> 1 <
Kırık Link Bildir! #262636 04-10-2007 11:06 GMT-1 saat
Geçmişte Osmanlı devleti, bugün de Türkiye, bu jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı çeşitli entrikaların çevrildiği bir alan olmuştur. Osmanlı devletini parçalayarak tarih sahnesinden silmek isteyen sömürgeci devletler, bu entrikalarında yüzlerce yıldır Türklerle dostça yaşayan Ermenileri kullanmışlardır.
Tarihte olduğu gibi günümüzde de, Ermeni toplumu üzerinden siyasi ve ekonomik çıkar sağlamaya çalışan ülkeler bulunmaktadır. Bazı ülkelerde Türkleri ve Türkiye'yi sözde soykırımla suçlayan anıtlar dikilmekte, bazı ülkelerde de soykırım iddiasını tanımaya yönelik kararlar parlamento gündemlerine getirilmekte, hatta kimi ülke parlamentolarında kabul edilmektedir. Gerçekte tarihçilere bırakılması gereken bu konular, siyasetçilerin elinde çıkar aracı haline dönüştürülmektedir.
Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu'nun bir yerinden diğerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu'ya girişlerinden sonra Türklüğün adil, insani, hoşgörülü, birleştirici anlayış ve inancından yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı olan 19. Yüzyıl sonlarına kadar süren devir, Ermenilerin altın çağı olmuştur. Osmanlı devletinin çalışan, liyakatli, dürüst ve becerili her vatandaşına sağladığı imkanlardan gayr-i müslimler içinde en çok faydalananlar Ermeniler olmuştur. Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış olduklarından dolayı "millet-i sadıka olarak kabul edilmişlerdir. Bu çerçevede Türkçe konuşan, ayinlerini bile Türkçe yapan bu topluluktan devlet kademelerinde önemli görevlere yükselenler, hatta Bayındırlık, Bahriye, Hariciye, Maliye, Hazine, Posta-Telgraf, Darphane Bakanlıkları, Müsteşarlıkları yapanlar olmuştur. Hatta Osmanlı devletinin meseleleri üzerinde Türkçe ve yabancı dillerde eserler de yazmışlardır.
Ancak Osmanlı devletinin zayıflamaya başladığı dönemlerde, hemen her konuda Avrupa'nın müdahalesi baş gösterince, Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma başlamıştır. Batılıların özellikle misyoner din adamı kisvesinde, Osmanlı devleti içine soktuğu provokatörlerin faaliyetleriyle Ermeniler; dini, kültürel, ticari, sosyal ve siyasi açılardan Türk toplumundan uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Böylece, çoğu defa Türklerin zararlı çıktığı trajik olaylar başlamış, Doğu Anadolu'da başlatılan ve İstanbul'a kadar yayılan isyan hareketlerinde binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını kaybetmiştir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ise; Osmanlı askeri olarak düşmanlara karşı savaşan veya geri hizmetlerde çalışan Ermenilere karşılık, Ermenilerin önemli bir kısmı düşman kuvvetlerinin yanında Türklere karşı savaşmıştır. Cephe gerisinde de komitacı Ermeniler kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın katliamlara girişmişler, yüz binlerce Müslüman'ın hayatına kastederek Doğu Anadolu'yu bir harabe haline çevirmişlerdir.
Devletin bunları yatıştırmak ve durdurmak için aldığı tedbirler istismar edilmiş ve dış devletlerin tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya çalışmışlardır.
Anadolu dışında kurulan Hınçak, Taşnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan'a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti ve Karahaç Cemiyeti gibi örgütler, halkı silahlı ayaklanmaya sevk etmişlerdir.
Osmanlı devleti, Birinci Dünya Savaşı içinde, Ermeni isyanının yoğun olduğu Doğu Anadolu'da, bir yandan cephede Rus ordularıyla ve Rusların yanında yer almış olan Ermeni kuvvetleriyle savaşmak zorunda kalmıştı. Diğer yandan da cephe gerisinde Türkleri katleden, Türk köy ve kasabalarını yakıp yıkan, ordunun ikmal tesislerine ve konvoylarına saldıran Ermeni çeteleri ile mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Ayrıca hem cephede hem de cephe gerisinde savaşmak durumunda bırakılmasına rağmen, 9-10 ay, cephe gerisindeki önemli tehlikeyi mahalli tedbirlerle çözüme ulaştırmaya çalışmıştır. Bu arada, 24 Nisan 1915'te, cephe gerisinde faaliyette bulunan Ermeni komitecilerine yönelik bir operasyon yapmış ve vatana ihanet eden 2345 komiteciyi tutuklamıştır.
Komitecilerin dışında özellikle Rus sınırına yakın bölgelerdeki Ermeni halkın da devlete isyan halinde olduğunu görünce, son çareye başvurmuş ve bölgedeki Ermenilerden sadece isyan hareketine karışanları savaş bölgesinden alıp, ülkenin emniyetli bölgelerine sevk ve iskâna, o dönemdeki ifadesiyle tehcire tabi tutmuştur. Bu uygulama ile aynı zamanda her şeyden önce cephe gerisinde iç savaş ortamında bulunan Ermeni halkın can güvenliği sağlanmıştır. Çünkü Ermenilerin bölgedeki Türklere yaptıkları katliam ve mezalimin karşılığını müslüman halk da vermeye başlamıştı.
Ermenistan ile bir takım siyasi ve ekonomik çıkarlar için Ermenileri kullanan bazı devletler, yer değiştirme uygulamasını ve 24 Nisan'daki tutuklamaları bir soykırım gibi göstermek ve dünya kamuoyunu bu konuda ikna etmek için yoğun bir propaganda faaliyetine girişmişlerdir(1).
Oysa Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Osmanlı devletini işgal eden devletlerden İngilizler, aralarında Osmanlı siyasi ve askeri liderleriyle önde gelen aydınların da bulunduğu 143 kişiyi Ermeni olaylarında savaş suçu işledikleri gerekçesiyle tutuklayarak Malta adasına sürmüş ve hapsetmiştir. Suçlamalarla ilgili olarak Osmanlı, ABD ve İngiliz arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmıştır. Buna rağmen, Malta'daki tutuklular hakkında iftiraları kanıtlayacak deliller mahkemeye sunulamamıştır. Sonuç olarak Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden ve duruşma yapılmadan 1922'de serbest bırakılmışlardır.
Ancak Türkleri sözde soykırımla suçlama gayretleri durmamış; Malta'daki yargılama sürecinde İngiliz basınında Osmanlı Hükümeti'ni sözde soykırım ile suçlayan ve bu konuyu ispata yeltenen bazı uydurma belgeler yayınlanmıştır. Söz konusu belgelerin General Allenby komutasındaki İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından Suriye'deki Osmanlı Devlet Dairelerinde ortaya çıkarıldığı iddia edilmiştir. Ancak, İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından sonradan yapılan soruşturmalar, İngiliz basınına verilen bu belgelerin İngiliz ordusu tarafından ele geçirilen belgeler olmayıp, Paris'teki Milliyetçi Ermeni Delegasyonu tarafından müttefik delegasyonlara gönderilen yazılar olduğu anlaşılmıştır(2).
Bütün bu gerçeklere rağmen, sözde soykırım iddialarını gündemde tutmak için olağanüstü gayret sarf eden Ermeni komiteleri, terör eylemlerine yönelmişlerdir. 1965'ten sonra, çeşitli ülkelerdeki Ermenilerin, Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyasıyla dünya ve Türkiye kamuoyunda varlığını hissettiren sözde Ermeni Sorunu, 1970'li yıllardan itibaren yurtdışındaki Türk temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine dönüşmüştür.
Gurgen (Karekin) Yanikan adlı bir yaşlı Ermeni'nin 27 Ocak 1973'de ABD'nin Santa Barbara kentinde, Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir'i katletmesiyle başlayan "Bireysel Ermeni Terörü", 1975'den itibaren tıpkı 1915 öncesinde olduğu gibi "Örgütlü Ermeni Terörü"ne dönüşmüştür. Yurtdışındaki Türk görevliler, diplomatlar, elçilikler ve kuruluşlarına yönelik Ermeni saldırıları, kısa sürede hızlı bir tırmanma göstererek yoğunluk kazanmıştır.
Ermeni teröründe, Türkiye'deki iç huzursuzluğun zirveye çıktığı 1979 yılından itibaren büyük bir artış gözlenmeye başlanmıştır. Ermeni teröristler, 21 ülkenin 38 kentinde, 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılarda 42 diplomatımız ile 4 yabancı hayatını kaybederken, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu kişi de yaralanmıştır(3).
Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980'li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine girmişlerdir. 1984 yılında PKK sahneye çıkarılmış ve Asala-Ermeni terörü geri plâna çekilmiştir. Belgeler, Bekaa ve Zeli kamplarında ASALA ile PKK militanlarının birlikte eğitim gördüklerini ortaya koymuştur.
