> 1 <
Kırık Link Bildir! #281317 18-01-2008 19:13 GMT-1 saat
Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478'de yaptırılan Topkapı Sarayı, Sultan Abdülmecid'in Dolmabahçe Sarayı'nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene Devletin idare merkezi ve Osmanlı sultanlarının resmi ikametgahı olmuştur. Kuruluş yıllarında yaklaşık 700.000 m.² lik bir alanda yer alan Saray'ın bugünkü alanı 80.000 m.² dir.
Topkapı Sarayı, Saray halkının Dolmabahçe, Yıldız ve diğer saraylarda yaşamaya başlaması ile birlikte boşaltılmıştır. Padişahlar tarafından terk edildikten sonra da içinde birçok görevlinin yaşadığı Topkapı Sarayı önemini hiç kaybetmemiştir. Saray zaman zaman onarılmıştır. Ramazan ayında padişah ve ailesi tarafından ziyaret edilen Mukaddes Emanetler Dairesi'nin her yıl bakımının yapılmasına ayrı bir özen gösterilmiştir.
Topkapı Sarayı'nın ilk defa, adeta bir müzeymiş gibi ziyarete açılması Sultan Abdülmecid (1839-1861) dönemine rastlar. O dönemin İngiliz elçisine Topkapı Sarayı Hazinesi'ndeki eşyalar gösterilir. Bundan sonra Topkapı Sarayı Hazinesi'ndeki eski eserleri yabancılara göstermek gelenek haline gelir ve Sultan Abdülaziz (1861-1876) zamanında, ampir üslupta camekanlı vitrinler yaptırılır, Hazine'deki eski eserler bu vitrinler içinde yabancılara gösterilmeğe başlanır. Sultan II. Abdülhamid (1876-1909) tahttan indirildiği sıralarda Topkapı Sarayı Hazine-i Hümâyûn'un Pazar ve Salı günleri olmak üzere halkın ziyaretine açılması düşünülmüşse de bu gerçekleşememiştir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle 3 Nisan 1924 tarihinde halkın ziyaretine açılmak üzere İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü'ne bağlanan Topkapı Sarayı önce Hazine Kethüdalığı, sonra Hazine Müdüriyeti adıyla hizmet vermeye başlamış ve nihayet Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü adıyla hizmet vermeye devam etmektedir.
1924 yılında bazı ufak onarımlar yapılarak, ziyaretçilerin gezebilmeleri için gereken idari önlemler de alındıktan sonra, Topkapı Sarayı, 9 Ekim 1924 tarihinde Müze olarak ziyarete açılmıştır. O tarihte ziyarete açılan bölümler Kubbealtı, Arz Odası, Mecidiye Köşkü, Hekimbaşı Odası, Mustafa Paşa Köşkü ve Bağdad Köşkü'dür.
Topkapı Sarayı, Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında tarihsel İstanbul yarımadasının ucundaki Sarayburnu'nda Bizans akropolü üzerinde inşa edilmiştir. Saray, kara tarafından Fatih'in yaptırdığı Sûr-ı Sultâni, deniz yönünden ise Bizans surları ile şehirden ayrılmıştır. Çeşitli kara ve deniz kapılarıyla saray içindeki değişik işlevlere açılan kapıların dışında, sarayın anıtsal girişi Ayasofya arkasındaki Bâb-ı Hümâyûn (Saltanat Kapısı)dur.
Topkapı Sarayı yönetim, eğitim ve padişahın yaşam yeri olması nedeniyle oluşturulan örgütlenmeye uygun olarak iki ana bölüme ayrılır ki bunlar, birinci ve ikinci avludaki hizmet yapılarından oluşan Bîrun ile iç örgütlenme ile ilgili kısımları içeren Enderûn'dur.
............
Sarayın Bölümleri
Bâb-ı Hümâyûn/Saltanat Kapısı
I. Avlu/Alay Meydanı
II. Avlu/Divan Meydanı
III. Avlu / Enderun Avlusu
IV. Avlu / Sofa-i Hümayun
Harem
Bâb-ı Hümâyûn/Saltanat Kapısı
Sarayı şehirden ayıran ve Fatih Sultan Mehmed tarafından saray inşaatıyla birlikte yaptırılan Sur-u Sultanî içindeki saray alanına Bâb-ı Hümâyûn'dan girilir.
Bâb-ı Hümâyûn'un bir diğer adı da Saltanat Kapısı'dır. Kapının üzerinde Ali bin Yahya Sofî tarafından yazılmış celi sülüs hat ile dört satırlık 1478 tarihini veren bir kitabe vardır. Kitabenin altında ve kapının iç tarafında yer alan Sultan II. Mahmut ve Sultan Abdülaziz'e ait tuğralardan, kapının birkaç defa onarım gördüğü anlaşılmaktadır.
Bâb-ı Hümâyûn'un iki yanında, kapıcılara ayrılmış küçük odalar bulunmaktadır. Kapının üzerinde 1866 yılında yandığı için günümüze ulaşmayan, Fatih Sultan Mehmed'in kendisi için yaptırdığı köşk biçiminde küçük bir daire bulunmaktaydı. Üst katın asıl önemi Beytül mâl (Kapı arası hazinesi) olarak kullanılmış olmasıdır. Padişahın ölen kullarının yada varissiz ölen kişilerin servetinin sultan hazinesine alınması sistemi olan Muhallefat Sistemi ile bağlantılı olan bu mekan, Sultan Hazinesine alınmayan emtianın yedi sene emanete alındığı yer olarak kullanılmıştır.
I. Avlu/Alay Meydanı
Bâb-ı Hümâyûn ile girilen, asimetrik planlı bu avluya saray-kent-devlet üçlü yönetim sisteminin ikinci derece de önemi olan yapıları yerleştirilmiştir. Burası halkın belirli günlerde girebildiği ve devletle olan ilişkilerini yürüttüğü bir merkez niteliğindedir. Devlet erkanının atla girebildiği tek alandır.
Bâb-ı Hümâyûn'u Bâb-üs Selâm'a bağlayan 300 metre uzunluğundaki ağaçlı yol sultanların Cülus, Sefer, Cuma Selamlıklarına ihtişamla geçtiklerine şahit olan bu avlu Elçi alayları, Beşik alayları ile Valide Sultanların saraya taşınmasındaki Valide alaylarına da sahne olmuştur.
II. Avlu/Divan Meydanı
Fatih Sultan Mehmed'in (1451-1481) tasarladığı devlet ve saray düzeninin yönetim etkinlikleriyle ilgili yapılarının yer aldığı bir avludur. Devletin asal görevlerini simgelemesi amaçlanarak yapılandırılmış avluya bu nedenle Divan meydanı veya Adalet meydanı denilmekte idi. Ancak kendilerinin atla girebildiği bu avluda, Padişahlar yılda iki kez yapılan dini bayram kutlamalarında görülürlerdi. Padişahların Cülûs ve cenaze törenleri de bu avluda yapılırdı.
II. Avlunun törensel özellikleri bir bakıma dolaşım aksları ile belirginleştirilmiştir. Bâb-üs Selâm ile Bâb-üs Saade arasındaki padişah yolu en geniş ve önemli olanıdır. İkinci önemli yol Bâbü's-selam ile Divan arasındaki vezir yoludur.
Avlu, Fatih Sultan Mehmed döneminde biçimlendirilmiş ve 1478'de Sûr-ı Sultâni'nin ve Has Ahırların yapılışıyla tamamlanmıştır. Ancak Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde avlu İmparatorluğun görkemini yansıtacak yapısal değişikliklere uğramıştır. Yeni bir Divan-ı Hümâyûn yapılmış, eski Divanhane'ye yeni fonksiyon verilmiş, Dış Hazine büyütülmüş yada yeniden yapılmış ve avlu sütunlu revaklarla çevrelenmiştir.
Bu Avluda yapılan törenlerin en görkemlilerinden biri de yılda dört kez yapılan ulufe törenleri ve bu olayla aynı güne denk getirilen elçi kabulü törenleridir.
III. Avlu / Enderun Avlusu
Sarayın 100x90m. Boyutlarındaki bu avlusunun etrafındaki binaların inşaatı, Fatih devrinden itibaren padişahın yaşamı için gerekli yapılar ile Enderûn teşkilatının gerektirdiği koğuşlar, Camii, hamam gibi yapılardan oluşmuştur.
Marmara cephesinde hamam ve önceleri doğan kuşlarının eğitildiği mekan iken sonraları Seferli Koğuşu olan yapı ile Büyük Oda ve Seferli Koğuşları önünde Enderûn hayatında önemli bir yeri olan meşkhane ve Büyük oda mescidi bulunmaktaydı. Bunları, hazine olarak kullanılan Fatih Köşkü izlerdi. Büyük oda mescidi ve meşkhane günümüze ulaşamamış yapılardır.
Avlunun karşı sırasında Kiler Koğuşu ve Hazine Koğuşu bulunur. Avlunun diğer köşesinde yer alan Has Oda ve Has Oda Koğuşu Haliç tarafındaki yapıları oluşturur. Bu yönde ayrıca, Ağalar Camiide bulunmaktadır. Enderûn avlusunun ortasında ise Havuz Köşkü bulunuyordu. 18. yy.da yıkılarak yerine Enderûn Kütüphanesi yapılmıştır. III. Ahmed Kütüphanesi olarak bilinir.
Enderûn Hastahane ve Eczahanesi olarak kullanılan mekanlar bugün Müze Müdür Lojmanı olarak kullanılmaktadır.
Enderûn Mektebi'nin 15. yüzyıldan beri ilk aşamalarını oluşturan kadrolarına ayrılmış koğuşları Enderûn avlusu girişinde ve Bâb-üs Saade'nin iki yanında sıralanmıştır. Soldakine Küçük oda sağdakine Büyük oda adı verilen bu koğuşların yer aldığı binalar Enderûn'un divan avlusuyla olan duvarları boyunca uzanmaktadır.
IV. Avlu / Sofa-i Hümayun
Has Oda'nın Divanyeri denilen çift sıra sütunlu geniş revağı, Sofa-i Hümâyûn veya Mermer Sofa olarak adlandırılan terasa açılır. Teras 17. yy. ilk yarısında Sultan IV. Murad ve Sultan İbrahim döneminde (1623-40;1640-48) Haliç tarafına doğru genişletilerek ve yeni köşkler yapılarak günümüzdeki görünümünü kazanmıştır. Mermer terasta revakların önünde fiskiyeli büyük bir havuz yer alır. Terasta, Revan köşkünden başka, Haliç tarafındaki manzaraya bakan Sünnet Odası adı verilen bir köşk ile IV. Murad'ın yaptırdığı Bağdat Köşkü ve Sultan İbrahim döneminde yapılan İftariye Köşkü veya Mehtaplık denilen kameriye bulunur. L şeklindeki geniş revağın bir ucu padişahın haremdeki Has Oda ve köşklerin bulunduğu Mabeyn taşlığına geçit verir. Revan köşkünün bulunduğu diğer tarafında ise Sofa-i Hümâyûn çiçek bahçesine merdivenlerle inilir.
Harem
Kelime anlamı olarak tabu, yasaklanmış anlamına gelen harem sözcüğü İslam toplumunda giderek aile kavramı için kullanılmıştır. Harem, Osmanlı sarayında hanedanın yaşadığı özel ve yasaklanmış yerdir. Harem, sultanların ailesi ile birlikte yaşadığı ve saray mimarisinin 16. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar çeşitli dönemlerin üslubunda örnekler içeren, mimarlık tarihi açısından son derece önemli bir komplekstir.
Harem'de yaklaşık 300 oda, 9 hamam, 2 Camii, 1 hastahane ve koğuşlar ile 1 çamaşırlık vardır. Sistematik değil fakat hiyerarşik bir mimari gelişim gösteren Harem, 1665 yılında büyük ölçüde yanmıştır. Günümüze gelen Harem, bu yangından sonraki yenilenmelerle ve zaman içindeki genişletmelerle biçimlenmiştir. Harem'in genel şeması, ard arda kapılarla ayrılan girişleri çevreleyen koğuşlarla, odalarla, köşk ve servis binalarıyla oluşur.
Eski Saray başta olmak üzere bir çok hanedan sarayından beslenen Topkapı Sarayı Haremi, Osmanlı yönetim anlayışına uygun olarak devşirme kapıkulu kadrosunun bir kanadını oluşturmaktaydı. Harem'e alınan cariyeler, Türk-İslam kültürünü en iyi şekilde öğrenirdi. Böylece Osmanlı hanedanına ve zadegânına eş olarak yetiştirilen cariyelerin bir bölümü yönetici kalfalar olarak Harem'de kalır, en seçkinleri sultana sunularak hanedanı oluştururlardı.
Cariyelerin bir kısmı ise Enderûn'daki ağalarla evlendirilmek şartıyla Harem'den çıkartılırlardı. Her yıl gençleşen ve saray kültürünü imparatorluk sahasına yayan Harem'in hiyerarşisi kurallara bağlıydı. Osmanlı sarayında bir kadının değeri, çocuk sahibi olabilmesiyle ilgiliydi. Sultana sunulan bir cariye, genellikle Hünkar Sofası'nda gösterilir, beğenilirse hamamda hazırlanma törenlerini de içeren bir süreçten sonra sultanın has odasına getirilirdi.
Sultanla yakınlaşan cariyeye Gözde denirdi. Gözdeler çocuk doğurduğunda özel bir daire tahsis edilerek, İkbal veya Kadınefendi olarak tayin edilirdi. Her bir kadroda sayıları sekizi geçmeyen bu kadınlardan veliaht annesi Haseki adıyla sultanın ilk kadını olarak Valide Sultan'dan sonra gelse de gerçek bir otoriteye sahipti. 16. yüzyıl sonlarına kadar Anadolu'ya sancak beyi olarak yollanan şehzadeler, anneleri olan kadınefendiler dahil, ailelerini de götürürlerdi. Bu tarihten sonra saltanat, en yaşlı hanedan erkeğinin sultanlığını öngören ekberiyet usulüne dönüşünce, şehzadeler Saray Haremi'nde yaşatılmışlardır. Kardeşlere de saltanat yolunu açan yeni sistemle, sultan validesi ile birlikte harem kadrosunu oluşturur ve önceki kadroyu Eski Saray'a yollardı.
Cariyeler hanedana rakip yaratmamak amacıyla şehzadelerle evlenemez ancak, tayin edilirlerdi. Padişah kızları ise vezir ve paşalarla nikahlanarak İstanbul'daki hanım sultan saraylarında yaşar, isterlerse damatları boşama hakkına sahip olurlardı.
Sarayda selamlık ve yönetim işlevlerinin gerçekleştiği avlulardan özenle gizlenen Topkapı Sarayı Harem Dairesi, Arabalar Kapısı girişinden Has Oda'ya kadar sıralanan taşlıklarla, harem halkını 4 ana gruba ayırmıştır.
Girişteki ilk kısım Kara Hadım Ağalar'a ayrılmıştır. Bundan sonra Harem'in Cümle Kapısı gelir ve buradan kadınefendi ve cariyelerin, valide sultanların, padişah ve şehzadelerin yaşadıkları yapı gruplarını çevresinde toplayan taşlıklara geçilir.
.......................................................
Ulaşım
Havalimanından Metroyla Sultanahmet'e kadar gelinebilir. Taksim'den, Taksim-Sultanahmet otobüsüyle Sultanahmet'e veya Taksim-Beyazıt otobüsüyle, Beyazıt'a gelinip oradan tramvayla veya yürüyerek ulaşılabilir. Anadolu yakasından vapurla Sirkeciye geçilip, Tramvay ile ulaşmak mümkündür.
Sultanahmet'te tramvaydan inip yürüyerek Topkapı Sarayı Müzesi girişi olan Bâb-ı Hümâyun'a giderken yol üzerinde sağda Sultanahmet Camii görülmektedir. Ayasofya Müzesi'nin önünden geçtikten sonra kıvrılarak devam eden yolda karşıda tüm ihtişamıyla Bâb-ı Hümâyûn ve Sarayın surları ziyaretçileri karşılamaktadır.
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu