> 1 <
Alparslan T.
4 8 15 16 23 42
Yüzbaşı
1355 ileti
Yer:
İş: Alparslan T.
Kayıt: 25-03-2007 09:10
İş: Alparslan T.
Kayıt: 25-03-2007 09:10
Kırık Link Bildir! #309797 14-07-2008 17:10 GMT-1 saat
Şah İsmail'in Anadolu'da yayılma politikası gütmesi o sıralarda Trabzon valisi I. Selim'i kaygılandırıyordu. İyice yaşlanan babası II. Bayezit'ın barışçıl politikalarını da onaylamıyordu. Bu nedenle tahta geçmek için bazı girişimlerde bulunduysa da başarılı olamadı. İran güçlerine karşı yürüttüğü savaşlarda elde ettiği başarılar ona taraftar kazandırıyordu. Ordu Selim'in tarafını tutuyordu. Bunun üzerine Selim Edirne'ye geçerek orayı işgal etti ve ordusunu güçlendirerek İstanbul üzerine yürüdü. Buraya varmadan babasının orduları tarafından bozguna uğratıldı. II. Bayezit, oğlu Ahmet'in tahta geçmesini istiyordu. Fakat Ahmet'in savaş alanında gösterdiği başarısızlıklar yeniçerileri kızdırmıştı. Yeniçeriler Selim'in tahta geçmesini istiyorlardı. II. Bayezit oldukça yaşlanmıştı ve hastaydı. Oğulları arasındaki taht kavgasını çözüme ulaştıramıyordu. Sonunda yeniçeriler ayaklanarak Selim'in tahta geçmesi için II. Bayezit'a baskı yaptılar. Çaresiz kalan II. Bayezit bunu kabul etti. Tahtı oğlu Selim'e bırakarak doğum yeri olan Dimenoka'ya giderken çok güçlü bir söylentiye göre Selim tarafından zehirletilerek öldürüldü.
Yavuz Sultan Selim tahta geçince ilk iş olarak tehlikeli gördüğü kardeşleri ve yakın akrabalarını öldürttü. Daha sonra Safevî Devleti yüzünden çıkan iç kargaşayı bastırdı. Bu nedenle Çaldıran'da Safevî kuvvetleriyle savaşa girerek burada onları yendi ve Tebriz'e girdi. Şah'ın hazinelerine el kondu. Çaldıran Savaşı sonunda doğuda Osmanlı Devleti'nin egemenliği artmıştı. Yeniçeri ocağında bulunan tüm komutanları görevlerinden alarak yenilerini getirdi. Daha sonra Memlûk Devleti'yle Mercidabık Savaşı'nı yaptı. Bu savaşı kazanarak Suriye kapılarının Osmanlı Devleti'ne açılmasını sağladı. Daha sonra Ridaniye Savaşı ile Memlûk Devleti'ni ortadan kaldırdı. Böylece Osmanlılar, Suriye, Filistin ve Mısır'a egemen oldular. Mekke Şerifi'nin gönderdiği kutsal emanetleri alarak Mekke ve Medine'nin koruyucusu unvanını aldı. Mısır'ı aldıktan sonra birçok bilim adamı ve sanatçıyı İstanbul'a yolladı. Bunlar arasında Halife III. Mütevekkil de bulunmaktaydı. İstanbul'a gelen Selim, halifeden görevi devraldı. Böylece halifelik Osmanlıların eline geçmiş oldu.
Doğu ve batıda barışın sağlanmasından sonra devletin güç kazanması için birçok çalışmalar başlattı. Fatih zamanında başlayan Haliç Tersanesini geliştirerek tamamlattı. Çeşitli medreseler açtırdı. Padişahlığı sekiz yıl sürmüştür. Bu sürede iç ve dış siyasette çok etkin bir rol oynamıştır. 1520'de Macaristan'a sefer düzenleyen Selim yolda hastalandı ve Çorlu yakınlarında öldü.
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
UzMaN_CaVuS
Na sar et méne o'lur
Albay
428 ileti
Yer: Canada Toronto
İş: UzMaN_CaVuS
Kayıt: 30-12-2008 15:18
İş: UzMaN_CaVuS
Kayıt: 30-12-2008 15:18
#327640 19-01-2009 21:20 GMT-1 saat
Yavuz Sultan Selim'in Muhteşem Şiiri ve Hikayesi
Sanma şahım /herkesi sen / sadıkane / yar olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyar olur
Sadıkane / belki ol / alemde bir / dildar olur
Yar olur / ağyar olur / dildar olur / serdar olur "
Yavuz Sultan Selim Han'a ait bir beyit. Yizelerin ilk kelimeleri yukarıdan aşağıya okunduğunda aynı dizeyi verir.Bu tarzda yazılan ilk beyit olduğu söylenmektedir. Divan edebiyatında bu özelliğe vezni aher denir.
Yavuz Sultan Selim Han bu beyiti Şah İsmail'e yazmıştır. Hikayesi şöyledir:
Yavuz şiire, edebiyata ve satranç oynamaya meraklı biridir. Aynı şekilde Şah İsmail'de de bu özellikler vardır. Sarayında ünlü şairleri barındırır ve çok iyi satranç oynar. Bunu bilen Yavuz Şahın şahın bu özelliğinden yararlanmak ister. Tebdili kıyafetle (gezgin bir abdal kılığında) şahın ülkesine gider. Hanlarda , Kervansaraylarda satranç oynayarak önüne geleni yener. Haber şaha ulaşır. Şah der ki çağırın birde benimle oynasın. Yavuz Şah'ı da yener. Şah sinirlenir ve Yavuz'a der ki: " sen edep nedir bilmez misin? Hiç şahlar mat edilir mi?" Elinin tersiyle Yavuza bir tokat atar. Şahın kızdığını anlayan Yavuz onu yücelten şiirler okumaya başlar. İşte şahın huzurundan ayrılırkende bu şiiri okur. Ancak Şah İsmail hala onun Yavuz Sultan Selim olduğunu anlamamıştır.
Yavuz yediği tokatın acısını unutmaz. Birkaç sene sonra Çaldıran'da Şah İsmail'i yener ve ona bir mektup gönderir. Mektupta o günkü tokadın acısını aldığını söyler ve ilave eder: " atacaksan tokadı böyle atacaksın. "
Aslında Yavuz bütün olanları şiirinde Şaha anlatmış ancak Şah anlamamıştır. Herkesin dost olmayacağını bir gün böyle kişilerin karşısına serdar olarakta çıkabileceğini söylemiştir.
YA SEN BİZİ KİMİNLE SANIRDIN?!
Hayatı muhteşem zaferlerle dolu olan Yavuz Sultan Selim, kısa fakat dolu dolu geçen hayatında küçük bir çıbana yenik düşer. Son anlarında yanında Hasan Can vardır. Yavuz, Hasan Can'a sorar:
- Hasan bu ne hâl?
- Şimdi Allah ile birlikte olma zamanıdır sultanım!
Cevap oldukça düşündürücüdür.
- Bre Hasan, sen bunca zamandır, bizi kiminle bilirdin?!
Yavuz Sultan Selim'in konuşmaya mecali kalmamıştır. Mushaf-ı Şerif'i işaret eder. Hasan Can güzel sesiyle Yasin-i Şerif'e başlar. Okumaya başlamasıyla yüzünde huzurun izleri halelenir. Sonra latif bir tebessüm yayılır etrafa. Koca Sultan belki de ilk kez böyle tebessüm eder dünyaya.
ÖNÜMÜZDE FAHR-İ KÂİNAT YÜRÜYOR!
Yavuz Sultan Selim, ordusuyla beraber Mısır seferine çıkmıştı. Mısır'ın merkezi Kahire'ye ulaşmak için Sina Çölü'nü geçmek gerekiyordu. Kurak ve çorak bu çölü geçmek neredeyse imkânsız gözüküyordu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Yavuz, Sina Çölü'nü ordusuyla geçmeye kararlıydı. Ordu içinde bunun imkânsız olduğunu söyleyenler olduysa da onları susturmasını bildi. Sina Çölü'nü geçerken yaşanan şu vaka ibretliktir:
Sina Çölü'nde yıllardan beri yağmur yağmamasının verdiği kuraklıkla, müthiş sıcaklık ve kum fırtınası vardır. Çölde ilerlerken Sultan Selim Han, bir ara atından iner. Sultanın ardından tüm devlet adamları da attan iner. Başta Sultan Selim Han ve tüm ordu, kurak ve çorak Sina Çölü'nde yayan yürümektedir. Ordu harap ve bîtab hâle gelmiştir. Fakat Yavuz, büyük bir edeb ve huşu içinde yürümeye devam etmektedir. Sebebi sorulunca; bütün heybet ve azametinden sıyrılıp, sükunet ve edeple şöyle der: Önümüzde, Fahr-i Kâinat Resûlullah Efendimiz Hazreti Muhammed yürümükteyken, at üstünde gitmekten hayâ ederim! Yavuz ve ordusu bir hafta gibi kısa bir sürede Sina Çölü'nü geçerek tarihte eşine az rastlanır bir başarıya imza atmışlardır.
PARLAYAN KILIÇ
Venedik'ten bir elçi gelmiştir. Herkesin cihanı titreten padişahı görmek isteyip de göremediği bir devirdir. Elçi, Koca Sultan'la görüşüp ülkesine geri döner. Ülkedeki üst düzey yöneticiler başta olmak üzere herkes bu heybetli sultanın nasıl birisi olduğunu öğrenmek istemektedir. Elçiye cihan sultanı Yavuz'un nasıl birisi olduğunu sorarlar.
- Göremedim, der elçi. Merak ederler:
- Huzuruna girdiğin, yanına kadar vardığın hâlde nasıl göremedin?
Bunun üzerine elçi şu müthiş itirafta bulunmak zorunda kalır:
- Kılıcı öyle parlıyordu ki, yüzüne bakamadım.
Kısa sürede Venedik elçisinin bu sözleri Osmanlı Sultanı'nın da kulağına gelir ve haşmetli Sultan şunları söyler:
- Paşalarım, der. Osmanlı Devleti'nin kılıcı parladığı müddetçe zalimlerin boynu daima eğik gezecektir. Ama Allah korusun, bu kılıç ne zaman ki kınına girer de paslanmaya başlarsa, işte o zaman kafalar yavaş yavaş dikilir ve bir gün bize yukarıdan bakmaya başlarlar.
AŞK
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır'ı fethettiğinde bir süre orada kalır. idareyi eline alıp kendi hâkimiyetini yerleştirmek için bu elzemdir. Bu sırada bir çadırda kalıyor. çadırı süpürüp temizleyen, yemeği yapan Mısırlı bir cariye vardır ki, Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim Han çadırına dönüyor. Cariye nasıl olduysa bir kaç defa Yavuz Sultan Selim Hanı görür ve Ona âşık olur. Lâkin umutsuz bir aşk. Zira bir tarafta koskoca Cihan Padişahı Halife-i Rûy-i Zemin, diğer tarafta basit bir cariye... Fakat cariyenin aşkı dayanılmaz boyutlara ulaşıp da kalbine sığmaz hale gelince, ne yapacağını bilemez halde Halifeye açılmaya karar verir. Lâkin aradaki uçurum cariyeyi iyice çıkmaza sokar ve kararsız hale getirir. Bir yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devâsâ farkın kendini engellemesi arasında bocalayan cariye Halifenin karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir. Ve üç kelimelik bir not yazarak Halife hazretlerinin yatağına bırakır.Notta sadece üç kelime yazılıdır: Derdi olan neylesin? Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlar. Ve kâğıdın arkasına cevabını yazar: Derdi neyse söylesin. Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Bir müddet sonra Cariye temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kâğıdı arar. Kâğıdı bıraktığı yerde duruyor bulur. Kaparcasına kâğıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artar. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi ekler: Korkuyorsa neylesin? Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve cevabı yazar: Hiç korkmasın söylesin. Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir: Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek. Ne olacaksa olsun artık. Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halifeyi beklemeye başlar. Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulur. Cariye, Halifeyi görünce hemen ayağa kalkıp temenna durur. Yavuz Selim Han "Buyurunuz, sizi dinliyorum" deyince, cariye tüm cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur. Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuştur. Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle: "Efendim... der. Cariyeniz... Size..." ve cümlesini tamamlayamadan yığılıp kalır. Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında Koca Halife gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der: Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o yolda ölür.
YAVUZ SULTAN SELİM'İN KAFTANI
Sekiz ay süren Mısır seferi sona ermiş, dönüş yolculuğu başlamıştır. Yavuz Sultan Selim dönüşte hocası Anadolu Kazaskeri İbn-i Kemal'in yanında bulunmaktadır. Hem yol almakta hem de hocasına merak ettiği meseleleri sorup onun ilminden faydalanmaktadır. Ordu ilerlerken bir ara çamurla kaplı bir sahadan geçilir. Bu arada hiç beklenmedik bir hadise olur ve Kemalpaşazade'nin atının ayağı sürçer. Yerden sıçrayan çamurlar Yavuz'un kaftanını kirletir. Herkesin yüreği ağzına gelmiş, ne olacağını birbirine sormaktadır. Büyük âlim Kemalpaşazade ise başını önüne eğmiş, endişeli gözlerle beklemektedir. Koca Yavuz, değerli hocasının edebi ve mahcubiyeti karşısında kızarır ve ilme ne kadar değer verdiğini anlatan şu sözleri söyler: Hocam üzülmeyiniz! Sizin gibi bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur bizim için bir ziynettir. Ve kaftanını çıkarıp yaverine uzatırken: Vasiyetimdir, öldüğüm zaman bu kaftanı sandukamın üzerine sersinler! diye emir buyurur. Gerçekten de ulu hakanın vasiyeti yerine getirilmiş ve sözü edilen kaftan Yavuz Sultan Selim'in sandukasını süslemiştir.
Sanma şahım /herkesi sen / sadıkane / yar olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyar olur
Sadıkane / belki ol / alemde bir / dildar olur
Yar olur / ağyar olur / dildar olur / serdar olur "
Yavuz Sultan Selim Han'a ait bir beyit. Yizelerin ilk kelimeleri yukarıdan aşağıya okunduğunda aynı dizeyi verir.Bu tarzda yazılan ilk beyit olduğu söylenmektedir. Divan edebiyatında bu özelliğe vezni aher denir.
Yavuz Sultan Selim Han bu beyiti Şah İsmail'e yazmıştır. Hikayesi şöyledir:
Yavuz şiire, edebiyata ve satranç oynamaya meraklı biridir. Aynı şekilde Şah İsmail'de de bu özellikler vardır. Sarayında ünlü şairleri barındırır ve çok iyi satranç oynar. Bunu bilen Yavuz Şahın şahın bu özelliğinden yararlanmak ister. Tebdili kıyafetle (gezgin bir abdal kılığında) şahın ülkesine gider. Hanlarda , Kervansaraylarda satranç oynayarak önüne geleni yener. Haber şaha ulaşır. Şah der ki çağırın birde benimle oynasın. Yavuz Şah'ı da yener. Şah sinirlenir ve Yavuz'a der ki: " sen edep nedir bilmez misin? Hiç şahlar mat edilir mi?" Elinin tersiyle Yavuza bir tokat atar. Şahın kızdığını anlayan Yavuz onu yücelten şiirler okumaya başlar. İşte şahın huzurundan ayrılırkende bu şiiri okur. Ancak Şah İsmail hala onun Yavuz Sultan Selim olduğunu anlamamıştır.
Yavuz yediği tokatın acısını unutmaz. Birkaç sene sonra Çaldıran'da Şah İsmail'i yener ve ona bir mektup gönderir. Mektupta o günkü tokadın acısını aldığını söyler ve ilave eder: " atacaksan tokadı böyle atacaksın. "
Aslında Yavuz bütün olanları şiirinde Şaha anlatmış ancak Şah anlamamıştır. Herkesin dost olmayacağını bir gün böyle kişilerin karşısına serdar olarakta çıkabileceğini söylemiştir.
YA SEN BİZİ KİMİNLE SANIRDIN?!
Hayatı muhteşem zaferlerle dolu olan Yavuz Sultan Selim, kısa fakat dolu dolu geçen hayatında küçük bir çıbana yenik düşer. Son anlarında yanında Hasan Can vardır. Yavuz, Hasan Can'a sorar:
- Hasan bu ne hâl?
- Şimdi Allah ile birlikte olma zamanıdır sultanım!
Cevap oldukça düşündürücüdür.
- Bre Hasan, sen bunca zamandır, bizi kiminle bilirdin?!
Yavuz Sultan Selim'in konuşmaya mecali kalmamıştır. Mushaf-ı Şerif'i işaret eder. Hasan Can güzel sesiyle Yasin-i Şerif'e başlar. Okumaya başlamasıyla yüzünde huzurun izleri halelenir. Sonra latif bir tebessüm yayılır etrafa. Koca Sultan belki de ilk kez böyle tebessüm eder dünyaya.
ÖNÜMÜZDE FAHR-İ KÂİNAT YÜRÜYOR!
Yavuz Sultan Selim, ordusuyla beraber Mısır seferine çıkmıştı. Mısır'ın merkezi Kahire'ye ulaşmak için Sina Çölü'nü geçmek gerekiyordu. Kurak ve çorak bu çölü geçmek neredeyse imkânsız gözüküyordu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Yavuz, Sina Çölü'nü ordusuyla geçmeye kararlıydı. Ordu içinde bunun imkânsız olduğunu söyleyenler olduysa da onları susturmasını bildi. Sina Çölü'nü geçerken yaşanan şu vaka ibretliktir:
Sina Çölü'nde yıllardan beri yağmur yağmamasının verdiği kuraklıkla, müthiş sıcaklık ve kum fırtınası vardır. Çölde ilerlerken Sultan Selim Han, bir ara atından iner. Sultanın ardından tüm devlet adamları da attan iner. Başta Sultan Selim Han ve tüm ordu, kurak ve çorak Sina Çölü'nde yayan yürümektedir. Ordu harap ve bîtab hâle gelmiştir. Fakat Yavuz, büyük bir edeb ve huşu içinde yürümeye devam etmektedir. Sebebi sorulunca; bütün heybet ve azametinden sıyrılıp, sükunet ve edeple şöyle der: Önümüzde, Fahr-i Kâinat Resûlullah Efendimiz Hazreti Muhammed yürümükteyken, at üstünde gitmekten hayâ ederim! Yavuz ve ordusu bir hafta gibi kısa bir sürede Sina Çölü'nü geçerek tarihte eşine az rastlanır bir başarıya imza atmışlardır.
PARLAYAN KILIÇ
Venedik'ten bir elçi gelmiştir. Herkesin cihanı titreten padişahı görmek isteyip de göremediği bir devirdir. Elçi, Koca Sultan'la görüşüp ülkesine geri döner. Ülkedeki üst düzey yöneticiler başta olmak üzere herkes bu heybetli sultanın nasıl birisi olduğunu öğrenmek istemektedir. Elçiye cihan sultanı Yavuz'un nasıl birisi olduğunu sorarlar.
- Göremedim, der elçi. Merak ederler:
- Huzuruna girdiğin, yanına kadar vardığın hâlde nasıl göremedin?
Bunun üzerine elçi şu müthiş itirafta bulunmak zorunda kalır:
- Kılıcı öyle parlıyordu ki, yüzüne bakamadım.
Kısa sürede Venedik elçisinin bu sözleri Osmanlı Sultanı'nın da kulağına gelir ve haşmetli Sultan şunları söyler:
- Paşalarım, der. Osmanlı Devleti'nin kılıcı parladığı müddetçe zalimlerin boynu daima eğik gezecektir. Ama Allah korusun, bu kılıç ne zaman ki kınına girer de paslanmaya başlarsa, işte o zaman kafalar yavaş yavaş dikilir ve bir gün bize yukarıdan bakmaya başlarlar.
AŞK
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır'ı fethettiğinde bir süre orada kalır. idareyi eline alıp kendi hâkimiyetini yerleştirmek için bu elzemdir. Bu sırada bir çadırda kalıyor. çadırı süpürüp temizleyen, yemeği yapan Mısırlı bir cariye vardır ki, Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim Han çadırına dönüyor. Cariye nasıl olduysa bir kaç defa Yavuz Sultan Selim Hanı görür ve Ona âşık olur. Lâkin umutsuz bir aşk. Zira bir tarafta koskoca Cihan Padişahı Halife-i Rûy-i Zemin, diğer tarafta basit bir cariye... Fakat cariyenin aşkı dayanılmaz boyutlara ulaşıp da kalbine sığmaz hale gelince, ne yapacağını bilemez halde Halifeye açılmaya karar verir. Lâkin aradaki uçurum cariyeyi iyice çıkmaza sokar ve kararsız hale getirir. Bir yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devâsâ farkın kendini engellemesi arasında bocalayan cariye Halifenin karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir. Ve üç kelimelik bir not yazarak Halife hazretlerinin yatağına bırakır.Notta sadece üç kelime yazılıdır: Derdi olan neylesin? Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlar. Ve kâğıdın arkasına cevabını yazar: Derdi neyse söylesin. Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Bir müddet sonra Cariye temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kâğıdı arar. Kâğıdı bıraktığı yerde duruyor bulur. Kaparcasına kâğıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artar. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi ekler: Korkuyorsa neylesin? Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve cevabı yazar: Hiç korkmasın söylesin. Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir: Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek. Ne olacaksa olsun artık. Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halifeyi beklemeye başlar. Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulur. Cariye, Halifeyi görünce hemen ayağa kalkıp temenna durur. Yavuz Selim Han "Buyurunuz, sizi dinliyorum" deyince, cariye tüm cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur. Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuştur. Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle: "Efendim... der. Cariyeniz... Size..." ve cümlesini tamamlayamadan yığılıp kalır. Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında Koca Halife gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der: Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o yolda ölür.
YAVUZ SULTAN SELİM'İN KAFTANI
Sekiz ay süren Mısır seferi sona ermiş, dönüş yolculuğu başlamıştır. Yavuz Sultan Selim dönüşte hocası Anadolu Kazaskeri İbn-i Kemal'in yanında bulunmaktadır. Hem yol almakta hem de hocasına merak ettiği meseleleri sorup onun ilminden faydalanmaktadır. Ordu ilerlerken bir ara çamurla kaplı bir sahadan geçilir. Bu arada hiç beklenmedik bir hadise olur ve Kemalpaşazade'nin atının ayağı sürçer. Yerden sıçrayan çamurlar Yavuz'un kaftanını kirletir. Herkesin yüreği ağzına gelmiş, ne olacağını birbirine sormaktadır. Büyük âlim Kemalpaşazade ise başını önüne eğmiş, endişeli gözlerle beklemektedir. Koca Yavuz, değerli hocasının edebi ve mahcubiyeti karşısında kızarır ve ilme ne kadar değer verdiğini anlatan şu sözleri söyler: Hocam üzülmeyiniz! Sizin gibi bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur bizim için bir ziynettir. Ve kaftanını çıkarıp yaverine uzatırken: Vasiyetimdir, öldüğüm zaman bu kaftanı sandukamın üzerine sersinler! diye emir buyurur. Gerçekten de ulu hakanın vasiyeti yerine getirilmiş ve sözü edilen kaftan Yavuz Sultan Selim'in sandukasını süslemiştir.
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
StevenT26
]->Eskişehirli<-[
Teğmen
823 ileti
Yer: Mavi Geceler.!
İş: Fotography
Kayıt: 16-01-2009 07:19
İş: Fotography
Kayıt: 16-01-2009 07:19
s.a kardeşim guzel paylaşım emeğine sağlık... bu arada bişi geldi aklıma yavuz sultan selım mısır seferinden dönerken filistin topraklarında ordusunun başına gelenler hakkında sağlam bi kaynak yok. ben bu konu hakkında biraz araştırma yaptım, hatta askerde yüzbaşına bile sordum o dahi dogruladı sölediklerimi. kısaca anlatayım; mısır seferınden yorgun argın donen osmanlı ordusu filistin topraklarına gelince burası musluman topraklar burda birz mola vericez diye emır gelir. bunun uzerıne osmanlı ordusu çöktugu yerde kalır ve hareketsiz uykuya dalarlar, bunu gören filistin halkı "bu asker mısırdan geldı bunlarda altın çoktur" diyerek koca orduyu yağmalamıslar ve o topraklarda yarı baygın bi çok osmanlı askerini katletmişlerdir...
bu konu hakkında bilgin varmı kardeşim?
bu konu hakkında bilgin varmı kardeşim?
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
Sadece Şahlar Hamleleri Önceden Sezer!!!