> 1 <
Kırık Link Bildir! #316931 08-08-2008 10:58 GMT-1 saat
YÖK, 12 Eylül'ün garabet icatlarındandır. Yirmi sekiz yıldır üniversiteler kaybettikleri bilimsel ve idari özerkliklerine kavuşamadı. Hükümetler değişiklikten kaçındı... Cumhurbaşkanları da keyiflerince rektör atama yetkisini bırakmayı istemedi. Krallar krallığın devrilmesine yanaşmadılar. İ. Doğramacı'nın damgasını taşıyan YÖK'ün üniversiteyi ve akademisyenleri yozlaştırmasına, bürokrasinin hiyerarşik kalıplarında betonlaştırmasına, rektörleri amir, hocaları memur konumuna sokmasına ses çıkarmadılar... Üstelik bu yapılanmalar topluma üniversitelerin politikadan arındırılması(!) olarak sunuldu...
***
Rektör seçimlerinin(!) trajikomik acayipliği, YÖK'ün çarpıklığının özetidir... Politikadan arındırmak iddiası, üniversiteleri tersine politika arenasına dönüştürmüştür. Cumhurbaşkanlarının YÖK Başkanı'nı atarken, insan doğası gereği, kendi politik görüşlerine uygun kişileri seçmesi, daha baştan kurumun her kararının kamuoyunda tartışılmasına zemin hazırlamıştır. Son gizli buluşmanın da gösterdiği gibi, Gül'ün tarafsızlığı doğal olarak kağıt üzerindedir. Eskiden beri tercih ettiği ama gösteremediği diğer kisveleri gibi, partili kisvesini de kamuflajla kullanmasına şaşmamalı... Çünkü aslında yasanın ruhu üniversitelerin rejimin temel değerlerini koruyacak kişilerce yönetilmesini öngörüyor. Ancak hesap soracak merci bulunmuyor...
Asıl şaşılması gereken, rektör seçimi adıyla yutturulan çirkin uygulamaya kimsenin ses çıkarmaması! Sadece Cumhurbaşkanı'nın atamaları eleştirilmekte, çarpıklığın özüne değinilmemekte... YÖK gelecek kuşakları yetiştirmekle yetkilendirilmiş hocaların, kendi rektörlerini seçmekten aciz(!) olduklarına inanabilir... Tamam da garabet bürokrasi anlayışı üniversitelere yerleştiği için, rektörlük sanki bilim insanının ulaşabileceği en yüksek mertebeymiş gibi algılanıyor.
Batıda rektörlük (dekanlık) görevi sırayla ve kısa sürelerle yapılırken veya hocaları bilimsel çalışmalarından koparmamak amacıyla başkan sıfatıyla akademisyen olmayan profesyonel yöneticilerle yürütülürken, YÖK rektörlerinin Papa seçimine parmak ısırtacak bir seremoniyle, kısmen cinsiyet ayrımcılığını da içererek belirlenmesi, bu algılamanın ürünüdür. Seremonide şimdilik sadece cinsiyet kontrolü eksik!
***
Vakıf üniversitelerinde rektörleri basitçe mütevelli heyet belirliyor. Ama devlet üniversitelerinde süreç komik ve aşağılayıcıdır... Önce politikacıları imrendirecek biçimde afişlerle, ziyafetlerle, kulislerle kampanya yürüten aday aday adayı(!) profesörler arasından üniversiteler altı aday adayı seçiyor. Aday adayları YÖK'te dost ahbap desteği peşine düşüyor! Şeyh postu uğruna kuzuların sessizliği içinde YÖK karşısında mülakata giriyor, sınavdan(!) geçiriliyor... Kapalı eksiltmeyle sayıları üçe indiriliyor. Üç adayı yine kapalı eksiltmeyle Cumhurbaşkanı teke indirgiyor, rektörü atıyor...
Tablo buyken, YÖK'ün ve Cumhurbaşkanı'nın siyasi içerikli değerlendirmelerine karşı tepki gösterilmesi abesle iştigaldir. Elbette kararlar siyasidir. Böyle çarpık bir yapıdan başka ne beklenebilir?!. İşin garibi, kimse kişiliğinin çiğnenmesine direnmiyor... Seçilemeyenlerin bireysel vızıldanmaları sonuç vermiyor... Vahşi kapitalizm bilim insanlarını çıkar potasında eritip, saygınlığı rendelenmiş rektörler üretiyor...
Bu kez iki üç üniversitede galiba bir uyanış filizlendi. Ciddiyeti bilinmez ama akademisyenler arasında istifalar görüldü. Tepkiler yaygınlaşır mı, belirsiz. Akademisyenlerin tepkisi sisteme, YÖK'e yönelmeli... Değişmesi gereken YÖK'ün kendisidir... Tabii hocaların yazık ki, alışmaya başladıkları kişilik erimesi de...
Onur Kumbaracıbaşı
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu