CY Bak şimdi, benim üzerimden ne olur bombalar gönderme lütfen herkese. (Kahkahalar).
ET Yakalamışken...
CY Hiç anlamıyorum ya. Ciddi bir kayıp mıdır hakikaten? Mesela o futbolla ilgili yorum programında, insan hakikaten başka bir şey öğreniyor, üzerine konuşulacak bir şey olduğu çok kesin.
HINCAL SENDEN DAHA KÖTÜ OLDU
ET Hıncal da senin gibiydi. Daha kötü oldu.
CY Peki üzerine konuşmaktan mı hasta oldu? Yoksa futbolun kendisinden mi hasta oldu?
ET Hayır, bu kadar çok adam konuşunca orda bir şeyler var demek ki. Bunun üzerine geliyorlar. Çoğu öyle geliyor. Hakikaten bunu ciddi söylüyorum. Espri falan değil. Futbol o kadar cazip. Herkes oralardan çıkıp bir yerlere geliyor. Mesela şimdi Türkiye'de bakıyorsun televizyonlara... Televizyonlarda magazin yapan grup futboldan gelme. Niye magazinciler yapamadı da, Şansal'ın ekibi geldi bunları geçti, sollayıp götürdüler.
CY Pırıltı mı var?
ET Hayır. Spor hakikaten olaydır. Aptal bir adam spor yapamaz.
CY Oooo. Kapsıyor yani birçok şeyi.
ET Ama her spor yapan akıllı mı? Bu tartışılır.
CY Eyvah. Valla benim dinlediğime göre sizden, pek yok gibi görünüyor. Kendini sevdiren kim var en son size? Şu sıralar en çok sevdiğiniz futbol insanı?
ET Futbolun içindeki insanları seviyorum ben. Mesela futbolcuları çok seviyorum. Çok zeki insanlardır. Ne yaparlarsa kendilerine yaparlar. Futbolcudan kötü bir adam çıktığını hiç görmedim.
CY Eyvallah. Kötü futbolcu bile olsa...
ET Sporcu ruhu var bizde. Ama bizi dışardakiler bozuyorlar. Dışarda yazanlar mazanlar, ahkám kesenler var ya.
CY Dışarda yazanlar derken... Kimin dışındakiler?
OKAN’A 10 DAKİKA
ET Düşman yazıyorlar, teoriler üretiyorlar. Yöneticiler acayip, abuk sabuk şeyler yazıyorlar. Onlar bozuyor sporu. Karıştır, mikser olur, şahane lezzeti var ama. Yani oturur küfür de ederiz biz birbirimize maçta, ama akşam otururlar, rakılarını içerler, eğlenirler. Dersin ki gündüz olan bunlar değil. Ama öteki geri zekálılar birbirini bıçaklarlar tribünde. Bize bir dalsan var ya neler yakalarsın... (Kahkahalar).
CY Birkaç yakalayan var. Okan (Bayülgen) yapıyor. Memnun musun ondan?
ET Bir defa bir 10 dakika seyrettim.
CY Çok acımasız.
ET Abi o saatte. Ben ya uyurum, ya gezerim İstanbul'da. Şimdi cumartesi akşamı 01.00'de, odaya girersem ya hastayımdır, bir yerim ağrıyordur. Ya da yatarım uyurum.
CY Bir yerim ağrıyordur! Allah Allah, çok değişik! (Gülüşmeler). Bana çok tanıdık geldi bu aslında ama. Ayağım ağrıyor deyip... Eyvallah! Diyorsunuz ki sporun içinde öyle neşe de var.
Odama çıkarım antrenmanımı yaparım
CY Siz ne kadar zamandır İstanbul'dasınız?
ET Ben 92'den beri İstanbul'dayım da. Ama evim Ankara'da. Ben burda otelde kalıyorum. Dedeman'da kalıyorum.
CY Kaç numara? (Kahkahalar). Ben oyundan sonra sahneden bazen böyle oda numarası veririm!
ET Hocam otele giderim, kartımı alırım, odama çıkarım, antrenmanımı yaparım.
CY Antrenman derken? Benzin, mazot?
ET Yok canım. Aşağıda şöyle koşu bandına çıkınca da, 4.5 kilometreyi yarım saatte alırım.
CY Güzel bir ortalama
ET İyi bir ortalama. Biraz ağırlık falan yaparım, hafif jakuzi, sauna.
‘Bakire hakemler’ diye yazdım gazetenin bayanları ayağa kalktı
ET Canlı yayında oluyor bu. ‘‘Her gün seks yaparsan çocuk olmaz Şansal’’ dedim. Şansal şimdi şöyle bir durdu. ‘‘ Şimdi belli günleri var onun’’ dedim, ‘‘Taymingini iyi ayarlayacaksın’’ dedim. Bu arada bir cümle daha var. Geçen gün bizim Can Dündar'a anlattım. Şimdi seks yaparken o kadının belli ádet günleri var. Şimdi benim...
CY Allah Allah, hiç farkında olmadığım şeyleri söylüyorsun.
ET Benim birader kadın doğum mütehassısı. Bir gün otururken hastanede... Şimdi kadının yumurtlama günü o 7 gün ya. Bunun 3 günü daha tehlikeli veya 2 günü. Şimdi kadının bu yumurtlama gününde, kadının ısısı 37.5'tan 38.5'a çıkıyor. Yani önce kadına takacaksın dereceyi, sonra çalışacaksın. Bu net bir olay. Ha diyeceksin ki, lan bunu nerden biliyorsun? Şansal diyor ki, ‘‘Lan bunu da mı biliyorsun?’’ Düşen bir şeyi yerine koymak için çalışmak lazım. Onun da zamanlaması önemli, her zaman konmuyor. Allah'ın verdiği bir şey. Bunun zamanlaması önemli. Şimdi ben bunu söyleyince tuhaf oluyor. Kamuoyundan tepki görüyor. Bakire hakemler diye bir yazı yazdım, gazetenin bayanları ayağa kalktı. ‘‘Bakire hakem olur mu?’’ Olur tabii bakire hakem. Niye olmasın?
CY Ne anlama geliyor?
ET Bozulmamış hakem. Bakire hakem, balta girmemiş daha.
CY Balta girmemiş mi!!!
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#1886 19-02-2006 23:37 GMT-1 saat
TimeOutİstanbul Dergisi Kasım 2004
Portre
CEVVAL
EN KOMIK
MUZIP
YAKIŞIKLI
ISIRGAN
LAF EBESI
MATRAK
AKILLI
ZENGIN
Kapakta gördüğünüz adamın peşinde bu ay herkes. Çünkü yıllardır beklenen filmi en sonunda 12 Kasım’da gösterime giriyor. Cem Yılmaz’ı ciddi konuşurken ne zaman gördünüz bilmiyoruz ama sorularımıza gayet ciddi cevaplar verdi. Hiper düşünce hızına, kıvrak zekasına yetişmek hiç kolay olmadı ama o da açık verdi. Bir kere filmi hakkında konuşurken hiç öyle soğuk kanlı değil, heyecandan yerinde duramıyor. “Gaza geldim, insanım ben de...” diyor. 2.5 sene önce başlayan “Bir Uzay Filmi” defalarca hayal kırıklığı/zafer duygusunu yaşatıp durmuş bütün film ekibine. G.O.R.A. gösterime girmeden kısa bir süre önce röportaj yaptık Türkiye’nin en popüler adamıyla. Okuyun, sizi şaşırtacak bir Cem Yılmaz’la karşılaşacaksınız...
Time Out Resmen yıllardır konuşuluyor G.O.R.A. Birkaç aydır da çekimlerden sonra başına gelenler gündemde, biz senaryonun oluşumunu, çekimlerin başlamasını konuşsak... Cem Yılmaz G.O.R.A. filminin senaryosunu 2002’nin mayısında yazmaya başladım. Daha önce karikatür dünyasında, sahnede, orda burda, kendine ait olmayan bir mekana çok çabuk adapte olan bir adam tipiyle iş yaptığım için çok zorlanmadım açıkçası. Amacım komik bir bilim-kurgu filmi yapmaktı önce. Sonra adamın kim olduğunu bulunca, o adamın macerasını tasarladım. ‘Türkler uzayda olsa nasıl olur.’ hikayesini değil; bir adamın mesleğinden, hayatından sahneler görüyoruz önce, sonra bu adam kaçırılıyor. Kaçırıldıktan sonra da aslında görmeye alışık olduğumuz hadiseler başlıyor... Yaa, ‘uzay filmi’ zaten dalga bir isim, ‘Uz-ayy filmi!’ diye tabir edilir ya, öyle bir ortamda başına bir şeyler geliyor işte. Her sahnede bir komiklik olsun diye uğraşmadık. Hadise önce fikir olarak insanın sinirini bir bozsun, sonra sahnelerde de olan biten diyaloglara gülünsün. Diyaloglara gülerken bir yandan o sahnede olan şeylere aşina olalım ama bir yandan da ilk defa şahit olalım böyle bir şeye... Öyle kıstaslar vardı yazarken kafamda.
TO Herhangi bir filme benziyor mu? Mesela Uzay Yolu’na, Matrix’e, Dünyayı Kurtaran Adam’a...
Yılmaz Herhangi bir filme benzemesin dedim G.O.R.A. Benzetilecek bile olsa iş bittikten sonra, prodüksiyonel anlamda benzetilecek bir yanı olmasıydı amaç. İşte ne bileyim gördüğünüz anlamda yani... Bir sahneyi gördüğünüzde o sahneyi bir yerlerden hatırlayacaksanız, hatırlatacak kadar inandırıcı olsun. İşin içine girince bu işlerin gerçekten çok pahalı olduğunu öğrendik. Bizim filmimiz de pahalı bir film ama onlar hakikaten çok çok daha pahalı. Baştan planlarken paramızın yetmeyeceği şeyleri yapmamaya çalıştık. “Hadi arkadaşlar beş yüz tane uzay gemisi Taksim’e saldırsın.” demedik. “Hikaye komik olsun, bizi çok zorlayacak çetrefilli işlere girmeyelim, meramımızı anlatacak kadar bilim-kurgu filmi gerçekliği görüntüsünü sağlayalım, o bize yeter.” dedik.
TO Fragmanlar çok havalı duruyor ama...
Yılmaz Evet işe yaradı galiba. İnsanlar fragmanı izlediklerinde birkaç kırıntı gördü ve ‘Vay be ne teknoloji’ falan dediler ya, asıl filmin malzemesini daha kimse görmedi, malzeme o değil. Bu da tabii iyi bir şey. Ama fragmanı beğenmelerinin sebebi başka, çünkü ‘teknik kıstasları’ yerine getirmiş gibi duruyoruz fragmanda. Ama filmin asıl malzemesi, komik ve sinir bozucu olması. Bana ve ekibe özgü, bizden kaynaklanan sihirli şeyi filmi izleyince göreceksiniz. İstanbul Masalı’nda izlediğiniz iş adamı kılıklı Ozan’ın robotluğunu filmde göreceksiniz. Bir de bazı kimseler deşifre olduğunu düşünüyor işin ama alakası yok. İnternette mesela G.O.R.A’dan replikler deyip ‘Houston bir problem var’ falan gibi hiç bizim filmle uzaktan yakından ilgisi olmayan şeyler yazılıyor, çiziliyor. Öyle zannediyorlar galiba filmi ama onların öyle zannettikleri gibi olmuyor.
TO Senaryoyu yazdınız, şu an film ortaya çıktı. Kafanızda kurduğunuz gibi oldu mu?
Yılmaz Kafamdaki değişmedi hiç. Zaten ben uygulamada şöyle bir yöntem izlemiyorum ki: ‘Al abi yazdım, sen sete çağırırsın’. Filmin her evresinde, daha dün bile filmle ilgili bir şey yapmış biriyim. Ömer’in filmi yöneteceği belli olduğu andan itibaren işin başındaydım. Bizim film çok planlı programlı yapılması gereken filmlerden. Yoksa hakikaten yapamazsınız. İkinci bir yapımcı filmi satın aldığı zaman film bitmişti ama bu film değildi o film. Sadece sahneler çekilmişti. Safhalar çok karışık. Yazıyorsunuz: Şöyle şöyle yapılır, kostümler böyle olmalı, dekorlar böyle yapılmalı. Bunlar paralel olarak, tıkırında yürüyor. Arada bu bahsettiklerim iki sene evvel; ben ne giyeceğimi biliyorum, o ne giyeceğini biliyor ama önce sadece kağıt üzerinde görüyoruz. Sonra kostümler geliyor, etli canlı görüyoruz ama bunların Antalya’da 40 derecenin ve spotun altında giyileceğini bilmiyoruz, sonra onları Antalya’da spotu da kat, 100 derecenin altında giyiyoruz. İşte plandan kastım bu. Bir daha böyle bir iş yapacak olursan Antalya’da o sıcakta çekmemek gerektiğini öğreniyorsun. Bunları önceden bilmek mi lazım bilmiyorum. Velhasıl kelam, çekiyorsun filmi başka başka zorluklar içinde. Ve çekimlerde, ki o taa ne zaman, ne modda yazdığın komiklikleri kamera karşısında yapıyorsun. Sonra izliyorsun, olmamış dediğini bir daha çekiyorsun tabii ki. Kafamdaki çıktı evet. Yazdıklarım dışında bir şey çekmeye çalışmadık. Ömer bir şey söylediği zaman ben de fikrimi söyledim, ortayı bulduk. İnsanlar her zaman herşeyi bilemez. Benim herşeyi bilir bir görüntüm var, herşeyi bilmek çok isterim ama bazı şeyleri de bilmiyorum. O nedenle güzel bir işbirliği oldu ama çok yoruldum vallahi. Neticede arkadaşların emeklerine karşılık hep benim ismim geçiyor işte. Bu da başka bir tuhaflık. Hatta bazıları içten içe artık akıllarında, kalplerinde hangi organlarında saklıyorlarsa beni, “Biz yaptık o kaymağını yiyor.” diyebilirlerdi ama öyle insanlar yok bizim ekipte. Ne varsa mal ortada; bunun bir ortaklık olduğu belli ama benim payımın da ne kadar olduğu belli. Birbirimize karşı kışkırtıldığımız da oldu, dedim ya bu zor iş. Sonuç sadece olumlu değil olumsuz da olursa faturanın ağırlıklı bana kesileceğini bildiğim için bırakmadım işimi. O efektleri benim elle yapmadığım belli. Onlar da iyi olsun diye çalışmamın sebebi bu işi yapan arkadaşlar var bu memlekette onlar da takdir edilsin. O insanları harekete geçirecek fikri bulan benim. O nedenle kendimi iyi hissediyorum... Başka bir sanatçının nesi var ki? İnan, yalnızca bir komiklik yapmış olmak bana yetiyor yani...
TO Gösterilerinizde de hep bunu hissettirirsiniz, güldürür ve gidersiniz, G.O.R.A’da bu sistem işlememiş gibi, bir sinema kaygısı hissediliyor...
Yılmaz Sinema kaygısı değil de işin kendi içinde prensipleri öyle. Emin ol ki ben öyle çok ciddi sinema bilgisi olan bir kimse değilim. Tuhaf demeyeyim de alınmasınlar, bazı tarz filmlerin hastası değilim. Bir sinema anlayışının derinlemesine bilgilerine vakıf değilim. Herhangi bir seyirciden fazla bir şey bilmiyorum. Bir komiklik anının zamanlaması ile ilgili fikrim var, nasıl gerçekleşeceği ile ilgili bir fikrim var. O nedenle, bunu işte sinema perdesinde nasıl göstereceğimizle ilgili bir kooperasyon bu zaten. Filmin herhangi bir sahnesinin öyküsünü anlatırım şu anda, birkaç diyaloğu söylerim, belki gülersiniz. Ama filmde komik olması için bazı işler gerekiyor, o işler de güle oynaya yapılmıyor. “ha ha ha çok komikti demin söylediğin, hadi bir çekelim” gibi bir durum değil.
TO Oyuncu olarak nasıl buldunuz kendinizi?
Yılmaz Çok zorlanmadım vallahi. Çünkü oynarken oynadığım şeyle ilgili hiçbir fikrim yoktu, iş nasıl olacak diye düşünüyordum o anlarda. Hiç ona takılmadı kafam. “Ay burda ne diyecektim, arkadaşlar ne diyordum ben” çok nadir yaptığım bir şeydi. Emin ol ben hep bütünü düşünüyordum. Transa giriyorum oynuyorum, o adam oluyorum. O konuyla ilgili bir derdim olmuyor. Arkadaşların büyük çoğunluğu da öyle. Herkes çok vakıftı hadiseye. Bir tek, çalışma stilleri, filmin tarzı bir iki abimizi zorlamış olabilir. Filmin hoşuma giden yanları benim oynadığım sahneler değil yalnızca, arkadaşlarla kurduğumuz bazı sahneler var; gerçekten o kadar doğal oynanmış ki... Tasarladığımız komedi zaten şöyle bir şeydi: Etrafımızda olan biten hiçbir şeye şaşırmayacağız, zaten öyleymiş gibi oynayacağız. Adam robot gibi davranacak, ben de oranın imparatoru gibi davranacağım ve bunda hiçbir problem olmayacak, sanki anasını satayım hakikaten her gün o dört kiloluk kostümle geziyormuşuz gibi davranacaksın ve bundan bir komiklik geliştirmeyeceğiz gibi... Çünkü bunlardan komiklik geliştirmeyince asıl komik olan şey ortaya çıkıyor.
TO Filmdeki karakterlerden biraz bahsedebilir misiniz?
Yılmaz Birçok tip masallarda olması gereken klişe tipler... İsimler enteresan, bizim akrabaların isimleri, lakapları. Ceku mesela anneannemin ismi, Mulu annemin halasının, Toça annemlerin köyündeki bir adamın lakabı... Bakma öyle, Selanik göçmeni annemler. Ciddiyim, çocukluğumdan kalan isimler, bizimkiler seyredince çok gülecek. G.O.R.A.’nın açılımı da yok tamam mı... Canımız istedi harflerin arasına nokta koyduk, kısaltma zannediyorlar, bunun açılımı ne diyorlar, yok öyle bir şey. “Nerelisin?” “Goralıyım.” gibi bir şey de yok. Filmin sonunda bir sürpriz var bu G.O.R.A. adıyla ilgili. Film çok ciddi bir DVD ürünü. ‘Her şey Çok Güzel Olacak’ mesela, iyi bir film ama çok sıklıkla izlemezsiniz. Gelgelelim G.O.R.A.’nın devamlı izlenecek bir sahneleri var...
TO İyi bir şey göreceğinden emin olarak geliyor insanlar sizin dahil olduğunuz bir şeyi izlemeye gelirken... Bu ağırlık yapıyor mu?
Yılmaz Beni kasan hadise de bu ‘Mutlaka iyi bir şey yapmıştır’ duygusu. İnsan kariyerini bu iyi niyet üzerine kuramıyor ki. Emin ol ki eğer seni hayal kırıklığına uğratırsam bunun geri dönüşü çok daha zor olur. Yoksa herhangi fikri olmayan bir kimseyi başka sebeplerle tatmin edebilirim; yalnızca güldürebilirim, çeşitli insanları çeşitli şekillerde tatmin edebilirsin. Ama o kalite denen şeyi sağlamak için birazcık uğraşmak gerekiyor. İnsanların beklentisini devamlı yükseltecek şeyler yapmak arzusu var, o zaman kendini geliştirmiş oluyorsun. Mesela ben şimdi 12 Kasım’da izleyeceğiniz filmden daha güzel, daha uzaylı, daha pahalı, bu sefer ne bileyim ‘100 ton demir’in kullanıldığı bir şey yapmak için uğraşacağım!
TO Yeni bir proje var mı gerçekten?
Yılmaz Vallahi var, bu filmin macerasını yaşayan insanların başına yalnızca gezegenlerde değil, her yerde bir şeyler gelebilir, o öykü devam edebilir, çünkü çizgi roman devam edebilirliğinde. Bu duyguyu paylaştığım, çok sağlam oyuncu arkadaşlarla da tanıştım. Onlarla böyle devam etmek peşindeyim. Güzel ekipler kurup, güzel yazıp, güzel oynayıp, neticede güzel komedi filmleri olsun...
TO Türkiye’nin en popüler adamlarından biri olarak yaşam nasıl? Biz ünlüleri severiz, manav mandalina uzatır, taksici kanka ilan eder, lokantacı zorla masasına oturtur... Nasıl uyum sağlıyorsunuz?
Yılmaz Bana etrafımdaki diğer şöhretli insanlardan biraz daha farklı bir yaklaşım var. Daha neşeli yaklaşıyorlar. Ben de uyumluyum, sevilen adam duygusuyla yürüyorum. Pek tabii gerçek bir sevilme duygusu uyandırıyor muyum, ondan emin olamam. Tam olarak anlayamadığım bir konu o. Sokaktaki reaksiyonlar bazı şeyleri yapmaktan alıkoyuyor tabii ama nedir bu alıkoyanlar desen şimdi aklıma bir şey gelmez, “Ay vallahi dışarı çıkamıyorum” tribi değil tabii. Gideceğim varsa bile gitmediğim yerler oluyor. Ama genelde soğuk halim yok, kimsenin de bana karşı soğuk olduğu yok. Çok sokakta gezen bir İstanbul aşığı da değilim zaten. Şimdi ben Kapalıçarşı’da bir dolaşayım desem tek başıma yapabilirim ama beraberimde bir kimseyle yapamam. Bir arkadaş grubuyla daha bir geriliyorum, tek başıma daha rahatım.•
G.O.R.A. 12 Kasım’da vizyonda…
GEYİK MUHABBETİ
Cem Yılmaz’ı yakalamışken geyik muhabbeti fırsatını kaçırmadık, zaten o başlattı...
TO Neler yapıyorsunuz günlük hayatınızda?
Yılmaz Film çıkana kadar filmim ben. Bir ara spora sarmıştım ama bu ara gitmiyorum. Söyleşilere ve televizyon programlarına konuk olmayı hedefliyorum!
TO İdeal bir Cem Yılmaz hayranı nasıl olmalı?
Yılmaz İdeal bir Cem Yılmaz hayranı olmasın abi. Hayrandan ziyade, nasıl bir kişi benim yaptığım işe hayran olsun diye sor mesela... Benim mesleğimden ya da çevremden birinin hayran olması değil de başka alanda iyi olan bir kimsenin beni takdir etmesini isterim.
TO Cep telefonunuzda kayıtlı en sıra dışı kişi kim?
Yılmaz Mecalim yok bu soruyu yanıtlamaya... Tarkan’ın numarası vardı bir ara...
TO Evinizdeki en havalı şey?
Yılmaz Birçok şeye çok para harcadım ama hiçbir şeye tutkuyla bağlılığım yok inan. Şu kılığımla gidip başka bir yerde üç ay takılabilirim.
TO Oynadığınız reklamların kamera arkası görüntüleri o e-mail’den bu e-mail’e geziyor. Siz rastlıyor musunuz?
Yılmaz Benim için ‘too much’. Çok komik evet ama üzücü de. Çünkü bilerek yapmıyorum ben onları. Kimseye de yayınlayın diye verdiğim şeyler değil. Ben vermediğim için de içime sinmiyor. Daha birçok yanlış şey dolaşıyor internette. En başında şu şakaları yaptık ya: İnternet dünyaya ulaşmak, internet çabuk bilgi edinmek, internet sivilceli çirkin çocukların ‘ben gözlüklü ve kısa değilim, 1.90’ım, cillopum’ şeklinde kendini ifade ettiği bir ortam diye... Seninle ilgili yorum yaparken birden sinemacı kesiliyor sivilceli çocuk. Çok sevimli değil, yazdıkları şeyin sorumluluklarını almıyorlar, biz öyle değiliz ama. Ben de kafama göre bir şey söyleyip altına Baltazar yazarsam...
TO Sonuçta Cem Bey, biz gülecek miyiz bu G.O.R.A.’ya, gidelim mi?
Yılmaz G.O.R.A.’yla ilgili düşüncelerim emin ol 24 saatte bir değişiyor. Kağıdı alıp ‘G.O.R.A. Bir Uzay Filmi’ yazalı 2.5 sene oluyor. Defalarca bir hayal kırıklığı bir zafer duygusunu yaşadık. Bir ara bu ikilem duygusu o kadar sıklaştı ki özgüvenim kaybolma noktasına geldi. Bugün iş bitti ve evet G.O.R.A. iyi bir film oldu. Çok komik...
Portre
CEVVAL
EN KOMIK
MUZIP
YAKIŞIKLI
ISIRGAN
LAF EBESI
MATRAK
AKILLI
ZENGIN
Kapakta gördüğünüz adamın peşinde bu ay herkes. Çünkü yıllardır beklenen filmi en sonunda 12 Kasım’da gösterime giriyor. Cem Yılmaz’ı ciddi konuşurken ne zaman gördünüz bilmiyoruz ama sorularımıza gayet ciddi cevaplar verdi. Hiper düşünce hızına, kıvrak zekasına yetişmek hiç kolay olmadı ama o da açık verdi. Bir kere filmi hakkında konuşurken hiç öyle soğuk kanlı değil, heyecandan yerinde duramıyor. “Gaza geldim, insanım ben de...” diyor. 2.5 sene önce başlayan “Bir Uzay Filmi” defalarca hayal kırıklığı/zafer duygusunu yaşatıp durmuş bütün film ekibine. G.O.R.A. gösterime girmeden kısa bir süre önce röportaj yaptık Türkiye’nin en popüler adamıyla. Okuyun, sizi şaşırtacak bir Cem Yılmaz’la karşılaşacaksınız...
Time Out Resmen yıllardır konuşuluyor G.O.R.A. Birkaç aydır da çekimlerden sonra başına gelenler gündemde, biz senaryonun oluşumunu, çekimlerin başlamasını konuşsak... Cem Yılmaz G.O.R.A. filminin senaryosunu 2002’nin mayısında yazmaya başladım. Daha önce karikatür dünyasında, sahnede, orda burda, kendine ait olmayan bir mekana çok çabuk adapte olan bir adam tipiyle iş yaptığım için çok zorlanmadım açıkçası. Amacım komik bir bilim-kurgu filmi yapmaktı önce. Sonra adamın kim olduğunu bulunca, o adamın macerasını tasarladım. ‘Türkler uzayda olsa nasıl olur.’ hikayesini değil; bir adamın mesleğinden, hayatından sahneler görüyoruz önce, sonra bu adam kaçırılıyor. Kaçırıldıktan sonra da aslında görmeye alışık olduğumuz hadiseler başlıyor... Yaa, ‘uzay filmi’ zaten dalga bir isim, ‘Uz-ayy filmi!’ diye tabir edilir ya, öyle bir ortamda başına bir şeyler geliyor işte. Her sahnede bir komiklik olsun diye uğraşmadık. Hadise önce fikir olarak insanın sinirini bir bozsun, sonra sahnelerde de olan biten diyaloglara gülünsün. Diyaloglara gülerken bir yandan o sahnede olan şeylere aşina olalım ama bir yandan da ilk defa şahit olalım böyle bir şeye... Öyle kıstaslar vardı yazarken kafamda.
TO Herhangi bir filme benziyor mu? Mesela Uzay Yolu’na, Matrix’e, Dünyayı Kurtaran Adam’a...
Yılmaz Herhangi bir filme benzemesin dedim G.O.R.A. Benzetilecek bile olsa iş bittikten sonra, prodüksiyonel anlamda benzetilecek bir yanı olmasıydı amaç. İşte ne bileyim gördüğünüz anlamda yani... Bir sahneyi gördüğünüzde o sahneyi bir yerlerden hatırlayacaksanız, hatırlatacak kadar inandırıcı olsun. İşin içine girince bu işlerin gerçekten çok pahalı olduğunu öğrendik. Bizim filmimiz de pahalı bir film ama onlar hakikaten çok çok daha pahalı. Baştan planlarken paramızın yetmeyeceği şeyleri yapmamaya çalıştık. “Hadi arkadaşlar beş yüz tane uzay gemisi Taksim’e saldırsın.” demedik. “Hikaye komik olsun, bizi çok zorlayacak çetrefilli işlere girmeyelim, meramımızı anlatacak kadar bilim-kurgu filmi gerçekliği görüntüsünü sağlayalım, o bize yeter.” dedik.
TO Fragmanlar çok havalı duruyor ama...
Yılmaz Evet işe yaradı galiba. İnsanlar fragmanı izlediklerinde birkaç kırıntı gördü ve ‘Vay be ne teknoloji’ falan dediler ya, asıl filmin malzemesini daha kimse görmedi, malzeme o değil. Bu da tabii iyi bir şey. Ama fragmanı beğenmelerinin sebebi başka, çünkü ‘teknik kıstasları’ yerine getirmiş gibi duruyoruz fragmanda. Ama filmin asıl malzemesi, komik ve sinir bozucu olması. Bana ve ekibe özgü, bizden kaynaklanan sihirli şeyi filmi izleyince göreceksiniz. İstanbul Masalı’nda izlediğiniz iş adamı kılıklı Ozan’ın robotluğunu filmde göreceksiniz. Bir de bazı kimseler deşifre olduğunu düşünüyor işin ama alakası yok. İnternette mesela G.O.R.A’dan replikler deyip ‘Houston bir problem var’ falan gibi hiç bizim filmle uzaktan yakından ilgisi olmayan şeyler yazılıyor, çiziliyor. Öyle zannediyorlar galiba filmi ama onların öyle zannettikleri gibi olmuyor.
TO Senaryoyu yazdınız, şu an film ortaya çıktı. Kafanızda kurduğunuz gibi oldu mu?
Yılmaz Kafamdaki değişmedi hiç. Zaten ben uygulamada şöyle bir yöntem izlemiyorum ki: ‘Al abi yazdım, sen sete çağırırsın’. Filmin her evresinde, daha dün bile filmle ilgili bir şey yapmış biriyim. Ömer’in filmi yöneteceği belli olduğu andan itibaren işin başındaydım. Bizim film çok planlı programlı yapılması gereken filmlerden. Yoksa hakikaten yapamazsınız. İkinci bir yapımcı filmi satın aldığı zaman film bitmişti ama bu film değildi o film. Sadece sahneler çekilmişti. Safhalar çok karışık. Yazıyorsunuz: Şöyle şöyle yapılır, kostümler böyle olmalı, dekorlar böyle yapılmalı. Bunlar paralel olarak, tıkırında yürüyor. Arada bu bahsettiklerim iki sene evvel; ben ne giyeceğimi biliyorum, o ne giyeceğini biliyor ama önce sadece kağıt üzerinde görüyoruz. Sonra kostümler geliyor, etli canlı görüyoruz ama bunların Antalya’da 40 derecenin ve spotun altında giyileceğini bilmiyoruz, sonra onları Antalya’da spotu da kat, 100 derecenin altında giyiyoruz. İşte plandan kastım bu. Bir daha böyle bir iş yapacak olursan Antalya’da o sıcakta çekmemek gerektiğini öğreniyorsun. Bunları önceden bilmek mi lazım bilmiyorum. Velhasıl kelam, çekiyorsun filmi başka başka zorluklar içinde. Ve çekimlerde, ki o taa ne zaman, ne modda yazdığın komiklikleri kamera karşısında yapıyorsun. Sonra izliyorsun, olmamış dediğini bir daha çekiyorsun tabii ki. Kafamdaki çıktı evet. Yazdıklarım dışında bir şey çekmeye çalışmadık. Ömer bir şey söylediği zaman ben de fikrimi söyledim, ortayı bulduk. İnsanlar her zaman herşeyi bilemez. Benim herşeyi bilir bir görüntüm var, herşeyi bilmek çok isterim ama bazı şeyleri de bilmiyorum. O nedenle güzel bir işbirliği oldu ama çok yoruldum vallahi. Neticede arkadaşların emeklerine karşılık hep benim ismim geçiyor işte. Bu da başka bir tuhaflık. Hatta bazıları içten içe artık akıllarında, kalplerinde hangi organlarında saklıyorlarsa beni, “Biz yaptık o kaymağını yiyor.” diyebilirlerdi ama öyle insanlar yok bizim ekipte. Ne varsa mal ortada; bunun bir ortaklık olduğu belli ama benim payımın da ne kadar olduğu belli. Birbirimize karşı kışkırtıldığımız da oldu, dedim ya bu zor iş. Sonuç sadece olumlu değil olumsuz da olursa faturanın ağırlıklı bana kesileceğini bildiğim için bırakmadım işimi. O efektleri benim elle yapmadığım belli. Onlar da iyi olsun diye çalışmamın sebebi bu işi yapan arkadaşlar var bu memlekette onlar da takdir edilsin. O insanları harekete geçirecek fikri bulan benim. O nedenle kendimi iyi hissediyorum... Başka bir sanatçının nesi var ki? İnan, yalnızca bir komiklik yapmış olmak bana yetiyor yani...
TO Gösterilerinizde de hep bunu hissettirirsiniz, güldürür ve gidersiniz, G.O.R.A’da bu sistem işlememiş gibi, bir sinema kaygısı hissediliyor...
Yılmaz Sinema kaygısı değil de işin kendi içinde prensipleri öyle. Emin ol ki ben öyle çok ciddi sinema bilgisi olan bir kimse değilim. Tuhaf demeyeyim de alınmasınlar, bazı tarz filmlerin hastası değilim. Bir sinema anlayışının derinlemesine bilgilerine vakıf değilim. Herhangi bir seyirciden fazla bir şey bilmiyorum. Bir komiklik anının zamanlaması ile ilgili fikrim var, nasıl gerçekleşeceği ile ilgili bir fikrim var. O nedenle, bunu işte sinema perdesinde nasıl göstereceğimizle ilgili bir kooperasyon bu zaten. Filmin herhangi bir sahnesinin öyküsünü anlatırım şu anda, birkaç diyaloğu söylerim, belki gülersiniz. Ama filmde komik olması için bazı işler gerekiyor, o işler de güle oynaya yapılmıyor. “ha ha ha çok komikti demin söylediğin, hadi bir çekelim” gibi bir durum değil.
TO Oyuncu olarak nasıl buldunuz kendinizi?
Yılmaz Çok zorlanmadım vallahi. Çünkü oynarken oynadığım şeyle ilgili hiçbir fikrim yoktu, iş nasıl olacak diye düşünüyordum o anlarda. Hiç ona takılmadı kafam. “Ay burda ne diyecektim, arkadaşlar ne diyordum ben” çok nadir yaptığım bir şeydi. Emin ol ben hep bütünü düşünüyordum. Transa giriyorum oynuyorum, o adam oluyorum. O konuyla ilgili bir derdim olmuyor. Arkadaşların büyük çoğunluğu da öyle. Herkes çok vakıftı hadiseye. Bir tek, çalışma stilleri, filmin tarzı bir iki abimizi zorlamış olabilir. Filmin hoşuma giden yanları benim oynadığım sahneler değil yalnızca, arkadaşlarla kurduğumuz bazı sahneler var; gerçekten o kadar doğal oynanmış ki... Tasarladığımız komedi zaten şöyle bir şeydi: Etrafımızda olan biten hiçbir şeye şaşırmayacağız, zaten öyleymiş gibi oynayacağız. Adam robot gibi davranacak, ben de oranın imparatoru gibi davranacağım ve bunda hiçbir problem olmayacak, sanki anasını satayım hakikaten her gün o dört kiloluk kostümle geziyormuşuz gibi davranacaksın ve bundan bir komiklik geliştirmeyeceğiz gibi... Çünkü bunlardan komiklik geliştirmeyince asıl komik olan şey ortaya çıkıyor.
TO Filmdeki karakterlerden biraz bahsedebilir misiniz?
Yılmaz Birçok tip masallarda olması gereken klişe tipler... İsimler enteresan, bizim akrabaların isimleri, lakapları. Ceku mesela anneannemin ismi, Mulu annemin halasının, Toça annemlerin köyündeki bir adamın lakabı... Bakma öyle, Selanik göçmeni annemler. Ciddiyim, çocukluğumdan kalan isimler, bizimkiler seyredince çok gülecek. G.O.R.A.’nın açılımı da yok tamam mı... Canımız istedi harflerin arasına nokta koyduk, kısaltma zannediyorlar, bunun açılımı ne diyorlar, yok öyle bir şey. “Nerelisin?” “Goralıyım.” gibi bir şey de yok. Filmin sonunda bir sürpriz var bu G.O.R.A. adıyla ilgili. Film çok ciddi bir DVD ürünü. ‘Her şey Çok Güzel Olacak’ mesela, iyi bir film ama çok sıklıkla izlemezsiniz. Gelgelelim G.O.R.A.’nın devamlı izlenecek bir sahneleri var...
TO İyi bir şey göreceğinden emin olarak geliyor insanlar sizin dahil olduğunuz bir şeyi izlemeye gelirken... Bu ağırlık yapıyor mu?
Yılmaz Beni kasan hadise de bu ‘Mutlaka iyi bir şey yapmıştır’ duygusu. İnsan kariyerini bu iyi niyet üzerine kuramıyor ki. Emin ol ki eğer seni hayal kırıklığına uğratırsam bunun geri dönüşü çok daha zor olur. Yoksa herhangi fikri olmayan bir kimseyi başka sebeplerle tatmin edebilirim; yalnızca güldürebilirim, çeşitli insanları çeşitli şekillerde tatmin edebilirsin. Ama o kalite denen şeyi sağlamak için birazcık uğraşmak gerekiyor. İnsanların beklentisini devamlı yükseltecek şeyler yapmak arzusu var, o zaman kendini geliştirmiş oluyorsun. Mesela ben şimdi 12 Kasım’da izleyeceğiniz filmden daha güzel, daha uzaylı, daha pahalı, bu sefer ne bileyim ‘100 ton demir’in kullanıldığı bir şey yapmak için uğraşacağım!
TO Yeni bir proje var mı gerçekten?
Yılmaz Vallahi var, bu filmin macerasını yaşayan insanların başına yalnızca gezegenlerde değil, her yerde bir şeyler gelebilir, o öykü devam edebilir, çünkü çizgi roman devam edebilirliğinde. Bu duyguyu paylaştığım, çok sağlam oyuncu arkadaşlarla da tanıştım. Onlarla böyle devam etmek peşindeyim. Güzel ekipler kurup, güzel yazıp, güzel oynayıp, neticede güzel komedi filmleri olsun...
TO Türkiye’nin en popüler adamlarından biri olarak yaşam nasıl? Biz ünlüleri severiz, manav mandalina uzatır, taksici kanka ilan eder, lokantacı zorla masasına oturtur... Nasıl uyum sağlıyorsunuz?
Yılmaz Bana etrafımdaki diğer şöhretli insanlardan biraz daha farklı bir yaklaşım var. Daha neşeli yaklaşıyorlar. Ben de uyumluyum, sevilen adam duygusuyla yürüyorum. Pek tabii gerçek bir sevilme duygusu uyandırıyor muyum, ondan emin olamam. Tam olarak anlayamadığım bir konu o. Sokaktaki reaksiyonlar bazı şeyleri yapmaktan alıkoyuyor tabii ama nedir bu alıkoyanlar desen şimdi aklıma bir şey gelmez, “Ay vallahi dışarı çıkamıyorum” tribi değil tabii. Gideceğim varsa bile gitmediğim yerler oluyor. Ama genelde soğuk halim yok, kimsenin de bana karşı soğuk olduğu yok. Çok sokakta gezen bir İstanbul aşığı da değilim zaten. Şimdi ben Kapalıçarşı’da bir dolaşayım desem tek başıma yapabilirim ama beraberimde bir kimseyle yapamam. Bir arkadaş grubuyla daha bir geriliyorum, tek başıma daha rahatım.•
G.O.R.A. 12 Kasım’da vizyonda…
GEYİK MUHABBETİ
Cem Yılmaz’ı yakalamışken geyik muhabbeti fırsatını kaçırmadık, zaten o başlattı...
TO Neler yapıyorsunuz günlük hayatınızda?
Yılmaz Film çıkana kadar filmim ben. Bir ara spora sarmıştım ama bu ara gitmiyorum. Söyleşilere ve televizyon programlarına konuk olmayı hedefliyorum!
TO İdeal bir Cem Yılmaz hayranı nasıl olmalı?
Yılmaz İdeal bir Cem Yılmaz hayranı olmasın abi. Hayrandan ziyade, nasıl bir kişi benim yaptığım işe hayran olsun diye sor mesela... Benim mesleğimden ya da çevremden birinin hayran olması değil de başka alanda iyi olan bir kimsenin beni takdir etmesini isterim.
TO Cep telefonunuzda kayıtlı en sıra dışı kişi kim?
Yılmaz Mecalim yok bu soruyu yanıtlamaya... Tarkan’ın numarası vardı bir ara...
TO Evinizdeki en havalı şey?
Yılmaz Birçok şeye çok para harcadım ama hiçbir şeye tutkuyla bağlılığım yok inan. Şu kılığımla gidip başka bir yerde üç ay takılabilirim.
TO Oynadığınız reklamların kamera arkası görüntüleri o e-mail’den bu e-mail’e geziyor. Siz rastlıyor musunuz?
Yılmaz Benim için ‘too much’. Çok komik evet ama üzücü de. Çünkü bilerek yapmıyorum ben onları. Kimseye de yayınlayın diye verdiğim şeyler değil. Ben vermediğim için de içime sinmiyor. Daha birçok yanlış şey dolaşıyor internette. En başında şu şakaları yaptık ya: İnternet dünyaya ulaşmak, internet çabuk bilgi edinmek, internet sivilceli çirkin çocukların ‘ben gözlüklü ve kısa değilim, 1.90’ım, cillopum’ şeklinde kendini ifade ettiği bir ortam diye... Seninle ilgili yorum yaparken birden sinemacı kesiliyor sivilceli çocuk. Çok sevimli değil, yazdıkları şeyin sorumluluklarını almıyorlar, biz öyle değiliz ama. Ben de kafama göre bir şey söyleyip altına Baltazar yazarsam...
TO Sonuçta Cem Bey, biz gülecek miyiz bu G.O.R.A.’ya, gidelim mi?
Yılmaz G.O.R.A.’yla ilgili düşüncelerim emin ol 24 saatte bir değişiyor. Kağıdı alıp ‘G.O.R.A. Bir Uzay Filmi’ yazalı 2.5 sene oluyor. Defalarca bir hayal kırıklığı bir zafer duygusunu yaşadık. Bir ara bu ikilem duygusu o kadar sıklaştı ki özgüvenim kaybolma noktasına geldi. Bugün iş bitti ve evet G.O.R.A. iyi bir film oldu. Çok komik...
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#1889 20-02-2006 09:38 GMT-1 saat
Milliyet 14 Kasım 2004
Oskar moskar alınır mı bu memlekette
Cem Yılmaz Oscar sorularından hiç hoşlanmıyor, "Ne Oscar'ı ya!" diyor ve ekliyor: "Oskar moskar alınır mı bu memlekette? Kendi çapımızda bir film yapmaya çalışıyoruz, öldürecekler dayaktan. Şu filmi bitirdiğimden beri başıma gelmeyen kalmadı"
[img]
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
İki sene sonra yayınlanacak röportaj için çekimlere başladık. Çünkü biz genelde çekip iki sene sonra ortaya çıkıyoruz ya..." Cem Yılmaz'ın kayıt cihazına ilk sözleri bunlar oldu. Film vizyona girmeden bir gün önce görüştük. "G.O.R.A."nın senaristi-başrol oyuncusu Yılmaz ve yönetmeni Ömer Faruk Sorak'la. Sorak "Bu film bizim dava meselemiz olmuştu" diyor ama aslında "G.O.R.A." hepimizin "milli davası"na dönüştü. Acaba başka bir komedi filmi daha var mıdır, bu kadar acı çeken?
Anlayan anlamayan herkesin mutlaka hakkında bir yorum yaptığı, aylar evvelinden gişe hesaplarına başlanan "bir uzay filmiyle" ilgili Yılmaz ve Sorak çok sakin, tüm bu tartışmaların dışında duruyor. Onlar "G.O.R.A."yı "bitirmiş", filmin vizyona girmesine saatler kalmasına rağmen yeni projelerini konuşuyor. "G.O.R.A.'nın gerçek komutanları"nın tüm bu olup bitene yorumu çok kısa ve öz: "Biz filmimizi yaptık, artık bundan sonrası izleyenlere kalmış."
Bu "5 milyon kişi izler" lafı niye yapışıp kaldı filme?
Cem Yılmaz: O dönem dönem vardır. Bundan yıllar evvel, "Bu filmi 1 milyon kişi izler abi" diye bir şey vardı. Bu filmi çekmek için kaç para lazım? 1 milyon dolar abi. Buna benzer klişeler... Bu film için de 5 milyon dediler. 5 niye, öyle düz bir hesap olduğu için. Benim korkum bizim seyirci sayısından da altı sıfır atılması. Düşünsene, "G.O.R.A."yı 5 kişi izledi! Şaka bir yana, biz filmi ulaşılamayacak seyirci sayısına ulaşmak için yapmadık ki, iyi olsun diye yaptık.
Gişe başarısı bir film için çok önemli bir kıstas mıdır sizce?
Cem Y.: Tabii ki değil. Sinemadan bahsederken gişeden bahsetmek ne zamandan beri adet oldu? Ben bunu çok ayıplıyorum. O gün işkembeciden çıkıyorum, "Ne düşünüyorsun 'G.O.R.A.' gişesi hakkında?" diyor. Dedim ki, gişeler çok dar, biraz genişletin.
Ömer Faruk Sorak: Halkla paylaşıldığında "Siz öyle zannedin" gibi bir durum da çıkabilir. Halk filmi beğenmeyip "Size güzel geliyor, hiç de öyle değil" diye de düşünülebilir. Ya hakikaten altı sıfır atılırsa...
Cem Y.: Ben buna her zaman hazırım.
G.O.R.A. bir Oscar alacak diyelim...
Cem Y.: Ben istemem Oscar falan.
Neden, ne zararı var?
Cem Y.: Olmaz mı ya! Şurada memleketimizde kendi çapımızda film yapıyoruz, öldürecekler dayaktan. İşini yapamaz hale gelirsin. Oscar moskar alınır mı bu memlekette ya! Ben şu filmi bitiriğimden beri başıma gelmedik kalmadı.
Cem Yılmaz: "Oscar jürisini uzak tutun, Sadri Alışık'ın beğenmesini isterdim"
"G.O.R.A."yı kimin izleyip beğenmesini isterdiniz? Sadri Alışık'ın mı, Oscar jürisinin mi?
Cem Y.: Ya şu Oscar jürisini n'olur benden uzak tutun! Ama Sadri Alışık izlesin isterdim valla. Çünkü o da var filmde.
Ö. F. Sorak: Valla ben de isterdim.
Şimdiye kadar canlandırdığınız karakterler hep üçkağıtçı, işgüzar tipler. Sizce de benzeşmiyorlar mı?
Cem Y.: Evet, hepsini ben oynuyorum! Bunlar kötü adamlar. Benzeştikleri nokta bu. Aslında Fikri çok benzeşmiyor. Fikri... Yılmaz'ın (Erdoğan) fikri! Dolambaçlı işlerle uğraşmayı seviyor. Ama Altan ve Arif tövbekar. Ben kötü adamların ödüllendirilmemesine dikkat ederim.
Aslında iyiler ama içlerinde...
Cem Y.: İşte onu diyorum. Bazı şartlardan dolayı bir şeyler yapıyorlar ama onlardan fayda elde edemiyorlar. Ben ona dikkat ederim. Öyle tuhaf bir ahlak takıntım var. Arif mesela bilmediği şeylere yelteniyor ama parayı bildiği şeylerden kapıyor. Mesela kızı tavlıyor ama samimiyetten. Garavel'e diyor ki, "Bu özellikleri yükle bana ama sonra çıkarttıracağım, gösteriş peşinde değilim". Bu mesela bir tövbedir.
"G.O.R.A. 2" için dur bakalım, önce bu filmden bir reaksiyon alalım diyorsunuz...
Cem Y.: Yoo, daha bu film çekilirken bile senaryosu aklımdaydı.
İsmi 2 mi 3 mü peki?
Ö. F. Sorak: 2'ler tutmaz ya...
Cem Y.: 2, 5, 7 olur. Bilemem ama ben bilimkurgu komedi seviyorum.
Sizce kötü adam Logar bırakır mı Arif ve sevgilisi Ceku'nun peşini?
Cem Y.: Hayır bırakmayacak ama Logar'la Kuna şu anda iyi durumda değiller.
Bırakmaz bence de!
Cem Y.: Bırakmamalı. Çoluk çocuk evde çorba bekliyor! Valla devam niteliğinde bir meseleyi bir uzay macerası olarak görmemek lazım. O kadar diyorum.
Dünyada mı devam edecek yani?
Cem Y.: Ne bileyim...
En sevdiğiniz karakter kim peki filmde?
Cem Y.: Ben hepsini çok severek oynarım. Mulu hariç hepsini oynardım.
Ö. F. Sorak: Ceku?
Cem Y.: Ceku da olmaz oğlum. Ceku oynanır mı? Beni öpüyor! Benim en sevdiklerim Ozan Güven'in canlandırdığı robot 216 ve Özkan Uğur'un oynadığı Garavel. Arif'i oynamasam onlardan birini oynardım.
Canlandırdığınız dört karakter arasında en çok kimi sevdiniz?
Cem Y.: Arif'i. Ama Erşan Kuneri de çok önemli bir karakter. O başlı başına bir film yani.
Cem Yılmaz da Arif gibi aşkı uğruna kendini tehlikeye atar mı?
Cem Y.: Yok zannetmiyorum. Hiç atmadım kendimi tehlikeye aşk için. Bunu bir avantaj olarak söylemiyorum. Kayıp belki de.
Atar mı?
Cem Y.: Bilmiyorum. Kendimi tehlikede hissetmedim hiç aşk içinde.
C. Yılmaz: "Sette değil ama sonrasında ümidimin tükendiği anlar oldu" Ö. F. Sorak: "Kendimi aynanın karşısında ağlarken buldum"
"G.O.R.A." çekilmeden çıkan fragmanlarda bir ses "Coming soon" (pek yakında) diyor, sonra da filmle "Aman çok komigsun" diye dalga geçiyordu...
Cem Y.: Evet, aynen gördük işte. Coming soon tam da yerine oturdu. Onu düşündük biz. Sette çekimi ilk durdurduğumuz gün dedik ki, "Ulan dalga geçtik, oldu resmen". Biz zaten dine döndük sonra. Hayırlısı neyse o olsun, inşallah çıkar dedik. Son fragman da şudur; "12 Kasım'da sinemalarda; valla!"
Filme el konulduğunu ilk duyduğunuzda ne düşündünüz? İnanmak zor olmadı mı?
Ö. F. Sorak: "İnanamıyorum ya!" dediğimizi hatırlıyorum ama oldu işte.
Cem Y.: Biz Antalya'da medyayı pek takip edemiyorduk. Sadece telefonla bilgi alıyorduk. Ömer de zaten fazla takip etmemizi istemiyordu.
"G.O.R.A."nın başından geçenler için ayrı bir film yapılsa, türü ne olurdu?
Cem Y.: Bir kere kesinlikle komedi değil. Ama film çekimleri hep böyle maceralıdır. Yönetmenin yapımcıyla yaşadığı maceralar olağandır. Bizimkisi daha ekstrem. O bütün memleketi ilgilendiren bir olay olduğu için önemliydi. Bir noktadan sonra da bizi bağlayan bir şey yoktu. Ben zaten çok duygusuz hareket ediyordum. Filmdeki Arif'in kafasında olduğum için o sırada, fazla bir reaksiyon göstermedim. Biz zaten filme 2002 Kasım'ında başlayacaktık. Sonra yaza kaydık. Gecikmeler olur yani.
Ö. F. Sorak: Bu, bugün çek, yarın vizyona çık işi değildi ki. Zaten bir sürü uğraş vermemiz gerekiyordu. Sadece bir süre hiçbir şey yapmadan beklemiş olduk.
Ümidinizin tükendiği zamanlar olmadı mı?
Cem Y.: Benim bir ara oldu. Sette değil ama setten sonra.
Ö. F. Sorak: Benim valla nedense hiç. Ümidi kesme noktasına geldiğimi hissettiğim anlar oldu ama 30 saniye sonra "Yok yok, şöyle de bir formül var canım" diye toparlıyorduk. Dava bildik meseleyi kendimize. Kendimi aynanın önünde ağlarken bulduğum anlar var. Ağlak yapmak denen şey vardır ya. Ama sıyrılmak da kolay oldu. Niye ağlıyoruz ki? Bir film yaptık ve vizyona öyle ya da böyle girecek. Bunun için de mücadele edersek çıkacak. Öyle de oldu.
Sete para akışı durduğunda, yüzlerce insanın çalışmasını nasıl sağladınız?
Cem Y.: Özveri diye bir arkadaş vardı bizim. Özveri Güvener!
Büyük bir iş değil mi böyle sorunlu bir seti, bunca insanı yönetmek?
Cem Y.: İşte Türk sineması bu... (Burada son derece ciddi.)
Ö. F. Sorak: Ekiptekiler uzun yıllardır bir arada çalışan ve birbirini tanıyan insanlardı. İçlerinde bulundukları durumun işlerine yansımaması için de ciddi özverilerde bulundular. Çekimlerin yarısında arkadaşlar buraya kadarmış deyip, şimdi üzerinde bu kadar konuşulan hiçbir şeyin olmayacağı şekilde bavullarımızı toplayıp dönmüş olabilirdik. Ama yüksek adrenalinden mi bilmem, bu artık bizim filmimiz diye devam ettik. Bu filmdeki acıların hepsi, bu filmin karelerinin içinde saklı. Ve seyrederken ne acıklı diye düşünmesinler tabii ama bunları biraz olsun gözlerinin önüne getirerek izlerlerse çok daha iyi anlarlar.
Ömer Faruk Sorak ve Cem Yılmaz'a duyulan güvenin de etkisi var mı?
Cem Y.: Tabii ki bu bize güven, işe güven ve mesleki ahlakla da ilgili.
Ö. F. Sorak: Yaptıkları işin kendisi açısından da nasıl bir önem arz ettiğinin bilincinde olmaları da var. Biz risklerimizi düşünerek geldik ama kimseden kendini riske atmasını bekleyemezsin.
Yılıp setten giden tek bir insan dahi olmadı mı?
Ö. F. Sorak: Olmadı. Antalya'dan aldığımız boya, demir işçileri filan dışında kimse seti terk etmedi.
Cem Y.: Ama paralarını alamadıkları oldu.
Ö. F. Sorak: Parasını almadı ama "Hiç alamayacağız" diye düşünülmedi. Biz hep söyledik, "Arkadaşlar bu sekteye uğrayabilir, gecikebilir ama sonunda bütün bu alacaklarınızın arkasındaki garanti biziz" dedik.
Cem Y.: Evet geç oldu ama herkesin parası da ödendi.
C. Yılmaz: "Çekimler aksadı ama gülmekten değil" Ö. F. Sorak: "Sanıldığı gibi lay lay lom geçmedi yani"
Antalya'da çekimler sırasında çok eğlenmişsiniz...
Cem Y.: Hiç. Kim diyor onu?
Çekimler aksamış diye okuduk hep.
Cem Y.: Çekimler aksadı ama gülmekten değil. Hatta komik sahnelerde bile gülündüğünü hatırlamıyorum. İyi oldu gibi reaksiyonlar vardı. Ama kahkahalar binde birdir. En çok güldüğümüz sahne, Arif'in uzay gemisinin içinde tuvaletini yaparken gardiyanlara yakalanmasıdır.
Ö. F. Sorak: Sanatçının annesi ölse de şov devam etmelidir diye bir şey vardır ya. Çektiğimiz sıkıntıları filme yansıtmamaya çalıştık. Kötü durumdayız, zamanla yarışıyoruz, paralar zamanında gelmiyor. Başka bir sürü olumsuzluk... Sanıldığı gibi lay lay lom geçmedi yani.
Cem Y.: Bazı arkadaşları hatırlıyorum mesela. Antalya'da oldukları için filmde sembolik olarak görünelim dediler. Neşe içinde kostümlerini giydiklerini ve 24 saatin sonunda "Ne dönüyor kardeşim burada, şaka mı bu" diye koşarak kaçtıklarını biliyorum. "Para için yapılacak iş değil"in ispatını gördüm orada. Ne zor bir işmiş ama madem böyle, şalteri indireceksin diye düşündüm. Ben zaten o aralar çok sağlıksız bir durumdaydım.
"G.O.R.A.'yı seyreden bir İngiliz, filmin tercümesiz haline bile dövüne dövüne güldü"
Ö. F. Sorak: "G.O.R.A."nın dolby lisansı için Türkiye'ye bir İngiliz geldi. Adam profesyonel duygularından sıyrılarak öyle güldü ki. Biz nereye gülüyorsak, tercümesiz filme dövüne dövüne güldü. Şeye güldüler ya, duş sahnesi var ya, havluyu alıp Bob'a iki kere bakma sahnene...
Cem Y.: Evrensel bakarım abi!
"Sokaktaki insan beni tanısın diye düşünmedim hiç, tanıyan tanıyor"
Yılmaz Erdoğan'lı "Vizontele" gibi çok gişe yapan bir film yönettiniz. Şimdi de yine büyük başarı bekleyen, Cem Yılmaz'lı "G.O.R.A."... Ama birlikte çalıştığınız isimler işin de sizin de önünüze geçiyor. Sektörde biliniyorsunuz ama sokaktaki insanın sizi tanımaması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ö. F. Sorak: Benim işim sokaktaki insanın bilmesini gerektiren bir iş değil ki.
Yani bundan bir rahatsızlık duymuyorsunuz...
Ö. F. Sorak: "Beni sokaktaki insan da tanısın", "Ben yaptım" gibi duygularım olmadı hiç. Bilen biliyor.
Sizce Cem Yılmaz neden size geldi bu film için?
Ö. F. Sorak: Biz öncesinde de zaten birlikte bir şeyler yapmıştık. Yapalım diyorduk. Hatta bir sürü proje hakkında konuşurken bunu yapalım dedik, kaldığımız yerden devam ettik. Yani "G.O.R.A." yapılacak, bunu kimle yapayım diye bir şey olmadı.
Yılmaz size "G.O.R.A." fikrini ilk açtığında nasıldı?
Ö. F. Sorak: Aslında film başka şekilde başlıyordu. Adı "G.O.R.A." bile değildi. "Yıldızların Altında"ydı, sonra değişti.
Bundan sonra ne yapacak Ömer Faruk Sorak?
Ö. F. Sorak: "Derin Su". Ben Necati Akpınar'a "Dumlupınar denizaltısının batışının hikayesini yapmak istiyorum" dediğimde, "Batmak istiyorsun herhalde" dedi. Ama yapılacak herhalde, önümüzdeki ilkbahar, yaza. Cem'in de orada küçük bir rolü var. (Burada Cem Yılmaz, oynaması planlanan Yüzbaşı Şakir karakterine takıyor kafayı ve ekliyor: "Şakir diye birini oynamam ben!")
"Sette yangın çıktı, Ozan dekor sanıp çok beğendi"
Kıvanç Baruönü (Filmin görsel efekt süpervizörü): Bizim çektiğimiz acılara gülecek izleyenler aslında. Her bir kareyle ilgili anımız var.
Ö. F. Sorak: Bidondan çıkma sahnen mesela...
Cem Y. : Evet. Bir sahnede bidondan çıkıyorum. O sırada stüdyo yanmaya başladı. Arkada yanıyor. Ozan geldi, elinde kendi kamerası var. "Lan, ne güzel yapmışlar" dedi. "Stüdyo yanıyor oğlum" dedik. "Haaa..." dedi. Söndürdüler sonra. Bir yangın eksikti diye kendi kendine yanmış.
Ö. F. Sorak: En komiği şuydu. Bir sürü şey yaşamışız, set bitti. İlk karşılaştığım arkadaşım bana şunu dedi: "Oh, kazasız belasız bitirdiniz."
Cem Y.: Daha ne olacaksa? Bir de son sahnede ayağım kırıldı zannettim. Son gün, o "Matrix" sahnelerini çekiyoruz; atlıyorum, zıplıyorum. Çok yüksekten düştüm ayağımın üstüne, resmen çat etti. Kırıldı herhalde dedim.
Ö. F. Sorak: Bir de o ayakla aynı sahneyi tekrar çektik.
"Anneannemin lakabı Ceku, halamınki Mulu. Garavel de benim"
"G.O.R.A." goralı sandviçten gelmiyor diyorsunuz ama Negney gezegenini tersten okuyunca...
Evet "yengen". Filmdeki isimler biraz buluşlu. Merak ediyorum onlara nasıl ilgi duyacaklar.
İsimler bilhassa. Arif babanızın adı. Başka kimler oynuyor bu filmde?
Cem Y.: Ceku anneannemin lakabı, Mulu annemin halası, rahmetli Mulu hala.
Garavel?
Cem Y.: Garavel de benim lakabım. Dedem bana Garavel diyordu.
Ne demek Garavel?
Cem Y.: Herhalde böyle kara çocuk anlamına geliyor, tam bilmiyorum.
Tihulu?
Cem Y.: Tihulu da Huluti. Telsim reklamında Muhittin Korkmaz benimle beraber oynamıştı. Teltim, Atena'da. Oradaki ismi Hulusi'ydi ama ben Huluti diyordum. Oradan geldi. Ama Muhittin abi kostümü giyince canı sıkıldı. Çünkü reklamda kırmızı kazak giyip altın kolye takınca, "Hanım beni böyle görmesin" demişti. "G.O.R.A."da daha da komik. Bir de gözlüğü var pilli, devamlı pillerini değiştiriyorlardı.
Peki Kuna?
Cem Y.: O uydurma. Kuna onun kendi "kunalığından" kaynaklanıyor! Logar da rögar kapağı işte.
"Kötü adam tipine bürününce sette bana kötü davranıyorlardı"
Kaptırıp kendinizi tamamen Arif karakteri gibi hissettiğiniz oldu mu?
Cem Y.: Tabii, şalteri indirip o adam oldum ben. Ama ben kötü adam Logar tipine bürününce sette bana kötü davranıyorlardı. Arif oluyordum, "Abi n'aber" diyorlardı. Logar'ken kimse yüzüme bakmıyordu. Bir de Logar'ın sesiyle konuşuyordum. "Yüz vermeyin şuna" diyorlardı.
Oskar moskar alınır mı bu memlekette
Cem Yılmaz Oscar sorularından hiç hoşlanmıyor, "Ne Oscar'ı ya!" diyor ve ekliyor: "Oskar moskar alınır mı bu memlekette? Kendi çapımızda bir film yapmaya çalışıyoruz, öldürecekler dayaktan. Şu filmi bitirdiğimden beri başıma gelmeyen kalmadı"
[img]
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
İki sene sonra yayınlanacak röportaj için çekimlere başladık. Çünkü biz genelde çekip iki sene sonra ortaya çıkıyoruz ya..." Cem Yılmaz'ın kayıt cihazına ilk sözleri bunlar oldu. Film vizyona girmeden bir gün önce görüştük. "G.O.R.A."nın senaristi-başrol oyuncusu Yılmaz ve yönetmeni Ömer Faruk Sorak'la. Sorak "Bu film bizim dava meselemiz olmuştu" diyor ama aslında "G.O.R.A." hepimizin "milli davası"na dönüştü. Acaba başka bir komedi filmi daha var mıdır, bu kadar acı çeken?
Anlayan anlamayan herkesin mutlaka hakkında bir yorum yaptığı, aylar evvelinden gişe hesaplarına başlanan "bir uzay filmiyle" ilgili Yılmaz ve Sorak çok sakin, tüm bu tartışmaların dışında duruyor. Onlar "G.O.R.A."yı "bitirmiş", filmin vizyona girmesine saatler kalmasına rağmen yeni projelerini konuşuyor. "G.O.R.A.'nın gerçek komutanları"nın tüm bu olup bitene yorumu çok kısa ve öz: "Biz filmimizi yaptık, artık bundan sonrası izleyenlere kalmış."
Bu "5 milyon kişi izler" lafı niye yapışıp kaldı filme?
Cem Yılmaz: O dönem dönem vardır. Bundan yıllar evvel, "Bu filmi 1 milyon kişi izler abi" diye bir şey vardı. Bu filmi çekmek için kaç para lazım? 1 milyon dolar abi. Buna benzer klişeler... Bu film için de 5 milyon dediler. 5 niye, öyle düz bir hesap olduğu için. Benim korkum bizim seyirci sayısından da altı sıfır atılması. Düşünsene, "G.O.R.A."yı 5 kişi izledi! Şaka bir yana, biz filmi ulaşılamayacak seyirci sayısına ulaşmak için yapmadık ki, iyi olsun diye yaptık.
Gişe başarısı bir film için çok önemli bir kıstas mıdır sizce?
Cem Y.: Tabii ki değil. Sinemadan bahsederken gişeden bahsetmek ne zamandan beri adet oldu? Ben bunu çok ayıplıyorum. O gün işkembeciden çıkıyorum, "Ne düşünüyorsun 'G.O.R.A.' gişesi hakkında?" diyor. Dedim ki, gişeler çok dar, biraz genişletin.
Ömer Faruk Sorak: Halkla paylaşıldığında "Siz öyle zannedin" gibi bir durum da çıkabilir. Halk filmi beğenmeyip "Size güzel geliyor, hiç de öyle değil" diye de düşünülebilir. Ya hakikaten altı sıfır atılırsa...
Cem Y.: Ben buna her zaman hazırım.
G.O.R.A. bir Oscar alacak diyelim...
Cem Y.: Ben istemem Oscar falan.
Neden, ne zararı var?
Cem Y.: Olmaz mı ya! Şurada memleketimizde kendi çapımızda film yapıyoruz, öldürecekler dayaktan. İşini yapamaz hale gelirsin. Oscar moskar alınır mı bu memlekette ya! Ben şu filmi bitiriğimden beri başıma gelmedik kalmadı.
Cem Yılmaz: "Oscar jürisini uzak tutun, Sadri Alışık'ın beğenmesini isterdim"
"G.O.R.A."yı kimin izleyip beğenmesini isterdiniz? Sadri Alışık'ın mı, Oscar jürisinin mi?
Cem Y.: Ya şu Oscar jürisini n'olur benden uzak tutun! Ama Sadri Alışık izlesin isterdim valla. Çünkü o da var filmde.
Ö. F. Sorak: Valla ben de isterdim.
Şimdiye kadar canlandırdığınız karakterler hep üçkağıtçı, işgüzar tipler. Sizce de benzeşmiyorlar mı?
Cem Y.: Evet, hepsini ben oynuyorum! Bunlar kötü adamlar. Benzeştikleri nokta bu. Aslında Fikri çok benzeşmiyor. Fikri... Yılmaz'ın (Erdoğan) fikri! Dolambaçlı işlerle uğraşmayı seviyor. Ama Altan ve Arif tövbekar. Ben kötü adamların ödüllendirilmemesine dikkat ederim.
Aslında iyiler ama içlerinde...
Cem Y.: İşte onu diyorum. Bazı şartlardan dolayı bir şeyler yapıyorlar ama onlardan fayda elde edemiyorlar. Ben ona dikkat ederim. Öyle tuhaf bir ahlak takıntım var. Arif mesela bilmediği şeylere yelteniyor ama parayı bildiği şeylerden kapıyor. Mesela kızı tavlıyor ama samimiyetten. Garavel'e diyor ki, "Bu özellikleri yükle bana ama sonra çıkarttıracağım, gösteriş peşinde değilim". Bu mesela bir tövbedir.
"G.O.R.A. 2" için dur bakalım, önce bu filmden bir reaksiyon alalım diyorsunuz...
Cem Y.: Yoo, daha bu film çekilirken bile senaryosu aklımdaydı.
İsmi 2 mi 3 mü peki?
Ö. F. Sorak: 2'ler tutmaz ya...
Cem Y.: 2, 5, 7 olur. Bilemem ama ben bilimkurgu komedi seviyorum.
Sizce kötü adam Logar bırakır mı Arif ve sevgilisi Ceku'nun peşini?
Cem Y.: Hayır bırakmayacak ama Logar'la Kuna şu anda iyi durumda değiller.
Bırakmaz bence de!
Cem Y.: Bırakmamalı. Çoluk çocuk evde çorba bekliyor! Valla devam niteliğinde bir meseleyi bir uzay macerası olarak görmemek lazım. O kadar diyorum.
Dünyada mı devam edecek yani?
Cem Y.: Ne bileyim...
En sevdiğiniz karakter kim peki filmde?
Cem Y.: Ben hepsini çok severek oynarım. Mulu hariç hepsini oynardım.
Ö. F. Sorak: Ceku?
Cem Y.: Ceku da olmaz oğlum. Ceku oynanır mı? Beni öpüyor! Benim en sevdiklerim Ozan Güven'in canlandırdığı robot 216 ve Özkan Uğur'un oynadığı Garavel. Arif'i oynamasam onlardan birini oynardım.
Canlandırdığınız dört karakter arasında en çok kimi sevdiniz?
Cem Y.: Arif'i. Ama Erşan Kuneri de çok önemli bir karakter. O başlı başına bir film yani.
Cem Yılmaz da Arif gibi aşkı uğruna kendini tehlikeye atar mı?
Cem Y.: Yok zannetmiyorum. Hiç atmadım kendimi tehlikeye aşk için. Bunu bir avantaj olarak söylemiyorum. Kayıp belki de.
Atar mı?
Cem Y.: Bilmiyorum. Kendimi tehlikede hissetmedim hiç aşk içinde.
C. Yılmaz: "Sette değil ama sonrasında ümidimin tükendiği anlar oldu" Ö. F. Sorak: "Kendimi aynanın karşısında ağlarken buldum"
"G.O.R.A." çekilmeden çıkan fragmanlarda bir ses "Coming soon" (pek yakında) diyor, sonra da filmle "Aman çok komigsun" diye dalga geçiyordu...
Cem Y.: Evet, aynen gördük işte. Coming soon tam da yerine oturdu. Onu düşündük biz. Sette çekimi ilk durdurduğumuz gün dedik ki, "Ulan dalga geçtik, oldu resmen". Biz zaten dine döndük sonra. Hayırlısı neyse o olsun, inşallah çıkar dedik. Son fragman da şudur; "12 Kasım'da sinemalarda; valla!"
Filme el konulduğunu ilk duyduğunuzda ne düşündünüz? İnanmak zor olmadı mı?
Ö. F. Sorak: "İnanamıyorum ya!" dediğimizi hatırlıyorum ama oldu işte.
Cem Y.: Biz Antalya'da medyayı pek takip edemiyorduk. Sadece telefonla bilgi alıyorduk. Ömer de zaten fazla takip etmemizi istemiyordu.
"G.O.R.A."nın başından geçenler için ayrı bir film yapılsa, türü ne olurdu?
Cem Y.: Bir kere kesinlikle komedi değil. Ama film çekimleri hep böyle maceralıdır. Yönetmenin yapımcıyla yaşadığı maceralar olağandır. Bizimkisi daha ekstrem. O bütün memleketi ilgilendiren bir olay olduğu için önemliydi. Bir noktadan sonra da bizi bağlayan bir şey yoktu. Ben zaten çok duygusuz hareket ediyordum. Filmdeki Arif'in kafasında olduğum için o sırada, fazla bir reaksiyon göstermedim. Biz zaten filme 2002 Kasım'ında başlayacaktık. Sonra yaza kaydık. Gecikmeler olur yani.
Ö. F. Sorak: Bu, bugün çek, yarın vizyona çık işi değildi ki. Zaten bir sürü uğraş vermemiz gerekiyordu. Sadece bir süre hiçbir şey yapmadan beklemiş olduk.
Ümidinizin tükendiği zamanlar olmadı mı?
Cem Y.: Benim bir ara oldu. Sette değil ama setten sonra.
Ö. F. Sorak: Benim valla nedense hiç. Ümidi kesme noktasına geldiğimi hissettiğim anlar oldu ama 30 saniye sonra "Yok yok, şöyle de bir formül var canım" diye toparlıyorduk. Dava bildik meseleyi kendimize. Kendimi aynanın önünde ağlarken bulduğum anlar var. Ağlak yapmak denen şey vardır ya. Ama sıyrılmak da kolay oldu. Niye ağlıyoruz ki? Bir film yaptık ve vizyona öyle ya da böyle girecek. Bunun için de mücadele edersek çıkacak. Öyle de oldu.
Sete para akışı durduğunda, yüzlerce insanın çalışmasını nasıl sağladınız?
Cem Y.: Özveri diye bir arkadaş vardı bizim. Özveri Güvener!
Büyük bir iş değil mi böyle sorunlu bir seti, bunca insanı yönetmek?
Cem Y.: İşte Türk sineması bu... (Burada son derece ciddi.)
Ö. F. Sorak: Ekiptekiler uzun yıllardır bir arada çalışan ve birbirini tanıyan insanlardı. İçlerinde bulundukları durumun işlerine yansımaması için de ciddi özverilerde bulundular. Çekimlerin yarısında arkadaşlar buraya kadarmış deyip, şimdi üzerinde bu kadar konuşulan hiçbir şeyin olmayacağı şekilde bavullarımızı toplayıp dönmüş olabilirdik. Ama yüksek adrenalinden mi bilmem, bu artık bizim filmimiz diye devam ettik. Bu filmdeki acıların hepsi, bu filmin karelerinin içinde saklı. Ve seyrederken ne acıklı diye düşünmesinler tabii ama bunları biraz olsun gözlerinin önüne getirerek izlerlerse çok daha iyi anlarlar.
Ömer Faruk Sorak ve Cem Yılmaz'a duyulan güvenin de etkisi var mı?
Cem Y.: Tabii ki bu bize güven, işe güven ve mesleki ahlakla da ilgili.
Ö. F. Sorak: Yaptıkları işin kendisi açısından da nasıl bir önem arz ettiğinin bilincinde olmaları da var. Biz risklerimizi düşünerek geldik ama kimseden kendini riske atmasını bekleyemezsin.
Yılıp setten giden tek bir insan dahi olmadı mı?
Ö. F. Sorak: Olmadı. Antalya'dan aldığımız boya, demir işçileri filan dışında kimse seti terk etmedi.
Cem Y.: Ama paralarını alamadıkları oldu.
Ö. F. Sorak: Parasını almadı ama "Hiç alamayacağız" diye düşünülmedi. Biz hep söyledik, "Arkadaşlar bu sekteye uğrayabilir, gecikebilir ama sonunda bütün bu alacaklarınızın arkasındaki garanti biziz" dedik.
Cem Y.: Evet geç oldu ama herkesin parası da ödendi.
C. Yılmaz: "Çekimler aksadı ama gülmekten değil" Ö. F. Sorak: "Sanıldığı gibi lay lay lom geçmedi yani"
Antalya'da çekimler sırasında çok eğlenmişsiniz...
Cem Y.: Hiç. Kim diyor onu?
Çekimler aksamış diye okuduk hep.
Cem Y.: Çekimler aksadı ama gülmekten değil. Hatta komik sahnelerde bile gülündüğünü hatırlamıyorum. İyi oldu gibi reaksiyonlar vardı. Ama kahkahalar binde birdir. En çok güldüğümüz sahne, Arif'in uzay gemisinin içinde tuvaletini yaparken gardiyanlara yakalanmasıdır.
Ö. F. Sorak: Sanatçının annesi ölse de şov devam etmelidir diye bir şey vardır ya. Çektiğimiz sıkıntıları filme yansıtmamaya çalıştık. Kötü durumdayız, zamanla yarışıyoruz, paralar zamanında gelmiyor. Başka bir sürü olumsuzluk... Sanıldığı gibi lay lay lom geçmedi yani.
Cem Y.: Bazı arkadaşları hatırlıyorum mesela. Antalya'da oldukları için filmde sembolik olarak görünelim dediler. Neşe içinde kostümlerini giydiklerini ve 24 saatin sonunda "Ne dönüyor kardeşim burada, şaka mı bu" diye koşarak kaçtıklarını biliyorum. "Para için yapılacak iş değil"in ispatını gördüm orada. Ne zor bir işmiş ama madem böyle, şalteri indireceksin diye düşündüm. Ben zaten o aralar çok sağlıksız bir durumdaydım.
"G.O.R.A.'yı seyreden bir İngiliz, filmin tercümesiz haline bile dövüne dövüne güldü"
Ö. F. Sorak: "G.O.R.A."nın dolby lisansı için Türkiye'ye bir İngiliz geldi. Adam profesyonel duygularından sıyrılarak öyle güldü ki. Biz nereye gülüyorsak, tercümesiz filme dövüne dövüne güldü. Şeye güldüler ya, duş sahnesi var ya, havluyu alıp Bob'a iki kere bakma sahnene...
Cem Y.: Evrensel bakarım abi!
"Sokaktaki insan beni tanısın diye düşünmedim hiç, tanıyan tanıyor"
Yılmaz Erdoğan'lı "Vizontele" gibi çok gişe yapan bir film yönettiniz. Şimdi de yine büyük başarı bekleyen, Cem Yılmaz'lı "G.O.R.A."... Ama birlikte çalıştığınız isimler işin de sizin de önünüze geçiyor. Sektörde biliniyorsunuz ama sokaktaki insanın sizi tanımaması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ö. F. Sorak: Benim işim sokaktaki insanın bilmesini gerektiren bir iş değil ki.
Yani bundan bir rahatsızlık duymuyorsunuz...
Ö. F. Sorak: "Beni sokaktaki insan da tanısın", "Ben yaptım" gibi duygularım olmadı hiç. Bilen biliyor.
Sizce Cem Yılmaz neden size geldi bu film için?
Ö. F. Sorak: Biz öncesinde de zaten birlikte bir şeyler yapmıştık. Yapalım diyorduk. Hatta bir sürü proje hakkında konuşurken bunu yapalım dedik, kaldığımız yerden devam ettik. Yani "G.O.R.A." yapılacak, bunu kimle yapayım diye bir şey olmadı.
Yılmaz size "G.O.R.A." fikrini ilk açtığında nasıldı?
Ö. F. Sorak: Aslında film başka şekilde başlıyordu. Adı "G.O.R.A." bile değildi. "Yıldızların Altında"ydı, sonra değişti.
Bundan sonra ne yapacak Ömer Faruk Sorak?
Ö. F. Sorak: "Derin Su". Ben Necati Akpınar'a "Dumlupınar denizaltısının batışının hikayesini yapmak istiyorum" dediğimde, "Batmak istiyorsun herhalde" dedi. Ama yapılacak herhalde, önümüzdeki ilkbahar, yaza. Cem'in de orada küçük bir rolü var. (Burada Cem Yılmaz, oynaması planlanan Yüzbaşı Şakir karakterine takıyor kafayı ve ekliyor: "Şakir diye birini oynamam ben!")
"Sette yangın çıktı, Ozan dekor sanıp çok beğendi"
Kıvanç Baruönü (Filmin görsel efekt süpervizörü): Bizim çektiğimiz acılara gülecek izleyenler aslında. Her bir kareyle ilgili anımız var.
Ö. F. Sorak: Bidondan çıkma sahnen mesela...
Cem Y. : Evet. Bir sahnede bidondan çıkıyorum. O sırada stüdyo yanmaya başladı. Arkada yanıyor. Ozan geldi, elinde kendi kamerası var. "Lan, ne güzel yapmışlar" dedi. "Stüdyo yanıyor oğlum" dedik. "Haaa..." dedi. Söndürdüler sonra. Bir yangın eksikti diye kendi kendine yanmış.
Ö. F. Sorak: En komiği şuydu. Bir sürü şey yaşamışız, set bitti. İlk karşılaştığım arkadaşım bana şunu dedi: "Oh, kazasız belasız bitirdiniz."
Cem Y.: Daha ne olacaksa? Bir de son sahnede ayağım kırıldı zannettim. Son gün, o "Matrix" sahnelerini çekiyoruz; atlıyorum, zıplıyorum. Çok yüksekten düştüm ayağımın üstüne, resmen çat etti. Kırıldı herhalde dedim.
Ö. F. Sorak: Bir de o ayakla aynı sahneyi tekrar çektik.
"Anneannemin lakabı Ceku, halamınki Mulu. Garavel de benim"
"G.O.R.A." goralı sandviçten gelmiyor diyorsunuz ama Negney gezegenini tersten okuyunca...
Evet "yengen". Filmdeki isimler biraz buluşlu. Merak ediyorum onlara nasıl ilgi duyacaklar.
İsimler bilhassa. Arif babanızın adı. Başka kimler oynuyor bu filmde?
Cem Y.: Ceku anneannemin lakabı, Mulu annemin halası, rahmetli Mulu hala.
Garavel?
Cem Y.: Garavel de benim lakabım. Dedem bana Garavel diyordu.
Ne demek Garavel?
Cem Y.: Herhalde böyle kara çocuk anlamına geliyor, tam bilmiyorum.
Tihulu?
Cem Y.: Tihulu da Huluti. Telsim reklamında Muhittin Korkmaz benimle beraber oynamıştı. Teltim, Atena'da. Oradaki ismi Hulusi'ydi ama ben Huluti diyordum. Oradan geldi. Ama Muhittin abi kostümü giyince canı sıkıldı. Çünkü reklamda kırmızı kazak giyip altın kolye takınca, "Hanım beni böyle görmesin" demişti. "G.O.R.A."da daha da komik. Bir de gözlüğü var pilli, devamlı pillerini değiştiriyorlardı.
Peki Kuna?
Cem Y.: O uydurma. Kuna onun kendi "kunalığından" kaynaklanıyor! Logar da rögar kapağı işte.
"Kötü adam tipine bürününce sette bana kötü davranıyorlardı"
Kaptırıp kendinizi tamamen Arif karakteri gibi hissettiğiniz oldu mu?
Cem Y.: Tabii, şalteri indirip o adam oldum ben. Ama ben kötü adam Logar tipine bürününce sette bana kötü davranıyorlardı. Arif oluyordum, "Abi n'aber" diyorlardı. Logar'ken kimse yüzüme bakmıyordu. Bir de Logar'ın sesiyle konuşuyordum. "Yüz vermeyin şuna" diyorlardı.
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#1890 20-02-2006 09:39 GMT-1 saat
Sabah 22 Ocak 2006 Pazar
Talk şov yapmaya tenezzül etmem
Sayfa: 1/3
Her lafı, her hareketi konuşulan Cem Yılmaz, şimdi de televizyon yıldızlarına taktı. Yılmaz, 'öbür çocuk' diye bahsettiği Beyaz'dan Okan Bayülgen'e herkesi eleştirdi.
* Talk şov yapacak tıynette biri değilim. Yarım saat Banu Alkan'la konuşamam. Ama Okan yapar. 'Öbür çocuğun', Beyaz'ın yaptığını da yapamam...
KADINLAR
Evde topuk sesi sevmiyorum. Hani Latife Hanım'ın ayak sesleri gibi. Duydum evimde öyle sesler ve sevmedim. Topuklarını basa basa yürürler ya...
İLİŞKİLER
* 'Ben seni Cem Yılmaz olduğun için değil sen olduğun için seviyorum' diyorlar. Bu nedir ki, olur mu böyle şey?
SİNEMA
* Çağan Irmak önce benimle çalışmak istediğini söyledi. Ama 'Babam ve Oğlum'dan sonra 'Müsait değilim' dedi.
Beni gerçekten seven bir kadınla hiç karşılaşmadım
Sürekli isimleri değişen birbirinden güzel kadınla adı anılıyor ama o, 'Bugüne kadar tüm denemelerim başarısızlıkla sonuçlandı, iyi ki de öyle oldu' diyor. Çünkü Cem Yılmaz yalnız yaşamayı sevmiyor ama bir kadınla beraber yaşamayı 'hiç' sevmiyor. Evinde topuk sesi duymak istemiyor.
Dokuz yıldır tanıyorum ben Cem Yılmaz'ı. Dokuz yıl önce neyse hala o! İnsanı duvara çivileyen hazır cevaplığı, kendisinin her ne kadar kabul etmese de ortalamanın çok üzerinde ki zekası, hınzırlığı, fırlamalığı ... Kendi kendineyken çok sakin, hatta inanılmaz ama zaman zaman son derece çekingen, çokça da kırılgan, haddini her zaman bilen ama haddini bilmezlere asla tahammülü olmayan, hepimizden çok farklı bir tür! Şimdi bunları okuyunca dalga geçecek benimle; "Yine çok dramatize etmişsin mevzuyu" diye. Olsun. Gülsün o istediği kadar... Kendini ve hayatı ciddiye almıyormuş gibi görünmeye devam etsin isterse. Cem Yılmaz'ın o çok konuşulan arabaları, olmayan gece hayatı, sayıları tamamen "üfürme" çapkınlık hikayeleri dışındaki gerçek ve çok da net halini bilen biri olarak, sizi farklı bir Cem Yılmaz'la tanıştırmak istiyorum. Gülmekten yarılacağınız bir söyleşi bekliyorsanız "Zahmet edip okumayın" derim. Ama insanları gülmekten yoran bir adamın iç dünyasını keşfetmek isterseniz Cem Yılmaz'ın evine konuğuz bugün. Buyrun...
- Seninle ilgili beni en çok şaşırtan şey hep şu olmuştur; özgüveninin taş gibi sağlam, egonun pırıl pırıl cilalı olması gerekirken, ben biliyorum ki eleştirileri çok fazla kafana takıyorsun. Neden? - Ben yalnızca kendimi düşünen birisi olmadım ki hiçbir zaman. Bu yüzden de başkalarının düşüncesi gerçekten çok kafama takılıyor.
- Acayip şımarık bir adam da olman lazım aslında senin... - Zaten öyle davranılıyor. Her gittiğim yerde bana daha şakacı, daha şımarık, daha bir vurdumduymaz, daha bir adamsendeci olarak yaklaşılıyor. Ben buna şaşırıyorum. Her insan benim çok daha cüretkar olduğumu düşünüyor. Ama öyle değil.
- Yetişme tarzın mı çok sağlam acaba, ondan mı burnun kalkmadı? Ya da şöyle sorayım şımardığın kimse yok mu hiç? Annen, baban? - Kimseye bir şımarıklığım yoktur benim. Anne babaya bilakis hiç şımarmam.
- Küstahlıktan bahsetmiyorum... - "Nazın geçmesi" diyorsan, benim çok kişiye nazım geçer. Ama ben suistimalle ilgili çok emniyetliyimdir. Kimseden bir şey istediğimi de bilmem. "Benim için şunu yap" demem. Ama bana da demesinler. Mesela geçenlerde bir arkadaşım "Birine sürpriz parti yapıyoruz, hadi gel" falan dedi. Ben insanların bu kadar lüksleri olmasına şaşırıyorum. Birine sürpriz parti yapılıyor ve eve birileri dolduruluyor. Vay be! Peki o sürprizi yapanlar ne, nasıl bir mesai harcıyorlar? Böyle şeylerden hoşlanmam. Hiç kimseden de sürpriz parti falan istemem. O gelenler adına üzülürüm.
- Nedir bu katılık böyle? - Ben insanlardan bir şey istemem. Samimi ve doğru bulmuyorum.
- Sürekli gardını almış bir pozisyondasın. Çok canını yakıyorlar senin, ondan herhalde... (Önce çok gülüyor, sonra da) - Evet, çünkü ben çok kandırılıyorum. Daha doğrusu kandırmaya teşebbüs ediyorlar beni. Ve bunu gördüğüm zaman çok mutsuz oluyorum. İdareci değilimdir açıkçası. Karşı tarafın gönlü olsun diye idare etmem.
- Bir örnek versene şu kandırılma meselesine... - Çok insan tanıyorum ben. İnsan tipi... Örnek hatırlayamadım şimdi.
O ROLÜ BEN ISTEDIM
- Senin için hala, "Cem Yılmaz oyuncu değil, stand-up'la oyunculuğu karıştırmayın" diyenler var. - Kim ne söylüyorsa haklıdır. Konservatuvar mezunu değilim, biri bana "Konservatuvar mezunu değilsin" diyorsa buna niye alınayım ki? Ama konservatuvar mezunu olmakla benim yaptığım işler arasındaki ilişkiyi anlayamıyorum ben. Onun için bu eleştiriler bana tuhaf geliyor. Bir ara da "Çok zeki çocuk" diye bir şey vardı. "Ne acayip adam bu Cem Yılmaz" falan diye. Memlekette bu kadar beyin cerrahı vs. varken, ben plütonyumu parçalamış gibi muamele görmek istemem yani.
- "Organize İşler" fimindeki rolü her zamankinden farklı bir karakter olduğu için mi kabul ettin? Oyunculuğunun ispatı mıydı bu acaba? - Bir kere bu rol bana teklif edilmedi. Yılmaz filmi yazarken ben takip ediyordum yazdığını. Ben oynamak istedim o rolü. Ben bu işin içinde olmak istedim. "Vay be, ne kadar değişik bir şey oynamış" gibi bir şeyler duyuyorum ama bendeki yansıması "Hadi canım o kadar da demedik. Benim daha önce yaptığım şeyler bundan beş bin kat daha zordu" şeklinde oluyor.
HAYATIM EĞLENCELİ DEĞİL
- Senin başrolde oynadığın bir film olmasa da, bir şekilde kıyısından köşesinden yüzünün göründüğü sesinin duyulduğu her iş Cem Yılmaz'ın işi olarak geçiyor. Böyle olunca o "işin" gerçek sahipleri açısından bir rahatsızlık duyuyor musun? - Evet çok duyuyorum. Elimden geldiği kadar da geri planda kalmaya çalışıyorum. Organize İşler için de aynı şeyi söyleyeyim. Yani "Vaaay kurnazlara bak Cem Yılmaz'ı koymuşlar" diyenler var. Ya Cem Yılmaz'ı kimse oraya koymadı. Ben oynamak istedim o filmde.
- İnsan ünden, şöhretten, paradan sıkılır mı? - Benim hayatımda yalnızca bunlar yok ki. Daha doğrusu bunlar çok az var. Benim derdim bu değil ki. Benim derdim, canımın istediğini yapmakla ilgili. Ben canımın istediğini yaparım, onlar der ki "Bak şöhretten böyle oldu." O değil konu. Ben yarın bir berberde çıraklığa başlarım diye düşünüyordum. Her zaman da öyle düşünüyorum.
- Bu kadar da geri adım atılmaz belki ama... -Valla geri mi, ileri mi bilmiyorum ama orada daha çok eğlence olduğunu düşünüyorum. Benim hayatım öyle çok eğlenceli değil.
- Nasıl olabiliyor bu? İnsanları bu kadar eğlendiren bir adam bunu nasıl söyler? - Ee, beni kimse eğlendiremiyor çünkü! Bu da normal herhalde. Bazen arkadaş çevreni değiştirmek istersin ya. Benim de değiştirmek istediğim bazı zamanlar oluyor. Ama yani benim değiştirecek bir arkadaş çevrem yok ki Öncel.
- Gittikçe daha dramatik hale geliyor bu konuşma... (Gülüşmeler) - Ben de isterim Nihat Doğan kadar mutlu olmak ama olmuyor işte.
Talk şov yapmaya tenezzül etmem
Sayfa: 1/3
Her lafı, her hareketi konuşulan Cem Yılmaz, şimdi de televizyon yıldızlarına taktı. Yılmaz, 'öbür çocuk' diye bahsettiği Beyaz'dan Okan Bayülgen'e herkesi eleştirdi.
* Talk şov yapacak tıynette biri değilim. Yarım saat Banu Alkan'la konuşamam. Ama Okan yapar. 'Öbür çocuğun', Beyaz'ın yaptığını da yapamam...
KADINLAR
Evde topuk sesi sevmiyorum. Hani Latife Hanım'ın ayak sesleri gibi. Duydum evimde öyle sesler ve sevmedim. Topuklarını basa basa yürürler ya...
İLİŞKİLER
* 'Ben seni Cem Yılmaz olduğun için değil sen olduğun için seviyorum' diyorlar. Bu nedir ki, olur mu böyle şey?
SİNEMA
* Çağan Irmak önce benimle çalışmak istediğini söyledi. Ama 'Babam ve Oğlum'dan sonra 'Müsait değilim' dedi.
Beni gerçekten seven bir kadınla hiç karşılaşmadım
Sürekli isimleri değişen birbirinden güzel kadınla adı anılıyor ama o, 'Bugüne kadar tüm denemelerim başarısızlıkla sonuçlandı, iyi ki de öyle oldu' diyor. Çünkü Cem Yılmaz yalnız yaşamayı sevmiyor ama bir kadınla beraber yaşamayı 'hiç' sevmiyor. Evinde topuk sesi duymak istemiyor.
Dokuz yıldır tanıyorum ben Cem Yılmaz'ı. Dokuz yıl önce neyse hala o! İnsanı duvara çivileyen hazır cevaplığı, kendisinin her ne kadar kabul etmese de ortalamanın çok üzerinde ki zekası, hınzırlığı, fırlamalığı ... Kendi kendineyken çok sakin, hatta inanılmaz ama zaman zaman son derece çekingen, çokça da kırılgan, haddini her zaman bilen ama haddini bilmezlere asla tahammülü olmayan, hepimizden çok farklı bir tür! Şimdi bunları okuyunca dalga geçecek benimle; "Yine çok dramatize etmişsin mevzuyu" diye. Olsun. Gülsün o istediği kadar... Kendini ve hayatı ciddiye almıyormuş gibi görünmeye devam etsin isterse. Cem Yılmaz'ın o çok konuşulan arabaları, olmayan gece hayatı, sayıları tamamen "üfürme" çapkınlık hikayeleri dışındaki gerçek ve çok da net halini bilen biri olarak, sizi farklı bir Cem Yılmaz'la tanıştırmak istiyorum. Gülmekten yarılacağınız bir söyleşi bekliyorsanız "Zahmet edip okumayın" derim. Ama insanları gülmekten yoran bir adamın iç dünyasını keşfetmek isterseniz Cem Yılmaz'ın evine konuğuz bugün. Buyrun...
- Seninle ilgili beni en çok şaşırtan şey hep şu olmuştur; özgüveninin taş gibi sağlam, egonun pırıl pırıl cilalı olması gerekirken, ben biliyorum ki eleştirileri çok fazla kafana takıyorsun. Neden? - Ben yalnızca kendimi düşünen birisi olmadım ki hiçbir zaman. Bu yüzden de başkalarının düşüncesi gerçekten çok kafama takılıyor.
- Acayip şımarık bir adam da olman lazım aslında senin... - Zaten öyle davranılıyor. Her gittiğim yerde bana daha şakacı, daha şımarık, daha bir vurdumduymaz, daha bir adamsendeci olarak yaklaşılıyor. Ben buna şaşırıyorum. Her insan benim çok daha cüretkar olduğumu düşünüyor. Ama öyle değil.
- Yetişme tarzın mı çok sağlam acaba, ondan mı burnun kalkmadı? Ya da şöyle sorayım şımardığın kimse yok mu hiç? Annen, baban? - Kimseye bir şımarıklığım yoktur benim. Anne babaya bilakis hiç şımarmam.
- Küstahlıktan bahsetmiyorum... - "Nazın geçmesi" diyorsan, benim çok kişiye nazım geçer. Ama ben suistimalle ilgili çok emniyetliyimdir. Kimseden bir şey istediğimi de bilmem. "Benim için şunu yap" demem. Ama bana da demesinler. Mesela geçenlerde bir arkadaşım "Birine sürpriz parti yapıyoruz, hadi gel" falan dedi. Ben insanların bu kadar lüksleri olmasına şaşırıyorum. Birine sürpriz parti yapılıyor ve eve birileri dolduruluyor. Vay be! Peki o sürprizi yapanlar ne, nasıl bir mesai harcıyorlar? Böyle şeylerden hoşlanmam. Hiç kimseden de sürpriz parti falan istemem. O gelenler adına üzülürüm.
- Nedir bu katılık böyle? - Ben insanlardan bir şey istemem. Samimi ve doğru bulmuyorum.
- Sürekli gardını almış bir pozisyondasın. Çok canını yakıyorlar senin, ondan herhalde... (Önce çok gülüyor, sonra da) - Evet, çünkü ben çok kandırılıyorum. Daha doğrusu kandırmaya teşebbüs ediyorlar beni. Ve bunu gördüğüm zaman çok mutsuz oluyorum. İdareci değilimdir açıkçası. Karşı tarafın gönlü olsun diye idare etmem.
- Bir örnek versene şu kandırılma meselesine... - Çok insan tanıyorum ben. İnsan tipi... Örnek hatırlayamadım şimdi.
O ROLÜ BEN ISTEDIM
- Senin için hala, "Cem Yılmaz oyuncu değil, stand-up'la oyunculuğu karıştırmayın" diyenler var. - Kim ne söylüyorsa haklıdır. Konservatuvar mezunu değilim, biri bana "Konservatuvar mezunu değilsin" diyorsa buna niye alınayım ki? Ama konservatuvar mezunu olmakla benim yaptığım işler arasındaki ilişkiyi anlayamıyorum ben. Onun için bu eleştiriler bana tuhaf geliyor. Bir ara da "Çok zeki çocuk" diye bir şey vardı. "Ne acayip adam bu Cem Yılmaz" falan diye. Memlekette bu kadar beyin cerrahı vs. varken, ben plütonyumu parçalamış gibi muamele görmek istemem yani.
- "Organize İşler" fimindeki rolü her zamankinden farklı bir karakter olduğu için mi kabul ettin? Oyunculuğunun ispatı mıydı bu acaba? - Bir kere bu rol bana teklif edilmedi. Yılmaz filmi yazarken ben takip ediyordum yazdığını. Ben oynamak istedim o rolü. Ben bu işin içinde olmak istedim. "Vay be, ne kadar değişik bir şey oynamış" gibi bir şeyler duyuyorum ama bendeki yansıması "Hadi canım o kadar da demedik. Benim daha önce yaptığım şeyler bundan beş bin kat daha zordu" şeklinde oluyor.
HAYATIM EĞLENCELİ DEĞİL
- Senin başrolde oynadığın bir film olmasa da, bir şekilde kıyısından köşesinden yüzünün göründüğü sesinin duyulduğu her iş Cem Yılmaz'ın işi olarak geçiyor. Böyle olunca o "işin" gerçek sahipleri açısından bir rahatsızlık duyuyor musun? - Evet çok duyuyorum. Elimden geldiği kadar da geri planda kalmaya çalışıyorum. Organize İşler için de aynı şeyi söyleyeyim. Yani "Vaaay kurnazlara bak Cem Yılmaz'ı koymuşlar" diyenler var. Ya Cem Yılmaz'ı kimse oraya koymadı. Ben oynamak istedim o filmde.
- İnsan ünden, şöhretten, paradan sıkılır mı? - Benim hayatımda yalnızca bunlar yok ki. Daha doğrusu bunlar çok az var. Benim derdim bu değil ki. Benim derdim, canımın istediğini yapmakla ilgili. Ben canımın istediğini yaparım, onlar der ki "Bak şöhretten böyle oldu." O değil konu. Ben yarın bir berberde çıraklığa başlarım diye düşünüyordum. Her zaman da öyle düşünüyorum.
- Bu kadar da geri adım atılmaz belki ama... -Valla geri mi, ileri mi bilmiyorum ama orada daha çok eğlence olduğunu düşünüyorum. Benim hayatım öyle çok eğlenceli değil.
- Nasıl olabiliyor bu? İnsanları bu kadar eğlendiren bir adam bunu nasıl söyler? - Ee, beni kimse eğlendiremiyor çünkü! Bu da normal herhalde. Bazen arkadaş çevreni değiştirmek istersin ya. Benim de değiştirmek istediğim bazı zamanlar oluyor. Ama yani benim değiştirecek bir arkadaş çevrem yok ki Öncel.
- Gittikçe daha dramatik hale geliyor bu konuşma... (Gülüşmeler) - Ben de isterim Nihat Doğan kadar mutlu olmak ama olmuyor işte.
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#1892 20-02-2006 09:46 GMT-1 saat
kusura bakma sinan hepsini okuyamam cunku bu kadar sure vaktim yok ama Cem Yılmaz konusunda bi şy sölemek gerekirse tek kelimeyle muhteşem :):):):)
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#1934 20-02-2006 17:21 GMT-1 saat
sinan bu kadar şeyi nasıl yazdın yuhhh be tebrik ediyorum
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#2175 22-02-2006 21:33 GMT-1 saat
Dostum Cem Yılmaz hakkında bilmediğim ne kaldı_????
Hımmm dur bakayım...
Hımmm dur bakayım...
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#6514 26-03-2006 14:00 GMT-1 saat
Cem Yılmaz'la röportaj:
HAYATIM FİLM
Cem Yılmaz, "İlkokuldan beri. 5 bin senedir bir sinema filminin afişinde ismimi görmek istedim" diyor: "Çocukluğumdan bu yana kamera bulduğumda önüne geçerim." Ve Sürdürüyor: "Turizm okurken de turizm hedefim yoktu. Film çekerek belki turizme katkım olabilir. Filmimi Avrupa'da izleyen birisi 'şu adamın ülkesine bir gideyim' der falan!"
CEM YILMAZ ŞARKICI OLUYOR
Stand-up'ın ünlü ismi Cem Yılmaz, kendisine gelen kaset tekliflerini değerlendirmeye karar verdi. 'Grup Vitamin' gibi komik şarkılar söyleyeceği bir kaset çıkarması için üç şirketten teklif alan Yılmaz, "Hepsi birbirinden cazip. İyi para önerdiler, birini seçeceğim" dedi. Şarkı sözlerini kendisi yazacak olan şovmen, önümüzdeki yıl kaseti piyasaya çıkaracak. Cem Yılmaz, "Yıllardır ekrandan gelen teklifleri reddettim. Ama kaset işi aklıma yattı" diyor.
Deli misin, Hayatım Film
Cem Yılmaz ile konuşmak öyle sanıldığı kadar kolay değilmiş. İlk randevu günü "ağaç olunca" anladık bunu. Birkaç gün sonra gazetemize gelince "mazeretini kabul ettik. "Ben çok düzenli yaşayamayan bir insanım. Ne olur sizi beklettiğim için kusura bakmayın" dedi. Bunu söylerken en şirin halini takındığı için fazla bir şey söyleyemiyor insan. Filmde bütün hayali bar açmak isteyen Cem Yılmaz'la bir barda görüştük… Her Şey Çok Güzel Olacaktı… Oldu mu sence? "Gösteri çok heyecanlı bir şey.2.5 saat durmaksızın anlatıyorum reaksiyonu alıyorsunuz hemen. Filmde ise yaptığınız işin reaksiyonunu birkaç ay sonra alabiliyorsunuz. Bu kadar gecikmeye açık bir insan değilim. Seyircinin reaksiyonunu öğrenmek için gizlice sinema salonuna gittim. Sinemayı bilen insanlar da hoş şeyler söylüyorlar. Filmin öyküsünü yazarken senaryoyu hazırlarken daha önce karikatür yapmanın çok faydası oldu. Filmdeki tipler karikatürize tipler. Çevremdeki insanlardan, ağabeyimden, babamdan arkadaşlarımdan gözlemlediğim şeyleri de yazdım."
Yaptığım film izlenmez, beğenilmez kaygısı taşıdın mı?
"Taşımaz olur musun. Korktum tabii. İnsanların mutlu ayrılmasını istiyordum, iyi bir gişe hasılatı. Bunlar zaten işin ölçütleri. Popüler olmanın elbette bir katkısı oldu. Ben 3.5 senedir tek bir gün boş koltuğa gösteri yapmadım. Ama buna dayanarak sallama bir işde yapmadım. Filmin starı muamelesi görmek hoşuma gidebilir, egomu okşar. Ama benim güvendiğim bu işe emek vermiş olmamdı. Böyle yola çıktım."
Hani küçüklükten beri hayalimdir denir ya. Senin de film yapmak gibi bir düşünce oldu mu kafanda?
"Deli misin, hayatım bununla geçti. İlkokuldan beri. 5 bin senedir bir sinema filminin afişinde ismimi görmek istedim. Çocukluğumdan bu yana kamera bulduğumda önüne geçerim. Sünnet düğünlerinde kameranın önüne geçerdim. Düğünlerde piyanistlerin arkasında onların çalmasını izleyerek sahneye çıkardım. Bunun için çok emek verdim. Rastlantı değil hiçbiri. Yaratıcı imgeleme diyorum buna. Turizm okurken de turizm hedefim yoktu. Film çekerek belki turizme katkım olabilir. Filmimi Avrupa'da izleyen birisi şu adamın ülkesine bir gideyim'der falan!"
Stand up fırtınası seninle mi başladı?
"Şimdi benimle benzer iş yapan insanlar var. Ama kimseye benzer bir iş yaptığımı söyleyemem. Basiretsiz taklitçi insanlarla adımın anılmasını istemiyorum. Bulunduğum noktayı bir mertebe sayıp değerlendirecek durumda değilim. Benim yaptığımı 40 sene evvel yapan insanlar vardı. Ancak bundan üç sene evvel bu işe başladığımda bu iş 10 senedir yapılmıyordu. Benim şansım bu oldu.
Her katıldığın programda senden komik bir şeyler yapman bekleniyor. Sıkılıyor musun?
"Hayır ben insanları güldürmekten zevk alıyorum. Hayat elbette ki lay lomdan ibaret değil. Ama ben bu yönünü seviyorum. İnsanları güldürmek kolay değil. "Güldürürken düşündürmek" lafından nefret ediyorum. Gülmek gaz çıkarmak gibi bir refleks değil ki. Güldürmek ciddi bir iş."
Çok para kazandın bu işten. İnsanın başını döndürmüyor mu?
"Ben zaten çok fakir bir insan değildim. Nedense böyle aktarıldı. Bu klişeyi sevmedim halde. Otomobili seviyorum gerçekten. Ama ben lisede okurken de okula otomobille giderdim. Para sıkıntım oldu. Ama bu babamdan para almak istemediğim için oldu. Liseden bu yana çalışıp kazandım. Fütursuzca harcadığım tek para otomobil için. Benim üç tane otomobilim var. Biri porche. Film çekimleri sırasında kullandık. Kaza atlattı. Tamir edilmez bir şekilde parçalandı. Biri 79 model Anadol yeni aldım. Onu da kullanıyorum. Büyük bir keyif alıyorum. Bu bir gönül zenginliği."
Bugün, dört yıl yapamadığın şeyleri yapıyorsun. Türkiye'nin en güzel kızları ile birlikte olabiliyorsun. Önemsiz mi bu?
"Elbette önemli. Demet Şener güzel bir kadın. Çok zevkli bir şey onunla birlikte olmak. Zaten onun önemli olduğunu hissedersen tadına varırsın.
Şener'e gerçekten sahte yüzük mü hediye ettin?
"Kesinlikle öyle bir şey yok. En ucuz yüzük bile hediye etmedim. Kadınları, onlara yüzük alıp tavlayan bir insan değilim ki. Çok yakışıklı da değilim. Öyle oturup göz kırpayım falan."
Neden uzun sürmüyor ilişkilerin?
"Valla boy farkından … Sema Şimşek'le 25 santim , Demet Şener'le 10 santim boy fark vardı aramda, anlaşamadık (!) Sanıyorum yalnız yaşaması gereken bir insanım. Benim yaşam tarzımda birliktelik kolay kaldırılacak bir şey değil."
HAYATIM FİLM
Cem Yılmaz, "İlkokuldan beri. 5 bin senedir bir sinema filminin afişinde ismimi görmek istedim" diyor: "Çocukluğumdan bu yana kamera bulduğumda önüne geçerim." Ve Sürdürüyor: "Turizm okurken de turizm hedefim yoktu. Film çekerek belki turizme katkım olabilir. Filmimi Avrupa'da izleyen birisi 'şu adamın ülkesine bir gideyim' der falan!"
CEM YILMAZ ŞARKICI OLUYOR
Stand-up'ın ünlü ismi Cem Yılmaz, kendisine gelen kaset tekliflerini değerlendirmeye karar verdi. 'Grup Vitamin' gibi komik şarkılar söyleyeceği bir kaset çıkarması için üç şirketten teklif alan Yılmaz, "Hepsi birbirinden cazip. İyi para önerdiler, birini seçeceğim" dedi. Şarkı sözlerini kendisi yazacak olan şovmen, önümüzdeki yıl kaseti piyasaya çıkaracak. Cem Yılmaz, "Yıllardır ekrandan gelen teklifleri reddettim. Ama kaset işi aklıma yattı" diyor.
Deli misin, Hayatım Film
Cem Yılmaz ile konuşmak öyle sanıldığı kadar kolay değilmiş. İlk randevu günü "ağaç olunca" anladık bunu. Birkaç gün sonra gazetemize gelince "mazeretini kabul ettik. "Ben çok düzenli yaşayamayan bir insanım. Ne olur sizi beklettiğim için kusura bakmayın" dedi. Bunu söylerken en şirin halini takındığı için fazla bir şey söyleyemiyor insan. Filmde bütün hayali bar açmak isteyen Cem Yılmaz'la bir barda görüştük… Her Şey Çok Güzel Olacaktı… Oldu mu sence? "Gösteri çok heyecanlı bir şey.2.5 saat durmaksızın anlatıyorum reaksiyonu alıyorsunuz hemen. Filmde ise yaptığınız işin reaksiyonunu birkaç ay sonra alabiliyorsunuz. Bu kadar gecikmeye açık bir insan değilim. Seyircinin reaksiyonunu öğrenmek için gizlice sinema salonuna gittim. Sinemayı bilen insanlar da hoş şeyler söylüyorlar. Filmin öyküsünü yazarken senaryoyu hazırlarken daha önce karikatür yapmanın çok faydası oldu. Filmdeki tipler karikatürize tipler. Çevremdeki insanlardan, ağabeyimden, babamdan arkadaşlarımdan gözlemlediğim şeyleri de yazdım."
Yaptığım film izlenmez, beğenilmez kaygısı taşıdın mı?
"Taşımaz olur musun. Korktum tabii. İnsanların mutlu ayrılmasını istiyordum, iyi bir gişe hasılatı. Bunlar zaten işin ölçütleri. Popüler olmanın elbette bir katkısı oldu. Ben 3.5 senedir tek bir gün boş koltuğa gösteri yapmadım. Ama buna dayanarak sallama bir işde yapmadım. Filmin starı muamelesi görmek hoşuma gidebilir, egomu okşar. Ama benim güvendiğim bu işe emek vermiş olmamdı. Böyle yola çıktım."
Hani küçüklükten beri hayalimdir denir ya. Senin de film yapmak gibi bir düşünce oldu mu kafanda?
"Deli misin, hayatım bununla geçti. İlkokuldan beri. 5 bin senedir bir sinema filminin afişinde ismimi görmek istedim. Çocukluğumdan bu yana kamera bulduğumda önüne geçerim. Sünnet düğünlerinde kameranın önüne geçerdim. Düğünlerde piyanistlerin arkasında onların çalmasını izleyerek sahneye çıkardım. Bunun için çok emek verdim. Rastlantı değil hiçbiri. Yaratıcı imgeleme diyorum buna. Turizm okurken de turizm hedefim yoktu. Film çekerek belki turizme katkım olabilir. Filmimi Avrupa'da izleyen birisi şu adamın ülkesine bir gideyim'der falan!"
Stand up fırtınası seninle mi başladı?
"Şimdi benimle benzer iş yapan insanlar var. Ama kimseye benzer bir iş yaptığımı söyleyemem. Basiretsiz taklitçi insanlarla adımın anılmasını istemiyorum. Bulunduğum noktayı bir mertebe sayıp değerlendirecek durumda değilim. Benim yaptığımı 40 sene evvel yapan insanlar vardı. Ancak bundan üç sene evvel bu işe başladığımda bu iş 10 senedir yapılmıyordu. Benim şansım bu oldu.
Her katıldığın programda senden komik bir şeyler yapman bekleniyor. Sıkılıyor musun?
"Hayır ben insanları güldürmekten zevk alıyorum. Hayat elbette ki lay lomdan ibaret değil. Ama ben bu yönünü seviyorum. İnsanları güldürmek kolay değil. "Güldürürken düşündürmek" lafından nefret ediyorum. Gülmek gaz çıkarmak gibi bir refleks değil ki. Güldürmek ciddi bir iş."
Çok para kazandın bu işten. İnsanın başını döndürmüyor mu?
"Ben zaten çok fakir bir insan değildim. Nedense böyle aktarıldı. Bu klişeyi sevmedim halde. Otomobili seviyorum gerçekten. Ama ben lisede okurken de okula otomobille giderdim. Para sıkıntım oldu. Ama bu babamdan para almak istemediğim için oldu. Liseden bu yana çalışıp kazandım. Fütursuzca harcadığım tek para otomobil için. Benim üç tane otomobilim var. Biri porche. Film çekimleri sırasında kullandık. Kaza atlattı. Tamir edilmez bir şekilde parçalandı. Biri 79 model Anadol yeni aldım. Onu da kullanıyorum. Büyük bir keyif alıyorum. Bu bir gönül zenginliği."
Bugün, dört yıl yapamadığın şeyleri yapıyorsun. Türkiye'nin en güzel kızları ile birlikte olabiliyorsun. Önemsiz mi bu?
"Elbette önemli. Demet Şener güzel bir kadın. Çok zevkli bir şey onunla birlikte olmak. Zaten onun önemli olduğunu hissedersen tadına varırsın.
Şener'e gerçekten sahte yüzük mü hediye ettin?
"Kesinlikle öyle bir şey yok. En ucuz yüzük bile hediye etmedim. Kadınları, onlara yüzük alıp tavlayan bir insan değilim ki. Çok yakışıklı da değilim. Öyle oturup göz kırpayım falan."
Neden uzun sürmüyor ilişkilerin?
"Valla boy farkından … Sema Şimşek'le 25 santim , Demet Şener'le 10 santim boy fark vardı aramda, anlaşamadık (!) Sanıyorum yalnız yaşaması gereken bir insanım. Benim yaşam tarzımda birliktelik kolay kaldırılacak bir şey değil."
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#43206 25-05-2006 15:41 GMT-1 saat
güzel olmuş alıntıdır belki
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile) (ultrAslanlar Grubu) (¯`·._)
#43428 25-05-2006 18:22 GMT-1 saat
güzel
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#43959 26-05-2006 11:29 GMT-1 saat
harikada hepsini okumadım
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
whitewolf
Teşkilat-ı Mahsusa
Binbaşı
3678 ileti
Yer: cehennem
İş: Selçuk İnşaat
Kayıt: 08-05-2006 04:36
İş: Selçuk İnşaat
Kayıt: 08-05-2006 04:36
#49439 02-06-2006 05:00 GMT-1 saat
süper ama hepsini okusam filozof olurdum be abi neyse sonra okurum ben
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
Dedem Saltuk Buğra Handan bu yana Türk-İslam ülküsü demişim ona O yüzden ülkücü denilmiş bana Geçen geçsin ben vazgeçmem davamdam
Biz Bu Vatanı Üç kuruşa Peşkeş Çekecek Bir Neslin Evlatları Değiliz Biz Odasında Kuranı Kerim Var Diye Saygısından Uyuyamayan Osman Gazilerin Mısır Seferinde Çölü Atına Binmeyipte Önümde Muhammed Mustafa (A.S.V.) Yürürken Ben Ata Nasıl Binerim Diyen Yavuz Selimlerin Hocasına Saygısından Önünde Ezilip Büzülen Fatihlerin İhanetle Suçalnıp Sürgün Edilen Fakat Yanında Bir Tek Hazine Malı Götürmeyen Ve Öldüğünde Cenazesine Borçlarından Haciz Konulan Sultan Vahdettinin Evlatlarıyız Yakışmaz Bize Vatan Giderken Bayrak İnerken Ezan Susarken Yaşamak Ey İnsan Titre Ve Kendine Gel!!!
Hedefimiz İLA-Yİ KELİMETULLAH
topraktan gelen gölgeme toprak çekilince
günler bu heyulayıda ergeç silecektir
rahmetle anılmak ebediyet budur ama
sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir
Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık!
Mehmedim,sevinin ,başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin,eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim,elbet bizimdir!
Gün doğmuş ,gün batmış ,ebed bizimdir
Ey Tenperver Nefsim! Sen Kendini Ne Zannediyorsun Ki; Cennet Tabiki Ucuz Değil Cehennem Dahi Lüzumsuz Değil!
---bizki ustasıyız vatan sevmenin---
---yarın elbet elbet bizimdir gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir---
---türklük bedenimiz islamiyet ruhumuzdur ruhsuz beden cesettir---
---Şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada ( ses ) islamın sadası olacaktır---
---Allaha Vatana Bayrağa Kurana Ve Silaha yemin olsun Şehitlerim Gazilerim Ve Başbuğum emin olsun---
---İman hem nurdur hem kuvvettir.Evet hakiki imanı elde eden adam kainata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hadisatın tazyikatından kurtulabilir.(bediüzzaman said nursi) ---
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile) hackerim diyenler alın size kapak olsun
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile) hackerim diyenlere buda ikinci kapak olsun
Biz Bu Vatanı Üç kuruşa Peşkeş Çekecek Bir Neslin Evlatları Değiliz Biz Odasında Kuranı Kerim Var Diye Saygısından Uyuyamayan Osman Gazilerin Mısır Seferinde Çölü Atına Binmeyipte Önümde Muhammed Mustafa (A.S.V.) Yürürken Ben Ata Nasıl Binerim Diyen Yavuz Selimlerin Hocasına Saygısından Önünde Ezilip Büzülen Fatihlerin İhanetle Suçalnıp Sürgün Edilen Fakat Yanında Bir Tek Hazine Malı Götürmeyen Ve Öldüğünde Cenazesine Borçlarından Haciz Konulan Sultan Vahdettinin Evlatlarıyız Yakışmaz Bize Vatan Giderken Bayrak İnerken Ezan Susarken Yaşamak Ey İnsan Titre Ve Kendine Gel!!!
Hedefimiz İLA-Yİ KELİMETULLAH
topraktan gelen gölgeme toprak çekilince
günler bu heyulayıda ergeç silecektir
rahmetle anılmak ebediyet budur ama
sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir
Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık!
Mehmedim,sevinin ,başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin,eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim,elbet bizimdir!
Gün doğmuş ,gün batmış ,ebed bizimdir
Ey Tenperver Nefsim! Sen Kendini Ne Zannediyorsun Ki; Cennet Tabiki Ucuz Değil Cehennem Dahi Lüzumsuz Değil!
---bizki ustasıyız vatan sevmenin---
---yarın elbet elbet bizimdir gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir---
---türklük bedenimiz islamiyet ruhumuzdur ruhsuz beden cesettir---
---Şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada ( ses ) islamın sadası olacaktır---
---Allaha Vatana Bayrağa Kurana Ve Silaha yemin olsun Şehitlerim Gazilerim Ve Başbuğum emin olsun---
---İman hem nurdur hem kuvvettir.Evet hakiki imanı elde eden adam kainata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hadisatın tazyikatından kurtulabilir.(bediüzzaman said nursi) ---
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile) hackerim diyenler alın size kapak olsun
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile) hackerim diyenlere buda ikinci kapak olsun