> 1 <
Kırık Link Bildir! #48581 31-05-2006 16:01 GMT-1 saat
“Ben Fatih Sultan Mehmet Han, bütün dünyaya ilan ediyorum ki, kendilerine bu padişah fermanı verilen Bosnalı rahipler ve kiliseleri ve her din ve milletten herkes himayem altındadır ve emrediyorum ki, ne padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkarlardan, ne de imparatorluk vatandaşlarından hiç kimse bu insanların özgürlüklerini sınırlamayacak ve onlara zarar vermeyecektir!”
Yukarıda sunduğumuz metin, Bosna’da, Foynica Kenti’ndeki Fransisken Kilisesi’nin duvarında tam 526 yıldır asılı duran, 1478 tarihli Fatih Sultan Mehmet Han Fermanı’nın özetlenmiş mealidir.
Doğudan Asya bozkırlarından gelip orta doğuda İslâmla bütünleşen Türkler, varıp batıya yöneldiklerinde sulh ve sükunet yüzü görmemiş Avrupa’da Pax Turcica sağlamışlardı.
Anadolu’dan Trakya’ya, Makedonya’ya, Bulgaristan’a, Sırbistan’a, Arnavutluk’a, Yunanistan’a, Bosna’ya, Romanya’ya vb. ülkelerde birer Türk kolonizasyonu meydana getirmişlerdi. Burada dikkatt çekici husus, yerli halk bütün moral değerleri ile muhafaza edilmiştir, Bu konuda Bernard Lewis’in açıklamaları gerçekten aydınlatıcıdır.
“Rumeli’de köylü kitleleri, Türklerin kültür çevresinin dışında, dine olduğu kadar dile ve kültüre de yabancı olarak Hıristiyan kaldılar. Hattâ toprak sahibi Hıristiyan egemen sınıf, bir zamanlar zannedildiği gibi, tamamen yıkılmamış, fakat bir dereceye kadar kendi topraklarında yaşamağa devam ederek Osmanlı sistemi içine alınmıştı. On beşinci yüzyılda Arnavutluk’ta hâlâ Hıristiyan timar sahipleri vardı. O zaman ve ondan sonra, Müslüman olmuş Rumelililer imparatorluğun bütün Asya eyaletlerinde timar sahibi ve komutan olarak bulunurlarken, Rumelili Hıristiyan askerler, hem timar süvarisi hem de alelâde asker olarak Osmanlı kuvvetlerinde hizmet gördüler. Osmanlı İmparatorluğu’nda Arnavutların ve Boşnakların büyük rolü iyi bilinir”[1].
İ. H.Uzunçarşılı Osmanlı yönetiminde en yukarılarda görev almış, onlarca Arnavut, Boşnak, Hırvat, Gürcü, Çerkes vb. kökenli paşaların, sadrazamların ve vezir-i âzamların adlarını saya saya bitirememektedir..
Yukarda sözünü ettiğimiz bu ferman(Resmi mahiyette Avrupa’da rayiç tek ve yegane özgürlük bildirgesi) suretinde de görüldüğü gibi Hıristiyanlar tam bir hürriyet ortamı içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir.
Fatih Sultan Mehmed, Bosna'yı aldığı zaman sadece Katoliklere değil Bogomil mezhebindeki Bosna Hıristiyanlarına’da özel ilgi göstermiş hatta onları devlet hizmetine alarak yetişmelerini sağlamış ve Osmanlı sevk idare yönetim organizasyonunun esas elamanları arasına katmıştır..
Bogomiller'in, Hz. İsa'yı Allah'ın kulu olarak kabul etmeleri ve Hz. Muhammed'i tanımalarından dolayı Müslümanlara daha yakındılar.
Türklerin vicdan hürriyetine hürmet göstermeleri, bir kaç asır Katolik kilisesi ile bu mezhepteki kralların ve Macarların zulmüne uğrayan Bogomiller'in toplu olarak İslâmiyeti kabul etmesine sebep olmuştur.
Bosna’nın Osmanlı yönetimine geçmesinden çok önceleri buralara gelen Tarikat (Özellikle halveti tarikatı dervişleri) mensupları, Binlerce Alp Eren, Gazi Eren, Şeyh, Derviş, Sarı Saltuklar, Seyid Ali Sultanlar, Kâmil Babalar ilk diyaloglarını Bogomiller’le kurmuşlardı. Doğudan gelen bu ışık toplumsal aydınlanmayı da gerçekleştirmişti. Hatta tarihî bir rivayete göre, Fatih Sultan Mehmed bunlara dileklerinin ne olduğunu sorduğunda, devlet hizmetlerinde görev almak istediklerini öğrenmiş, Devlet kadrolarına alınan Bogomiller Osmanlı Devleti'nin saraylarında ve ordusunda namus ve sadakatle görev yapmışlardır.
Yeni bir nizâm-ı âlem (medeniyet) teklifini Avrupa hiçbir zaman hazmedemedi.
Bosna ve çevresinde yerleşmiş garnizonlar, askerî kuvvetler ve özellikle Kuzey ve Kuzeydoğu Bosna’da ilân edilmemiş, fakat sık sık gerçekleşen sınır çatışmaları buradaki hayatı Rumeli’nin içindeki bölgelerden çok daha farklı kılmıştır[2].
İ. Zvijih’in tezlerine göre, Bosna’ya askerler, yöneticiler ya da tüccarlar olarak konuşlanan Osmanlılar oldukça çok sayıdaydı.
Osmanlı kaynakları ve günümüzdeki etnolojik araştırmalar, uzaktaki Avrasya ve Ortadoğu bölgeleri halklarının özelliklerini taşıyan emekli Türk askerlerinin (Saraybosna’nın batı ve kuzeybatısına düşen) Fojniza ve Vissoko bölgelerine geldiklerini göstermektedir. Mesela Vissoko’nun çevresindeki 71 kabile Anadolu ve Asya’daki Osmanlı bölgelerinden gelmişlerdi.
Araştırmacılar Bosna’daki Müslüman halkın bir kısmının ise Sırbistan, Makedonya, Arnavutluk ve Bulgaristan’dan geldiği konusunda görüş birliği içindedir. Bu, N. Filipovic tarafından yayınlanan Osmanlı kaynakları tarafından da teyit edilmiştir[3].
1477 yılı için Hersek sancağı ve 1519 yılı için Zvornik sancağı konusunda Osmanlı kaynaklarının kaydettiğine göre, bu bölgelerde yerleşen Müslüman sipahiler arasında, Nikopol, Vidin, Plovdiv, Shoumen, Nis ve Arnavutluk’un değişik kasabalarından ve köylerinden gelen insanlar bulunmaktaydı.
XVI. yüzyılın başında Müslümanların dinî hayatlarının ihtiyaçlarını karşılamak, İslamî kültürün gelişmesini sağlamak ve kasabaları İslamî yönelimli merkezler hâline dönüştürmek için Anadolu’dan ve Yavuz Sultan Selim tarafından fethedildikten sonra Ortadoğu vilâyetlerinden belli sayıda din ve bilim adamı bu bölgeye göç etmiştir. Bosna’da Slav orijinli olmayan Müslüman ahalinin bütün Bosna Müslüman topluluğunun tahminen yüzde 5-10’unun ötesine geçmemekte idi. Bosna kasabalarına ve kalelerine ilk yerleşenlerin büyük kısmı İslamlaşmış Balkan yerlileri ve değişik etnik kökene sahip köylülerdi. Özellikle Hırvatların ve Slovenlerin sayısı oldukça fazlaydı.
Bu örnekler, yerli etnik Balkan gruplarının temsilcilerinin, geleneksel dinlerini ve daha sonra kısmen ya da tamamen etnik kimliklerini kaybetmeden Osmanlılarla özdeşleştirdiklerini göstermektedir. Aynı zamanda yeni ve genç bir millet -Türk milleti- dev bir Anadolu-Rumeli eleğinde oluşturulmakta ve güçlendirilmekteydi. Bütün bunların hepsi İslam’ın birleştirici bir araç olması çerçevesinde gerçekleşti. Balkanlara yabancı ve bilinmeyen bir din ve yeni bir uygarlık olarak gelen İslam, etnik yapılandırıcı olma işlevini gördü.
Balkan yerlileri ise İslam’ı kabul eden kendi yurttaşlarını yok sayma yoluna gittiler. İslam’ı kabul edenler yerli Hıristiyan eliti nezdinde bir anda yabancılar, dönmeler hâline geldiler, artık onlar “Hıristiyan kardeşler” ve kabile içindeki arkadaşlar değil, fakat kâfirler, Osmanlılar ve Türklerdi.
Burunlarından kıl aldırmayan kendilerinden başkasını hatta kendi halklarını bile insandan saymayan adam yerine koymayan Avrupa, İslam ve Türklük bayrağı ile gelip can evine yerleşen Asyalı bir soyun hâkimiyetini tanımak zorunda kalmıştı. Buna engel olmak ve Türkleri kıtadan kovmak için Avrupa'da icraya konulan projeleri, ittifakları, seferleri, yayınları ve faaliyetleri burada saymaya gerek de, imkân da yoktur.
Osmanlı toplumunda yaygın din anlayışına sahip olan görüş (Sünnîlik) Balkanlarda idarî görevliler ve din adamları tarafından temsil edildi ve daha çok kasabalarda revaç buldu. Balkan Hıristiyanları arasında İslam’ın yayılmasının daha önemli bir faktörü ise İslami tarikatlardır; Dini törenleri ve insan merkezli sistemleri yerli(özellikle köylü) Hıristiyan ahali tarafından hemen benimsendi. Dervişler, ayrıca günlük Hıristiyan yaşantısının göstergesi olan azizlerin yerel inançlarını ve belli âyinleri asimile ve adapte etmek için uygun Hıristiyan ibadet binalarını ve âyin yerlerini Tekke, zaviye ve mescide dönüştürüverdiler.. Bu, yerel inançlardan İslam’a geçişi kolaylaştırdı. Müslümanların dinî propaganda ve kültürel bağlantı kurma merkezleri tekkeler ve diğer âyin yerleri idi. Bu yerler genellikle bazı Hıristiyan azizlere adanmışlardı ve fetihten sonra ilgili mezhep üyesi dervişin ve azizin adını aldılar. Bu, özel günlerde niçin değişik dinden olan insanların ibadet törenleri için kutsal yerlerde bir araya geldiklerini göstermektedir.
Müslümanların bunlara benzer dinî propaganda ve iletişim merkezleri hemen hemen Balkanların her yerinde bulunmaktaydı. Yalnızca Arnavutluk’ta 40’dan fazla Bektaşî tekkesi vardı. Bektaşîlik Arnavutluk, Kuzeydoğu Bulgaristan ve Makedonya’da İslam’ın revaçta olan yayılma şekillerinden biriydi. Bosna’da ise Halveti ve Mevlevî tarikatı aynı dönemde revaçta ve etkiliydi.
Osmanlılar, aynı zamanda yeni fethettikleri yerlerde, geçerli din olan Hıristiyanlık’tan sapmalarla karşılaştılar. Bilinç dışı bir şekilde halk inanışlarındaki putperestlik izleri ile Türk Şamanizm’inin kalıntıları arasında bağlantı kuruldu ve böylece halkın belli bir kesimi resmî Hıristiyan doktrininden zaten uzaklaşmıştı[4].
Osmanlı Devleti’ndeki Gayrimüslim konusunun ortaya çıkışı, bu toprakların İslamlaşması ile ilgilidir. Anadolu topraklarının İslamlaşması ise Osmanlı öncesinden, daha on birinci yüzyıldan başlar. Balkanlarda bu olgu on dördüncü yüzyılda başlamıştır.
Anadolu’daki Türkleşme ve İslamlaşma ile Balkanlardaki Türkleşme ve İslamlaşma arasında sadece zaman ve mekân değil aynı zamanda nitelik bakımından da bazı farklar vardır; Anadolu’ya yerleşen Türklerin aynı zamanda Müslüman olmaları nedeniyle burada İslamlaşma, Türkleşme ile birlikte olmuştur. Başka bir deyimle söyleyecek olursak Anadolu Türkleşirken aynı zamanda İslamlaşmıştır. Balkanlarda ise bir yandan Anadolu’dakine benzer bir Türkleşme ve İslamlaşma olurken, diğer yandan Türkleşme olmaksızın sadece İslamlaşma da olmuştur. Bugün Balkanlarda yaşayan Müslüman Bosnalılar ve Arnavutlar bunun için iki tipik örnektir.
Osmanlı Devleti, XVI. YY.’ da dünya politikası üzerindeki güç ve etkinliğinin zirvesine ulaştı. Bu gücü ve etkinliği büyük ölçüde XVII. YY’ da ve kısmen XVIII. YY.’ da sürdürdü. XIX. YY Osmanlı Devleti için dağılmakta olan devleti toparlamaya çalışmakla geçti. Bu çabalar sonuç vermedi ve XX. YY’ın başında devlet tarihe karıştı. 600 yıllık uzun tarihi boyunca Osmanlı topraklarında Müslümanlarla Müslüman olmayan topluluklar birlikte yaşadı. Özellikle klâsik dönemde bu birlikte yaşayış barış ve huzur içinde geçti. O kadar ki Osmanlı Devletine karşı zaman zaman haksız iddialar ileri süren Batı’da bile bu dönem için “Osmanlı Barışı” "Pax Ottomana" veya “Türk Barışı” “Pax Turcica” deyimi kullanıldı.
Türklerle Ayni dinden oldukları için Bosna Hersek’in yerli Müslüman halkı kendilerine Türk (Turci) dedikleri gibi bazen Türklerden ayırt edilmek amacıyla Boşnak (Bosnalı, Bosnyak) ismini’de kullanmışlardır. Boşnak isimi 19. yüzyıldan sonra giderek işlerlik kazanmıştır. klasik Osmanlı asırlarında çevrelerindeki milletlerce hep Türk olarak isimlendirilen ve böyle çağrılan. Bosnalıların bu sıfatları zamanla unutturuldu, sadece katliam zamanlarında derinden ve şiddetle Türk vurgusu yapılıyordu; “Istraga Poturica- Türkleşmiş olanların imhası yakın zaman kadar sürdürüldü.”[5]
Bosna’nın fethinden önceki yıllarda Bogomillere karşı gerçekleştirilen şiddetli zulümler ve onları kuvvet kullanarak Katolik ya da Ortodoks inancına döndürme girişimleri, kırsal kesime karşı kitlesel bir şiddeti, anarşiyi ve tam bir emniyetsizliği beraberinde getirdi. Bu durum Osmanlı fâtihlerinin işine yaradı. Köylüler onların kişiliğinde bir korunma şansı buldular. Papa II. Pius’a gönderdiği bir mektupta Kral Stefan Tomashevic (1461-1463) şunları yazmaktaydı: “Türkler benim krallığımda birkaç kale inşa ettiler ve köylülere dostça davrandılar. Onlara katılan her köylünün özgür olacağına dair söz verdiler... Ve köylüler tarafından terk edilen feodal lordlar kalelerinde uzun süre kalamadılar.”
Köylülerin, özellikle Bogomil toplumlarından olanların, çağlardır çektikleri acılardan sonra kaybedecek bir şeyleri yoktu, bundan dolayı fâtihlerin işgalini ve dinî propagandalarının girişini kolaylaştırdılar. Böylece Mevlevîlerin, ve Halvetîlerin mistik kardeşliği ülkeye yerleşti. Müslümanlar fikirlerini ve âyinlerini yaymaya başladılar ve özellikle daha yeni Katolik ya da Ortodoks inancını kabul etmeye zorlanmış olan insanlar arasında başarılı oldular.
Bogomil[6] mezhebine bağlı Boşnaklar, şavaş kabiliyetleri, Macarları iyi tanımaları ve Papalığa karşı derin bir kin beslemeleri sebebiyle Macaristan ile yapılan savaşlarda etkin bir rol oynamışlardır. Müslüman Boşnaklar her zaman Osmanlı Devleti'nin kuzeybatı hududunu yalnız başlarına müdafaa etmişlerdir. Serdarların kumandasındaki sipahilik teşkilâtına bağlı bulunan kıtalar, Türk hâkimiyeti devam ettiği müddetçe sadakat ve fedakârlıkla vilâyet makamına tâbi kalmış ve Bosna, Osmanlı Devleti'nin bir kalesi olmuştur.
Boşnaklar, İslâmiyet'i kabul etmeleri, devlete bağlılık ve güvenilirliklerini ispat etmeleri sayesinde Osmanlı Devleti'nin çeşitli kademelerinde görev yapmışlardır. Bunlardan; beş kez sadrâzamlığa getirilen Hersekzade Ahmed Paşa (1497-1516 ), yine üç kez sadrazâmlık yapan Damad İbrahim Paşa (1596-1601 ) ve bir devre imzasını atmış Sokullu Mehmed Paşa Boşnak asıllıdır.. Diğer bazı Boşnak asıllı sadrazamlar şunlardır; Lala Mustafa Paşa (1580-1580), Malkoç Ali Paşa (1603-1604), Lala Mehmed Paşa (1604-1606), Derviş Mehmed Paşa (1606-1606), Kara Davud Paşa (1622-1622), Hüsrev Paşa (1628-1631), Topal Recep Paşa (1632-1632), Salih Paşa (1645-1647), Sarı Süleyman Paşa (1685-1687), Damad Melek Mehmed Paşa (1792-1794
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
crazy_31:
...neyleyim KIRMIZI deyince, BEYAZ demeyen yari..