Mutlaka bir cenazeye gitmişinizdir. Ve o cenazede tabut ve tabutun üstünde bir yeşil örtü görmüşünüzdür. O yeşil örtünün üzerinde sirma ile yazili bir ayet vardir. O ayette şöyle Kuran kesinlikle "öleceksiniz" demez, ölümü "tadacaksınız der; kişi ölümü tattiği anda ölmüş olduğunu farketmez.
Kişi kendi bedenini yıkayanı ve çevresindekileri görür, bilir, tanır. Kendi cenaze namazını kılanları, tabutun içinde ve üstü örtülü olmasına rağmen görür, bilir ve tanır. Mezardan uzaklaşanların ayak seslerini işitir. Sonra kabirin içindeyken iki melek gelir. Münker, Nekir adlarıyla, maruf. Ve ona bazı sualler sorar. O suallerinde cevabını verir.
Bir yerde bir koltukta oturuyorsunuz, çevrenizde de insanlar var. O anda elinizi kaldırmak istiyorsunuz, kaldıramıyorsunuz. Bir şey söylemek istiyorsunuz sesiniz çıkmıyor, bir anda paniğe düşüyorsunuz. Dikkat edin. Aklınız, şuurunuz, idrakiniz, bütün duyularınız yerinde, dışarıda olup bitenleri görüyorsunuz. Fakat beden bir anda yığılıp kalmış. "Ölülerinizin yanında haykırıp, bağırıp, çagırmayın onlara eziyet edersiniz" Çünkü; o zaten ölü değil!! Derken alıyorlar bedeni koltuğun üstüne uzatıyorlar, törelerine göre getirip üstüne bir bıçak, bir çatal bir şeyler koyuyorlar.
Siz orda çevrenizde ağlaşanları seyredip duruyorsunuz. Sonra alıyorlar sizi, götürüyorlar bir hamama sıcak bir yere, üstünüze suları döküyorlar, sizi evirip çeviriyorlar, siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın, dışarıyla iletişim kurmaya "Ben yaşıyorum!" demeye diyemiyorsunuz.
Ama sizi yıkayanları görüyorsunuz, biliyorsunuz, tanıyorsunuz. Tanıyorsunuz ama maddi dünyasıyla bağınız kopmuş. Param diyorsunuz, işim diyorsunuz, koltuğum diyorsunuz, anam, karım, çocuğum diyorsunuz hiç! Bunların hiç biri size ulaşamıyor. Ve bunlara dokunamıyorsunuz.
Ölümü tatma anındaki olayların bazı ana noktalarını vurgular. Öyleyse ölüm denen olayın ne olduğunu bir an için hatırlayalım. Şöyle anlatayım size ölümü;
Daha sonra sizi aliyorlar beyaz bir kefene sariyorlar, tahta bir sandiğin içine koyuyorlar, üstünüzü kapatiyorlar ama o tahta sizin görüşünüze mani olmuyor, Dışarida olanları seyrediyorsunuz. Gözleri yaşlı, hüzünlü insanları görüyorsunuz Sonra götürüyorlar bir musalla taşına koyuyorlar. Hüzünlü an, çevrenizde aglıyorlar, haykırıyorlar. Gözü yaşlı karınız, kocanız, çocugunuz, ananız, babanız, arkadaşlarınız, sevdikleriniz... Ve siz bunları da seyrediyorsunuz...
Sonra sizi alıyorlar bir mezarın yanına getiriyorlar. Koyuyorlar toprağın üzerine, mezar kazılıyor çevrenizde hüzünlü insanları görebiliyorsun Işte o anda hayatınızın en büyük paniği başlıyor. Yaşamınızın en büyük paniğini o anda yaşıyorsunuz. Çünkü; aklınız, şuurunuz, idrakiniz, bütün duygularınız sizinle beraber, yani siz o anda yaşıyorsunuz, fakat bedeni içinde bir örtüde ve o mezarın içine konacağınızı, üstünüze toprağın atılacağını, ve orada hapis kalacağınızı, görüp hissediyorsunuz. Hz. Ömer(r.a) soruyor; Ya Resulallah! Ben mezara konduğum zaman şu andaki aklım, idrakim, duygularım, şuurum, aynen muhafaza olacak mi?
-Evet Ya Ömer! Aynen şu andaki aklın, idrakin, duygularınla varolacaksın.
Evet. Kişi o mezara gömülme anında hayatının en büyük paniğini yaşıyor. Diri diri toprağa gömülüyor Ve sizi en sevdiklerinizin elleriyle toprağa alıp o mezarın içine koyuyorlar, üstünüze toprağı atmaya başlıyorlar. Tahtalar konuluyor veya beton taşlar konuluyor, dışarıyla ilginiz kesiliyor. Ama dişardaki sesleri duyuyorsunuz, toprağın içinde canlı canlı hapis kaldığınızı hissediyorsunuz.
Evet bedende bir olay yok o ana kadar ama, siz o toprağın içinde canlı canlı hapissiniz. Bağırmak, haykırmak istiyorsunuz; Beni buraya bırakmayın!,beni buraya koymayın!, ben yaşıyorum!, canlıyım!, diriyim! Ben de sizin kadar şuurluyum! AMA ILETİŞİM YOK!
Bunlara ulaşamıyorsunuz, ve sizi oraya bırakıyorlar, üstünüze topraği kapatıyorlar, ışık kayboluyor, kapkaranlık bir mezarın içinde tek başınasınız...
Peygamberimiz(s.a.s) ş öyle diyor:" Kişi kabre konduğu zaman o panik içinde öyle bir haykırışla haykırır ki; feryadı arşa kadar yükselir. Fakat ne yazık ki insan kulağı o haykırışı işitemez." Işte o panik anında düşünüyorsunuz ki, size dünyada iken söylenen; ölmek yok!, hayat devam ediyor!, öbür hayata kendini haziılamazsan pişman olursun! ikazları gelmişti, ulaşmıştı fakat bunları kaa'le almamıştın. Artık mezardan geri dönüş yok. Bitiyor,herşey son buluyor. Ve orada gerçekten iki melek geliyor, size bazı sualler soruyor.
Siz o panik halinizle ne derece cevap verebiliyorsunuz, size ait olan bir olay..
Sonra aradan zaman geçiyor, mezarın içinde yılan, çıyan, köstebek, fare kenarlardan çıkıyor geliyor sizin kaşınızı, gözünüzü, yanağınızı, ağzınızı, burnunuzu, karnınızı, baharsaklarınızı yemeye başlıyor. Ve siz mezarda kendi yeyinişi, bu hayvanlar tarafından parçalanışınızı seyrediyorsunuz, hissediyorsunuz. Evet fiziki bedeninize olan fiziksel bir azap size ulaşmıyor ama, kendinizi kabus görür şekilde düşünün, rüyada, yatakta... Rüyanızda size gelen baskıları, birtakim hayvanların size verdiği zararı, veya bir uçurumdan düşüşünüzü bir bıçagin sizi kesişini, boğulmanızı, göğsünüze birinin oturup boğazınızı sıkmasını düşünün...O anda fiziksel bir olay yok ama, sizin yaşadığınız kabus. Işte mezarda öyle bir kabusun içine düşüyorsunuz ki, uyanma, geri dönme yolu yok. Ve böylesine başlayan bir ÖLÜM ÖTESI YAŞAM.
Yani siz ölümün ne olduğunu tadıyorsunuz. Tadış sizde bir şey değiştirmiyor. Herhangi bir şeyi tattığınız zaman nasıl şuurunuzda, idrakinizde bir değişme olmuyorsa, sadece o şeyin ne olduğunu anlıyorsanız, "ölümü tatmak" demek bu bedene kumanda edemez hale gelmeniz demek. Bu bedene kumanda edemez hale geliyorsunuz, işte bu "ölümü tatmak" denen olay. Ama yaşamınız devam ederek gidiyor o kabirde...
Size sorsam, bir aynaya baktiğınız zaman ne görüyorsunuz? desem, hemen vereceginiz cevap şu olur. Aynaya baktığım zaman kendimi görürüm. Işte "aynaya baktığım zaman kendimi görürüm" cevabınız Peygamberi, Kuran'i, ve ölüm ötesi yaşamı inkardan başka bir şey değildir!
Eğer gördüğünüz aynada, sizin ben dediğiniz, kendim dediğiniz yapı ise bu beden belli bir seneler sonra toprak altında çürüyüp yokolacak ve bu hesaba göre sizinde yokolmanız gerekecektir. Ama siz toprak altında Peygamberin bildirdiği bir şekilde yaşayacaksiniz. Bu beden çürüyüp yokolmasına rağmen demek ki aynada ben dediğiniz, kendim dediğiniz şeyi görmüyorsunuz. Siz bir beden görüyorsunuz.
Sokakta bir araba görüyorsunuz, yaklaşıyorsunuz cama tıklıyorsunuz, cam açılıyor içerde bir adam, direksiyona yapışmıs "Kimsin sen?" diyorsun. "Ben 1956 modeli Chevrolet'im " diyor. Adama bakarsınız gülersiniz,kafayı üşütmüs zavallı dersiniz. "Sen Chevrolet değilsin kardeşim, sen insansın, arabanın direksiyonunda oturuyorsun, bir süre sonra da direksiyondan kalkıp arabadan çikarsın! " dersiniz. Adam size"Hayır öyle şey yok, herkes bana böyle dedi, herkes de bana böyle diyor, ben otomobilim" cevabını veriyorsa artik siz ona daha fazla bir şey söylemezsiniz. "Zavallı, Allah selamet versin" der geçersiniz.
Işte bugün birtakım insanlar, ben 56 doğumlu bilmem kimim, ben 48 doğumlu bilmem kimim, ben 38 doğumlu bilmem kimim diyorsa o 56 model Chevrolet'im diyen şoförden farkı yoktur. Siz belli bir süre için bu bedenle birlikte varolan, fakat bir süre sonra bu bedeni terkedip, bedensiz olarak yaşamına devam edecek bir varlıksınız.
Işte din dediğimiz olgu burdan ileri geliyor, şu anda her ne kadar bu nedenle bu madde dünyasında yer alıyorsanız da, belli bir süre sonra, bu madde dünyasıyla tüm ilişkiniz kesilecek, paranız, koltuğunuz, karınız, kocanız, çoluğunuz-çocuğunuz, ananız, babanız v.s tümü geride kalacak, tek başinıza yepyeni bir hayata geçeceksiniz.
Eğer o hayatın şartlarına göre kendinizi hazırlayamadıysanız, hazırlama gereği duymadıysanız, siz ne olursa olsun o ortamda çok büyük bir sıkıntıya, azaba düşeceksiniz. Ergeç denize düşecek olan insan yüzme öğrenmek mecburiyetindedir. Yüzmeyi öğrenmediyse, o denizin içinde boğulur. Bunun başka yolu yoktur.Ben dünyada böyle bir insandım, şöyle bir insandım, şunu yaptim, bunu yaptim. Sen dünyada nasil bir insan olursan ol, eğer yüzmeyi öğrenmediysen, denize düşünce bogulursun. Sen eger gideceğin ölüm ötesi aleme gereken bir biçimde hazırlanmadıysan, o alemde yer alacak olan ruh bedenini gerektiği bir biçimde, gereken enerjiyle güçlenmediysen, ne olursan ol o alemin batağinda BOĞULURSUN.
E canım ben Peygambere inanıyorum, Allah'a inanıyorum ama gerektiği gibi hazırlanamıyorum. Lütfen Aldatmayalım kendimizi, mantığımzı çalıştıralım, beyni çalıstıralım gerçekçi düşünelim . Halimizi gemideki adama benzemesin.
Peygamber sana diyor ki;"Eğer benim dediklerimi anlayğp idrak edemiyorsan, bana hiç olmazsa inan, ölüm ötesinde böyle bir yaşam var, o yaşamın şartlarına göre tedbir alarak kendini kurtar. Sen diyorsun ki; "Ben sana inanıyorum" Sonra bildiğin gibi yaşıyorsun. Peygambere inanmaktan gaye, Peygamberin dediğini anlayıp idrak etmek, ve o bildirdiği tehlikeye karşı gereken tedbirleri almaktir. Sen ona gerektigi gibi kulak vermiyor, dediklerini anlamiyor, gereken tedbirleri almıyorsan, ne kadar "inanıyorum, onu çok seviyorum" dersen de, o gittiğin ortamda içine düşeceğin azaptan kendini kurtaramazsın. Ona inanmaktan murat, onun önerdiği bir biçimde gereken tedbirleri almaktır. Peygamberin senin inanmana ihtiyacı yok ki...
Sen ya geleceği idrak edip, gereken tedbiri alarak kendini kurtaracaksın veyahutta es geçeceksin. Gittiğin ortama gereken bir biçimde hazırlanmadığın içinde mahvolacaksın!
Diri diri kabire gömülüp, orada canli canli o azabi çekeceksin seneler ve seneler boyu.
Bulunduğun yerden bir başka yere 1-2 haftalığına gezmeye gitmeye kalkıyorsun, 6 ay evvelinden hazırlık yapıyorsun, oranın şartlarını öğreniyorsun, ne götüreyim, ne getireyim, yanıma ne alayım, orda nerede kalayım diye onu araştırıyorsun.
Ömür boyu, sonsuz yaşayacağın bir ortama gideceksin bir daha geri dönüş yok, oranın şartlarını araştırma gereği duymuyorsun. Ondan sonra akıllıyım diye geçiniyorsun. Bu mu aklın...
Hazırlanma kabul ama, evvela oranın ne olduğunu öğren ondan sonra hazırlanma, bilmediğin birseye nasil tedbir alirsin veye nasil tedbir almama geregini duyarsin. Senin garanti senedin mi var? Şu kadar sene yaşayacağına dair.?
Bir damarındaki tıkanma, bir kalp krizi, bir beyin kanaması senin bir anda kaç yaşında olursan ol hayatının sonudur. O andan itibaren sana ne karın, ne paran, ne kocan, ne anan, ne baban, ne bir başkası fayda edecek. Peki o ölüm denen olayla birlikte başlayacak olan ölüm ötesi yaşama hazırlanmadıysan seni kim kurtaracak, ne kurtaracak. Allah kerim canım, yukarida ALLAH var canım nasil olsa kurtarır deyip kendizmizi aldatmayalım. Lütfen bıraklım bu sonsuz aldatmacayı...
Yoksa vay halimize...