Türk güvenlik güçlerinin PKK terörü ile mücadelede başarı sağlamasının ardından Ermeni komiteleri, sözde iddialarını Ermenistan devletinin açık desteği ve Ermeni Diasporası aracılığıyla sürdürmeye devam etmektedirler. Çeşitli ülke parlamentolarından sözde Ermeni Soykırımını kabul eden yasaların ve önerilerin çıkmasını sağlamaya çalışarak, asılsız iddialarını dünya kamuoyuna kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.
Amaçları, sözde iddialarını tüm dünyaya tanıtmak, Türkiye'yi bu temelsiz iddiaları tanımak zorunda bırakmak, sözde soykırımdan dolayı Türkiye'den "tazminat" ve "toprak" almak ve "Büyük Ermenistan" rüyasını gerçekleştirmektir.
Ermeni Soykırımı İddiaları (Ermenice: Հայոց Ցեղասպանություն) Osmanlı Devleti'nde iktidarda bulunan İttihat ve Terakki hükümetinin 1915 yılı ve devamında Türkiye'de yaşayan Ermeni'lere karşı sistematik bir yok etme harekâtı uyguladığına ilişkin görüşlerdir. Türkiye Cumhuriyeti, dünyadaki birçok tarihçi ve devlet tarafından benimsenen bu iddiaları sistemli olarak reddetmektedir.
Soykırım Kavramı [değiştir]Genocide (soykırım) kavramı Amerikalı hukukçu Rafael Lemkin tarafından ortaya atılmıştır. Lemkin, kavramı Yunanca "genos" (soy, kavim) ve Latince "cidus" (öldüren) kelimelerini bir araya getirerek oluşturmuştur. 1915 tehciri ve Irak'ta Hıristiyanlara yönelik katliamları inceleyen Lemkin 1933 yılında İspanya'da uluslararası bir konferansta bir kişiyi öldüreni yargılamak mümkünken, bir milyon insanı ölüme göndereni yargılamak niçin mümkün olmuyor sorusunu ortaya atarak uluslararası bir soykırım sözlemesi çabası içine girdi. Genocide sözcüğünü 1944 yılında ilk olarak kullanan Raphael Lemkin, BM Soykırımı önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi'nin ilk savunucularındandı. Lemkin, Ermeni meselesini 20. yüzyıla ait tipik bir soykırım örneği olarak tanımlıyordu. [1] Buna karşılık Ermeni soykırımı iddiaları dünya gündemine 1965 yılından sonra girdi.
Ermeni Tehciri [değiştir]
Öncesi [değiştir]Doğu Anadolu üzerindeki Ermeni talepleri 1870'lardan beri Osmanlı Devleti için siyasi bir sorun olmuştu. Hınçak ve Taşnaksutyun gibi Ermeni militan örgütleri 1894'ten itibaren bazı tedhiş eylemlerine giriştiler. 1895'te Ermenilerin ayaklanma teşebbüsü sertlikle bastırıldı. 1909'daki Adana olaylarında çok sayıda sivil Ermeni öldürüldü..[kaynak belirtilmeli]
Birinci Dünya Savaşı başlangıcında iktidardaki İttihat ve Terakki yönetimi, Doğu'daki Ermenilerin muhtemel bir Rus istilasından önce ayaklanarak Ruslara destek olacağı kaygısını taşıyordu. Bunun yanısıra iktidara yakın bazı fikir adamları, Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin parçalanması halinde Anadolu'da bir Türk ulusal devleti kurulmasını, bunun için de ülkenin gayrımüslim unsurlardan arındırılmasını savunmaktaydı. [2]
1915 Olayları [değiştir]1915 Şubat ayından itibaren Osmanlı ordusundaki Ermeniler silahsızlandırıldı. Birçok kentte Ermeni toplumunun ileri gelenleri tutuklandı; bir kısmı sorgusuz idam edildi. 24 Nisan 1915'te İstanbul'da Ermeni toplumunun önde gelen 2,345 ismi tutuklanarak Anadolu'ya sürüldü. Bunlar arasında siyasi militanların yanında milletvekilleri, tanınmış yazar ve şairler, sanatçılar, din adamları ve iş adamları da vardı. Sürülenlerin çoğu sürgünde öldü veya öldürüldü..[kaynak belirtilmeli] 24 Nisan, günümüzde dünya Ermenileri tarafından Soykırım Günü olarak anılmaktadır.
24 Nisan hadisesi, İtilaf ordularının her an Çanakkale'ye çıkmasının beklendiği, çok kısa bir süre içinde İstanbul'un düşman eline geçeceğine ve Osmanlı Devleti'nin çökeceğine neredeyse kesin nazarıyla bakıldığı günlerde gerçekleşmiştir. Aynı günlerde Osmanlı sarayı ve hükümetini Eskişehir'e taşıma hazırlıkları yapılmıştır. İttihat ve Terakki hükümetinin Ermeni politikasını bu çerçevede değerlendirmek doğru olur.
27 Mayıs 1915'te çıkarılan bir Kanun-ı Muvakkat (geçici yasa) ile yerel mülki ve askeri yöneticilere, uygun görecekleri kişileri geçici olarak başka yere naklettirme yetkisi verildi. 10 Haziran'da çıkarılan bir kararname ile, nakledilen kişilerin mallarınına nasıl tasarruf edileceği açıklandı. Bunu izleyen aylarda Anadolu'nun Ermeni nüfusunun büyük bir kısmı kafileler şeklinde yola çıkarılarak Suriye Çölü'ndeki Deyrizor'da kurulan toplama kamplarına sevkedildi. Kafilelere katılanların önemli bir bölümü yolda öldü veya öldürüldü. Çöldeki bir kampın bu büyüklükte bir kalabalığı barındırması sözkonusu olmadığından, Deyrizor'a varanların bir bölümü de açlık veya hastalıktan öldü. 4 Ağustos'ta yayımlanan bir hükümet emriyle Katolik ve Protestan Ermenilerin sevki durduruldu ise de bu emrin bir etkisi olmadı.
Mardin ve Diyarbakır bölgesindeki Süryaniler ile Hakkâri'deki Nasturiler de tehcire tabi tutuldular.
Sayılar [değiştir]1914 Osmanlı nüfus sayımına göre imparatorluk topraklarında yaşayan Ermeni sayısı 1,295,000'dir [3]. (Bu nüfusun tamamına yakını bugünkü Türkiye sınırları içindedir.) [4] Ermeni Kilisesinin vergi kayıtlarına dayalı 1913 istatistiğine göre bu rakam 1,914,000 olmalıdır. [5]Batılı kaynaklarda genellikle 1,600,000 ile 1,800,000 arası sayılara rastlanır. [6]
Cumhuriyet döneminin ilk sayımı olan 1927 Nüfus Sayımında Türkiye'nin Ermeni nüfusu 100,000 civarında gösterilmiştir[7].
Soykırım Tezleri [değiştir]Soykırım iddiasının temel taşı Ermenilerin Türk devleti tarafından sürüldüğü, öldürüldüğü, vb. değildir. Esas iddia, bu eylemlerin, Ermeni toplumunu kökten yoketmeye yönelik sistemli ve bilinçli bir devlet politikasının sonucu olmasıdır. Tarihte toplumlar arasında ve savaş dönemlerinde gerçekleşmiş sayısız katliam vardır. Ancak bir toplumun devlet kararıyla ve bilinçli olarak yokedilmesi, soykırım tezini savunanlara göre, tarihte çok ender rastlanan bir insanlık suçudur.
Bu nedenle, 1915 olaylarının ardındaki hükümet politikasını kanıtlayacak belgelerin ortaya çıkarılması, soykırım tartışmalarının ana eksenini oluşturmuştur. Dönemin açıklanmış olan resmi arşivlerinde, soykırım tezini kanıtlayacak belgeleri bulmak çok zordur. Soykırım tezini savunanlar buna karşılık,
Soykırımın resmi Osmanlı makamları tarafından değil, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne bağlı gizli bir örgüt olan Teşkilat-ı Mahsusa eliyle yürütüldüğünü; [8]
Teşkilat-ı Mahsusa ve İttihat ve Terakki arşivlerinin Ekim-Kasım 1918'de, yani Osmanlı Devletinin savaşta yenildiği ve Talat Paşa hükümetinin düştüğü günlerde, yakılarak imha edildiğini; [9]
Resmi arşivlerde bulunabilecek olan bazı belgelerin de çoktan ayıklanıp yokedildiğini ileri sürerler.[kaynak belirtilmeli]
Literatür [değiştir]Ermeni soykırımı tezlerine dayanak oluşturan önemli birincil kaynaklar, ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau'nun Büyükelçi Morgenthau'nun Öyküsü (1919), Alman din adamı Johannes Lepsius'un Bericht über die Lage des armenischen Volkes in der Türkei (Ermeni Halkının Türkiyedeki Durumunu Anlatan Rapor - 1916) adlı eserleri ile, İngiliz Hükümeti'nin tarihçi James Bryce ve Arnold Toynbee'ye hazırlattığı bir belge derlemesi olan Mavi Kitap'tır.
Avusturya'lı romancı Franz Werfel'ın, Samandağı Ermenilerinin direnişini anlatan Musa Dağ'da Kırk Gün (1936) adlı romanı dünya edebiyat klasikleri arasına girmiştir.
Yakın yıllarda Ermeni soykırım iddiaları hakkındaki eserlerden biri de Amerikalı tarihçi Vahakn Dadrian'ın The History of the Armenian Genocide (1995) adlı eseridir. Ünlü romancı Dursun Akçam'ın oğlu olan Taner Akçam, Türkçe, İngilizce ve Almanca olarak, soykırım tezini destekleyen bir dizi önemli araştırma yayımlamıştır.
Türk Tezleri [değiştir]Soykırım iddiaları karşısında Türkiye Cumhuriyeti resmî politikasında, Ermenilerce öldürülen birçok Türk'un yanısıra, tehcir sırasında ve sonrasında birçok Ermeninin öldüğünü kabul etmekle birlikte, bu ölümlerin sebebinin sistematik bir soykırım değil, savaş koşulları, hastalıklar ve Ermeniler'in zorunlu göçünü kolaylaştıracak imkânların bulunmaması olduğunu öne sürmektedir ve bu tez doğrulukla sonuçlanmıştır[10]
Türk tarafının tezine göre bu yerdeğiştirme (tehcir), bir soykırım ya da katliam değil, düşmanla işbirliği yapan ve ülkenin birliğine zarar veren bir topluluğun zararlı faaliyetlerinin engellenmesi amacıyla ve iç güvenlik nedeniyle başka topraklarda yerleşime zorlanması yönünde alınmış bir önlemdir.[11]
Osmanlı arşivlerinde (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık arşivi) göçe tabi tutulan Ermeniler için yolculuk sırasında rahatlarının sağlanması, can ve mallarının korunması için buyruklar olduğu görülmektedir. [12]
Osmanlı Bakanlar Kurulu'nun 30 Mayıs 1915 tarihli kararıyla, Ermenilerin canlarının ve mallarının korunmasını, göçmen ödeneğinden geçimlerini sağlayabilmeleri için yardımın yapılmasını, ihtiyaçlarına göre mal ve toprak dağıtılmasını, hükümet tarafından evler yapılmasını, alet ve teçhizat temin edilmesini, yiyecek ve diğer ihtiyaçlarının sağlanmasını, sağlık durumlarının hergün doktorlar tarafından kontrol edilmesini, hasta, kadın ve çocukların trenle gönderilmesini ve alınması gereken daha pekçok önlemi bildiren emirler yayınlamıştır. [13]
Ayrıca, tehcir sırasında Ermenilere karşı herhangi bir saldırıda bulunanların tevkif edilerek, Divan-ı Harp Mahkemesine sevk edilmesi ve en ağır şekilde cezalandırılmaları da karara bağlanmıştır.[14]
Tehcire tabi tutulan Ermeniler'in sayıları Halep'ten gelenlerle birlikte 438.758 kişiydi. Açlık, tifo ve dizanteri gibi hastalıklar, iklim koşulları, Arap aşiretleri ve eşkıyaların saldırıları sonucu ancak 382.148 kişi iskan sahasına varabilmiştir.[15] Yani toplam Ermeni kaybı 56.610'dur.
Türk görüşlerine yakın tezleri (Batı dünyasında) Bernard Lewis, Gilles Veinstein, Erich Feigl, Donald Quataert, Guenter Lewy, Cem Özgönül, Justin McCarthy, Udo Witzens ve başkaları savunmaktadır.
Günümüzdeki Durum [değiştir]Günümüzde İsviçre'de Ermeni soykırımının reddedilmesi suçtur. Benzer bir yasa taslağı da Fransız meclisinden geçmiş, yasalaşmak için senatoda onay beklemektedir. Bunun dışında 20 kadar ülke, parlamentolarında, Ermeniler'in soykırıma uğradığı iddialarını tanıyan yasaları kabul etmişlerdir. Amerika federal anlamda böyle bir yasayı kabul etmemesine rağmen yasa, eyaletler bazında 50 eyaletten 36 sında kabul görmüştür. Kimi ülkelerde ise (İsrail, İngiltere) soykırım kelimesi yerine "katliam " kelimesi yeğlenmiştir.
Ermeni Soykırımı iddiası son yıllarda bazı devletlerin parlamentoları tarafından "resmen" tanınmıştır. Bu ülkeler arasında Arjantin, Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İsveç, İsviçre, İtalya, Kanada, Lübnan, Rusya Federasyonu, Slovakya, Uruguay, Yunanistan, Polonya, Venezuela ve Şili bulunur. [16]
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu